Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

gurbuz

Üye
  • Content Count

    17
  • Joined

  • Last visited

Posts posted by gurbuz


  1. Anma gecesinde Yazar Sadık Yalsızuçanlar'ın Merhum Aliya hakkında dile getirdiği şu anısını hassaten zikretmek istiyorum.

     

    Aliya günlerdir hastahanede tabiri caizse ölüm döşeğindedir. Sayın başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan kendilerini ziyaret ederler. Gayet samimi bir mukabelenin ardından şu sözleri başbakanımıza ithaf ederler; ''Ölüyorum. Ama gözüm asla arkada kalmayacak. Sizin devletinizin bugunün İslam alemi için çok şey arz ettiğini biliyorum. Bosna'yı evel Allah sozra size emanet ediyorum!''

     

    Evet bu olayin oncesinde yanlis hatirlamiyorsam bill clinton da ziyaretine gitmis fakat Aliya Izzetbegovic tarafindan reddedilerek odasina alinmamis.

     

    Ayrica Rahmetli Turgut Ozal Bosna savasi esnasinda hirvatistana 2 milyon dolar rusvet vererek hirvat sinirlarindan Bosna'daki mucahidlere silah, techizat yardimi yapmis ve bu vesileyle sirp gucleri geri puskurtulmustur.

    Adi birlesmis milletler, Muslumanlarin toparlanisini gordukten sonra ateskes emri verip dunyada gorulmemis bir sistemle Bosna nufusunun fazla oldugu topraklarin 3 devlet baskaniyla yonetilmesine karar vermistir.

    Bosna' da Muslumanlarin katledilmesi senelerce surerken, mezhep farkliliklari neticesinde ayrilan diger hristiyan yugoslav ulkeri arasindaki savaslar birer, ikiser hafta sonrasinda birlesmis milletler tarafindan sonlandirilmistir.

    sirplar savas esnasinda ruslar icin av partileri duzenlemis. Kafir tek millet...

    • Like 1

  2. Vatanım da böyle bir sorunu yaşamaktan utanıyorum...

     

    Al benden de okadar. Ayrica vatanimda basortuyu sorun olarak goren akilli gecinen zir cahillerden ve yine kafasindaki basortuyle altindaki sozde kiyafeti arasinda en yuksek dagin zirvesiyle en derin denizin arasindaki mesafe kadar fark olan insanlardan tiksiniyorum.


  3. Bir tarafta Referandumun EVET ile sonuclanmasi icin dua eden, inancli, gozu yasli insanlar. Diger tarafta da ne olduklari belli olmayan konusurken kan kusan bir kesim. Isin aci olan tarafi cahillikle bu tarafin yaninda duran bir kesim halk...

     

    Bu referandum ahirete intikal eder. Bu nedenle EVET...


  4. Iskender PALA

     

    Son mürit

     

    Yunus Emre bir şiirinde "Cübbe vü hırka taht u tâc, bular verirler aşka bac/ Dört yüz mürîd ü elli hac, terk eyledi Abdürrezzâk" buyurarak mevki ve makamın, taht ve tacın, hatta sufilik ve dindarlığın da birer imtihan olduğuna vurgu yapıyor.

     

    Sözünü ettiği kişi Şeyh-i San'an olarak bilinen Şeyh Abdürrezzak'tır. Menkıbeye göre, bu yüce adam Mekke'de 400 müride hidayet yollarını gösterip dururken rüyasında bir Hıristiyan kızı görüp âşık olmuş. Kızı bulmak için Bizans'a doğru yola çıkmış. Müritleri de peşinden yollara düşmüşler. Kız aslen Rum kayserinin koyu bir Hıristiyan olan kızı imiş ve Şeyh'in kendisine olan tutkusunu görünce onunla evlenmek için sırayla bazı şartlar öne sürmüş. Şeyh'in yapamayacağı şeylermiş bunlar. Şarap içmek, ibadetini kilisede yapmak, Kur'an'ı yakmak, beline papaz kuşağı bağlayıp dolaşmak, domuz gütmek... Şeyh, tamamen Hıristiyan ritüelleri içeren bu şartlara önce itiraz ettiyse de gönlüne söz geçiremeyip sonunda birer birer razı olmuş, hepsini birer birer yapmış. Bu arada biri hariç müritlerinin tamamı ondaki sapkın halleri gördükçe yavaş yavaş yanından ayrılmışlar. Artık kimisi onun çıldırdığını, kimisi de gerçekten Hıristiyan olduğunu söylüyorlarmış. Kayser'in kızına gelince o, isteklerine her defasında daha ağırını ekliyor ve bir türlü şeyhe rıza göstermiyormuş. Sonunda bir gün evlenmekten vazgeçtiğini söyleyip şeyhi kapısından kovmuş. Zavallı şeyh, nefsine uyup yoldan saptığıyla ve halk nazarında itibarını yitirmekle öylece kalakalmış. Kendisini terk etmeyen son müridiyle, Bizans sokaklarında, açta açıkta ve ayıplanmış olarak... Rivayete göre o son mürit, yıllar yılı şeyhe olanın Hak'tan geldiğine inanmış, hiçbir gün dedikodusunu yapmamış, aynı halin kendisine olmaması için dualar etmiş ve şeyhi hakkında daima iyilik istemiş.

     

    *

     

    Yunus'tan 250 yıl kadar sonra bir başka şair (Hayali) şöyle diyor:

     

    İbadetine güvenme ki sana pend yeter

     

    Hemîn hikâyet-i Bel'am-ı Bâûr

     

    Bu beyitten "İbadetine güvenme sakın, öğüt istiyorsan, Bel'am-ı Baûr'un başına gelenlere bakıp ibret al!.." gibi bir anlam çıkar. Sözü edilen Bel'am, Kur'an-ı Kerîm'de adı anılan (A'raf, 175) Baûra'nın oğlu Belam'dır. Hz. Musa zamanında yaşamış, ism-i azamı bilecek derecede yüksek mertebeler kazanmış bir kişi iken itibarına güvenmiş ve nefsine uyarak yoldan sapmış. Öyle ki sonunda halk nazarında adı lanetle anılmış ve çok kötü bir son ile hayata veda etmiş.

     

    Aynı yüzyılın şairlerinden bir başkası da şöyle diyor:

     

    Kâni olmazsın cihanda olsan da Kârûn-ı vakt

     

    Zîr-i hâk olsa gerektir menzilin âh nidelim

     

    "A beyim! Şu dünyada Karun dahi olsan bununla yetinmez haddi aşarsın ha?!.. Sonunda gideceğin yerin toprağın altı olacağından şüphe mi duyuyorsun?"

     

    Karun, malum, Kur'an'da bahsi geçen (Mü'min, 24) Krezüs'tür. Rivayete göre o da Hz. Musa zamanında yaşamış, Musa aleyhisselamın duası berekatıyla dünya nimetlerine kavuşmuş ve yükselince nefsine uyup yoldan sapmış, halk nazarındaki itibarını yitirmiş, adı tarihe kötülükle anılmak üzere kalmış. İbret ki ibret!..

     

    *

     

    Ayağın yoldan sapması, aciz insanoğlunun en büyük imtihanlarından biridir ve insana dengeyi kaybettirir. Üstelik bu denge kaybı küçük bir inhirafa, küçük bir kulluk zafiyetine bağlı olarak bir bela-yı nâgehan misali birden geliverir. Burada marifet kulluğun acziyeti içinde ayağı sapıp itibarını kaybeden değil de sabit kadem olup o itibarı koruyan olabilmektedir. Çünkü iyi bir ad edinmek kolaydır da, o iyi adı koruyabilmek oldukça zordur. O yüzden mü'min kişi her elini açtığında "Rabbenâ, lâ tüziğ kulûbena... (Rabb'imiz! Bizleri hidayete erdirdikten sonra kalplerimizi saptırma ve katından bize bir rahmet bağışla. Şüphe yok ki Sen, bağışı bol olansın!)-(Âl-i İmran, 8)" diyerek dua etmeli, istiğfar üzre olmalıdır. Aksi takdirde iman ile küfür, kulluk ile şeytanlık, itaat ile isyan, güzel ile çirkin arasındaki o hassas ve ince nefis ipi üzerinde cambazlık etmek -ki biz buna ömür diyoruz- en büyük denge sınavlarından sayılır. Allah korusun, bir yanlış adım dengeyi bozuverir de ayağın kaymasına yol açarsa düşüş etrafa gümbür gümbür yansır. Burada da müminin tavrı düşene gülmek değil, bilakis Allah kendisini de aynı sınava tabi tutmadığı için şükretmek olmalıdır. Hele olmayanı yakıştırmak, hele bilmeden iftira derecesinde dedikodular yapmak!.. İşte bu, ciddi bir tevbeyi gerektirir. Elbette adımını yanlış atan kişi mağdur veya masum değildir; ama kalplerdekini de ancak Allah bilir. Bize düşen, onlara hidayet, kendimiz için de hak yolda ayaklarımızın sebatını dilemektir. Zira Mevlevi hazretlerinin "bin kere tevbeni bozmuş olsan da" hitabı o vakit anlam kazanır. Horasan'da bir eşkıya iken gördüğü bir işaret üzerine hak yola eren veli, Bağdat sokaklarında bulduğu kâğıtta Allah adı yazıyor diye öpüp başına koyarak mertebeler kazanan âbit veya Belh'te tac u tahtı terk edip hakikat yolculuğuna başlayan sultan, başlangıçta tıpkı Bizans yollarında nefsinin arzusunu arayan San'an şeyhi Abdürrezzak gibi değiller miydi? Kaldı ki Abdürrezzak'ın yanında kalan o son mürit var ya!.. İşte o temiz insan, şeyhine asla gülmemiş, diğerleri gibi asla dedikodusunu yapmamış, olup biteni Hak'tan bilmiş ve onun eteğini hiç bırakmamış. Şeyh, sonunda onun duası berekatıyla kendine gelmiş ve sahip olduğu nur ona yeniden dönmüş. Eski azgın hallerine tevbe edip Bizans'tan ayrılmış. Bu sefer onun gittiğini gören kız, yaptıklarına pişman olup imana gelmiş ve onu aramak üzere günlerce dağ bayır izini sürmüş. Aç susuz yollara serilmiş. Sonunda bir çölde şeyhi bulmuş. Ne var ki bu buluşmaya canı dayanmamış ve oracıkta ölüvermiş. Şeyh yanında kalan son müridin yardımıyla onu öldüğü yere defnedip başında dualar etmiş. Sonra da Kâbe'ye yönelmiş. Bu yolcuk onun için yeniden "Leyla'dan geçme, Mevla'yı bulma faslı" olmuş ve Kâbe'nin eşiğine yapıştığı an o da canını vermiş. Ölürken yüzündeki mutluluğa yine o son mürit şahit imiş...

     

    Sınavı kazanan o son mürit...


  5. Burada bir basım hatası olabileceği kanaati hayli arttı zihnimde. Şeytanın kendisi zaten günah makinesidir; onu neden arar?

    Zaten misra, seytanin gunahi beklemedigini acik bir dille ifade ediyor. Benim anladigim kadariyla ilk dortlukte belirtilen beklemenin vermis oldugu izdirap hastanin sabahi beklemesinden, ölünün mezara defnedilmeyi beklemesinden daha izdirapli bir durum oldugunu ve ayni zamanda da bu bekleyisin seytanin gunahi beklemeyisi kadar kesin oldugunu ifade ediyor. Daha dogrusu bende bu sekilde bir izlenim uyandiriyor.

    Saygilar...


  6. yanlış gördüğünüz yönlerin ihtarını yaptığınız için teşekkür ederim.ama hala bu mevzu açıklığa kavuşmadı sorularımı yazıyorum:

    1-birgün menfi birgün müspet makale yayınlamak o gazetenin bir dünya görüşü var ,noktasından hareketle değerlendirilirse nasıl bir manzara ortaya çıkar?düşünün Birgün Üstad a çamur atan bir yazı yazılıyor ertesi gün Üstad mükemmel bir insan diye bir yazı yayınlanıyor bu nasıl bir yayın politikasıdır dalga mı geçiliyor?

    2-gazete bir tartışma platfor mumuki her görüşten insan çıkıp yazılarını yayınlatsında gazete sadece yayınlamak la kalsın.O zaman yarın biri çıkar EFENDİMİZİ kötüle sonra biri çıkar yok öyle değil der ve olay çözülmüş mü olur?

    3.Tarafsız bir gazete olmayacağına göre ve tarafsızlık şahsiyetsizlik demek olduğuna göre gazete böyle bir açıklama mı yapacak?( hak adına tarafsızlık Hakkın taraftarlığıdır ki taraftarlığın hakikatidir,zaten bu ayrı mevzu)

    4-ayrıca böyle önemli mevzuları ele ayağa düşürecek şekilde el atma teşebbüsüne zemin olmak bir gazeteyi suçlamak için kanaatimce yeterli bir sebep. (unutmayalım ki Üstad tarihin Sultan Abdülhamid hz lerinde düğümlü olduğunu söylüyordu)

    5-ayrıca ben bu dünyaya bir defa geldim ve hakikati bulamama ya da yanlış bulma korkusu içerisinde tir tir titremeliyim ve eminim ki benim gibi binlerce genç vardır peki insanlara hakikati bildirmeyi gaye edinen bir gazetenin bu şekildeki bir anlayışla konulara el atıp dahada şüpheli hale getirmesine karşı olmak gerekmez mi?

    6-kimsenin kara kaş kara gözü için değil hakikat adına konuşulacağı için bu konuda böylesine bir uslupla bu konunun ele alınışı ve bu ele alınış ile yazılan bir makalenin yayınlamakta abes bir taraf görmeyen ,liderlerinin de fikirleri ile çelişen yayınlar yapması dolayısı ile hem bize karşı hemde hitap ettikleri insanlara karşı sorumlu değil mi?

     

    Yazmis oldugunuz bazi maddelere karsilik olarak:

     

    1- Farkli dusuncelerin ayni gazetede ele alinmasinin dalga gecilmesiyle ne alakasi olabilir? Simdiye kadar boyle birseyi baska gazetelerde gormedigimiz icin yadirgamayalim...

     

    2- O kadar da degil. Bu sizin hayal gucunuzun zit istikamette kutup noktasi olmali. Boyle bir dusuncenin sizde zuhur etmis olmasi uzucu...

     

    3- Farkli dusuncelerin okuyucuya servis edilmesi o gazetenin tarafsiz oldugu anlamina gelmez.

     

    4- Suclamayi kafaniza koymussunuz birkere. Boyle bir durum olmasa bile herzaman suclamak icin bir sebep bulabileciginizi dusunuyorum.

     

    5- Kotu mu? Ayni gazetede dogruyu ve yanlisi gorme firsati verilmis.

     

    6- Yorumlar ve gercekler arasindaki farki anlayabilmeniz umidiyle saygilar...


  7. Bir Gece

     

    On dört asır evvel, yine bir böyle geceydi,

    Kumdan, ayın ondördü, bir öksüz çıkıverdi!

    Lakin, o ne hüsrandı ki: Hissetmedi gözler;

    Kaç bin senedir, halbuki, bekleşmedelerdi!

    Nerden görecekler? Göremezlerdi tabi'i:

    Bir kerre, zuhür ettiği çöl en sapa yerdi;

    Buhranlar içindeydi, bugünden de beterdi.

    Sırtlanları geçmişti beşer yırtıcılıkta;

    Dişsiz mi bir insan, onu kardeşleri yerdi!

    Fevza bütün afakını sarmıştı zeminin,

    Salgındı, bugün Şark'ı yıkan, tefrika derdi.

     

    Derken, büyümüş, kırkına gelmişti ki öksüz,

    Başlarda gezen kanlı ayaklar suya erdi!

    Bir nefhada insanlığı kurtardı o ma'sum,

    Bir hamlede kayserleri, kisraları serdi!

    Aczin ki, ezilmekti bütün hakkı, dirildi;

    Zulmün ki, zeval aklına gelmezdi, geberdi!

    Alemlere, rahmetti, evet, Şer'-i mübini,

    Şehbalini adl isteyenin yurduna gerdi.

    Dünya neye sahipse, onun vergisidir hep;

    Medyun ona cem'iyyet, medyun ona ferdi.

    MEdyundur o ma'suma bütün bir beşeriyyet...

    Ya Rab, bizi mahşerde bu ikrar ile haşret.

     

    Mehmet Akif Ersoy

×
×
  • Create New...