Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

musluman

Üye
  • Content Count

    12
  • Joined

  • Last visited

Posts posted by musluman


  1. iskenderpala.jpg

    İskender Pala kucuk_a.png buyuk_a.png Ölüm ve saltanat

    -Başbakanımız ve bütün Erdoğan ailesinin başı sağ olsun-Kimdir hatırlayan dünyaya geldiğinde kulağına okunan ezanı ve giderken kılınacak namazı? Ömür ki bir ezan bitip de bir namaza başlar kadar kısa iken kimdir o bir namazlık saltanatı hatırlayan?

     

     

    Zinhâr unutulmaya!.. Dünya tamahkâr bir bezirgan; ölümler alır, ölümler satar durmadan. Güzel ölümler, korkunç ölümler, yürek yakan ölümler, kurtuluş olarak görünen ölümler. Ve ardından sagular, yuğlar, mersiyeler, ağıtlar... Sonra gidip varılacak bir büyük duruşma; "O günde birtakım yüzler parıldar; gülen ve sevinen (Abese,38-39)". Kimdir şimdi hatırlayan o günü, ve kimdir o günün devamlı yaklaşmakta olduğunu?!.. Kimdir ölümden bir ibret alır; ve kimdir ölümü bir vuslat bilir? Ölüm mü bir rüya, rüya mı bir dünya?!.. Gelimli gidimli dünya; son ucu ölümlü dünya... İkiz aynanın arka yüzü ve arka yüzünde salt gerçek görünür aynanın. Bunda kırışan yüzler, onda ay parçası olur. Çünkü göğsümüze iliklenen imanların aşk olduğudur ölüm, bir tek aşk, yalnızca aşk... "Bu dünyaya gelen kişi, ahir yine gitse gerek / Misafirdir, vatanına bir gün sefer etse gerek. (Yunus)"

    Ölüm, herkese aynı yakınlıkta, herkesten aynı derecede uzak... İstisnası olmayan tek gerçek ve ayrıcalığı olmayan yegâne yolculuk. Acı olduğu kadar mecbur, ürkütücü olduğu kadar alışılmış, aykırı görüldüğü denli doğal ve kovulmak istendiğince kucaklanmış. Hayatla birlikte var, insanla birlikte yok. Zaman... Orada bir mihenk taşı... Zaman... Ölümler ve ölenler kronolojisi...

    Zannımca hiç yazılamayacaktır hikâyesi ölümün. Belki de o bizim okuyamadığımız tek ve en gerçek hikâyemizdir de bize bunu bildirmeyen, bir hikmetle bildirmemiştir... Çok şükür ki yaşarken bilmeyiz biz o hikâyeyi ve çok şükür ki inananlar için serim bölümünden elbette daha güzeldir hikâyenin çözüm bölümü.

    Ölümün göz yaşı olup yanaklardan süzüldüğü bir an vardır. Renksizdir, ama kalplerde görülür, kokusuzdur ama taze toprakta hissedilir. Evlat, annesinin tabutu başındadır ve yumdukça gözünden mercan dökülür. Kederin cana dokunduğu andır o, ve artık ölümün adı annedir. Ya elini tutmuş veya elinden tutmuşluğunuzu hatırlarsınız o anda. O olmasa olmazdık biz dersiniz; ve var olmamız için o hep var olsun istersiniz.

    Anne ki yaşarken hissettiklerimizden ziyadesini hissederiz ölünce. Adı geçtikçe yüreğimizden, kurşun geçti sanırız artık. Gülüşü katı mermerleri yumuşatır, bakışı gönül ülkelerini kuşatır durmadan. Evladına yanarken sevgiyi gergef gergef dokutan da, hayatı sayfa sayfa okutan da onun şefkatli bakışları olmuştur çünkü.

    Kitap'ta ayet ayet çoğalan adı Nisâ ve Nûr'dur onun. Hacer'dir; Asiye'dir ve Meryem'dir. Âmine'de Kutlu Nebî'ye süt olmuştur. Somali'de adı açlık, Irak'ta zulüm, Mısır'da çığlıktır, televizyon ekranlarına gözde nem, bakışta acı olarak yansımasına alışmışsınızdır. Bir anadan doğduğunu unutunca medeniyet, elbette medeniyetsiz kalmaya mahkûm olur. Ve medeniyet, anne olmayı şu dünyanın en zor zenaatı haline getirmiştir maalesef.

    Çocuğunu yitirmek bir anne için, annesizliği gibidir çocuğun. Vatan sayılır bir ana ve elbette ana, vatan. Kendileri için yaşamaz analar hiç; hiç ağlamazlar kendi acılarına. Başında ağrılı bin bir hasretle her saniye bin canı bir bedende feda ederek ihyaya çalışırlar çocuklarının umutlarını. Yaşı kaç olsa, mevki ve makamı ne olsa!.. Ve çocuk annesini yitirdiğinde çocuksuz kalmış bir anne gibi olur. "Bir evlat pir olsa da / Anaya muhtaç imiş".

    Ana ki, lirik bir şiirdir. Şiir okumayı sevenler için bir tabut başında gözyaşı olur adı. Ve huzurda el bağlayanlara bir makamdan değil bir musalladan gülümseyerek bakmaktır saltanat.

     

    11.10.2011/Zaman


  2. Menderes'e sorduğu sorularla biçimleniyor. Oğlunun dilinden Adnan Menderes'in hayat hikâyesiyle başlayan kitap özellikle Demokrat Parti'nin 1950 yılında iktidar olmasından Adnan Menderes'in 17 Eylül 1961'de idam edilmesine kadarki dönemi ayrıntılarıyla ele alıyor.

     

    Adnan Menderes ve DP iktidarı konuşulurken, bu süre zarfında Türkiye siyasetinde yaşanmış birçok önemli olay da gündeme getirilip bağlamına yerleştiriliyor. DP-CHP ilişkileri, dış politika, ekonomi alanında gelişmelerin yanı sıra adım adım 27 Mayıs İhtilali'ne giden olaylar (9 Subay Olayı, Tedbirler Kanunu, 28 Nisan Öğrenci Olayları vs.) tartışılıyor 127411_s.jpg


  3. ...

     

    Sonra Aydaki Kadın'ın bambaşka bir özelliğine çarpılıp kaldım: Demokrat Parti yılları. Selim'in rüya deneyimlerinden geçerek uyandığı sabahla başlayan roman, 1920'lere geri dönse bile 1950'lerin atmosferini yansıtır.

    Dayımın görevi dolayısıyla o atmosferi uzaktan uzağa sezinlerdik. Dış görünümde hayli şaşaalı bir dönemdi. Kimilerine göre memlekette büyük kalkınma hamleleri yapılıyor, kimilerine göre de memleket sonucu bilinemez sarsıntılara sürükleniyordu. Aslında Türkiye ikiye bölünmüştü: Demokrat Parti yandaşları ve İnönü'cüler.

    Ne var ki, iç görünümde, Demokrat Parti'ye iyice yakın kişilerin de zaman zaman tedirginliklerini yakalayabilirdiniz. Dayımın çevresinde Bayar'ı ve Menderes'i kısık sesle olumsuz yönde eleştiren kişiler hatırlıyorum. İnönü'ye genç bir bürokratken küsmüş dayım öylesi eleştirileri nezaketle gülümseyerek dinlerdi. Aile içinde de bölünmüşlükler söz konusuydu. Menderes'e ve Demokrat Parti'ye düşman kesilmiş bazı akrabalarımız dayımla görüşmezlerdi.

    Aydaki Kadın'da Selim'le Demokrat Parti mebusu Atıf'ın yemek yedikleri olağanüstü sahne, anlatmaya çalıştığım bölünmüşlüğü birdenbire karşımıza çıkarır, hem de olağanüstü bir ustalıkla.

    Bu romanın yarım kalmış olmasına üzülmemek elde değildir.

    Siyasetin ve iktidar olmanın nasıl bir körleşme, çıkar kollayış, kişisel hesaplar sorununa dönüştüğünü Tanpınar hepi topu birkaç sayfada saptar. Sonra, 'viski' hayranlığının başladığı o yıllarda, ülkenin ekonomik durumu üzerinde de duruluyor. Aydaki Kadın'ın yan kişilerinden Sabih Bey bakın ne söylüyor, "İşler nasıl beyefendi?" diye sorulduğunda:

    "Kötü, hatta korkunç... Büyük bir krize girmek üzereyiz. Paramız düşüyor ve daha da düşecek. Para yerine itibarî bir değerler silsilesinde yaşıyoruz. Bunun neticesini elbette göreceğiz... Hem enflasyon, hem para darlığı... En korkuncu ikisinin beraber olması. Dolar karaborsada yükseliyor. Dün on üçle on yedi arasında idi. Nasıl, hoşunuza gidiyor mu?"

    Fakat Demokrat Parti sadece bu kadar mıydı? Tanpınar'ın 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra yazdığı öyle yazılar var ki, hangi ruh karmaşasıyla bu yersiz yazıları kaleme getirdiğini çözümlemek çok güç. (Yalnız yersiz değil, bir o kadar da 'uygarlık dışı'. Bu yüzden Yağmur Akşamları'ndaki "Şark ve Garp; Ne Şark Ne Garp"ta Tanpınar - Demokrat Parti - 27 Mayıs ilişkisine hiç girmedim, uzak durdum.)

    Menderes'in kişiliği üzerine, gerçekten nesnel yazılmış ilk eser, benim için Samet Ağaoğlu'nun Arkadaşım Menderes'idir. İdamdan sonra yazılmış bu önemli kitapta Demokrat Parti'nin yapmak istedikleri, yaptıkları ve yapamadıkları, gitgide kaosa sürükleniş ince ayrıntılarıyla dile getirilir.

    Şimdiyse, Aydın Menderes-Taha Akyol ortak imzalı Demokrasiden Darbeye/Babam Adnan Menderes'i (Doğan Kitap) okuyorum. Birkaç sayfa okuyup bırakıyorum aslında. Sonra üç beş sayfa daha...

    Yalnızca kapaktaki fotoğraf, o, yürek yakıcı, bir roman yazılmaya değer fotoğraf, bize bambaşka bir Adnan Menderes ve Menderes ailesini söyleyip duruyor. Sık sık o fotoğrafa bakıyorum. 27 Mayıs sonrasının gözü dönük, iftiraya gönül indirmiş ortamı sadece o fotoğrafla çok iyi kavranabilir.

    Herhalde o gün çekilmiş olmalı; Sayın Aydın Menderes Taha Bey'e o günü şöyle anlatıyor:

    "İkinci gördüğümüzde tabiî çok üzgündü, zayıflamıştı. Akıbet az çok belliydi zaten. Bir anneme, fırsat buldukça bir bize, ağabeyime sarılıp öpüyor, seviyor, her an gözlerinde yaş. Öyle denize baktı, ne kadar denizi sever, oradan deniz bütün güzelliğiyle odalarda."

    Fotoğrafta ortadaki adam Albay Tarık Güryay olabilir mi? Çünkü Aydın Bey bir de ilk ziyareti anlatmış:

    "Haftada bir gün avukatların görüşme izni var, biz avukatların vapuruna bindik, Yassıada'ya yanaştı. Oradan alıp götürdüler, Yassıada komutanının Albay Tarık Güryay'ın odasındayız. Albay Güryay ful azamet, rahatsız edici derecede kibirli, mütehakkim... O sırada rahmetli babam geldi, 'Adnan Bey sen şurda bir dur bakalım' dedi. Tavrı böyle..."

    27 Mayıs 1960 tarihinden birkaç gün sonra ilkokul bitirme sınavlarına giriyordum. Bir sabahı hiç unutmam; annem, ayakkabılarımı boyatmamı söylemişti. Yokuş başındaki her zamanki boyacımız hem sessiz sessiz ağlıyor, hem de "Namık Gedik intihar etmiş" diyor. Namık Gedik'in kim olduğunu bilmiyorum. Fakat intiharı biliyorum. İntihar edenlerin yürek yakacağını... hiç değilse kimi kişilerin yüreğini yakacağını biliyorum. Bulanık bir kafayla okula gidiyorum sonra.

    Değerli Taha Bey idamlardan bu yana elli yıl geçtiğini belirtmiş. Durakaldım. Semtimizin boyacısı demek elli yıldır bende hep ağlayıp duruyor...

    Yassıada'nın her gece radyolardan yankıyan duruşmaları yeniyetmeliğimin en büyük kâbusudur. Yaşım altmışı geçti, ama o günlerden kalma yaralanmışlık bir türlü iyileşmedi. Hem arkası da geldi: Bu kez yaşı yirmilerde insanlar asıldı. Benim üniversite çağlarım, sonra otuzlarımdayım...

    Kitabın son sayfalarında kapaktaki fotoğrafı bir kez daha görüyorum:

    "1961 Ağustos'unda Menderes ailesi Yassıada Komutanı Tarık Güryay'ın odasında son kez birlikteler."

    Demokrasiden Darbeye/Babam Adnan Menderes uygarlık çizgisinden ayrılmak istemeyen herkesin çok yararlanacağı bir eser. Dünya görüşünüz, siyasî tercihiniz ne olursa olsun...

     

     

    Selim İleri/Zaman


  4. Efendim sened sormak dinimize hurafelerin gimesini az da olsa engelleme çabasının ürünüdür ki bilinçli Müslümanlar patlıcan satışlarını yükseltmek için uydurulan patlıcan hadisi vs. gibi durumlarda uyanık davranmalıdırlar. Ancak Sark hanımın da belirttikleri gibi bu tefsir kuvvetli kaynaklarda yer almaktadır ve bilinegelmektedir... Selametle


  5. Efendim orda görüşümüze göre dediysek elbette aklımıza göre fetva verdiimiz anlamında değildir bu(haşa) ... Ben o üç maddeyi hocamdan öğrendiğim şekliyle yazmaya çalıştım ve bizce de böyledir demek istedim...

     

    İkincisi Osmanlı'da sadece akıl kastaları için kullanılmıyordu musiki Edirne'yi bir ziyaret etmenizi öneririm.

     

    Burayı daha fazla platforma çevirmek istemiyorum Mahmut Efendi Hz.lerinin eğer bir sözü varsa bu konuda paylaşırsınız herkes alımını alır onun dışında uzak yakın örnekler vs. konuyu dallandırmayalım hep birlikte lütfen...

     

    Selametle


  6. Mevlana Dinle Neyden diye başlamamış mı Mesnevi'sine yahut Osmanlı'da musiki ile birçok rahatsızlık tedavi edilmemiş mi... Bu fakirin düşüncesine göre müziğin haram olanı ; -içinde şirk barındıran, -insanda dinimizce uygunsuz duygular uyandıran , -ve Allah'tan uzaklaştıran absürt müziklerdir...

     

    Oysa bu fonun bizde uyandırdığı duygu yahut bize duyurduğu şey Filistin'deki çocukların sessiz çığlığı, gözlerinizi kapatıp düşündüğünzde aklınıza dünyevi şeyler gelmiyor albümü yapanları amaçlarıyla birlikte biliyorsanız....Vesselam

     

    ELBETTE Kİ BİZLER DE HELAL DAİRE KEYFE KAFİ DİYENLERDENİZ ÇOK ŞÜKÜR

×
×
  • Create New...