Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Sign in to follow this  
Cile54

Ölçü

Recommended Posts

Ölçü

 

Müjdecim, Kurtarıcım, Efendim, Peygamberim;

Sana uymayan ölçü, hayat olsa teperim!

Share this post


Link to post
Share on other sites

KEŞKE MÜSLÜMANLAR OLARAK BU İKİ MISRANIN ANLATTIĞI DERİN MANAYI GERÇEKTEN HAYATLARIMIZDA UYGULAYABİLSEYDİK ŞUAN BU DURUMDA OLMAZDIK...İNŞAALLAH O GÜNLER DE GELECEK....

 

Paylaşımınız için Allah razı olsun....

Share this post


Link to post
Share on other sites

Üstad'ın sevgili peygamberimizi 'müjdeci' olarak nitelemesi ne kadar güzel.

Keşke her Müslüman hiç duraksamadan, yutkunmadan, düşünmeden Üstad gibi hayatı elinin tersiyle itebilme cesaretine, kudretine sahip olsaydı...

 

Ne var ki, yaşadığımız hayatın ölçüsü gün geçtikçe uzaklaşıyor hak yolundan...

Keşke kırık olmasaydı ellerimiz....

Share this post


Link to post
Share on other sites
KEŞKE MÜSLÜMANLAR OLARAK BU İKİ MISRANIN ANLATTIĞI DERİN MANAYI GERÇEKTEN HAYATLARIMIZDA UYGULAYABİLSEYDİK ŞUAN BU DURUMDA OLMAZDIK...İNŞAALLAH O GÜNLER DE GELECEK....

 

Paylaşımınız için Allah razı olsun....

 

Keşke.. Keşke biz müslümanlar sizin de dediğiniz gibi, üstad'ın anlatmaya çalıştığını uygulayabilseydik. Sanırım şimdi bu halde olmazdık, evet olmazdık... Öyle bir haldeyiz ki, ne canımızı verebiliyoruz, ne de şöyle bir titreyip; yeniden dirilebiliyoruz. Uyuşturulduk, uyutulduk, felçli hasta gibi bu hayatın döşeğine uzanmışız, ızdırap içinde, "madde" ye bağımlı can çekişiyoruz, yaşayamıyoruz..! "Ölçü"müzü şaşırmış bir halde, kendi ölçülerimiz ile tartıp, biçip, kesip, harcıyoruz kalan nefesimizi...

 

Allah'u teala, Üstad'ın bu beytinde anlattığı teslimiyeti bize yaşamayı nasip etsin.. Amin.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Sana uymayan ölçü, hayat olsa teperim!

 

:lol: iyi bir şair, iyi bir örnek, iyi bir rehber, ...... ..... iyi bir kul.. değil mi?

Share this post


Link to post
Share on other sites

inşallah.. herkes bir gün bir yerlerde hata yaptığını anlayacak, inşallah geç kalmazlar..

Share this post


Link to post
Share on other sites

inşallah buradaki tüm kardeşlerime bu şiir sonuna kadar tecelli eder ömürleri böyle niayete erer...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Üstad Necip Fazıl’ın en belirgin özelliklerinin başında, Allah’a ve O’nun Yüce Resul’üne olan sarsılmaz bağlılığı ve ölçülmez sevgisi gelir. Üstad, denizde yol alan hiçbir geminin, Allah’ın Sevgilisine doğru yüzmedikçe limana varamayacağını; güneşi, ampul diye her ülkenin her şehrinin her evinin her odasına assalar, O’nun nuruyla aydınlanmayanların, bakıp, görüp, duyup, tadıp, hissettikleri tek şeyin sadece ve sadece uçsuz bucaksız bir karanlık olacağını; O’nun kapısında köle olmanın, bütün dünyaya sahip olmaktan çok daha üstün olduğunu; O’na esir olmayan her sözde hürriyetin, ayakları, elleri, gözleri, beyni ve ruhu prangalı birer mahkum olduğunu; sonu olmayan sonsuzluk merkezinin, O’nun nazarlarının değdiği yere kurulduğunu; yaşanmaya değer hayatı bulmanın, ölmemenin, ölümsüzlüğe ermenin, O’nun iklimlerinde soluduğunu; O’nun kirpiklerinden süzülen bir damlanın, mübarek yanaklarından toprağa düştüğünde, artık o toprağın kıyamete kadar kuraklık görmeyeceğine bağlı olarak, O’nun geçmiş ve gelecek topyekun zamanı kuşatıcı ruh ikliminden azcık da olsa nasibi olan bir günahkarın bile büyük kurtuluşa ermeye namzet olduğunu ve O’nsuz bir hayatın var olamayacağını, kütüphanelik çaptaki eserlerinde ve o renkli hayatının birçok karesinde, yazdıkları ve yaşadıklarıyla; üslubun ve örnek teşkil etmenin en güzeliyle anlatmış ve ortalığı sessizliğin kapladığı bir zamanda, bu gerçeği haykırmıştır.

 

İslam Tarihinin, bugüne kadar yazılmış en güzel Siyerlerinden biri olan (Çöle İnen Nur), Hz. Peygamber’e tutkulu bir kalbin, sanatın zirvesi diyebileceğimiz muhteşem cümlelerle örgüleştirilmiş, büyük ve derin bir eseridir.

 

Üstadın, (Esselam) adlı, içinde 63 adet manzume bulunan; O’na olan aşkının vesikası niteliğindeki; kıyamete kadar gelecek Mukaddesatçı Türk Gençliğine ithaf ettiği bir eseri vardır. Manzumelerin 63 parça oluşu, mukaddes hayatın yıl sayısından alınan ilhamın tezahürüdür. Üstad bu eseri, kendi tabiriyle : Hararet derecesini termometrelere ifade ettirmekten aciz olduğu bir ruh çilesi içinde 1960-1961 hapsinde yazmaya başlar ve ondan sonra, haşin hayatın zalim çarkları arasında tekrar gaflet tüneline giren ruhunun kasvet ikliminde 11 yıl uyuyup 1972 Ramazan ayında ve ötesinde, belki daha yakıcı bir çile dürtüşüyle tamamlar.

 

İşte bu yakıcı bir çileyle yazılan eserin öyle bir giriş bölümü vardır ki; insanın gözündeki bütün maddi unsurları küle çevirecek niteliktedir.

 

“Muhal farz, der Üstad. Muhal farz… Dünyada mevcut ne kadar insan varsa inkâra sapsa… Hayvanlar, nebatlar, cematlar da dile gelse ve bunlar da aynı inkâr sesini bestelese… Fezanın dibi ölçülse ve dibinin dibindeki dipten ilerisinin de tasavvuru kabil olmayan hesabı verilse… Her madde ve her hâdise, vücut hikmetini, “niçin” ini, “nasıl” ını ve “neden” ini mutlak bir anlatışla anlatsa ve bütün bunlar inkârı gerçekleştirmek için olsa… Muhal farz dedim ya; aslında onun emriyle var olan yokluk, var olan varlık gibi dile ve harekete gelse de kendisiyle beraber varlık adına tek şey, tek ümit, tek vücut bırakmasa… Ölüme çare bulsalar, yıldızları bozuk para diye harcasalar, güneşi idare lâmbası gibi kullansalar, mesafeleri dondurup yekpâre bir elmas halinde hâkimiyet tacına oturtsalar ve bu tacı benim başıma geçirseler… Dilim, hafızam, akrabam, vatanım, hatıram, hiçbir şeyim kalmasa… Benim, evet bizzat benim ayaklarımdan saçlarıma kadar her zerrem kendi aleyhime dönse ve beni yalanlasa…

 

Ben bende kalacak olan tek ve son bir nokta halinde, sana Allahım ve senin Sevgiline iman eden ve O’nun senden getirdiği her ölçüyü hak bilen biricik insan, vücut, kısım, parça, nokta, zerre olur ve böylece kalırım.

 

Dedim ya, muhal farz, yokluğu bulup da söyletseler ve ona “benden başkası yok!” dedirtseler ben yine O’nun bildirdiği “var” dan ve O’ndan yana kalırım.”

 

Üstadın, (Çöle İnen Nur) ve (Esselam) ve daha birçok eserinden tüten mana, Allah’ın Sevgilisini, her an yenilenen bir heyecan, sönmeyen bir aşk, eskimeyen bir tutku, yıpranmayan bir bağlılıkla canından ve canı bildiği her şeyden çok sevmenin gidilecek tek yol olduğudur ve artık sağırlaşmış, pörsümüş, kabuğuna kapanmış, marazi bir gafletle uykuya dalmış Müslümanlara, “Siz güneşi ceketinizin astarında kaybettiniz, fakat bundan bile haberiniz yok!” diyen tarihi bir çağrısıdır.

 

Geçitlerin, kilitlerin yalnız O’nda şifresi;

İşte, işte o eteğe sarılmadan geçilmez! diyerek, hiçbir hedefe O’nsuz varılamayacağını haykırır Üstad.

 

“Varlık hudutsuz girift bir ağaç… Ve sen ey Kâinatın Efendisi; onun, hudutsuz girift köküsün! Bu köke bağlı gövde… Bu gövdeye bağlı ince dal… İnce dala bağlı yaprak… Yaprağın üstünde el ayası gibi lif lif bir ağaç haritası… Onun üstünde de küçücük bir böcek…

Ben de buyum!.. Bütün insanlık budur!.. Ve senin getirdiğin nizam ağacının en küçük yaprağında bir böcek olmaktan üstün paye yoktur!”

 

 

Üstad, Hz. Peygamber’e ümmet olanların, fert fert ve topyekun olarak nerede durduklarını ve hangi rütbeye malik olduklarını ve bulundukları mevkiinin mahiyetini işte bu veciz sözlerle özetler.

 

Üstad, “Hayatım, başından beri muazzam bir şeyi bulmanın cereyanı içinde akıyordu, der. Şu veya bu miskin vesilenin hassasiyeti içinde birini arıyordum. BİRİNİ…

O, kim mi?

Allahın Sevgilisi…

Sonsuzluk ikliminin batmayan güneşi ve ebedilik sarayının paslanmaz tâcı…

Tek dava O’nu bulmakta, bulduracak olanı bulmaktaydı.

Binbir istikâmette seke seke, sağa sola büküle büküle, renkten renge bulana bulana, hiçbir şeyden habersiz ve insandaki bedava emniyet ve bedahat saadeti karşısında şaşkın, hep o BİR etrafında helezonlar çizen bir hayat…

Benim hayatım budur!”

 

 

Üstad burada, “Tek dava O’nu bulmakta, bulduracak olanı bulmaktaydı” diyor. Üstad, O’nu bulduracak olanı 1934’te, 30 yaşında bulmuştur ve kendisinin, nerede olduğunun, nereden gelip nereye gittiğinin farkına vardırıcısı olan, ve Peygamber Efendimizin soyundan gelen bu büyük Veli’nin adı Abdülhakim Arvasi Hz.’leridir.

 

Yüksek tahsilini zamanın büyük evliyası Seyyid Fehim Arvasi Hz.’lerinin huzurunda tamamlayan; ilm-i sarf, nahv, mantık, münazara, vad, beyan, meani, bedi, belagat, kelam, usul-i fıkıh, tefsir, tasavvuf, ulum-i hikemiyye (fizik-biyoloji), hikmet-i ilahiye, riyaziye (yani matematik-geometri), hey’et (astronomi) gibi zahir ilimlerde diploma alan; tasavvufun Nakşibendiyye, Kadiriyye, Kübreviyye, Sühreverdiyye ve Çeştiyye yollarından hilafet alan; otuz yıl kadar tedris ve irşad ile meşgul olan ve insanlara Allahü Tealanın emir ve yasaklarını anlatan büyük Veli…

 

Üstad :

“Bana, yakan gözlerle, bir kerecik baktınız;

Ruhuma, büyük temel çivisini çaktınız!”

Dediği büyük Veli’nin kapısını, batı kültürünün içinden yetişen bir entelektüel olarak çaldı ve o büyük huzur’dan aldığı ilhamla, kitlelere hitap eden, cemiyete yön veren bir mütefekkir oldu. Batı’yı ve Doğu’yu muhteşem misallerle tahlil eden (Batı Tefekkürü ve İslam Tasavvufu) eseri meşhurdur. Üstad, büyük Veli için : “Kalemime, fetih onunla geldi.” der. 1935’te (Tohum), 1936’da (Ağaç Mecmuası), 1937’de (Bir Adam Yaratmak) ve bilhassa Çile şiiri… Derken (İdeolocya Örgüsü) ve o günden sonra dava yolunda tip tip ve çap çap yüz cildi geçen eser…

 

“Tek vakit namazımı kaçırmaktansa bin kere ölmeyi tercih ederim.” diyen Abdülhakim Arvasi Hz.’lerinin heybeti ve Allah Dostlarına mahsus sırlı halleri, Üstadı öyle bir kuşatmıştır ki, bu noktada kelimelerin yarım kalacağını bilen Üstad, şunları söyleyebilmiştir : “Efendimi; ışığı milyarlarca senede gelen yıldızların tepesinde, bir feza ve mâna kartalı diye takdim edersem sanmayın ki, bir şey söyleyebilmiş olurum.”

 

İlk görüşmelerinden birinde (ki bu müthiş bir hatıradır) büyük Veli, Necip Fazıl’a sorar :

“Siz tasavvuftan bir şeyler biliyor musunuz? Okuduğunuz kitap oldu mu?

Birkaç tane eser okuduğunu söyler Üstad…

Bunun üzerine Abdülhakim Arvasi Hz.’leri, Üstadın beynini ateşten harflerle dağlayan şu sözleri dile getirir:

“Bu iş kitapla olmaz. Akılla da varılmaz… Hiç yemeğin lezzeti çatal bıçakla aranıp bulunabilir mi?”

 

Büyük Veli 1943’te vefat eder… Üstad, 1983’te, vefat edeceği güne kadar her an çoğalan bir hasretle, ona kavuşmayı bekler. Büyük Veli’nin mezarı başında çok defa ağlamıştır Üstad.

Ciltler dolusu kitapla bile ifade etmekten aciz olduğumuz bu derin hasreti şöyle özetler Üstad :

 

“Efendim, Benim Efendim! Benim, güzellerin güzeli Efendim!

Vaktiyle : “Keşke bu kadar zeki olmasaydın!” buyurduğun adamın beynini, zerre zerre kıskaca alıp atom gibi çatlattıkları bu hengâmede, eminim ki, her dem beraberimde, her ân başucumdasın…

Kaç milyon baba ve kaç milyon anne, senin milyarda birin eder? Sen benim böyle bir şeyimsin! Babamla anneme Allah’ın bana tattırdığı varlık şevkine vesile oldukları için bağlıysam, sana da, bu ölçünün ebedi hayat mikyasıyla perçinliyim… Düşünsünler farkı!..

Seni, Bağlum köyündeki, namsız ve nişansız çukurunda, bembeyaz ve taptaze bir kefene bürülü, esmer ve pembecik teninin hiçbir noktası tozlanmamış ve paslanmamış, derin gözlerin ebediyete çevrili, Allah’ı zikrederken görüyorum.

Çarklar işlemekten aşındı, vâdeler dolmaktan çatladı. Akşam oluyor… Bir mızrak boyu kaldı, benim de hayat güneşimin batmasına…

Ne olursam, bu bir mızrak boyu zaman içinde olacağım…

Allah’tan af istiyorum. Allah’ın Sevgilisinden ve bütün Silsileden teker teker suçlarımın bağışlanmasını istiyorum.

Benim avuçlarımdan süzülen, işte o kaynaktan aldığım sudur; ve bu suyun eğer bulanık bir tarafı varsa nefsime, nurani özü de O’na aittir.

Bugünün, yeşillikler ve pırıltılar içinde suyu arayan ceylân gençliği o pınara koşsun!..”

 

Üstad Necip Fazıl; Allah’a ulaştırdığı için Hz. Peygamber’e ve Hz. Peygamber’e ulaştırdığı için mürşidi Esseyyid Abdülhakim Arvasi Hz.’lerine kopmaz iplerle bağlı kalmış; bu büyük kapının, İslam kapısının eşiğinde bir köle olmayı her şeyden üstün görmüştür. Şu cümlesi meşhurdur :

“Kendimi, fikirde, san’atta, şunda bunda, dünyanın en büyük adamı görmek, bilmek, göstermek, bildirmek isterdim; tek, O Kapı’nın köpeğine mahsus derece bilinsin diye…”

 

Müslüman Türk insanı; kadını, erkeği, ihtiyarı, genciyle; tarihinde Necip Fazıl gibi bir deha yaşadığı için, ne kadar gurur duysa azdır.

  • Like 2

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...
Sign in to follow this  

×
×
  • Create New...