Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Sign in to follow this  
mukarrabin

Fatih Ve Onun Yeni Nesline Selam!

Recommended Posts

Necip Fazıl Kısakürek, fetret döneminin ardından islamî filizlenmenin yolunu yeniden açan, bayrağını, büyük fedakarlıkları göğüsleyerek genç ellere taşıyan yiğit bir fikir, sanat ve mücadele adamı idi. 26 Mayıs 1983'te dar-ı bekaya göç etti. Ama sesi hala parlak bir meşale gibi yaşıyor. Eserleriyle dünümüzü, günümüzü yazıyor, değerlendiriyor. Aradan 6 yıl geçmiş. 20 yıl önce yazdıklarını bile heyecan duyarak okuyoruz. Rahmet içinde yaşamak bu değil midir? Bizler, bu mütevazi sayfalar içinde Üstad'ı rahmetle yadediyor, vasiyetini de hatırlayarak sizlerle birlikte ruhuna fatihalar yolluyoruz. Burada üstadın "Fatih ve onun yeni nesline selam" başlıklı yazısını da sunuyoruz. Onun sesini bir daha hatırlamanız ve hislerini birlikte yaşamanız için...

 

 

Bundan asırlarca evvel, İstanbul'un fethinden evvel, Osmanlı devletinin kuruluşundan evvel, piyadeleri ve süvarileriyle hac yolunda bir kervan.. Çölde insan kanını kurutma kağıdı gibi emen güneşin altında bir insan şöyle haykırıyor:

- Yedi kere hac sevabını bir içim suya kim satın alır?

 

Biri, tulumundan bir içim su veriyor. Yedi kere piyade hac sevabını bir içim suyla değiştiren büyük velî de, suyu, oracıkta, dili ve sipsivri dişleri meydanda, karnı inip çıkan bir köpeğe içiriyor ve bir hadîs okuyor:

 

"Ciğeri yanan her mahluka su vermekte büyük sevap vardır."

 

Amma, işin sır noktası şudur ki, büyük velî, ciğeri yanan mahluka su içirmek sevabına da istekli değil; onun üstünde, bir hadîse saygısını göstermeğe memur... Bunun için de, üzerindeki bütün sevapları, kabil olsa, hemen devretmeğe hazır...

 

Bu nükteyi yine kendisi çerçeveliyor:

 

- Bir hadîs emrini yerine getirmek için yedi hac sevabını bırakıyorum!

 

İşte îman metodolojisinin en ince ve derin hikmet merkezi!... Vasıtanın girdiği nimetten fazla, vasıtaya hürmet... İmzanın bağışladığı servetten ziyade, imzaya itibar... Bu noktada vasıta, gaye oluyor; ve kazanç zevki, yerini vazifeye terkediyor.

 

Hadîs... Allah Sevgilisinin, ebediyet fanusu mukaddes gözlerini kırpışlarından, derinliğine doğru ferdi, genişliğine doğru da cemiyetiyle bütün kainatı nizamlayan en kısa kelimelerine kadar, kendilerine bağlı her şey... Onun büyüğü, küçüğü yoktur. En küçüğü, içinde ormanlar taşıyan tohum kadar küçük, en büyüğü de kainata kainat katıcı çapta büyüktür.

 

Fakat!... Fakat bir hadîs vardır ki, Saadet Devrinden sonraki bütün çığırların zaman ve mekan ölçüsünü getirmek, İslam'ın yeryüzüne hak ve nakşındaki mana ve madde planını vermek, İslam'ın topyekün aksiyon ve sosyal zeminini hedeflendirmek bakımından, kendi sonsuzluğunu bir yana bırakalım, fakat bizim sınırlı idrakimize göre, büyüklerin büyüğü, üstünlerin üstünüdür.

 

İstanbul'un, Konstantinopolis'in fethini vazifelendiren, müjdeleyen ve bu fethi gerçekleştirecek başbuğ ve askeri "Ne güzel başbuğ!" ve "Ne güzel asker!" diye anlatan muazzam hadîs...

 

Allah resulünün, hangi dil ve soydan olursa olsun, bütün İslam birlik ve topluluklarına ana cadde işareti veren bu emirlerini yerine getirmek şerefi, başlıca İslam aksiyonu halinde, bundan beşyüz şu kadar yıl evvel, Türk topluluğuna; ve onun başbuğu Fatih Sultan Mehmed Han'a nasip oldu.

 

Öyle bir emirdi ki bu, Fatih'e gelinceye kadar, Resuller Serverinin, Hicaz ve Suriye'den kalkıp İstanbul'a kadar gelen ve gerçek şehitler sıfatıyla kanlı elbiseleri içinde İstanbul surlarının dibine gömülen muazzez sahabilerinden başlayarak, kaç defa tecrübe edilmiş, fakat başarılamamıştı. Bedir gazası tohumunun, Batıya can evinden toslama yolunda, ağacını vermek ve yemişini dermek gibi bir harikayı, bundan beş yüz şu kadar yıl evvelki Türk topluluğu ve onun genç başbuğu yerine getirdi.

 

Bütün yolların kendisine çıktığı Roma'nın Şark bölümü Bizansiyum, gerçekte Doğu ve Batı düğümünün merkezi binbir yol ağzı, onun Fatihi Sultan Mehmed de, Türk cemiyetini, dünü, evvelki günü bugünü ve yarınıyla saran bin bir mananın kavşak noktasıdır. Fatih'ten yola çıkıp nereye varamayız ki?..

 

İlk mana, büyük mana, kurtarıcı mana: Fatih'i anlamak için, uçurum dibinden dağ başına bakarak ve uçurumu görmeyerek değil, dağ başından uçuruma göz atarak ve her an yüksekliğin şartını içimizde gizli tutarak hükme varmak lazımdır. Biz çent zamandan beri, tarihî mefahirimizle pohpohlanırken palas parelere bürünmüş dilencinin, boynuna ölü bir plaka asıp şehzadelik iddia etmesi gibi, ne kendi öz gerçeğini, şu andaki gerçeğini, ne de kaybettiği büyük hakikati, mazideki maktul hakikati görebilen, gözlere mil çekici ve ruha zift doldurucu bir halet, bir psikoz içindeyiz. Fatih'i görebilmek için, başımızı abdal abdal havaya kaldırıp, nur saçarak dünyayı devreden füzeye bakmamalıyız; bir an o füzenin içinden dünyaya ve kendimize bakmalıyız! O zaman Fatih'i, dünyayı ve halimizi görür; ve bugün, 29 Mayıs 1968 Cumartesi, sabahtan beri, ahmak gazete manşetleri, vapur düdükleri ve ziller, davullar, dümbeleklerle uça uça kutladığımız günün şimdiki Bizans artıklarından ziyade, bize utanç ve gözyaşı telkin ettiğini takdir ederiz.

 

Oldukça sen cebinsây,

 

Hala gelir zeminden

 

Tekbir-i zar ve zarın.

 

"Sen başını yere koydukça aldığın tekbirler hala toprağın içinde fıkırdıyor!" dediği, secdedeki büyük baş, kendi gaye ve aksiyonunun hisse senedi adına, bugün neye malik bulunduğumuzu bize sorsa, gösterebileceğimiz bir şey var mıdır?

 

Fatih!.. Batı dünyasının, kendi içine karşı bir tez, dışına karşı da bir (antitez) halinde şahlandıran Rönesans hareketine ve yeni çağa eş kurucu muazzam aksiyonuyla Fatih... Aklın madde ve eşya üzerindeki Kur'an'la sabit fetih ve teşhir hakkını, Batılı mühendislere top döktürerek abideleştiren, gerçek islamî ruhiyle Fatih... Bir gece içinde donanmasını, bir sepet su çiçeği gibi Haliç'e döken, engel tanımaz hareket şevkiyle Fatih... Bir öfke deminde kolunu kestirdiği Macar mühendisin, hakkını şeriatte araması üzerine, karşılık olarak kendi kolunun kesilmesi hükmünü basan ulvî mahkemesi ve adaletiyle Fatih... Taarruz gününü soran vezirine "Bu sırrı külahımın duyacağını bilsem, Başımdan çıkarır, atardım!" cevabı içinde, olanca devlet, nizam, tedbir ve sır karakterini heykelleştirici iş dehasıyla Fatih...

 

İmdi:

 

Bu Fatih, yani Fatih, biricik Fatih, Türk tarihinin gerçek Fatih'i, İslam'ın nurunu o zamanki Türk topluluğunun billur fenerinde ışıldatma ve bu nuru, bütün saffet, asliyet ve hakikatiyle zıd dünyaya, kapkaranlık Batıya taşıma hamlesinin, insan ve başbuğ şeklinde en büyük idealizm örneğidir; ve bu gaye, bu mana dışında, ne Fatih, ne fetih, ne idealizm, ne inanç, hiç bir şey mevcut değildir.

 

Bazı gafillerin, batıya ilk pencereyi açtığını söyledikleri, böylece ilk defa Batıdan ışık alma teşebbüsüne giriştiğini anlatmak istedikleri Fatih, hakikatte, Batıya kendi ışığını, İslamın ışığını, Türk fenerinden İslamın ışığını götüren; ve bütün insanlığa aydınlık dağıtmak ve yol göstermek için onu dünyanın en hakim ve nezaretli noktasına, Konstantinopolis'e dikmiş olan dava adamı ve şahsiyet timsalidir. Nitekim bu dava ve şahsiyet yolu, kendisinden sonra bir iki batın, yeni deyimle bir iki kuşak daha devam etmiş, arada "Yavuz gibi kendi çapında, belki kendisinden üstün bir örneğe rastlanmış, Kanunî devrindeyse, cemiyet halinde, zirve noktasına varıp, kabuklaşan vecd özü ve kömürleşen aşk ateşiyle beraber basamak basamak iniş başlamıştır.

 

Nereye kadar? Beş yüz on iki senenin üzerinden füze hızıyla uçunuz! Bugüne kadar! O irtifa, o yükseklik, çıkılmaz bir derece miydi, bilmem; fakat bu inhitat, bu sükut, inilmez bir kuyu gibidir.

 

Uzun konuşmayalım; ve işi bütün siyasî ve içtimaî planını köpürten, yalama olmuş kuru laf maskaralığından koruyalım:

 

Bugün, "Hangi hakla, boşlukta mekan işgal etmenin hangi hakkıyla elinde tutuyorsun?" diye sorarlarsa cevabı pek zor olan güzelim İstanbul'un, Peygamber müjdesine ermiş şanlı Fatih'ini düşünmek, anlamak ve dile getirmek, ancak davayı müsbet ve menfi kutupları bir arada ortaya koymakla kabildir ki, o da ne dereceye kadar mümkündür, ne sorun, ne anlatayım! Eğer bugün, hala bu yeri elde bulundurmanın yüzü suyu hürmetine değirmenimize taşıma su dökülüyorsa, bu da Fatih'in, en aşağı dört yüz yıldan beri her an batıra batıra hala yok edilememiş İslamî ruhuna bağlı eserden, o eserin son artığından geliyor. Fatih'in mübarek ruhuna selam olsun ki, bizi Papaz Makaryos'un Sokrates'e benzediğinden daha az kendisine benzeten cereyanları içinde yepyeni bir nesil, gerçek benzeyişin ne demek olduğunu anlamak ve bu çilekeş anlayışa bağlı kudsî ıstırabı yüklenmek yolundadır. En büyük müjdesinin gerçekleştiriciliğinin bestesini okuyarak gelmeğe başlayan bir yeni nesil, namütenahi yeni ve ileri bir Türk nesli müjdesiyle selam olsun!..

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...
Sign in to follow this  

×
×
  • Create New...