barani 1 Report post Posted October 30, 2009 BİR ÜNVANDA İKİ DEV ŞAİR BAKİ - NECİP FAZIL (1526 - 1600) (1904 - 1983) Bu devr içinde benim padişâh-ı mülk-i suhan Bana sunuldu kaside bana verildi gazel (1) XVI. yüzyılın ilk yarısında ihtişam dönemini yaşayan Osmanlı'nın Muhteşem Süleyman'ın tahta geçtiği yıldır. Fatih Camii müezzinlerinden 'karga' lakaplı Mehmet Efendi'nin bir oğlu gelir dünyaya. Sadece XVI. Yüzyıla değil, sonraki yüzyıllara ve nihayetinde Türk Edebiyatı'na kendi orijinal söyleyiş ve ustalığıyla damgasını vuracak, şiirde çığır açıcı bu bebeğe "Mahmut Abdulbaki" ismi verilir. Yoksul bir ailenin çocuğudur. Babası onu önce saraç çıraklığına verir. Ancak bir yolunu bulur ve medreseye atar adımını şair Bâkî. Ünlü hocalardan ders almış ve öğrenim hayatını devam ettirmiştir. Zamanla çevresini genişleten ve yükselen Bâkî bir sonbahar günü 6 Kasım 1600'de geriye şiirin yeni anlamını bırakarak İstanbul'da ölür. Elbette ki; Şair Bâkî'nin hayatı bu kadar değildir. Lakin burada Şair Bâki'nin kaç yılında, kaç akçeyle kimin himayesinde nereye atandığından bahsetmekten ziyade onun şiirlerinden ve sanatından bahsetmek istiyoruz. On sekiz, on dokuz yaşlarındayken bir gün dükkanı Beyazıt Cami avlusundaki remmâl (2) - şair Zati'ye uğrar Bâkî. Ona daha önceden yaptığı gibi yine bir şiirini okur : Her kaçan gönlüme fikr-i ârız-ı dilber düşer Gûyiyâ mir'ata aks-i pertev-i hâver düşer (3) (1) Bu devirde söz ülkesinin hükümdarı benim, kaside bana sunuldu, gazel bana verildi. (2) Osmanlı döneminde "reml atmak" denilen ve sonuçta bilinmeyenden dem vuran işi yapanlara da remmal denilirdi. (3) Gönlüme ne zaman bir güzelin yanağının düşüncesi düşse, aynaya doğunun ışığının aksi düşmüş gibi olur. Şaşkınlığını gizleyemez Şair Zati. "Yalnız 18 yaşı böyle bir şiir için oldukça küçük! Evet, evet Bâki'nin benim diye okuduğu bu şiir aslında kimin olsa gerek?" diye düşünür ve Bâki'ye bu yaptığının hoş bir şey olmadığını anlatmaya başlar. Evet, aslında Türkiye Türkçesi'nin XIII. asırdan beri süregelen birikimini şahsında ve söyleyişinde gösterecek büyük üstad yetişmektedir ve şair Zati'nin ancak birkaç beyit daha dinleyerek ikna olacağı yukarıdaki beyit de genç Bâki'nindir. 1554'te Nahçıvan seferinden dönmekte olan hükümdara bir kaside sunarak onun dikkatini çekmeyi başarır. Kendi Mahlası da Muhibbî olan ve şiirden anlayan Kanunî Sultan Bâki'nin sanatkarlığını takdir ediyor ve kendi şiirlerini ona göstererek tanzir etmesini istiyordu. Zahm-ı sinemden okun parelerin hep alma Dursun Allah'ı seversen hele bir pare meded (4) Yukarıda bir beyti görülen "meded" redifli gazel de padişahın bir şiirine nazire olarak yazılmıştı. Bâki'ye sık sık lütufta bulunan Kanuni, öyle ki ; Bâki gibi bir şairi himaye etmek ve ona lütufta bulunmanın saltanatının en önemli birkaç olayından biri olduğunu söylüyordu. Hattım hisabın bil dedin gavgalara saldın beni Zülfüm hayâlin kıl dedin sevdâlara saldın beni (5) Geh ebr veş giryân edip geh bâd veş pûyân edip Mecnûn-i sergerdân edip sahralara saldın beni (6) ------------------------------------------------------------------------ (4) Göğsümün yarasından okunun parçalarını hep alma Allah'ı seversen hele bir parçası dursun, Medet! (5) Yanağımdaki ayva tüylerinin hesabını bil dedin beni kavgalara saldın, saçlarımı hayal et dedin, beni sevdalara saldın. (6) Kah bulut gibi ağlattın, kah bir rüzgar gibi o taraftan bu tarafa savurttun, şaşkın mecnûn ettin beni sahralara saldın Şair Bâki, kendine ait üslûbuyla, o döneme kadar Fars şairlerinin taklit edilme ve ûstad sayılma özelliklerini ortadan kaldırmış, döneminde ve sonraki yüzyıllarda da üstad sayılan ve taklit edilen bir şair olmuştur ve Sultanu'ş-şuara ünvanıyla anılmıştır. Ben kimsesiz seyyahı meçhuller caddesin Ben yankısından kaçan çocuk kendi sesinin Ben usanmaz bekçisi yolcu inmez hanların Ben ısınmaz külhanı tükenmez ormanların 1904 yılının 26 Mayıs'ında büyük bir konakta Kısakürekzâde Mehmet Hilmi Efendi'nin büyük oğlunun ilk evladı olarak bir erkek çocuk gelir dünyaya ve Necip koyarlar ismini. XX. yüzyılın büyük mütefekkiri, Türkçenin söz ustası, şair Necip Fazıl'dır işte bu büyük konakta dünyaya gelen çocuk. Fransız mektebinde başlar ilk öğrenimine. Oradan Amerikan kolejine ve oradan da Bahriye mektebine devam eder. Bahriye mektebinde iken okulu 1 yıl uzatılınca Dar'ül-fünûn'un Felsefe bölümüne başlar. Yurtdışına öğrenci göndermek için açılan sınavla Fransa'ya Sarbon Üniversitesi'ne gönderilir. Paris'te kaldığı 1 yıl içinde tutulduğu kumar hastalığı onu kapkara bir hayatın içine sürükler. Bursu kesilir ve İstanbul'a dönmek zorunda kalır. Burada bankada çalışmaya başlayan Necip Fazıl'ın hayat çizgisi 1934 yılında Abdülhakim Arvasi isimli zat ile geçirdiği birkaç saat sonrasında değişir ve şair hayatının bundan sonraki kısmını inandığı davaya adar. Öyle ki, saçındaki telden tırnak uçlarına kadar "çile"si bu dava içindir artık. Siyasi takipler, cezaevleri ve mücadele ile geçen hayatı 1983 yılının 25 Mayıs'ında son bulur. Kat'i suretle belirtmek gerekiyor ki; Necip Fazıl'ın o fırtınalı iniş-çıkışları, mücadeleleri, genel anlamda hayatı değil bu birkaç satır, bir kitaba bile sığmayacak çaptadır. Ancak ansiklopedik büyüklükte eserlerle anlatılabilme ihtimali olan bu çile şairinin şairlik yönünü ve sanatını anlatmanın aczindeyiz. Küçükken dedesi Hilmi Efendi'nin klasik şiirden ezberlemeleri için torunlarına okuduğu beyitleri bir okuyuşta ezberleyen bu küçük çocuk dedesinin en sevdiği torunudur. Şair olmaya 12 yaşında yağmurlu bir günde Heybeliada'da veremli hastaların tedavi edildiği bir hastane odasında karar verir, Necip Fazıl. Kendi ifadesiyle varlık hikmetinin farkına o anda varmıştır. İçinden şair olmaya karar vermiştir, annesinin "şair olmanı ne kadar çok isterdim" sözünden sonra. Necip Fazıl 19 yaşında iken Kitabe adlı şiirini yayınladığında dönemin şairlerinden Ahmet Haşim hayret ve heyecan dolu tonla söyle seslenir Necip Fazıl'a ; - Çocuk! Bu sesi nereden buldun sen ? Onun şiirini 2 dönem olarak sınıflandırabiliriz: 1904-1934 ve 1934-1983. Yani Abdulhakim Arvasi ve Öncesi. Boynuma doladığım güzel putu görseler İnsanlar öğrenirdi neye tapacağını Kör olsa da açılır gözüm ona sürseler İsa'nın eli diye bir kadın bacağını ( Kadın Bacakları) Kadın Bacakları isimli şiirden bir kesit olarak verdiğimiz bu kıta Necip Fazıl'ın önceki dönem şiiri hakkında bize bilgi verebilir. Yalnız bir akşam vardır. Sene 1934. çalıştığı Bankadan Şirket-i Hayriyye vapuruyla evine dönmektedir. Vapurda karşısına bir adam oturur. Onu daha önce hiç görmemiştir. Adam hiç konuşmamakta ve hep kendisine bakmamaktadır. Necip Fazıl'ın kendi ifadesiyle "Hızır tavırlı" bu adam O'na Eyüp'te Abdulhakim Arvasi isimli zatın adresini verir. Yine bir gün yanına ünlü ressam Abidin Dino'yu alarak Eyüp'te Abdulhakim Arvasi'nin yanına gider. Ne olduysa bu birkaç saatlik konuşmada olur. Türk Edebiyatı şimdi sultanu'ş-şuarasının 2 bile olmayan eser sayısının mücadele ve çalışmayla dolu ömründe 100'ün üzerine çıkışına sahit olacaktır. Tam otuz yıl saatim işlemiş ben durmuşum Gökyüzünden habersiz uçurtma uçurmuşum. 30 yaşındaki bu büyülü karşılaşma sanatına derin etki eder Necip Fazıl'ın. Kaçır beni ahenk al beni birlik Artık barınamam gölge varlıkta Ver cüceye onun olsun şairlik Şimdi gözüm büyük sanatkârlıkta Korku da Necip Fazıl için önemlidir. Büyükbabasını ve kızkardeşi Selma'yı kaybettiği çocukluk yıllarından hayatının sonraki demlerine kadar korku vehim ve ürperti düşünce dünyasında önemli bir yer işgal etmiştir.. Sonra işitilir sert bir hıçkırık Basar odaları belirsiz cinler Karanlık avluda döner bir çıkrık Sanırsın kundakta bir çocuk inler Eşyayı sorgular, eşyanın ardındaki gerçeği kurcalar. Madde ve manâ iklimleri arasında bir kutlu çilesi vardır. Niçin küçülüyor eşya uzakta ? Gözsüz görüyorum rüyada nasıl? Zamanın raksı ne bu yuvarlakta ? Sonum varmış onu öğrensem asıl. Sözün müziksel sanatı olarak ifade edilebilecek şiir de kelimelere öylesine hakimdir ki anlatmak istediği şeyi en açık bir şekilde ve kelimeleri yerli yerine oturtarak söyleyecektir. Şiirlerinde dil berraktır, akıcıdır. Göğsümden havaya kattığım zehir Solduracak bir gül gibi ömrünü Kaçıp dolaşsan da sen şehir şehir Bana kalacaksın yine son günü Ve hayatının son demleri. 1980 yılında Türk Edebiyatı Vakfı Necip Fazıl'ın 75. doğum yıldönümünde O'na bir şehadetnâme sunar: "Türk Edebiyatı Vakfı bu sehadetnameyi Türkçemizin yaşayan en büyük şairi Sultanu'ş-suara ünvanına hakkıyla layık görülen üstad Necip Fazıl Kısakürek'e doğumunun 75. yıldönümü münasebetiyle yapılan törende takdim etmiştir." Üst düzey devlet görevlileri ve bilim adamlarının katılımıyla Türk edebiyatı, yetiştirdiği en büyük şairlerinden biri olan kendi ifadesiyle öz ağzından kafatasını kusmuş çile şairi söz ustası Necip Fazıl'a bir kurumu eliyle XVI. Yüzyılda hem çağdaşları ve hem de sonraki nesil şairleri tarafından Baki'ye söylenen ünvanı Sultanu'ş-suarayı sunmuştur. 1983 yılıdır. Yüzyılın hemen başında koca konağın zeki çocuğu dedesinin biricik torunu, Paris kaldırımlarının gece arkadaşı 30 yaşından sonra çarpıldığı davasının usanmaz adamı Necip Fazıl yatmakta olduğu yataktan hafifçe doğrulur, dışarıya bakar ve şu cümle dökülür dudaklarından: Demek böyle ölünürmüş ha ! *** Ölüler yeniden doğarmış gerçek Tabut değildir bu tahta kundak Bu ağır hediye kime gidecek ? Çakılır çakılmaz üstüne kapak. Sait ÖZDEMİR www.sarmasikdergisi.blogcu.com Quote Share this post Link to post Share on other sites