Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
bziya

Nurculuk Akımına Hodri Meydan ! İlmi Münazaraya Davet

Recommended Posts

İslam'ı hurafe dinine çevirmeye çalışan Nurculuk akımının mensuplarını Münakaşaya değil , eğer varsa aşağıdaki delillerimize cevap verebilecek karşı delillerini en ince noktasına kadar ortaya koyabilecek ilmi münazaraya davet ediyorum.

 

( İlmi dayanağı ve delili olmayan yorum ve mesajlara kesinlikle cevap verilmeyecektir.Verilen cevapların ilmi olması , delil ve senet içermesi gerekmektedir.Zanna dayalı , ehil olmayan kişilerin düşünce ve fikirleri konuyu değil kendilerini ilgilendirir.)

 

--------------------------------------------------------------------------------

 

Kur'anı Kerimi , hiçbir ilmi dayanağı olmadan kendi kafasına göre tefsir adı altında tahrip edip , ayetlerin kendi zatını ve risalelerini bildirdiği , medhü sena ettiği hezeyanlarını savuran Said Nursi'nin güya ettiği bu tefsiri , Efendimizin de aynı ayetleri böyle bildirdiğine dair bir vesika ve gelmiş geçmiş milyonlarca Ehli Sünnet aliminden aynı ayetlerin Said Nursi ve Risalelerini bildirdiğini bu şekilde tefsir eden bir tane örnek göstermelerini rica ediyoruz. ( Ehli sünnetten olmayan alimlerin sözlerini kabul etmeyeceğiz ,cevapların kaynağını ifade eden kişini hakiki Ehli sünnet olmaması halinde geçersiz sayılacaktır. )

Eğer bu delili getirmeye kudretleri yetmiyorsa , bulamıyorlarsa , bu durumun Said Nursi'nin ve yolundan giden Nurculuk cemaatinin yoldan çıkmış , Ehli sünnetten ayrı olduğunu kabul ettikleri manasına geleceğini ayrıca bildirmekte fayda görüyorum.Bu ayetlerin aynı manalar verilerek bir tane Ehli sünnet alimi tarafından ve Efendimiz aleyhiselam tarafından bildirildiğine dair sağlam bir vesika verebilecek Nurcu çıkarsa Nurculuk yolunun ve Said Nursi'nin SELEFLERİM dediği Mason Abduh ve Efgani ve Mevdudi sapkınlarına hizmet etmediği ve Ehli sünnet olduğu kanaati hasıl olacaktır.Ve kendilerinden özür dilenecektir.

 

 

Said Nursi'nin Hiçbir İslam aliminin tefsir etmediği şekilde ( Risalelerimi ve Beni haber veriyor ) şeklinde mânâ verip aklına göre ettiği güya Tefsirler :

 

 

Said Nursi eserine Risale-i Nur adını vermesini hayatı boyunca her yerde karşısına nur kelimesinin çıkmasına bağlarken onu en çok etkileyen âyetin de, "Allah, göklerin ve yerin nurudur (aydınlatıcısıdır). O'nun nurunun temsili, içinde lamba bulunan bir kandil gibidir. O lamba bir billur içindedir; o billur da sanki inciye benzer bir yıldız gibidir ki, doğuya da batıya da nisbet edilemeyen mübarek bir ağaçtan çıkan yağdan tutuşturulur. (Bu öyle bir ağaç ki) yağı, nerdeyse, kendisine ateş değmese bile ışık verir.(Bu ışık) nur üstüne nurdur. Allah dilediği kimseyi nuruyla hidayete iletir. Allah insanlara (işte böyle) misal verir; Allah her şeyi bilir." (Nur, 24: 35) ayeti olduğunu söyler.

 

Said Nursi’ye göre ayetin, “Yağı, nerdeyse, kendisine ateş değmese bile ışık verir.” cümlesi Risale-i Nur’a ve müellifine işaret eder. Risale-i Nur okuyan başka esere ihtiyaç kalmadan alim olur. Said Nursi de ateşsiz yanar, tahsil için külfet ve ders meşakkatine muhtaç olmadan kendi kendine nurlanır, âlim olur. Ayetin bu cümlesinin elektriğe, Risale-i Nur’a ve Said Nursi’ye işaret ettiği hakikattir. (Birinci Şua-s.833).

 

Said Nursi bu ayeti yanlış anlamıştır. Zira âyette “nur” kelimesi, Allah’ın, göklerin nurunun sahibi (Zemahşerî, 1995: III, 234) ve her şeyin kaynağı olduğunu ifade edip O’nu övmek için (Kurtubî, 1995: VI/2, 237) kullanılmıştır ve ne doğrudan ne de sembolik olarak Risale-i Nur ve Said Nursi’ye işaret etmektedir.

 

Yine, “Allah'ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorla.. Fakat kâfirler istemeseler de Allah nurunu tamamlamayı diliyor.” (Tevbe, 9: 32) ayetinde “nur” kelimesinden kastedilen, Hz. Peygamber (s)’in nübüvvetinin doğruluğuna dair deliller (Râzî, 1997: VI, 32) ve Allah’ın dini (Taberî, 1995: VI/2, 149) iken, Said Nursi, Risale-i Nur olduğunu söylemektedir. Ona göre bu ayet açıkça Risale-i Nur’un o nur-u İlâhînin bir lem'ası olacağı ve düşmanları tarafından gelen şüphe karanlıklarını dağıtacağını işarî anlamıyla müjdeler (Birinci Şua - s.844).

 

Said Nursi’nin verdiği anlamı kabul ettiğimizde ayetin meali şöyle olur: “Allah'ın nuru olan Risale-i Nur’u ağızlarıyla söndürmek istiyorlar, Fakat kâfirler istemeseler de Allah onu tamamlamayı diliyor.”

 

Kur'an, her vahyin anlaşılmak için geldiğini bu gerekçeyle vahyin dilinin peygamberin içinde yaşadığı toplumun diliyle aynı olduğunu belirtir: "Hak dini onlara açıklasın diye, her peygamberi Biz kendi kavminin lisanıyla gönderdik." (İbrahim, 14: 4) Bu ayeti cifirle, ele alan Said Nursi risaletin ve nübüvvetin her asırda veraset noktasında, vekilleri bulunması kuralıyla, bir sembolik anlam yönüyle Risale-i Nur'u özel bir iltifatla üyeleri arasına dahil eder. Ayrıca ayet bu eserin Kur'an dili olan Arapça değil ama Türkçe olmasının takdir edildiğini gösterir (Birinci Şua - s.847)

 

Ayetin içeriğinin bırakın dilini Risale-i Nur’un kendisiyle hiçbir ilişkisi yoktur. Risale-i Nur’un ağdalı bir Türkçe ile yazılması tamamen Said Nursi’nin tercihidir. Elimizde bu tercihin Allah tarafından yapıldığına dair hiçbir bilgi söz konusu değildir. Cifr bilgi elde etme yolu olarak görülünce Kur'an’dan laikliği çıkarmak da zor olmaz: “Dinde zorlama yoktur. Çünkü doğruluk, sapıklıktan ayırt edilmiştir. Artık her kim tâğutu inkar edip, Allah'a inanırsa, sağlam bir kulpa yapışmıştır ki, o hiçbir zaman kopmaz.

Allah, her şeyi işitir ve bilir.” (Bakara, 2: 256)

 

Risale-i Nur’da bu ayetin cifr ve ebced hesabıyla hem laikliğe hem de Risale-i Nur’un gelişine işaret ettiği ifade edilir (On Birinci Şua -s.984).

 

Bu ayetteki “…sağlam bir kulpa yapışmıştır.” ifadesinin de Risale-i Nur’a işaret ettiği ileri sürülür (Birinci Şua - s.837). Bu durumda ayetin anlamı şöyle olur: “Dinde zorlama yoktur. Çünkü laikliğin gelmesiyle doğruluk, sapıklıktan ayırt edilmiştir. Artık her kim tâğutu inkar edip, Allah'a inanırsa, o kimse sağlam bir kulpa Risale-i Nur’a yapışmıştır ki, o hiçbir zaman kopmaz. Allah, her şeyi işitir ve bilir.” Ayetteki “sapasağlam kulp” ifadesine iman (Taberî, III/1, 29), İslâm, “Allah’tan başka ilah yoktur.” (Kurtubî,II/1, 257) şeklinde hemen hemen aynı anlama gelebilecek doğru anlamlar verilmişken, bu ifadeden Risale-i Nur’un kastedildiğini söylemek eserin ilmî açıdan değerini düşürmekten başka bir şey ifade etmez.

 

Said Nursi açıkça olmasa da cennetliklerden olduğunu da Kur'an’dan çıkarır: “O gün insanlardan şakîler ve saidler vardır." (Hud, 11: 105). Ayette şakîler günahları nedeniyle ateşi (Zemahşerî, II, 413), saidler de mükafatı hak eden kimseleri (Râzî,VI, 399) kastedilirken, Said Nursi yaptığı cifr hesabıyla bu ayetin de kendisine ve Risale-i Nur’un yönüne işaret ettiğini söyler (Birinci Şua - s.834).

 

Bu durumda kendisi cennetle müjdelenmiş kişiler arasına girer. Said Nursi’ye göre “De ki: Rabbim, beni doğru yola iletti.” (Enam, 6: 161) ayeti de Risale-i Nur’un hazırlanma tarihine işaret eder. Ayetin cifrî hesabı da Said Nursi’nin geçirdiği fikri değişim tarihi olan 1316’ya işaret eder (Birinci Şua - s.837).

 

Bu yorum doğru kabul edildiğinde ayetin Türkçe anlamı şöyle olur: “Ey Said Nursi de ki: Rabbim, beni doğru yola olan Risale-i Nur’a kavuşturdu.” Halbuki ayetin devamında, “Dosdoğru dine, Allah'ı birleyen İbrahim'in dinine. O, ortak koşanlardan değildi.” denilerek dosdoğru yoldan kastedilenin Allah’ın gönderdiği din (Taberî, V/2, 146) olduğu gayet net bir şekilde ortaya konmaktadır. Said Nursi, "Kime hikmet verilmişse, işte ona pek çok hayır verilmiştir." (Bakara, 269) ayetinden kendisinin kastedildiğine inanmaktadır. Ona göre Risale-i Nur’un Sözler kısmı bu ayetteki sözlerin sırrına mazhardır (Dördüncü Mektup - s.354). Halbuki ayette Allah’tan bir nimet olarak söz ve fiillerinde isabet edebilen kimselere verilmiş olan bu nimetin büyüklüğüne işaret edilmektedir (Taberî: III/1, 126) Müslüman ahlakı kişinin kendisini övmesiyle, hele hele ayetlerin kendisine işaret ettiğini söylemesiyle bağdaşmaz.

 

Said Nursi’ye göre, "Nitekim içinizden size bir peygamber gönderdik. O size âyetlerimizi okuyor, sizi temizliyor, size kitabı ve hikmeti öğretiyor. Size bilmediğiniz şeyleri öğretiyor." (Bakara, 151) âyeti, Bakara,129, 269 ayetlerinin küllî ve genel anlamlarına Risale-i Nur da kastî olarak dahildir (Birinci Şua - s.837).

 

Bu durumda Said Nursi Kur'an’da kastedilen hikmetli, Kitab’ı ve hikmeti öğreten ve insanlara bilmediğini öğreten kişi” olmaktadır ve bu iddiayı desteklemek için yine cifr hesaplarından faydalanmaktadır. Kur'an, kendisinin ve Rasulullah (s)’a itaatin her ikisine inanan onları doğrulayan ve doğru yolu bulan kimselere bir nur (Taberî, XIII/3, 318), bir ışık (Kurtubî, IX/1, 240) olduğunu ifade eder: “Ey inananlar! Allah'tan korkun, O'nun Resulü'ne inanın ki size rahmetinden iki pay versin, sizin için ışığında yürüyeceğiniz bir nur yaratsın ve sizi bağışlasın. Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir.” (Hadid, 28). Bu ayete, "Karanlıklar içinde size bir nur ihsan edeceğim, ki o nur ile doğru yolu bulup onda gidesiniz." şeklinde meal veren Said Nursi, âyet için, “Allah’a hamdolsun, Risale-i Nur bu kudsî ve küllî anlamının parlak bir ferdi olduğu gibi, ayetin orijinalinde geçen nuran, kelimesindeki an kısmı, tenvin sayılırsa 1318 sayısıyla Resâilü'n-Nur yazarı eğitimden yazarlık görevine ve mücahidâne yolculuğa başladığı zamanın beş sene evvelki zamanına ve birçok ayetin işaret ettiği 1316 tarihindeki önemli bir fikrî değişimden iki sene sonraki zamana denk gelir ki, o zaman Risale-i Nur’un hazırlanmasının başladığı aynı tarihtir. İşte bu nurlu âyet, hem anlamca, hem cifirce tevafuku, Kur'an’da bir araya gelişi tesadüfî olamaz.” (Birinci Şua - s.836) şeklinde bir yorum yapar.

 

Bu durumda ayetin anlamı şöyle olur: “Ey inananlar! Allah'tan korkun, O'nun Resulü'ne inanın ki size rahmetinden iki pay versin, sizin için ışığında

yürüyeceğiniz bir Risale-i Nur yaratsın ve sizi bağışlasın. Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir.” (Hadid, 28) "Andolsun ki, biz sana tekrarlanan yedi âyeti (Fatihayı) ve yüce Kur'ân'ı verdik." (Hicr, 87) ayetinde muhatap Hz. Peygamber (s)’dir. Ve ona Fatiha suresi ya da diğer uzun surelerden (Zemahşerî, II, 564) içinde mesellerin, haberlerin ve ibret verici olayların olduğu 7 uzun surenin kastedildiği ifade edilmektedir (Taberî, VII/2, 68) Said Nursi bu görüşlerden ilkini benimsemesinin yanında ayetin cifr hesabıyla Risale-i Nur’a da işaret ettiği kanaatindedir (Birinci Şua - s.834).

 

Bu durumda ayete şöyle meal verilebilir. "And olsun ki Said Nursi Biz sana, her zaman tekrarlanan Risale-i Nur’u ve Kur'an’ı verdik." Allah emirleriyle, dilemesiyle (Zemahşerî: II, 350) vaadiyle (Râzî, VI, 288) hakkı takviye eder: “Allah, hakkın hak ve gerçek olduğunu kelimeleriyle ispat eder, günahkârların hoşuna gitmese de.” (Yunus: 82) Said Nursi’ye göre ise bu ayetin külli anlamı bu zamanda Risaletü'n-Nur’dur. Ayrıca ilahî lafızdaki harfler yaklaşık olarak 998 sayısına o da Risaletü'n-Nur'un 998 rak***** denk düştüğü için âyet Risale-i Nur’a işaret eder. Ayette geçen kelimât (kelimeler) da Risale-i Nur’un bölümlerinden Sözler’e işaret eder (Birinci Şua - s.836).

 

Bu durumda ayetin anlamı şöyle olur: “Allah, hakkın hak ve gerçek olduğunu Risale-i Nur ile ispat eder, günahkârların hoşuna gitmese de.” Said Nursi yaptığı şartlı cifr348 hesaplarıyla, "Ey Peygamber, eğer insanlar senden yüz çevirirse, sen de ki: Allah bana yeter. Ondan başka ibâdete lâyık hiçbir ilâh yoktur. Ben O’na tevekkül ettim." (Tevbe, 129) ayetinin Risale-i Nur’a özellikle de İşârâtü'l-İ'câz adlı bölümüne işaret ettiğini söyler (Birinci Şua - s.838).

 

Bu durumda ayetin meali şöyle olur: "Ey Risale-i Nur! İnsanlar senden yüz çevirirse, de ki: Allah bana yeter. Ondan başka ibâdete lâyık hiçbir ilâh yoktur. Ben Ona tevekkül ettim." Kur'an, Allah’ın dinine yardım edenlerin, hizmet eden askerlerin (Kurtubî: III/2, 162), Allah’ın dinini din edinen ve O’na itaat edenlerin galip geleceğini söyler: "Şüphesiz Allah'a tâbi olan topluluk gerçek galiplerin tâ kendisidir." (Maide, 56) Risale-i Nur’da bu âyetin cifr hesabıyla 1350 sayısına denk geldiği ve bu tarihin de Risale-i Nur’un öğrencilerinin görüntüdeki yenilgilerine ancak manevî anlamdaki galibiyetlerine ve kendilerine kurulan tuzakların boşa çıkmasına dair Rumi 1350-51 ve 52 tarihlerine tam olarak denk geldiğine işaret edilir (Birinci Şua - s.839).

 

Bu durumda da ayeti şöyle meallendirirsek yanlış yapmış olmayız: "Şüphesiz Allah'a tâbi olan Risalei Nur talebeleri, gerçek galiplerin tâ kendisidir." Allah Hz. Muhammed (s)’e Kur'an’dan müminleri cehalet ve sapıklıktan kurtarıcı, körlükten kurtarıcı rahmetini gönderir. Müminler de ondaki Allah’ın farzlarını (Taberî, IX/1, 190) yerine getirirler: "Biz Kur'ân'dan, iman edenler için bir şifa ve rahmet kaynağı olan âyetler indiriyoruz. Zalimlerin de ancak zararını artırır." (İsra: 82) Ayette indirilen şeyler Kur'an’ın ayetleridir, başka bir şey değil. Said Nursi’ye göre ise bu ayet Kur'an’a işaret ettiği gibi Kur'ân'ın semasından ilhâmî bir surette gelen şifadar nurlara da işaret eder. İşte, o Risaletü'n-Nur, Said Nursi’ye olduğu kadar Risale-i Nur talebelerine de çoğu zaman şifa olmuştur. Demek Resâili'n-Nur bu âyetin bir işarî anl***** dahildir. Buna delil de ayetin “müminlere şifa ve rahmet olan” kısmının cifr hesabıyla 1339 ederek, Resâili'n-Nur bu asrın mânevî ve müthiş hastalıklarına şifa olmakla meydana çıkmaya başlamasına denk gelmesidir.(Birinci Şua - s.839).

 

Bu durumda ayetin Türkçesi, “Biz Kur'ân'ın semasından mü'minler için bir şifâ ve rahmet olan Risale-i Nur’u indiriyoruz.” şeklinde olur. Ayrıca kanaate itiraz edilemez demek ona çok üstün bir yer biçmektir. Risale-i Nur’da, "Nitekim içinizden size bir peygamber gönderdik. O size âyetlerimizi okuyor, sizi temizliyor, size Kitabı ve hikmeti öğretiyor. Size bilmediğiniz şeyleri öğretiyor." (Bakara, 151) ayetinin “Sizi temizliyor, size Kitabı ve hikmeti öğretiyor.” kısmının cifr hesabıyla 1338 olduğu, Kur'an’ın hikmetini Avrupalı filozoflara parlak bir surette gösterebilen ve gösteren Risalei'n-Nur yazarının Dârü'l-Hikmeti'l-İslâmiye’de Kur'an’ın hikmetini savunduğu, hattâ İngiliz Başpapazının sorduğu ve 600 kelimeyle cevap istediği altı sorusuna altı kelimeyle cevap vermekle beraber inzivaya girip bütün gayretiyle Kur'ân'ın ilhamlarından Risale-i Nur'un meselelerini iktibasa başladığı aynı tarihe tamamen uyum gösterdiği ifade edilir (Birinci Şua).

 

Bu yorum esas alındığında ayetin meali şöyle olur: "Nitekim içinizden size bir peygamber gönderdik. O size âyetlerimizi okuyor, sizi Risale-i Nur ile temizliyor, size Kitabı ve onun hikmetini gösteren Risale-i Nur’u öğretiyor. Size bilmediğiniz şeyleri öğretiyor." "Bu kitabın indirilişi, Azîz ve Hakîm olan Allah tarafındandır." (Zümer: 1) Ayetteki “indirilen”, Kur'an-ı Kerim (Taberî: XII/2, 226) ikinci ihtimal de Kur'an’ın bir suresidir (Zemahşerî: IV, 106). Ancak Said Nursi’ye göre, Casiye ve Ahkaf surelerinin başında da bulunan bu âyet Risaletü'n-Nur'un ismine ve kendisine, hem yazılması ve hem de yayılmasına sembolik anlamıyla işaret eder. İşareti onun bir eksikliği değil, gayb dilindeki manevî mucizesinin bir gereğidir. Kur'an’ın bu ayetinin işarî anlamlarından birisinin bu zamanda ortaya çıkan Risale-i Nur’a yönelik oluşunu Risale-i Nur okuyan herkes onaylar (Birinci Şua - s.841).

 

Yani Said Nursi şöyle demek istiyor. Ayetin işarî anlamlarından birisi de, “Bu Risale-i Nur’un indirilişi, Azîz ve Hakîm olan Allah tarafındandır.” şeklindedir. Yani ona göre âyet, “Kitab’ın indirilişi” derken hem Kur'an’ı hem de Risale-i Nur’u kastediyor (Birinci Şua - s.842). Kur'an, kendisinin Rahman ve Rahim olan Allah’tan Cebrail aracılığıyla (Râzî: IX, 537) Hz. Peygamber (s)’e indirildiğini (Taberî, XII/3, 114) şöyle ifade eder: "Hâ mim. (Bu vahyin) indirilişi, Rahmân ve Rahîm olan Allah’tandır." (Fussilet, 1-2)

 

Said Nursi bu ayetin işarî anlamıyla ve şartlı cifr hesabıyla Risale-i Nur’a işaret ettiğini söylemektedir (Birinci Şua - s.843).

 

Verilen bu anlam doğrultusunda ayetin anlamı şöyle olur: "Hâ mim. Bu Risale-i Nur, Rahmân ve Rahîm olan Allah tarafından indirilmiştir." Rabbimiz bize sapıklığı ve doğru yolu istiareli bir şekilde karanlıklar ve nur kelimelerini (Zemahşerî: II, 516) kullanarak anlatır. O, insanları Kur'an ile küfür, cehalet ve sapıklık karanlıklarından, iman ve ilim nuruna (Kurtubî, V/1, 295) ulaştırır: "Elif lâm râ. Bu bir kitap ki, insanları Rablerinin izniyle karanlıklarından nûruna çıkarman, güçlü ve hamde lâyık olan Allah'ın yoluna kavuşturman için sana indirdik." (İbrahim:1) Said Nursi bu ayetin “Rablerinin izniyle nura” kısmındaki “nur” kelimesinin Resaili’n-Nur’a mutabık olduğunu, yine şartlı cifr ile Risale-i Nur’un bölümü olan İşârâtü'l-İ'câz’a işaret ettiğini söyler. Yine ona göre ayetteki “güçlü ve hamde lâyık” kısmı Arapça orijinali hesaba katıldığında Sultan Abdülaziz ve Abdülhamit dönemlerine işaret etmektedir (Birinci Şua - s.845). Bu durumda ayetin şöyle bir çevirisi mümkün olur: "Elif lâm râ. Bu bir kitap ki, insanları Rablerinin izniyle karanlıklarından Risale-i Nur’a ulaştırman, Sultan Abdülaziz ve Abdülhamit’in yoluna kavuşturman için sana indirdik." "Görmedin mi? Allah nasıl bir misal verdi. Güzel bir söz, kökü (yerde) sabit, dalları gökte olan güzel bir ağaç gibidir.” (İbrahim: 24) ayetinde geçen ve kelime-i şahadet, iman (Taberî: VIII/1, 266), kelime-i tevhit, Allah’ı yüceltme, O’nu övme, bağışlanma dileme, tövbe, ve dua (Zemahşerî: II, 531) olarak yorumlanmış olan “güzel bir söz” ifadesi Said Nursi’ye göre Risale-i Nur’a tekabül eder. Bu çıkarsama cifirle önce yanlışlıkla 1002 olarak hesaplanmıştır. Doğrusu 1011’dir. Elde edilen sayı -13 farkla da olsa- Risale-i Nur’un mak***** tevafuk eder. Hem böyle makamlarda, böyle büyük yekûnlarda bu gibi küçük farklar zarar vermez (Kastamonıu Lâhikası -Mektup No: 38 - s.1594).

 

Ayeti Said Nursi’nin anladığı şekilde tercüme edersek meal şöyle olur: "Görmedin mi, Allah nasıl bir misal verdi? Risale-i Nur, kökü (yerde) sabit, dalları gökte olan güzel bir ağaç gibidir.” Kur'an Hz. Muhammed (s) için, "Seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik." (Enbiya: 107) ifadesini kullanır. Hz. Peygamber (s) hem dinde hem dünya işlerinde rahmettir. Dinde rahmettir çünkü geldiğinde insanlar cehalet ve sapıklık Ehl-i Kitap da kitapları konusunda ihtilaf içindeydi. O gelince onları doğru yolu gösterdi. Hükümleri, helal ve haramları belirtti (Râzî: VIII, 193) . Dünyada da rahmettir. Çünkü onun gelişiyle zilletten, savaşlardan kurtulup dininin bereketiyle zaferlere kavuştular.349 Said Nursi ise bu âyetin işarî anlamıyla o alemlere rahmet olanın aynası ve Kur'an gerçeğinin hakiki bir tefsirine Risale-i Nur’a işaret ettiğini söyler (Sikke-i Tasdik-i Gaybî - s.2101). O zaman ayete şöyle meal verilebilir: “Ey Risale-i Nur! Seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik."

 

Görüldüğü gibi Said Nursi’nin ele aldığımız ayetleri anlamlandırken baş vurduğu anlama biçiminin tefsir usulü açısından bir değeri yoktur. Hele hele “kanaate itiraz edilemez” demesi yorumlarını sorgulanamaz hale getirir ki bunu kabullenmek mümkün değildir. Klasik tefsirler olsun, çağdaş tefsirler olsun hiçbirisi bu ayetleri böyle anlamlandırmamıştır, kendi fikirlerini sorgulanamaz konumda göstermemişlerdir.

 

Said Nursi’nin ve Risale-i Nur’un Kur'an’da işaret edilen bir müellif ve eser olduğu iddiası vahyî temellere sahip görünmemektedir. Bir ayeti anlamlandırırken, ayetteki cümle yapısı, ayetin bağlamı ve Kur'an bütünlüğü içindeki yeri dikkate almak gerekir. Ne yazık ki, Said Nursi bu yolu takip etmemiş, ayetleri tefsir ederken hurufîliğe eğilim göstermiş, ebced ve cifr hesapları yaparak, kendisinin ve eserinin isminin Kur'an-ı Kerim’de geçtiğini muhtemel gördüğü lafızlarla özdeş addetmiş, kendisini ve eserini kutsal bir konuma taşımaya çalışmıştır. Bunu yaparken nispeten estetik bir yolu seçmiş, ısrarla kendisini değil “ürünü” ön plana çıkarmayı tercih etmiştir.

 

 

-------------------------------------------------------------------------------------------

 

Cevapların konumuzdaki ayetlerin ilerleme sırası ile olması rica olunur.BEKLİYORUZ.

Share this post


Link to post
Share on other sites

bediüzzzamanı savunmak gayesiyle yazmıyorum.lakin her karalananı kara ilan edemeyeceğimize göre sen iddianı kanıtlayana kadar bediüzzaman diyebiliriz.

 

neyse meseleye gelelim:

arkadaş ayetleri olduğu gibi almışsın lakin said nursi şöyle der böyle der demişsin.

 

 

bahsettiğin şekilde yorumladığı sözleri olduğu gibi buraya nakletsen de biz de öyle denilip denilmediğini görsek.

 

delillerle konuşmak isteyen sensin.o zaman tam delil ver.

 

senin bu yaptığın hırsızlığın haram olduğunu kanıtladıktan sonra falan kişinin hırsızlık yaptığını iddia etmekten öteye geçmiyor.hırsızlığı kanıtlasan diyorum.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Burasının bir de temyiz mahkemesi olacağı aklımın ucundan dahi geçmezdi.

İster inanınız, ister inanmayınız o baki,kimin haddine müdahale etmek de , Peki böyle bir iddia neden atılıyor ortaya ?Amaç, gaye, alınmak istenen cevap nedir?..

Mesele ile gelin mesele...

Günümüzde değiştirilebilecek ortamlardan bahsedin,ülkemizin nasıl ilerleyeceğinden.

Af buyurun, şahıs adına kesinikle yorum değil bu, fakat kişilere takılıp kalmak ,ucuz bahisler.

Share this post


Link to post
Share on other sites

bziya kardeşim hangi mürşidin izindesin merak ettim ?

Said Nursi Hz.lerini bu şekil ifade etmende ki gaye açıkcası ilginç artı şunu söylemek isterim ki Risaleler Kur'an-ı Kerim'in tam tefsiri değildir ki Kur'an ışığından yola çıkılmış bu asıra hitap edilecek şekilde kaleme alınmıştır ...ki Mekanı Cennet olsun Elmal-ı Hamdi Yazır Hocamızın şöyle bir sözü vardır (tam olarak harfi harfine hatırlamasamda) "Her asırda Kur'an o çağa göre tefsir edilmelidir." buradan şu soru işareti çıkmasın sakın Kur'an çağamı uyacak asla ve kata böyle değil Kur'an indirildiği günden Kıyamet kopana dek her çağa hitab edebilmektedir. lakin biz aciz insanoğlu onu anlamaktan yoksun olabiliyoruz. o mesajıda tam alabilmek için çağa göre yapılmış tefsir bizi Kur'an-ı Kerimi anlama şerefine nail edecektir kanısındayım.

 

Bu arada ilmim sıfırın altında erzurum dikkate alırsınız yada almazsınız ama içimde ki leri yazmak istedim.

Share this post


Link to post
Share on other sites
bediüzzzamanı savunmak gayesiyle yazmıyorum.lakin her karalananı kara ilan edemeyeceğimize göre sen iddianı kanıtlayana kadar bediüzzaman diyebiliriz.

 

neyse meseleye gelelim:

arkadaş ayetleri olduğu gibi almışsın lakin said nursi şöyle der böyle der demişsin.

 

 

bahsettiğin şekilde yorumladığı sözleri olduğu gibi buraya nakletsen de biz de öyle denilip denilmediğini görsek.

 

delillerle konuşmak isteyen sensin.o zaman tam delil ver.

 

senin bu yaptığın hırsızlığın haram olduğunu kanıtladıktan sonra falan kişinin hırsızlık yaptığını iddia etmekten öteye geçmiyor.hırsızlığı kanıtlasan diyorum.

 

Kardeşim; verdiğimiz Birinci Şua-s.833 şekindeki kaynakları incelememişsiniz demekki , biz deriz ki öncelikle verdiğimiz kaynakların yalan yada iftira olduğunu iddia etmeden önce delillerimizi inceleyin doğruluğuna bakın.

 

Herşeyden önce İftira etmekten Allahü Azimüşşan Hazretlerine sığınırım.Sizlerin delilleri incelemeden delil getir demeniz doğru değildir.Delillerimiz yukarıda hangi kitabın hangi maddesinde ayeti nasıl tahrip etmiş yukarıda inceleyin lütfen.Yukarıdaki deliller Said Nursi'nin ilgili ayetlere cifir hesabı ile yaptığı tefsirlerdir.Ve bu şekidle tefsir ve manayı ne Yüce Efendimiz Aleyhisselam nede Varisleri yani Ehli Sünnet alimleri vermiştir.Yapılan tamamen kendi aklına göre yorumdur , bunun dindeki yerini ehli olan bilir.Ayrıca ayetleri kendini yüceltmek için kullanması düşünülmesi gereken ayrı bir konudur.Ve bu hareket ile ( farklı tefsir ile ) Efendimiz ve Ehli sünnet alimlerine yapıştırılan cahillik etiketi de bu işin çirkinliğinin ayrı bir yüzüdür.Çünkü eğer bu ayetlerin gerçek manası öyle olsaydı bunu Efendimiz ve Ehli sünnet Alimleride aynı şekilde bildirirlerdi...

 

Ve bizim bu delillerimiz iddia değil gerçektir.Kendi kitaplarında yazdıklarıdır.Bunu anlamak için incelemenizi öneriyorum.

AYRICA SAİD NURSİ'nin Ehli sünnet Alimlerininin böyle birşey bildirmemesine rağmen RİSALEİ NURA İŞARET ETTİĞİNİ İDDİA ETTİĞİ AYETLERİ BURADAN İNCELEYEBİLİRSİNİZ.Birinci Şua-s.833'DAN İTİBAREN İLERLEYİNİZ.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Bu konu hakkında ehl-i sünnet alimlerinin görüşleri olsa da olmasa da, ben Üstadın (rahmetullahi aleyh), Nur Cemaati ve Bediüzzaman Hazretleri ve de Risale-i Nur hakkında söylediklerini senet kabul ederim.

Zira geçen yüzyılın, dış cephe itibari ile en büyük iki İslam Kahramanı, iç cephe itibari ile de en büyük İslam Kahramanları’ndan ikisi, bu zat-ı mübareklerdir. Dolayısı ile senedim, Üstad (rahmetullahi aleyh)’tir.

 

Şimdi sen, böğrünü yırta yırta; klavyeni, beyninden ellerine kadar inen haset çıbanları ile adeta kırarcasına; “Üstad, senet kabul edilmez; Üstad İslam Alimi değil; Üstad veli değil; Üstad sadece düşünür, yazar vs. vs.” diye bücüş bücüş çırpınacaksın.

Şimdiden cevabını vereyim; Üstad, bu özelliklerin hepsine malik olacak kapasitededir ve kabul etseniz de etmeseniz de İslam velisidir. Bunu bilenler biliyor zaten... Örn: Mustafa Miyasoğlu…

 

Senin gibi, bir önceki atışmamızda olduğu gibi, Üstad’a saygı tezahürları gösterirken, o mübareği, işine gelmeyen yerde bir çırpıda “yalancı, komik düzenbaz, edep yoksunu, nadan, safsatacı” ilan eden bir budaladan da Bediüzzaman Hazretleri’ne bakış, ancak bu açıdan olabilirdi.

 

Biliyorum ki, koşa koşa bir önceki atışmamıza başvuracak, yazdığın hakaretleri okuyacak ve utanmadan, 360 derecelik bir dönüş ile “Ben onları sana yazdım” gibi mantıksız bir savunma göstereceksin (keşke tam anlamıyla bana yazsaydın da, çamurun Üstadıma sıçramasaydı). Hadi diyelim ki o hakaretler, dış planda bana yapılsa bile, iç plandaki asıl kastı, Üstad Necip Fazıl Kısakürek (rahmetullahi aleyh)’tir.

 

İşte ancak, böyle bir dönekten, bu şekil hakaretler işitilebilirdi Bediüzzaman Hazretleri’ne karşı.

 

 

 

 

Gavs-ı Bilvanisi Seyyid Abdülhakim Hüseyni Hazretleri (rahmetullahi aleyh)

…Geçenlerde, Semerkand Yayınları arasında neşredilen “Mürşid Ve Mürid Hukuku” adlı tasavvufi bir eseri inceledim. Sohbet tadında olan eserin müellifi, Almanya’daki irşad çalışmalarını 82 yaşına rağmen aşk ve şevkle sürdüren muhterem Mehmed Ildırar beyefendi. Tabiri diğerle “Mehmed Yarbay” veya “Yarbay ağabey”

 

Etkileyici sohbet tarzıyla tanıdığımız bu zat, “Gavs-ı Bilvanisi Seyyid Abdülhakim Hüseyni” hazretlerinin dergâhına inkiyad ettiği günden bu yana sadakatini korumuş ehl-i hal bir insan. Ordumuzun şerefli bir mensubu..

 

Kendisinin dikkatimi çeken bir yönü Risale-i Nur’a sohbetlerinde çok yer vermesi ve eserlerden çokça alıntılar yapması. Mesela bir yerde şöyle diyor; “ İrade-i cüziye mevzuuna gelmişken Bediüzzaman hazretlerinin 26 Söz, Kader Risalesi’ne kısaca bir göz atalım. Çünkü bu meselede sofiler, Cebriye ve Mutezile mezhepleriyle, bilmeden Ehl-i Sünnetin dışına çıkabilmektedir.”(age: s:465)

 

Risale-i Nur’u okumasını ise bizzat Abdülhakim Hüseyni hazretleri tavsiye etmiş. Şöyle diyor muhterem Ildırar; “Tasavvuf ilim gerektirir. Ben bu yola ilk girdiğim zaman Gavsım Seyyid Abdülhakim Hüseyni hazretleri bana şöyle dedi; “Mehmed! Sen zahirde bir âlim gibi ilim okumadın. Senin şeriat bilgin zayıftır. İtikada ait olan konularda pek çok eksiğin vardır. Sen onun için bir müddet Risale-i Nur’u oku. İlmin genişlesin.”

Mustafa Sungur

 

 

 

 

Şeyh Es’ad Erbilli Hazretleri , Ramazanoğlu Mahmud Sami Hazretleri ve Musa Topbaş Hocaefendi (rahmetullahi ecmain)

 

Musa Topbaş efendi kendisiyle yapılan bir röportaj’da Üstad Bediüzzaman ile Sami efendi arasındaki münasebeti şöyle anlatıyor:“(Bediüzzaman’ın) Üstadımıza da çok sevgisi vardı.”

Altınoluk-132/32

 

 

Musa efendi bu konuda bir hatırasını da şöyle naklediyor:

"(Bediüzzaman) bir ara Draman’a gelmişler. Draman Fatih’in aşağısında bir semt. Muhterem Üstadımızın haberi olmuş. Fakir de aldım,ziyaretine götürdüm Dramana. Neşelendiler,musafaha ettiler uzun uzun. Uzun müddet de görüşmemişler siyaset itibarıyla.Hatta orada şeker ikram etti Bediüzzaman hazretleri.

Muhterem üstadımız o şekeri aldı,fakire verdi.“Bunu Arafat’tan sonra yeriz” dedi.Arafat’ta o şekerden birer tane verdi,yedik.

Altınoluk:132/32

 

 

10.3. 2002 tarihinde Bahçelievlerde evinde görüştüğümüz muhterem Abdülvahid Mutkan bey anlattı: “Sami efendi hazretleri benim tespit ettiğime göre üstadımızı birkaç kez ziyaret etmiş. Birisinde Draman’da birisinde zannedersem Akşehir palas otelinde...Orada Üstadımız daha önceden ağabeylere tembihte bulunuyor ki: “Hocaefendi geldiğinde elini öpün” diye.Çünkü Üstadımız el öptürmediği için belki onun da elini öpmezler diye önceden tedbir aldığını ben abilerden duymuşum”

 

Lütfi Eraslan anlatıyor; “Yunak müftüsü Süleyman efendi bir gün M. Sami Üstadımıza sormuş: “Efendim, Said Nursi hazretleri o karanlık günlerde nasıl korkusuzca cihada devam etti? Mahmud Sami Üstadımız cevaben buyurmuşlar ki: “Bir insanın Allah korkusu her tarafını ihata ederse,sair korkular onun bedenine girmeye yer bulamaz.”

Mehmed Dikmen-Cumhuriyet Dönemi İman Hizmeti-sh:320-Cihan Yayınları

 

 

Altınoluk dergisi Şubat-2003’te 204. sayısında Sami efendi’nin talebelerinden Osman Şevket Yardımedici hocaefendi ile yapılmış bir röportaj yayınladı Osman şevket hocamız Sami efendi hazretlerinin 1953’de Şam’da muhacir olarak kaldıkları zamanları anlatıyor. Konumuzla alakalı bir bölümü aktarıyoruz: “Bediüzzaman hocaefendinin eski talebelerinden efendi vardı Şam’da. Eski Kürt alimlerinden. Her zaman da Şam’a inmiyor. Ben bunu anlattım. “Ziyaretine gidelim” dediler. Haber verdik. Gitmek için otobüs durağına gittik. Otobüs beklerken bana “bir dakika bekle” dedi. Nereye gidiyor diye baktım. Vitrinine dizi dizi peksimet dizmiş bir ekmek bayiine girdi. Peksimet alarak geri döndü. “Bunlara, büyük insanlara hürmet etmek lazım” dedi. Otobüse bindik,oraya vardık. Abdülmecid efendi ile sohbete başladılar. Abdülmecid efendi Bediüzzaman’dan okuduğu derslerden anlatıyor. Üstadımız da Bediüzzaman’ın sık sık Esad Erbili efendi hazretlerini ziyarete gelmesini anlatıyor.

Efendimiz: “Bendeniz Kelami dergahında hizmet ederken Bediüzzaman hazretleri başında poşusu, belinde silahıyla, efevari bir kıyafetle ziyarete gelirdi. Bediüzzaman hazretleri o zaman gençti. Esad efendimize sorular sorardı. Cevabını alınca “Allahü ekber” der, hemen ayağa kalkardı. Esad efendi’den Kadiri dersi aldı. Bir defasında Bediüzzzaman gittikten sonra, Esad efendi “Bu genç,gençlere hizmetle görevli. İstikbalde gençlere iman davasında çok büyük hizmetler yapacak.Ama hala kendisi bunu bilmiyor, kendisine söylenmedi” dedi.

Altınoluk-204/11

 

 

Muhterem Rıza Çöllü Hocaefendi kendisi eğitim hizmetlerine vakfetmiş bir zat. Ramazanoğlu Sami Efendiden feyz almışlar. Altınoluk Dergisinin Temmuz 92 sayısında kendisiyle yapılan bir röportajı okudum. Çok güzel iki hatırasını sizlerle paylaşmak istiyorum: “Ben hayatımda ilmini dünya için kullanmayan üç kişi gördüm. Birisi; Bediüzzaman Hazretleri...Diğeri; Ankara’da Hacı Mehmed Efendi vardı. Sonra Mahmud Sami Efendiye intisap etti. Bediüzzaman’a beraber gitmiştik. “Efendim, ben intisap etmek istiyorum” dedi. Bediüzzaman: “Onu kardeşimiz Mahmud Sami görüyor” dedi. Bunun üzerine Mehmed Efendi 57’de İstanbul’a geldi

 

 

 

 

 

 

Ömer Nasuhi Bilmen (rahmetullahi aleyh)

 

"Bediüzzaman ile Dar’ül Hikmet-ül İslamiye’de iken tanışmıştım. Bütün İstanbul ulemasının takdirlerini kazanmıştı. Ben bizzat birkaç kez sohbetinde bulundum. O dönemde yazdığı bütün makalelerini okudum. Fikirlerinde fevkalade bir tesir vardı. Telif ettiği eserlerden yalnızca Sözler isimli eserini mütalaa ettim, harikulade bir eserdi. Doğrusu ilm-i kelamda bir tecdit hareketi yaptı. İmanın bütün rükünlerini kemal-i vuzuhla ortaya koydu. Cenab-ı Hak bu millet-i İslamiyeyi sahipsiz bırakmamıştır. Her asırda büyük müçtehitler, mücedditler ve mürşitler göndermiştir. Bediüzzaman da o zatlardan birisidir. O,cebir ve kuvvetin, zulüm ve tahakkümün hüküm ferma olduğu bu devirde gönderilmiştir. ’’

(nakleden: Mehmed Kırkıncı)

 

 

Galip Gigin anlatıyor: Sözümüm bitirirken, yine rahmetli, namlı âlimlerimizden Ömer Nasuhi Bilmen Hocamızın, Bediüzzaman Hazretlerinin eserleri için söylediği şu sözü zikretmek isterim: 'Onun eserleri, ileride İslâm dünyasın da tek mehaz olacak değerdedir' demişti.

 

 

 

Süleyman Hilmi Tunahan Hocaefendi (rahmetullahi aleyh)

 

Süleyman Efendinin bendelerinden (Süleymancı olarak bilinen cemaat) Arif Hikmet Köklü beyefendi 14.09.2001'de şu enteresan hatırayı anlatmışlardır;

'Bazı kimseler Bediüzzaman Said Nursi aleyhinde neşriyatta bulunuyorlardı.Onların tesirinde kalarak Şeyh Süleyman efendi hazretlerine 'Biz Said Nursi'yi nasıl bileceğiz? ' diye sordum. 'Bu Bediüzzaman hazretleri Türkiye'de en sevdiğim zattır' dediler.Yanından bir zat çıkıyordu,onu kast ederek 'Siz gelmeden önce bir zat gelmişti. Said Nursi hazretlerinin yanından gelmiş ve sohbetinde bulunmuş. Sohbette bizim bahsimiz olmuş.Ayağa kalkarak: 'Ne kadar sevap kazanmışsam yarısını Şeyh Süleyman efendiye veriyorum' dediğini bize nakletti. Biz de o zata dedik:'Biz de bu güne kadar sevap ve hayır namına ne kazandı isek hepsini Said Nursi hazretlerine hediye ediyoruz. Bunu kendisine bildirirsiniz.'

 

...Yine Arif beyin nakline göre Süleyman efendi şöyle buyurmuş: 'Said Nursi'ye makamını bizzat Resulullah vermiştir.En yüksek dereceye çıkmıştır.Hz.Allah'ın ilham ettiği şekilde yazacak,onun hizmeti de öyle...'

 

...Halen Hollanda'da bulunan Abdullah Tekin hocaefendi de şöyle bir hatıra naklediyorlar: 'Risale-i nurları okumakla birlikte çeşitli hocaefendilerimizden dersler de alıyorduk. Hacı Süleyman efendi hazretlerinden de uzun zaman ders aldık. Merhum bizim nurlarla irtibatımızı biliyordu.Bir gün yakın talebelerine; 'Bediüzzaman Hazretlerinin talebeleriyle aranızda zerre miktar bir ihtilaf çıkarırsanız huzur-u ilahide iki elim yakanızdadır...Abdullah evladımız iki yerden feyiz alıyor.Bediüzzaman hazretleri o vazife ile tavzif edilmiş, biz de bu vazife ile tavzif edilmişiz.' buyurdu.

 

 

Bediüzzaman’ın talebelerinden Mustafa Sungur şöyle bir hatıra nakletmektedir:

 

“16 Eylül 1959 tarihiydi. Bediüzzaman Hazretleri aniden şiddetle rahatsız oldu. Bu rahatsızlığı üç gün devam etti. Gazete okumadığından ve radyo dinlemediğinden hâl-i âlemden haberi yoktu. Üç gün sonra İstanbul’dan Rüşdü Bey isimli talebesi geldi. Onu görünce hemen ahvâl-i âlemden ve İstanbul’da ne olup bittiğinden sordu. O da “Üstadım, Süleyman Efendi vefat etti” deyince, üstad birden kalkarak “Kardeşim, Şeyh Süleyman mı? Şeyh Süleyman mı? ” diyerek dikkatle sordu. “Evet üstadım, Şeyh Süleyman” deyince Bediüzzaman şöyle dedi: “Kardeşim ne zaman vefat etti? ” Bu soruya verilen cevap bizi daha da hayrete düşürmüştü. Zira tam vefat ettiği saat Bediüzzaman hastalanmış ve bu manevi elemi hissetmişti. Bediüzzaman, devamla

“Kardeşim, Allah rahmet eylesin, Allah rahmet eylesin, mübarek veli bir zattı, mühim hizmetler ifa etti. Allah rahmet eylesin.”

 

(Prof.Ahmed Akgündüz-Arşiv belgeleri ışığında Süleyman Hilmi Tunahan-Osav yay.)

 

 

 

 

 

 

Hacı Veyizsade Mustafa Kurucu (rahmetullahi aleyh)

 

Konya'da Üstadı çok iyi bilenlerden birisi de Ali Ulvi Kurucu'nun amcası, Hoca Veyiszade Mustafa Kurucu'dur. Üstadımız hakkında şöyle derdi: 'O büyük bir mücahittir ve tektir, bizler post adaylarıyız. Post üzerinde oturur, tesbih çekeriz. Ben yarım saat hapishane hayatına dayanamıyorum. O vazife yalnız ona münhasırdır.'

 

"Üstadımız da Hoca Veyiszade hakkında, 'Ben o muhteremi tanıyorum. Mânen benim yardımcılarımdandır. Bana çok dua etsin. Ona çok çok selâmımı götürün' demişti…

 

Osman Aydın anlatıyor: "Konya'ya İmam Hatibe ders vermeye gidince, Hacı Veyiszâde Mustafa Efendiyi ziyaret ederdim. Her ziyarete gidişte bu zat ayağa kalkar, çok hürmet ederdi. Ben bu durumdan çok mahçup olurdum. Bana, 'Ben sana ayağa kalkmıyorum. O Koca Sultana ayağa kalkıyorum. Sen o Sultanın yanından geliyorsun ya, işte onun için ayağa kalkıyorum' derdi.

 

 

 

 

 

Elmalılı Hamdi Yazır (rahmetullahi aleyh)

 

Bir gün Mustafa Efendi, Elmalılı Hamdi Efendi’nin tefsir sahasında çok dirayetli bir âlim olduğundan söz etti ve onun Üstad Bediüzzaman Said Nursi hakkındaki:’’Bediüzzaman berrak sular gibi temiz bir vicdana, çok güzel bir ruha sahip bir zat idi. İstanbul’un alimlerinin gözü öyle bir alim görmemiştir’’ sözlerini bize nakletti.

(Mehmed Kırkıncı)

 

 

 

 

Osman Nuri Efendi (rahmetullahi aleyh)

 

"Bir gün eski alay müftüsü Osman Nuri Efendi:"Kardeşlerim! Sizler Üstadı tek taraflı anlıyorsunuz. Üstadı sizin hafızalarınız anlamaz. Üstad acaip bir insan. Sizler Risale-i Nur'u anlayarak okuyun. Ben eserlerinin hepsini mütalaa edemedim. Fakat çok kitaplarını tetebbu ettim. Hususan işte görüyorsunuz. Fevzi Çakmak'la her gün beraberiz. Çeşitli mevzuları, hattâ dünya ahvalini görüşüyoruz. Sizin Üstadınızda öyle bir deha, öyle bir kabiliyet var ki, dünyadaki devletlerin siyaseti Üstada verilse hepsini idare edebilecek bir kabiliyet var. Ben öyle görüyorum ve hakikaten de öyledir' demişti.

(Bayram Yüksel)

 

 

 

 

Ve Üstad Necip Fazıl Kısakürek (rahmetullahi aleyh)

 

"Bir müddetten beridir, Büyük Doğu sahifelerinde Bedi'üz-zaman veya Said-ül Nursî diye anılan muhterem bir din adamına ait muhtelif parçalar görmektesiniz. Din incelikleri ve İslam büyükleriyle alakalı insanlar, bu namda bir zatı ve onun Nur risalesi isimli eser bütününü uzaktan tanırlar. Nice sahte şeyh ve kalpazan alimin ortalığı kapladığı ve müdafasız safdilleri avladığı bir hengâmede, emin hüviyet ve şahsiyetlerden başka kimseyi bağrına basmayan, bu hususta gayet ince tefrik ölçülerine malik bulunan ve bilhassa din işinde en basit ayar ve kıraat düşkünlüğüne bile tahammül etmeyen Büyük Doğu, onun yazılarını tereddütsüzce sütunlarına geçirerek kendisine itimadını zımnen ilân etmiş bulunuyor. Şimdi davamız, kendilerinin de bize karşı izhar buyurdukları mütekabil ve müstesna itimat hissiyle, gayeler arasındaki birlik ve beraberlik tespitiyle gerçek bir saadet kazanırken, dünya çapındaki mefkûremizin her sahayı birden kucaklayıcı, geniş ve aktif münevverler kalabalığına Said-ül Nursi Hazretleri'ni daha yakından tanıtmak lüzumunu duyuyor, ve bu mümtaz şahsiyetin hayat ve eserini birkaç yazı içinde çerçevelemekle, davamıza en nazik hizmetlerden birini gördüğümüze inanıyoruz."

 

Profesör Ş.Ü (Üstad Necip Fazıl Kısakürek; Büyükdoğu Dergilerinden)

 

 

 

Bir kısım öğrencilerimi, ''Şairler Sultanı''na götürmüştüm. Kalabalık bir genç topluluğu karşısında görünce çok sevinmiş, onlara çok önemli tavsiyelerde bulunmuştu. Üzerinde en çok durduğu husus ise, '' imanda derinleşme '' ve ''sahabeye benzemek'' hassasiyeti idi. Sohbetin bir yerinde, ben de Bediüzzaman'dan bir söz naklettim:

''İman hem nurdur, hem kuvvettir. Hakiki imanı elde eden adam, kainata meydan okuyabilir.!''

Ancak Necip Fazıl Bey, devamına imkan vermedi ve dedi ki:

''Sen hangi sıfatla bediüzzaman'dan bahsediyorsun?''

Tabi bu soru beni hem şaşırttı, hem de heyecanlandırdı.

''Hiç bir sıfatım yok efendim. Sadece eserlerini okurum.'' dedim.

'' O halde o zat hakkında konuşmak, senden çok benim hakkım...''

Şaşkınlığımızın iyice arttığını fark edince de, şu açıklamayı yaptı:

''Ben sultanahmet'te Hazreti ziyaret edip elini öptüm. Bana,'seni yirmi yıllık talebem gibi kabul ediyorum, dua ediyorum.' dedi. 'Büyük Doğu'yu okuttuğunuve beğendiğini ifade etti.''

Sonrada bir soru üzerine, şu açıklamayı yaptı:

''Bediüzzaman'ın klasik manada bir tahsil hayatı yoktu, o vehbi ilme mazhardı. Bilhassa yılmak bilmez mücadelesini, korkusuzluğunu gençler çok öğrenmelidirler.''

Bediüzzaman hakkındaki bu görüşleri, hepimizi çok sevindirmişti. Bende bu mutlu havadan istifade ederek, çoktandır merak ettiğim sorumu yönelttim:

''Efendim, siz de Bediüzzaman gibi mukaddes davamız uğruna hapislere girdiniz. Ancak sizin dilinizde hapishanenin adı, zindan... Dayanılmaz acıların, ıstırapların yılanlı kuyusu... Bilhassa da 'CİNNET MÜSTATALİ' adlı eserinizi okuyunca, adeta biz de sizinle birlikte zindana girmiş gibi oluyoruz. Halbuli Bediüzzamannın hapishaneleri, Medrese-i Yusufiye.. İman hizmetinin kesintiye uğramadığı, aşkla, şevkle çalışılan Nur mektebi... Bu farkın sebebini öyrenebilir miyiz?

Dedi ki:

''Her insan ayrı bir alemdir. Maddesi manası; bedeni ruhu aynı olan var mıdır? Tabii bir de hayat tarzı... Bediüzzaman, hapishaneye, zaten hapishanedenfarksız bir hayattan gidiyor. Ben ise, işte butadan, Erenköy'dekibu köşkten gidiyorum. Aynı olabilir miyiz hapishanede?''

 

Vehbi Vakkasoğlu

 

 

 

 

 

 

Ey bizi münazaraya davet eden mübarek şahıslar düşmanı…

Bahsi geçen Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri hakkında, münazara erlerinin hepsinin görüşlerini sıraladık.

 

Zamanımızda, itikat konularında Risale-i Nur külliyatının okunması için mürşidlerini teşvik eden, Bediüzzaman Hazretleri hakkında “Hakperest” olan ve O’na hüsn-ü zan’da hiç kusur etmeyen İslam velisi ve alimleri gördüğün gibi mevcuttur.

 

Eğer bu şahıs ve bu kitap, senin dediğin gibi “Mason Abduh ve Efgani ve Mevdudi sapkınlarına hizmet eden ve Ehli sünnet olmayan” bir yalancı ise Seyyid Abdulhakim Hüseyni Hazretleri, Şeyh Es’ad Erbilli Hazretleri , Ramazanoğlu Mahmud Sami Hazretleri, Musa Topbaş Hocaefendi, Ömer Nasuhi Bilmen, Süleyman Hilmi Tunahan Hocaefendi , Hacı Veyizsade Mustafa Kurucu, Elmalılı Hamdi Yazır, Osman Nuri Efendi ve Üstad Necip Fazıl Kısakürek de yalancıdır (haşa).

Eğer bu zat-ı mübarekler doğru söylüyorsa, bu sefer de sen yalancısın. Karşına almaya hazır mısın bu mübarekleri?

 

Zira, bu şahıs senin kıt aklınca “Mason Abduh ve Efgani ve Mevdudi sapkınlarına hizmet eden ve Ehli sünnet olmayan” düzenbaz, yalancı, hayalperest ise (haşa); bu şahsın herhangi bir sözünde yalancılık ve ehl-i sünnet dışı bir hareket var ise, bu sayılan zat-ı mübarekler, O’nun ve eserlerinin hakkında en azından “uzak durunuz” talimatını çekinmeden verebilecek bir ilmi fazilete, hakikat görüşüne ve hakikatı yalandan ayırma kabiliyetine maliktirler. Ayriyetten, Menzildeki dükkanların hemen hepsinde Risale-i Nur Külliyatları bulunmaktadır. Seyyid Abdülbaki Hazretleri dahi böylesi bir durumda bu kişinin eserlerine göz yumacak bir ilmi anlayıştan uzak değildir.

 

Senin gibi mübarek şahıslar düşmanı, güneşi balçıkla sıvayamaz.

 

 

Yukarıdaki alıntı da ne buyurmuştu Üstad Necip Fazıl (rahmetullahi aleyh)

''Sen hangi sıfatla Bediüzzaman'dan bahsediyorsun?...''

Share this post


Link to post
Share on other sites

Hizmetteki insanlar hicbir kotu elestiriye cevap verme kaygisi tasimazlar. Sadece ileriye bakarlar ve insanlik, muslumanlik adina islamiyeti yaymak adina daha fazla ne yapilabilir diye dusunerek projeler uretirler ve en onemlisi bu projeleri hayata gecirirler.

 

Bediuzzaman hazretleri Kur'an - i Kerim'in sadece iman esaslarindan bahseden ayetleriyle ilgilenmistir. Cunku yasadagi donem de Turkiyenin hali malum, herkes tarafindan bilinmektedir.

 

Bu nedenle diyorumki senin bu soylediklerin bos tenekede saga sola carpan tas gibi kuru bir gurultuden ibarettir.

 

Su actiginin konunun basligina bak!!! "Nurculuk akimina hodrimeydanmissss". Biz once davasi icin herseyini adamis insanlari elestirecegimize, bir hic olmaktan kurtulalim bu dunyada...

Share this post


Link to post
Share on other sites

İnegöllü bir sofi kardeşimiz anlattı. Bandırma’da küçücük bir kulübesi olan aynı zamanda o kulübede manavlık yapan 24 saat sarhoş olan hiç kimsesi olmayan bir zat vardı. Kahtalı bir ağabeyimiz devamlı Seyda Hz. lerinden bahsedermiş. Ne kadar ısrar etse götüremezmiş.

 

Yine bir sohbet esnasında Seyda Hz.lerinden bahseder tekrar gitmesi için ısrar eder.

 

Kahtalı kardeşimiz kendisi hocalık yapmaktadır. Bandırmalı sarhoş kardeşimize şayet Menzil’e gelirsen kahtaya uğra beraber gidelim demiş. Bandırmalı sarhoş niyetini almış yola çıkmış. Kahta’ya uğrayarak Ömer hocayıda yanına almış doğru Menzil’e vasıl olmuş.

 

Sarhoş kardeşimiz Seyda Hz.lerinin yanına gider pervasız bir şekilde yanına sokulur mubarek kendisiyle çok ilgilenir 10-15 dk. Seyda Hz.leri ile sohbet eder. Ömer hoca korkusundan direğin arkasından olayları seyreder. Orada bulunan cemaatte bu kimdir diye merak etmektedir. Seyda Hz.lerinin yanından ayrıldıktan sonra Ömer hoca merak eder sorar:

-Sultanımla ne konuştun.

 

Bandırmalı sarhoş şöyle anlatır.

 

-Seyda Hz.leri ne iş yaptığımı sordu. Kısaca hayatımı anlattım. Cezaevinde geçen bir olaydan kendisine bahsettim mübarek çok ilgilendi olay şuydu.

 

Said-i Nursi Hz. leri ile aynı koğuşta idik kendisine bir bardak su ikram ettik. Bediüzzaman Hz.leri sırtımı sıvayıp bana dua buyurdu. Cezaevinde Said-i Nursi Hz.leri ile dalga geçmek isteyenleri tehdit ederek kim bu hoca efendiye dil uzatırsa işini bitiririm dedim. Bunu söyleyince Seyda Hz.leri çok keyiflendi mübarekle konuşmamız böylece sonuçlandı

 

O gece tövbesini yaptı hamd olsun bandırmalı kardeşimiz tövbekarlar kervanına dahil oldu. Memeleketine döndüğünde küçücük barakası mescid oldu. Dört beş sene daha hayat sürerek Hakka vasıl oldu. Az çalıştı çok kazandı. Said-i Nursi Hz. lerine bir bardak su vermenin bedeli

Share this post


Link to post
Share on other sites

Konunun; muhtevası ve sebebiyet verecekleri dikkate alınarak, forum kurallarının gereğinin yapılması talebimdir.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Konunun gidişatı karşılıklı husumet doğurmaya müsait olduğundan başlık kilitlenmiştir. Lütfen bu tarz konular açmayınız.

Saygılarımla

Share this post


Link to post
Share on other sites
Guest
This topic is now closed to further replies.

×
×
  • Create New...