Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Sign in to follow this  
kurşunkalem

A.turan Alkan

Recommended Posts

İlginç bir ayrıntı: Maide Sûresi'nin 27 ilâ 31. âyetlerindeki kıssada Habil ile Kabil'in adı yok; bu isimler, büyük ihtimalle Tevrat geleneği aracılığı ile biliniyor. Kur'an'daki ifade şöyle: "Onlara Adem'in iki oğlunun haberini oku."

Niçin aklıma takıldı ki? Hazreti Adem'in iki oğlundan biri ötekini haset sebebiyle öldürmüştü. Haset ve katil; ruhumuzun uğultulu derinliklerinden yükselen vahşi davet işte bu ânın hâtırasını taşıyor. O andan itibaren şiddet, beşeri lisanın bir kelimesi olarak lugatimize girmiş. "Senin 7 askerini pusu kurup öldüreceğim" diye tasarlayan mel'un, aslında basit bir cümle kurmuş oluyor. İki günden beri yüzlerce adam, uzman, kişi bu cümleyi tefsir etmekle meşgul.

 

Nasıl kurtulacağız şiddetin dilini konuşmaktan? Bir binanın kullanılır hale gelmesi için onlarca kişinin yüzlerce saat emek vermesi gerekiyor; onlarca kişi yüzlerce saat çalışarak etraflı, anlamlı bir cümle kuruyorlar. Sonra birisi o binayı bir köşesinden kibritle tutuşturup yakıyor. Yapıcılara göre yakıcı-yıkıcıların emeği devede kulak mesâbesinde fakat onlar da yapıcıların kurduğu cümleye mânâ iriliği itibariyle denk bir cümle kurmuş oluyorlar, "Al bakalım, senin yaptığını yıktım işte; varla yok aynı mesâbededir işte..."

 

Müteakip cümleyi kurmak için kültür, ilim-irfan gerekmez, vahşetin uğultulu çağrısına kulak kesilmek kâfi; o cümleyi hepimiz kurabiliriz: "Sen benim yaptığımı yıkarsan, ben de seni..."

 

Bu hadisenin mânâsı ne? Reşadiye pususunda tetik çekenler, cinayeti duyunca hangi cümleyi kurmamızı hesap ettiler, tahmin etmek zor değil, "Alın başınıza çalın açılım siyâsetinizi, gördünüz işte, olmuyor, olmuyor, olmuyor" diye homurdanacakları hesap etmişler midir meselâ?

 

Milletçe komplo çözme, dudak okuma, niyet kestirme uzmanı kesildik; sağlık alâmeti değildir tabii. 1970'ten beri terörle yüz-göz olmuşuz da, "terörize olmamayı", yani şiddetin birkaç kelimelik kekeme lisanı karşısında paniğe kapılmamayı, sâkin düşünebilmeyi, öfkeden kaskatı kesilerek intikam hissine yoğunlaşmayı öğrenememişiz. Terörün birkaç kelimelik yıkık-dökük cümlesi, aslında bizi, gözüne projektör sıkılmış tavşan gibi mefluç hale getirmek için kuruluyor.

 

"Denedik, olmadı işte" diye mızıldanmaya başladılar, "Hadi artık, bölünmeyi de konuşalım" diyor projektör tavşanları; korkularını ter kokusu gibi sirâyet ettiriyorlar ortalığa. Tam da tetikçilerin dilediği, tahmin ettiği gibi konuşuyor olmasınlar sakın? Böylelerini görünce, katil takımın şiddet diliyle kurduğu iki kelimelik basit ama etkili cümlenin ferâsetine insanın daha çok saygı duyası geliyor, çünkü o basit cümlenin içine paniğe uğramışlardan daha çok akıl yoğunlaştırmayı biliyor katiller. Onlar bir ok atıyor, projektör tavşanları o oku kebap yapıyor; katiller bir ok daha atıyor, bizimkiler onu hemen zerdeli pilava tahvil ediyorlar...

 

Zor zamanlar geçiriyoruz; canımız acıyor ama dayanmak lâzım. Paniğe kapılır, birbirimizi suçlamaya başlar, kararsızlığa düşer, öfkeden kaskatı kesilirsek, askerlerimizin aşağılık katillerini memnun etmiş oluruz.

 

Kâğıt üstünde okuyana hakaret ediyormuş gibi görünüyor ama hakikaten sabırlı ve sakin olmak gereken bir berzahın tam ortasındayız. Sinirlerimizi denetleyebilirsek mutlaka galebe edeceğiz.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Sol yanımız niçin ağrır?

 

Asıl soru şudur: Deniz Gezmiş ve arkadaşları "Devrimci şiddet"e karşı mıydı, değil miydi? Devrimi zor kullanarak doğurtmayı uygun görmüşlerse, kime karşı, hangi ölçüde ve niçin şiddet kullanmışlardı?

 

Kantinde, bahçede, amfide eylem yapmaktan, forum düzenlemekten bahsetmiyoruz; devrimci şiddet düşkünlerinin, kendileri gibi düşünmeyenler üzerinde öngörüleri nelerdi; onlarla aynı okulu, aynı mahalleyi, aynı sokağı paylaşmaya rıza gösteriyorlar mıydı meselâ?

 

Adam öldürmemiş üç gencin, nâhak yere idamına üzülmek anlaşılır ve insânî bir tepkidir fakat, bu tepkinin içine devrimci şiddeti meşrulaştıran, güzel ve şirin gösteren, "Her eve lâzım" cinsinden yararlı bir mutfak gereci gibi sunan bir edebiyat, bizzat köpürtücüleri tarafından sorgulanmalıdır.

 

O devrimci şiddet ki, devrim yerine kendi antitezini, yani devrimci olmayan şiddete ebelik etmekten başka bir işe yaramadı; sağ şiddeti, solcu devrimci şiddet doğurdu. Sağcıların şiddete başvurmak gibi bir stratejisi yoktu, niçin olsundu ki; sandıktan hep galip çıkıyorlardı, hâlâ galip çıkıyorlar. Sağın devrim ütopyası da yoktu, o yüzden şiddete kendilerini korumak için tevessül ettiler ve bir zaman sonra şiddetin kaynağını sorgulamayacak derecede çılgın bir kapışmanın içinde buldular kendilerini. Bu gerçek, dönemin solcularını çılgına çeviriyor, çünkü şiddeti tek yanlı olarak eylemci solun benimsemiş ve başlatmış olması, onları tarih karşısında açığa düşürüyor, çirkin ve gülünç gösteriyor.

 

Evet gülünç. 60'lı yıllarda esmeye başlayan ılımlı, hümanist sol meltemler 70'lerde devrimci şiddet rüzgârına dönüştü ve 12 Eylül'den önceki günlerde bir "Melhame-i kübrâ"ya dönüşen karşılıklı boğazlaşma, beş cuntacı generalin eğitim düdüğü ile aniden kesiliverdi. Derin bir sessizlik! -Sol jargonla- Türkiye'nin proleteryası silaha sarılıp, sokaklarda, mevzilerde, barikatlarda ve fabrikalarda, komprador işbirlikçi burjuvaziye ve faşizme karşı devrimi savunmaya kalkışmadı, Türkiye köylü sınıfı yabasını, tırpanını kavrayıp nasırlı elleriyle kırsalda ağalığı, feodaliteyi yıkmak için dağa çıkmayı aklından bile geçirmedi; bunlar sadece okumuş ama saf çocukların fantezisinden ibaretti.

 

Türkiye'de devrimci şiddete güvenen sol 12 Eylül 1980 tarihinde yenildi, hezimete uğradı; Komitacı geleneğin derin devleti tarafından kullanıldıklarını, sağ eylemcilerle birlikte Mamak işkencehanelerinde fark edebildiler. Dünyanın en ücra yerindeki sınıf gerilimlerini sayfalar dolusu tahlile güç yetiren Devrimci şiddetin geveze ideologları, 12 Eylül'ün analizini hâlâ yapabilmiş değildir; beceriksizlikten değil, büyük ihtimâlle utançtan...

 

Şiddete tapınan solcu takımının, Türkiye'ye büyük fenalığı dokunmuştur; çünkü Türkiye'nin gerçeklerine saygılı, adam gibi bir solun, barışçı solun ve en mühimi vicdânî solun gelişmesini şiddeti devrimin anahtarı zanneden solcular engelledi. Sol yanımız muzdariptir efendiler; bir kanadı kırık kuşlar gibiyiz. Düşününüz, CHP'nin kendini sol parti gibi gösterebildiği bir siyasi yelpazemiz var. Artık dikkat bile etmiyoruz ama bakınız BDP bile kendini sol parti zannediyor. Eğer bunlar gülünç değilse nedir gülünç?

 

Deniz ve arkadaşları, evet, idamı hak edecek bir şey yapmamışlardı ama birer Gandhi, Thoreau filan da değillerdi, bilakis THKO denilen "profesyonel devrimci" şiddet örgütünün kurucuları arasındaydılar. Devrimi asla göremediler, bugün saçları ağarmış yaşdaşları da görebilmiş değiller. Eğer devrimden sayarlarsa, devrimi bugün, burun kıvırdıkları AK Parti yapıyor; dünün radikal İslamcıları, bugünün zoraki demokratları, Türkiye'nin statükosunu, evet, çatır çatır değiştiriyorlar.

 

Çatırtı seslerini daha net duyabilmek için alıcınızı Meclis'te grubu bulunan sözüm ona "sol" partilerin grup toplantılarına yönlendirmelisiniz!

Share this post


Link to post
Share on other sites

Üptük ama niçin üptük; sorun bi yol gaari?

 

Değerli arkadaşlarım; günlerden beri "Neler oluyor?" sorusuna cevap arıyorsunuz; işte ben, fâni, ölümlü, naçiz bir kardeşiniz olarak sizleri aydınlatmak için buradayım.

 

Dostlar, yaşadığımız basit bir magazin vakası mıdır, yoksa soğuk savaş dönemi sonrası konjonktürünün, uluslararası stratejik güç dengelerine göre yeniden adaptasyon çalışmalarıyla mı karşı karşıyayız? Bu hususu yüksek anlayış ve sezgi gücünüze bırakıyor ve altını önemle çiziyorum; çünkü Karadenizliler gibi bizler de önemli şeylerin altını önemle çizmekten çekinmemeliyiz.

 

Arkadaşlar, hiçbir şey göründüğü gibi değildir; göründüğü gibi olduğunun anlaşılması için sarfedilen profesyonel çabalar, görünenin, göründüğü gibi olduğundan başka bir şey olduğunu düşünmemizi isteyenlerin bir yanıltmacası olabilir; dikkatli olmak zorundayız. Bugünlerde atılan her adımın, söylenen her sözün gerçek anlamına, gizli bir şifre dekoderi tarafından çözülüp yeniden şifrelenmedikçe erişmek mümkün görünmüyor. Zor zamanlar geçiriyoruz; bu kritik anları tarih ilerde uzun uzun yazacaktır.

 

Büyük ve gizli bir el kartları bölüyor, karıştırıyor ve yeniden dağıtıyor; bu esnada masada oturanların kim oldukları hem önemli, hem önemli değil; aslında dağıtılan kartların ne olduğu da önemli değil; beş benzemez de olabilir, kare as da; önemli olan gizli elin gerçek niyetini sezgi gücüyle sezmektir. Kim bunlar; önemli değil, önemli olan ne; o da önemli değil!

 

Evet, konuya gelelim; ben bir şey yaptım ama niçin yaptım, mesele budur dostlar... Bu boyutuyla konumuz, CHP'nin iç meselesi olmaktan çıkıyor; görünürde Türkiye'nin ama aslında Ortadoğu üzerinden Aden Körfezi'ne, oradan deniz yoluyla Pasifik ve Panama Kanalı aracılığı ile Atlantik, derken yeniden Akdeniz'e ve tabii başladığı yere dönen, şaşırtıcı ve arapsaçı bir uluslararası dengeyi işaretliyor. Uyanık olmalıyız.

 

Değerli arkadaşlarım; bu bir kaset değil, bir CD değil, bunlar önemli de değil; önemli olan başka bir şey ama onu şimdi size söylemek istemiyorum; değil söylemek ve anlatmak, bu sözlerimden bir anlam çıkarmanızı bile tehlikeli buluyorum.

 

Kısaca şöyle ifade edebilirim arkadaşlarım: Yaşanması gerekiyordu; yaşandı ve bitti ama yaşananlar, yaşanması gerektiği gibi yaşanabilmiş olmaktan çok öte transpolitik ve otokonstrüktif düzlemde idi ve kısaca sizin anlayabileceğiniz şeyler değildi (Ağlama sesleri); burada en tehlikeli konu, bu gibi şeyleri anlayabileceğinizi zannetmenizdir; bundan vazgeçiniz ve gözlerimin içine bakınız: Arkadaşlar, ben bunlara ülkem ve halkım adına katlandım, sizler için bu jesti yapmam gerekiyordu ve hiç çekinmedim. Yine yaparım. Bu can bu tende durdukça ülkesine ve halkına adanmış bir candır, böyle bilinsin; bedelini öderim, lâkin sorarım; ben orada Türkiye'nin gelecek yüzyılını planlamaya çalışan şer odaklarına karşı arslanlar gibi mücadele verirken hükümet hangi aymazlık içinde debelenip durmaktaydı, işte soruyorum ve cevap alamıyorum (Hıçkırıklar).

 

Değerli arkadaşlarım, ölüler zannedermiş ki diriler hep helva yiyor! Nerede arkadaşlar nerede? Gerekiyorsa çekilir giderim, işte gidiyorum fakat bir sorun bakalım, nereye gidiyorum? Belgesel meraklıları bilirler; arslan, avına atılacağı zaman birkaç adım çekilir, geriler de öyle atlar avının üstüne... Eveet, anladınız siz onu... (Gitme, ne olursun gitme sesleri)

 

Arkadaşlar, evet, ben bir şey yaptım ama neden yaptım diye sormuyorsunuz; sorun arkadaşlar, işte bağrım açık benim, sorun ama sorsanız da bundan fazlasını söylemem zaten; çünkü siz ülkesiyle ve halkıyla laik Türkiye Cumhuriyeti'nin çimentosunu oluşturan nazik ve anlayışlı bir topluluksunuz. Sormayın arkadaşlar, daha doğrusu ne siz sorun, ne ben söyleyim...

 

Sözlerimi, ulusal tarihimizden alıntıladığım ünlü bir vecizeyle noktalıyarak evime gidiyorum şimdilik değerli dostlar:

 

- Üptük, yoktur çaremiz! (feryat ve figanlar)

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...
Sign in to follow this  

×
×
  • Create New...