Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Sign in to follow this  
rabia BDG

Elif Şafak'ın Romanındaki Hatalar Ne?

Recommended Posts

Elif Şafak'ın Mevlana'yı anlattığı AŞK romanı değişik kesimleri kızdırdı. İstanbul Tarihi Türk Müziği Topluluğu Müdürü Ömer Tuğrul İnançer ise Elif Şafak'ı çok kızdıracak açıklamalarda bulundu.

 

Gülcan TEZCAN

 

 

Sadece dini hayatımızın değil sosyal ve kültürel hayatımızın da temel dinamiklerinden biri olan tasavvuf, popüler kültürün ilgi alanına da fazlasıyla girmeye başladı son yıllarda. Ancak tasavvuf böylesi kolay "tüketim nesnesi" haline getirilebilecek bir alan değil. Başlı başına bir ilim dalı. Bundan bihaber olarak tasavvuftan beslendiğini söyleyip eser verenler çoğu zaman ciddi bilgi yanlışlarına düşüyorlar. Bu anlamda toplumun tasavvuf konusundaki bilgisizliğini, tasavvuf denildiğinde neden belli manevi şahsiyetler etrafında dönüp durulduğunu İstanbul Kültür ve Turizm Bakanlığı İstanbul Tarihi Türk Müziği Topluluğu MüdürüÖmer Tuğrul İnançer?le konuştuk. Söz uzayıp gitti ama siz okurlara yerimizin sınırlı olmasından dolayı sohbetten bu kadar hisse düştü.

 

Son yıllarda Mevlana'yla ilgili ve Mevlana'dan esinlenerek yazılan popüler kitapların sayısında bir artış var. Tasavvufa bir ilgi mi var yoksa geçici bir heves mi?

 

Bugün Türkiye'de manevi şahsiyet olarak üç isim etrafında döner durur bütün cahiller. Siyasetçisi de böyledir kendini edebiyatçı zanneden de böyledir. İstisnalar kaideleri kuvvetlendirir. Türkçe yazdığı iddia edildiği için Türkçecilikten kaynaklanan bir Yunus Emre. Acaba anlıyorlar mı Yunus Emre'yi "Çıktım erik dalına anda yedim üzümü, bostan ıssı kakıyıp der ne yersin kozumu". Bu orijinal Yunus Emre dörtlüğüdür. Anlasınlar bakayım. Ayrıca koskoca Yunus Emre divanı diye basılan kitaplardaki şiirlerin kısmi küllisi Yunus Emre'nin değildir. Çünkü Türkiye'de Yunus'luk bir meslektir. Tasavvuf terbiyesi almış bir çok zevatı kiram benlikten ve o benliği ifade eden isimden sıyrıldıkları için Aşık Yunus, Derviş Yunus, Miskin Yunus, Yunus Emrem, Yoğurtçu Yunus gibi nice Yunuslarımız vardır ve onların hepsini Yunus Emre zannederler. Ciddi büyük sanatkarlar eserlerine imza atmaya lüzum görmezler. Çünkü üslubu beyan ayniyle insandır. Bunun gibi Türkçe cümle tahlillerine girişildiğinde birinde Çalap birinde Rabbül alemin diyen bir Yunus olmaz. Dolayısıyla Yunus'u da bilmiyoruz.

 

Peki edebiyat fakülteleri neyle meşgul oluyorlar?

 

Edebiyat fakülteleri bilmiyorum neyle meşgul oluyorlar.

 

Bu alanda akademik çalışmalar da pek yapılmıyor galiba?

 

Tasavvuf mektepte öğrenilmez. Hiç kimse kitap okuyarak yüzme öğrenmez. Suya giren yüzmeyi öğrenir. İhtiyaç var o ayrı mesele. Ama bugün kimse tasavvuf öğrenemez. Tasavvuf tekkede öğrenilir mektepte değil.

Bu anlamdalar tekkeler ve tarikatlar konusunda da bir açılıma ihtiyaç yok mu?

 

Onu bilmem. Ona siyasiler karışır.

 

İnsanlar o kadar maneviyattan yoksunlar ki?

 

Farkındalar mı? Farkında olanlar mutlaka vardır. Çoğunluktan bahsediyorum. "Siz neye layıksanız onunla idare olunursunuz" diyen bir Peygamberin ümmetiyiz. Bunun farkında olan yetmiş milyonun kaçı acaba ?

 

Ama onlar uyutuluyorlar, uyuşturuluyorlar?

 

Uyuşmasınlar. Açsınlar gözlerini. Uyuşturanlar kabahatli de uyuşturulanlar kabahatli değil mi? Kandıranlar kabahatli de kandırılanlar kabahatli değil mi? Üç günlük dünya hayatı için daha yüksek mevki sahibi olayım, daha çok maaş alayım diye yüksek lisansından doktorasına, yabancı diline kadar emek sarfediyor gençlerimiz, okuyorlar. Ebedi olduğuna inandığımızı iddia ettiğimiz hayat için ne çalışma yapıyoruz acaba? Kocakarı imanından başka bir bilgimiz var mı? Niye öğrenmiyorlar? Kur'an'ın hangi hükmünü yerine getiriyoruz? Yatıp kalkmayı namaz kılmak, aç kalmayı oruç tutmak zanneden bir toplum bu nevi eksikliklerinin ihtiyacını hissedebilir mi? Onun için bu çok ufak bir azınlığın derdidir. Cemiyetin derdi halinde değildir. Cemiyetin derdi haline gelirse olur.

 

 

HACI BEKTAŞİ VELİ SİYASETE BULAŞTIRILDI

 

Manevi şahsiyet olarak üç isim etrafında dönülüp durulduğunu söylemiştiniz devam edersek?

 

Bir diğer isim de siyasete bulaştırıldığı için Hacı Bektaş-ı Veli Efendimiz'dir. Demin üniversite ile ilgili bir sual sordunuz. Ne yazık ki bazı üniversite mensupları bile Alevi-Bektaşi şiirleri diye ikisinin arasına tire koyarak ortaya koyuyorlar. Alevilik bir mezheptir. Bektaşilik ehl-i sünnet bir tarikattir. İkisi de sıvıdır. Zeytinyağı ile su gibidir. Birbirine karışmaz. Ama aynı şekilde yazıyorlar. Federasyonlar, dernekler Alevi-Bektaşi diye geçiyor. Alevilik başka Bektaşilik başka şeydir. Bugün Alevilerde hakim olan görüntü zahirde - batını ayrı meseledir- mesela içki kullanırlar. Ama Hacı Bektaş-i Veli menakıbnamesinde ne yazdığını bilmezler. "Bir kuyuya bir damla şarap damlasa o kuyudan su çekilse toprak sulansa o topraktan ot bitse o ottan koyun yese o koyun kuzulasa o kuzu bizim dergahımıza girmez" diyor Hacı Bektaş-ı Veli efendimiz.

 

Korkunç bir cehalet sözkonusu !!

 

Gayet tabi korkunç bir cehalet. Zaten başımıza ne geliyorsa cehaletten geliyor.

 

Bunun önüne geçmek için ne yapılmalı ?

 

İlim, ilim, ilim! Başka bir şey yok. Dolayısıyla Hacı Hünkar Veli Efendimiz siyasete karıştırıldığı için ne yazık ki bazı cahiller de ona dil uzatmaya başladılar. Cahillerin yaptığı yanlış hareketleri ona maletmeye çalışıyorlar. Ve popülaritesinden istifade ile Hz. Mevlana biliniyor. Peki Hz. Mevlana'nın popülaritesi nedir?

 

Evvela 1954'ten beri yapılmakta olan ayinleridir. Hz. Mevlana bu ayininin görülüyor olmasından dolayı merak uyandırmış bir şahsiyettir. İnsanlar dönüyorlar, bir yerde birileri çalıyor, çok estetik bir şey. Kimse iç yüzünü bilmiyor ama.

 

Siz her sene canlı yayında anlatıyorsunuz?

 

Kös dinlemiş adama davul çalsan n'olacak ? Nefsi yenmek o kadar kolay mı? Senede bir defa tv'den naklen verilen bir programın içeriğindeki sembolik anlamları anlatmak koca bir toplumun yanlışlarını gidermeye yeterli midir? Anlatsam n'olacak anlatmasam n'olacak? Ha, üç beş kişi. O ayrı mesele. Çünkü bir gönül kainata bedeldir. Bir kişi için bile biz her türlü teri dökeriz Efendimiz'in rızasını kazanmak için. Ayrıca batı dünyası da Hz. Mevlana'ya meraklıdır. Neden? Batı dünyasının en göze çarpan eksikliği sevgi noksanıdır. İşte bu sevgi noksanını telafi etmek için sosyal kurumlar kurulmuştur. Hz. Mevlana?da sevgi en yüksek derecede ifade edildiği ve bizatihi yaşandığı için o sevgi noksanını onda gidermeye çalıştıkları için merakları uyanıyor.

 

MENFAATİN OLDUĞU YERDE NE İLİM OLUR NE SANAT

 

Kimi edebiyatçılar tasavvuftan, Mevlana'dan, Mesnevi'den beslendiklerini söyleyerek Mevlana üzerine birtakım eserler kaleme alıyorlar. İnsanlar da bunlara büyük ilgi gösteriyorlar. Bunları nasıl değerlendiriyorsunuz? Doğru okuyabiliyorlar mı? Doğru aktarabiliyorlar mı ?

 

Siyasetin ve ticaretin yani menfaatin olduğu yerde ne ilim olur ne sanat olur. Dolayısıyla bugünkü yazılan kitaplar ticari amaçlı kitaplardır. Ne yazık ki dünyanın ölçüsü ve bize de ta ıslahat döneminden beri batıdan gelen bu zihniyet, meseleleri doğru tartamaz hale gelmiştir. Başarı maddi kazançla ölçülür hale gelmiştir. Adam ilmihal bilmiyor Mesnevi okuyorum ben diyor. Ne anlayacaksın? Bu neye benzer? Biz Türkiye Cumhuriyeti anayasasını okuyarak Türk Hukuk sistemini öğrenebilir miyiz? Avukat mektepten çıktığı zaman dilekçe yazmasını bilmez. Ama Anayasa hukukundan geçmiştir sınıfını. Dilekçenin bir şekil şartı vardır. O şart anayasada yazmaz. Anayasayı okuyup hukuk, anatomi kitabı okuyup tıp öğrenilmezse Kur'an okuyup Müslümanlık öğrenilmez. Kur?anı öğrenmek için evvel tahsil lazım. Keza Mesnevi Şerif-i, Fütuhat-ı Mekkiye'yi, Füsusul Hikem-i okumak için evvel tahsil lazımdır. O evvel tahsil olmadan olmaz, böyle saçmalıklar ortaya çıkar.

 

ELİF ŞAFAK'IN MADDİ BİLGİSİ NOKSAN

 

Elif Şafak'ın Mevlana'yı anlatan romanı "Aşk"tan çokça sözediliyor son günlerde... ?

 

Geçen ay Tarık Zafer Tunaya'da konferansım vardı. Orada bu hanımın aşk üzerine olan kitabıyla ilgili olarak gazetede çıkan yarım sayfalık bir yazı vardı. O yazı üzerine bir saat kırk beş dakika konuştum; sadece yanlışlıklarını açıklamak için. O kadar cahilane bir kitap ki. Mesela 1243 yılı Bağdat'ında bir derviş patlıcan soyuyor. Patlıcan Amerika'dan gelmiştir, domates, biber ve patlıcan Amerika'dan gelmiştir. 1243'te Bağdat'ta patlıcan olmaz. Bu kadar maddi bilgisi bile noksansa ? Ayrıca mesela kendi şeyhi hakkında "uyuşuk" tabiri kullanan bir derviş düşünülemez bile. Ama bu düşünüyor ve yazmış. 1001 gün çile diyor. Çilenin ne olduğunu bile bilmiyor. Mevlevi çilesi halvetten farklı bir şeydir. Bilmezler, bilmeden yazıyorlar. Ama cehalet ne yazık ki bir başka cahiller topluluğu olan toplumumuz tarafından prim veriliyor.

 

Ayrıca Hz.Mevlana ve Hz. Şems ilişkisi empoze edilmek ve pompalanmak istendiği gibi değildir. Hz.Mevlana bütün hayatı boyunca çok büyük bir aşk sahibidir ve bu aşkı daima belli bir kişide temerküz ettirmiştir. Bu evvela babasıdır. Babasının göçmesinden sonra babasının halifesi ve kendi şeyhi olan Seyyid Burhaneddin Muhakkiki Tirmizi'dir. Ondan sonra Hazreti Şems'tir. Ondan sonra yani vefat ettikten sonra Selahattin Zerkubi Konevi, O'nun da rıhletinden sonra Çelebi Hüsamettin ve bütün bu arada da daima Sultan Veled. Niçün Seyyid Burhaneddin, Selahattin Zerkub, Çelebi Hüsamettin konuşulmuyor da hep Şems konuşuluyor? Neden? Çünkü Tebrizi lafından dolayı İranlılar pompalıyorlar. Halbuki Tebriz Türkmen memleketidir Acem memleketi değildir. Oralar Türk memleketidir.

 

İran da Mevlana'nın popülaritesinden yararlanmak istiyor...

 

Mesnevi Farisi yazıldığı için İranlılar sahip çıkmaya çalışırlar. Halbuki Orta Asya Türkleri Farsça konuşurlar. Yani Hz. Mevlana yabancı dilde bir kitap yazmış değildir, ana dilinde yazmıştır. Hâlâ Merv'de Horasan'da Türkler Farsça konuşurlar. Ama onların konuştuğu Farisî Pehlevi Farsçası değildir. Bunu da bilmiyorlar. Ayrıca İranlılar çok Mesnevi okumazlar. Divan-ı Şems-i Tebrizi namı altında Hz.Pir'in Divan-ı Kebir?ini okurlar. Mahalle kahvelerinde bile birer Divan bulabilirsiniz İran'da.

 

Biz o kadar çok okumuyoruz Mevlana'yı ama O'ndan esinlenen romanlar yazılıyor, filmler çekiliyor?

 

Para kazanacağız.

 

Mevlana filmi senelerdir konuşulduğu halde bir türlü meselenin hakkını verecek bir yapım ortaya çıkmadı. Yapılabilen sinema filmi ve belgeseller de ortada? Neden çekilemiyor Mevlana filmi ?

 

Çağrı filmi 30 senedir seyrediliyor. Hâlâ bir şeyler veriyor. Çok ciddi bir prodüksiyondur. Bir devlet desteğiyle çekilmiştir. Libya Devleti parasını vermiştir. Akad gibi bir ciddi yönetmen tarafından yapılmıştır. Türkiye'de böyle yönetmenler var, böyle oyuncular var, böyle senaristler var böyle para yok zannediyoruz. Hayır, ondan çok daha fazla para var. O işe tahsis edecek gönüllü yok.

 

Dinle Ney'den bu anlamda..?

 

Pek çok şey söyledim Dinle Ney'den ile ilgili olarak. Hiç birini dinlemediler. Ve Mevlevihane dekorlu bir tarihi film oldu. Hz. Mevlana ile ilgili değil. Perdedeki iki üç tane yazıdan başka Hz. Mevlana ile ilgili hiçbir şey yok. Ve orada çok ciddi teknik yanlışlıklar var. Ona rağmen güzel. Neden? Bu işten o kadar uzak bir toplum halindeyiz ki o kadarcık şeyler bile artık bizi mutlu eder hale geldi. Ucuzluğa alıştırıldık. 1973 Hz. Pir'in 700. Vuslat Yılı münasebetiyle yine UNESCO tarafından Dünya Mevlana Yılı ilan edilmişti. O vesileyle bir film çevrildi. Hz. Mevlana rolünü Cüneyt Gökçer, Hz. Şems rolünü Kerim Avşar oynamıştı. Niye hep ikisi? Niye sultanü ulema yok. Niye Seyyid Burhaneddin yok? Efendim Hz. Şemsi çok seviyordu. Mesnevi Şerif'in ikinci cildini okudunuz mu ki Hz. Hüsameddin'i ne kadar çok sevdiğini bileceksiniz. Niye Çelebi Hüsameddin'den bahsetmiyoruz? Konya Müzesinde Çelebi Hüsameddin Mevlana'nın katibi yazıyor. Bu kadar basit ve ucuz mu? Yazacak başka şey bulamadınız mı? Kaç defa söyledim. Değiştirmiyorlar.

 

DELİ OLMAK KOLAY SAÇMA BULMAK ZORDUR!

 

Son günlerde hararetli bir tartışma var; Dünya İslam Günü kutlanmalı mı kutlanmamalı mı şeklinde. Kutlu Doğum Haftası, Dünya İslam günü gibi kutlamalara siz nasıl bakıyorsunuz? Bunlar bir fayda sağlar mı? Oyalayıcı şeyler midir?

 

Hem fayda sağlar hem oyalar. İslam'la başka tür düşünceleri, kurumları yan yana getirmek, birbirine karşı ya da paralel göstermek benim İslam anlayışıma ters. Kapitalizm ne ki İslam?la aynı teraziye koyayım. Anneler, babalar günü ticari şeyler. O günlerin olduğu zamanlarda daha çok alışveriş yapılır. Peki kandillerde niye yapılmıyor? Niçin gazeteler anneler gününü sürmanşetten veriyor da kandil 18. sayfada iki parmak kalınlığında bir haber oluyor? Ve hâlâ Regaip Kandili Hz. Peygamber?in ana rahmine düştüğü gece? Bu ne cehalet ya! Recep?in ilk haftasından Rebiülevvel?e sayıverin 280 gün oluyor mu? Hz. Peygamber noksan mı doğdu? Ayrıca bir özel hayat nasıl bu kadar ahalinin ağzına sakız olabilir ki? Bahsettiğimiz zevat ebeveyni Rasulullah. Hz. Peygamber hakkında edepsizlik sure-i Hucurat'ın ilk ayetleriyle yasaklanmış ve ibadetlerinizi yok farzederim tehdidiyle ortaya konmuştur.

 

12 Rebiülevvel önemli bir tarih. Regaip Allah?ın rağbet ettiği bir gece demektir. Ayrıca Berat hakkında hadis var. Nısfi Şaban önemlidir diyor Hz. Peygamber. Nısfi Şaban; Şaban?ın ortası. Peki Miraç ? İsra'ya inanmamak küfürdür, Mirac'a inanmamak küfür değildir. Çünkü ayet yok? diyor. Peki ayette "Hz. Peygamber size ne verdiyse alın, sizi neden çekindirdiyse çekinin yok mu?" "Uydurmadır hadis belki" diyor. Bu kadar müslümanın inancının uydurma olduğu kabul edilebilir mi? Onun için deli olmak kolay saçma bulmak zordur. Bunlar saçma laflardır. Kendi ellerinde neyin hakikat neyin uydurma olduğunu ölçecek bir şablonu olmayanlar Allah?ın kendilerine vermiş olduğu inanma ve yaratıcısını bulma cevherini bir şekilde tatmin ettikleri zaman doğruluğuna yanlışlığına inanmadan o sahtekarın peşinden gidiyorlar. 28 Şubat zamanında memur olduğuna inandığım Ali Kalkancı bu günlerde uyuşturucudan yakalandı. Bunlar bu nevi adamlar. N'oldu arkasına bir sürü adam takan, ortalığı velveleye veren Müslüm Gündüz ve etrafındakiler neredeler? Ama Mevlevilik, Kadirilik, Nakşibendilik, Halvetilik, Şazelilik hâlâ var. Neden? Hak yol da ondan.

 

 

GERÇEK HAYAT

Share this post


Link to post
Share on other sites

Elif Şafak'ın Aşk'ına dair

 

Merhum Ömer Nasuhi Bilmen, İslami ilimlerin itikad, muamelat ve ahlak olarak üçe ayrıldığını anlatır ve İslam'ın ahlak esaslarının tasavvufta somutlaştığını söyler. Tasavvuf yani tarikatlar İslam ahlakını esas alan, Müslümanı inancı ve amelinin yanı sıra güzel ahlaklı kılmayı hedefleyen kurumlardır.

"Güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim." buyuran Efendimiz aleyhisselam, Rabbimizin tarif ettiği üzere "En Güzel Örnek"tir, kâmil insandır.

Tarikatlar da mensuplarını bu en güzel Örnek'e benzeterek olgunlaştırmayı hedeflerler. Bazılarının zanettiği gibi sadece kimi zikirlerden ibaret değildir tarikat. Mesela Nakşibendi tarikatının Âdâb Risalesi'nde amaçlarının en küçük sünneti dahi ihya etmek olduğu yazılıdır. Yine aynı risale "Keramet-i Kübra(en büyük keramet) şeriatın zahirine bağlılıktır." der. Yani Efendimiz aleyhisselam nasıl yaşadıysa neyi nasıl yaptıysa onu öğrenip uygulama kurumudur tarikatlar. Sadece ibadetleri ifa edip kendisini mükemmel zanneden, Üstad Necip Fazıl'ın ifadesiyle 'ham softa kaba yobaz' değil, mensuplarını tıpkı Efendimiz gibi üstün ahlak sahibi mükemmel bir insan yapmayı amaçlar tarikatlar.

Hak tarikata mensup bir insan normal olarak ibadetlerini eksiksiz yerine getirir, haramlardan mutlak surette kaçınır, sonra da kâmil insan olabilmek için oturmasında kalkmasında, yemesinde içmesinde, insanlar ilişkilerinden kendisine Efendimizi örnek alır. Bir mümin Efendimiz aleyhisselama ne kadar çok benzerse o kadar ahlaklı, o kadar güzel ve o kadar mükemmel bir insan olur.

 

Ve bir mümin Efendimiz aleyhissalama ne kadar benzerse kalbindeki ilahi aşk da o kadar derin olur, o kadar müessir olur, sahibini o kadar yüceltir. İlahi aşka kavuşmuş bir mümin Allah'a ve Efendimiz aleyhisselama muhalefet etmeyi aklının ucundan bile geçirmez. Tasavvuf kitapları bu aşıkların menkıbeleriyle doludur.

İslam'ın ahlak(tasavvuf) anlayışı böyleyken, birileri Allah ve Resulu'ne her türlü muhalefeti sergileyerek, ibadetleri hafife alarak, Peygamber sünnetini küçümseyerek ve haramları irtikap ederek ilahi aşka sahip olunacağını savunur dururlar.

 

Çok fazla reklam yapılıp çok fazla konuşulduğu ve yazıldığı için AŞK isimli romanı ben de okudum. Eleştirmek amacıyla okumadım, o yüzden de hiçbir satırın altını çizmedim.

 

İtiraf etmek gerekirse kitap kendisini okutuyor. Çeviriden kaynaklanan kimi eksikliklere rağmen dili akıcı bir üsluba sahip. Türkçesi de Orhan Pamuk'un Türkçesinden daha güzel geldi bana.

Muhteva için aynı değerlendirmeyi yapamayacağım. Hele Mevlana gibi bir örnek insanı eksen alıp onun aşk anlayışını günümüz insanına taşırken takip edilen yol fevkalade bozuktu.

 

Düz bir yolda gittiğinizi düşünürken ayağınıza sürekli taşlar takılsa, çukurlara düşseniz, üzerinize çamur sıçrasa ne hissederseniz, kitabı okurken de aynı şeyleri hissediyorsunuz.

İslam'ı az buçuk bilenler kitaptaki İslam ile taban tabana zıt unsurları düz yolda ayağına takılan taş gibi çok açık ve bariz bir şekilde görürler.

 

Maalesef Aşk isimli roman İslam dininden, İslam düşüncesinden ve İslam ahlakından sapan ve saptıran bir roman olmuş. Günümüzdeki laikçi kesimin din anlayışını Mevlana'ya mal ederek İslam'ı tahrife teşebbüs etmiştir.

İlahi aşka tutulmuş bir insan düşünün, haramları irtikap etmekten hiç çekinmiyor, ibadetleri öyle küçümsüyor ki hiç yapılmasa bile bir önemi kalmıyor, insanlar arasındaki ilişkilerde örnek insan Efendimiz aleyhisselamın koyduğu esasları hiç kaale almıyor. Ama kalbi temiz olduğu için ilahi aşk sahibi oluyorlar ve yükseklerde uçuyorlar.

 

Üstelik bu anlayışa da Mevlana'yı alet ediyorlar. Oysa Mevlana, "Şeriat, bir kaynaktır ve hükümleri herkes içindir. Şeriata uyan manevi huzur ve zevkler elde eder."(Fihimafih mukaddimesi sh.21) diyerek, dinin hükümlerinden kimseyi hariçte tutmuyor ve üstelik manevi zevk almak için dinin emirlerine uymanın gereğine işaret ediyor. Bu kitapta tarif edilen aşıklarsa kendilerini dinin hükümlerinden müstağni tutuyorlar ve sadece kalplerindeki huzur ve zevki tanıyorlar. Romanda anlatılan aşk, ilahi bir aşktan ziyade iğva edilmiş kalpleri anlatıyor gibi geldi bana.

 

Kitaptaki ilahi aşka mazhar kahraman hayatının son iki yılını henüz kocasından ayrılmamış evli bir kadınla birlikte geçiriyor. Kitap bu iki şahsı kahramanlaştırarak sona eriyor.

 

Elif Şafak hanımın şahsına söyleyecek sözüm yok. Böyle yazdığına göre demek ki böyle öğrenmiş böyle biliyor.

Benim asıl sitemim bu alanı boş bırakan ehil insanlara. Siz yazmazsanız birileri işte böyle çıkar, iğvayı ilahi aşk diye satar.

 

 

 

Resul Tosun

Share this post


Link to post
Share on other sites

Elif Şafak´ın Aşk´ına bir eleştiri denemesi: Aşk kağıda yazılmıyor Mihriban!

 

Elif Şafak Aşk´ı yazdı; yüz binlerce sattı; kem gözlere şiş, hâlâ da peynir ekmek gibi gidiyor. Pembe kapaklısının müşterisi ayrı, gri kapaklısının ayrı… Meğer insanlarımız aşka nasıl da susamış… Dilimize pelesenk oldu aşk. İlişkisinin aşk olmadığını/olmayabileceğini düşünen yok neredeyse. Çiftler birbirine ‘aşkım´ diye hitap etmiyorsa, dillerdeki bu eksiklik, gönüllerdeki eksikliğe delil kabul ediliyor. Ağızlarda sakız ettik aşkı. O kadar ki, bu gözler şahit, köpeğine bile aşkım diyenler var. Piyasa malı haline gelmiş bir aşk, pek matah bir şey olmasa gerek. Leyla ile Mecnun´un aşkına öykünülür, Mevlana ile Şems-i Tebrizî´nin aşkına gıpta edilir de, köpeğine ‘aşkımmm´ diyen birinin aşkına öykünülmez herhalde. Doğrusu, bu kadar çok konuşulmasına rağmen, insanların aşkı bildikleri şüpheli. Olur olmaz, bayağı kadın erkek ilişkilerini aşk sanmak, ne kadar aşk cahili olduğumuzun ispatı değil mi? Sıradan insanların aşkı bilmemesinde şaşılacak ve garipsenecek bir durum yok; Elif Şafak acaba aşkı biliyor mu?

 

“Yahu kadın aşkın kitabını yazmış, senin sorduğun soruya bak, laf mı bu!”

 

Dücane Cündioğlu yırtınadursun “Aşkın kuralı mı olurmuş!” diye, hanımefendi üşenmemiş, tam 40 kural koymuş ortaya… İnşallah, mezarında kemikleri sızlamıyordur Tebriz güneşinin. Yazarımızın hiç vicdanı sızlamamış bunları yazarken. Hiç düşünmemiş, “aşkın kuralı olmaz derlerdi, bunlar da neyin nesi” diye… Belli ki, Mihriban türküsü de hiç kulağına çalınmamış: “Yar deyince kalem elden düşüyor / Lambada titreyen alev üşüyor / Aşk kağıda yazılmıyor Mihriban” Aşkın koşulu yoktur ki kuralı olsun. Aşk karşılıksızdır. Aşk hasbiliği gerektirir; hesapsız olmayı. Hesap ve çıkar olmayınca, kural da olmaz. Akıl kural vaz eder, gönülse ferman dinlemez!

Elif Şafak´ın Aşk kitabı için yapılabilecek en temel eleştiri budur. Yazarımız kurallar koymakla, aşkı aklıyla yazdığını ispatlamaktadır. Kays çöllere düştüğüne, aklını yitirdiğine yansın!

 

Aşkın kitabını yazmak kabilse, bu akılla değil, ancak gönülle yazılabilir. Elif Şafak´ın Aşk´ının gönülle bir rabıtası olmadığı apaçıktır. Gönülden çıkmayınca, sûfîlik özentisi de aşka bir anlam ve değer katmaya yetmemiştir. Aşk kitabının gönülle bir ilişkisi olmadığı tespiti, işin özüne dair temel bir eleştiridir. Bu nedenle kitapla ilgili bir yargıya varmamız için yeterlidir. Ancak yazara ve eserine dair eleştiriler bununla sınırla kalmış olsaydı, en fazla söylenecek şey şu olurdu: Kifayetsiz! Fakat daha vahim bir durumla karşı karşıya olduğumuzu belirtmek gerekir. Maalesef yazarımız hem kifayetsizdir, hem de muhteris! Ben Elif Şafak´ta, Orhan Pamuk´un dişi versiyonunu görüyorum. Yazar, Nobel´e giden yolu bilmektedir; Baba ve Piç´ten sonra Aşk, yazarımızın, bu yola koyulduğunun belgesi niteliğindedir. Yazarın niyeti, aşk üzerine iyi niyetli bir deneme değildir. Yazar, Mevlana ve Şems-i Tebrizî gibi Doğu´nun en büyük hazinelerini, Batılılara yağmalatmak istemektedir. Dücane Cündioğlu, “Altın bulmak ümidiyle erenlerin türbesine kazma vurulmaz” diye endişelerini dile getirirken yerden göğe kadar haklı değil midir?

 

Yazar, Batı´da Mesnevi´nin İncil´den sonra en çok okunan kitap olduğunu gayet iyi biliyor. Mevlana ile Şems-i Tebrizî´nin kendi alemlerindeki ‘aşk ilişkisi´nin Batı tarafından sapkın yorumlara konu edildiğini de… Hakk´la tanışmayanların bu aşkı anlamaları mümkün değildir elbet. Batılıların bunu anlamamaları gayet normal. Ancak bu toprakların sesi olması gereken yazarın, Batılıların penceresinden aşkı yazması doğrusu çok daha manidardır. Biz aşkı yazan bir yazarın gözlerinin aşktan kör olmasını beklerdik, ne ki Elif Şafak´ın Nobel saplantısı gözlerini kör etmiş görünmektedir. Her hamlesi buna dönüktür, Baba ve Piç romanında, Ermeni tezlerini dillendirmiş ve bir Türk yazarın vicdanında Türkleri mahkûm etmiştir. Bu çıkışının Batı´da dikkat çekeceğinden emindir yazar, nitekim bu kanaatinde yanılmadığı görülmüştür. Orhan Pamuk da bu yollardan geçmiştir, Elif hanım Orhan Pamuk´un kılavuzluğundan gayet maharetle yararlanmayı bilmektedir. Aşk romanında yerleşik ve yerli değerlerin içlerinin boşaltılması, değersizleştirilmesi ve Batı anlayışına uygun yeniden modife edilmesi çabaları sürmektedir. Her ne kadar Mevlana demekteyse de, Şems-i Tebrizi´den söz etmekteyse de, İslam´a dair inciler döktürmekteyse de, yazarın bütün bunları Batılı değerlerle yeniden ürettiği bellidir.

 

Roman kahramanımız Aziz bile, Mevlana´yı en iyi Batılıların anladığı iddiasının tezahürüdür. Çöl gülü tiplemesi, Mevlana ve aşk konulu bir çalışmada ne kadar yerli yerindedir, oturmuştur! Cündioğlu, “Hiristiyan okuyucuların ihtiyacı dikkate alınarak üretilmiş Maria Magdalena taklidi” derken yerinde bir tespitte bulunmaktadır. Bunları, yazarın roman tekniği içinde kullandığı / kullanmak zorunda hissettiği dolgu malzemeleri olarak saymak mümkün denilebilir, ancak Batılı değerlere uygun ‘üretilmiş İslam´ tezlerini misyon edinmesinin affedilir yanı olabilir mi? Romanda bilinçli olarak geleneksel İslam´a ve şeriata dair yer alan bütün figürler, kötü ve demode olarak kurgulanmıştır. Çöl gülü hadi tövbekârdır, iyi gösterilmeyi hak etmektedir, peki masadan başını kaldırmayan Sarhoş Süleyman bile sevimli gösterilirken, Cengaver Baybars´ın iki yüzlü, Şeyh Yasin´in Şeriat´tan başka bir şey bilmez bir tutucu olarak gösterilmesi ve yargısız infaza tabi tutulması tesadüf olabilir mi? Şems-i Tebrizî´nin hoşgörü iklimi Çöl gülünü, Sarhoş Süleyman´ı kuşatıyor, fakat yıldızı Şeyh Yasin´le, Baybars´la bir türlü barışmıyor? Öyle bir portre çizilmiş ki, Şems´in yolu camiye uğramıyor hiç, cami cemaati ile ne konuşacağı, ne paylaşacağı bir şey var… Hâşâ zındığın teki… Yazarımız Mevlana´yı bile meyhaneye yolluyor da, Şems´e, Mevlana´yı görmek için bile olsa camiden içeri adım attırmıyor. Şems, şarabı içmekte sakınca görmüyor; Mevlana´nın kırmızı şarabın tadıyla tanışmasına ise ramak kalıyor…

 

Bütün bunlar, Elif hanımın Batı algısına uygun piyasa malı üretimleri… Şeriat bağnazlıktır. Mevlana her ne kadar önceleri bağnazların başı ise de, Şems´le halvet olduktan sonra, İslam´ın batınî yorumuyla tanışınca, sanki şeriatın kalıplarından, bağnazlıklarından kendini kurtarmıştır. Şems-i Tebrizî´nin ‘Meryem putunu´ hoş görmesi de bu anlayışın uzantısı bir zırvalıktan başka anlama gelmemektedir.

Sanki ‘aşk´la tanışanlara Kur´an-ı ve Kur´an İslamını kendi kafalarına göre yorumlama hakkı bahşedilmektedir. Yok böyle bir şey. Sanki Peygamberleri bile bağlayan İslamın kuralları, batınî dervişler için sınırlayıcı değildir. Onlar ruh esrikliği içinde ne şeriat dinlemektedirler, ne din diyanet! Hal böyle olunca Şems-i Tebrizî´nin Şeyh Yasin´le takışmasından daha doğal ne olabilir!

 

Elif Şafak´ın romanını iyi niyetli bir deneme kabul etsek bile, İslam algısında bir problem olduğunda şüphe yoktur. Kaldı ki, bu nakıse ve çarpıklık, bilgisizlikten değil, bilinçli tercihten kaynaklanmaktadır. Batı dünyasının anlayışına ve algısına uygun hazlar devşirilmek istenmektedir. Bu yaklaşım tarzı, Elif Şafak´ın aşk algısını da problemli hale getirmiştir. Buna rağmen Ella´nın Aziz´e görmeden aşık olmasını, Şafak´ın hanesine yazılacak bir artı olarak değerlendirmek mümkün olabilir. Öyle ya, insanlar, aşkın bin türlü hali olduğuna; hesaba kitaba sığmadığına inanırlar ama yine de görmeden aşka asla ihtimal vermezler. Böyle bir şey muhaldir onlara göre. (Oysa aşkın gözü kör değil midir, nasıl görülebilir ki!) Bense aşkta imkânsızın imkansız olduğuna inanırım. Onlar görmeden aşka şaştıkça, ben de onların bu hallerine şaşarım.

Sözde Allah´ı severler! Sormak lazım, Allah´ı görmüşler midir hiç! Ya Peygamber aşklarına ne demeli!

Dünya gözü beğenilerimiz içindir. Göz görür, ama gönül sever… Gönül gözünün görmesi ve sevmesidir esas olan. Aşk, gönül iklimine cemre düşmesi gibidir; ıpılık hisler yayılır önce, toprağın uyanması gibi uyanır bütün duygular. Hazların bütün çeşitlerinden, ıstırapların bütün nüanslarına kadar her bir duygu tomurcuğa durur. Bazen Nisan yağmuru olur, ipil ipil yağar yüreğe. Bazen yanardağ olur, lav püskürtür…

 

Aşk halden hale sokar insanı. Kâh hamuş (suskun) dersiniz kendinize Mevlana gibi, kâh her bir sözcük inci tanesi gibi şiir olur dökülür dudaklarınızdan. Aşk ne görülebilir, ne öngörülebilir… Gönle düşer, uzak yakın demeden. Ne aradaki dağları dinler, ne yılları… Kırk yılda bir görülen depremle sarsılırsınız, sıtma nöbetine yakalanmış gibi. Aklınız itiraz eder mütemadiyen. Ama gönül ferman dinlemez! Sonra akıl da kalmaz başta; Mecnun olur düşersiniz çöllere. Mevlana´nın Şems´le hemhal olduktan sonra, dünya ile bağlantısını kesmesi, çoluğunu çocuğunu, evini barkını unutması, hikaye ya da rivayet değildir.

 

Dünya gözüyle görseniz ne olur, görmeseniz ne olur! Ses olur önce, siz elbise gibi bir beden giydirirsiniz. Dudaklarını hayal edersiniz mesela. Sonra gözlerini ve gözlerindeki pırıltıyı… Sesinin tınısı ve gözlerindeki ışıltı güneş olur; bir yandan içinizi ısıtırken, bir yandan da kardan adama çevirir sizi. Tanrı kendi ruhundan üfürür; bu aşktır. Tanrı´nın aradığı Mecnun yürek sizdeyse, Leyla´yı bulmak da, Mevla´yı bulmak da mesele değildir artık. Mecnun Leyla´yı görse ne olur, sanki tanıyacak mı? Bana öyle gelmektedir ki, Elif Şafak, Mevlana ile Şems-i Tebrizî aşkından, Ella-Aziz aşkı çıkarmakla, sanki sarayın atlas perdelerinden paspas yapmıştır. Elif Şafak´ın metalaştırdığı aşk, belki yüz binlerce satarak milyon dolarlar etti, ama aşıkların gözünde beş para etmedi. Son söz yerine: Aşk kağıda yazılmıyor Mihriban!

 

 

Selami Güdener,anadolugenclik.com.tr

Share this post


Link to post
Share on other sites

Hem yazık, hem de ayıp etmiş aşka Elif Şafak. Sırf Batı ve Doğu arasında bir denge kurayım, dinler farklı olsada hepsinin özü birdir anlayışını dile getireyim, bağnazları, yobazları ve Aşk'sızları yazayım türünden şeylerle doldurmuş kitabı. Alakasız karakterler, zoraki ilintilemeler ve anlama/kavrama tezat benzetmeler vs. vs..

 

Aşk ! Eyvallah aşkta, hangi ve nasıl aşk? Şekilden şekile sokulan aşk mı? Hangi peygamber, hangi sahabe ve hangi Allah dostu böyle bir aşk yaşamıştır Allah aşkına? Herşeyi kalbe, mantığa, kuru ve anlamsız bir hoşgörü tarifine bağlamak ne kadar uygundur Aşk'a ve onun özüne?

 

Yaz Mısır'ı Züleyha'yı, Belkıs'ı, Nil'i... Yaz Hz.Meryem'i, Amine'yi, Hatice'yi (rh.a)... Zülfikar'ı, Ali'yi (kv), Mansur'u yaz. Behlül Daneyi, Pir-i Geylani'yi, Rabbani'yi yaz..

 

Yetmedi mi Hz. Mevlana'nın ve onun hak namına çektiği çileyi, uzleti yaz...

 

Sanırsam saçmalamaya ve aşktan zerre kadar anlamadığımı belli etmeye başladım. Affola.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Kitabı bende okudum fakat eleştirmek için çünkü biliyordum en azından tahmin ediyordum içindekileri.Kendilerini bedavadan,hiç çile çekmeden dindar olmak isteyenler için harika bir kitap.Sol görüşlüinsanlar için keza öyle.Çünkü onlar öyle bir inanç isityorlar.Herşey kalpten olmalı.O halde haşa Peygamberlere ne gerek vardı?Boşuna mı o kadar din büyüğü bu dini yorumladı bir şekilde bişeyler çıkrdı.kitaba göre hepsi boşa uğraştı herkes kendi inancın yaşasın.Namaz kılmayalım,ibadet etmeyelim.Tefekkürle büyük alim olalım.Tabi tefekkür çok zor bir ibadettir ama benim söylemek istediğim sadec düşünmek.Boş bir şekilde düşünmek.Beni en çok üzende güvendiğim kitapçılarda baş köşeye konması oldu.Yazık bu kadar yanlış anlatılan Mevlana Şems ilişkisini bu kadar baştacı yapmak.Üzülüyorum kimse görmüyor.Bunlarla yani hiçbişey yapmadan ibadet etmeden yükseleceğimizi düşündüren bizi tembelliğe alıştıran bu gibi kitaplara bu kadar çok değer veriliyor.Mevlana hakkında araştırma yapan o kadar büyük isimler varken dün çıkıp gelen bi yazarın yanlış bi şekilde anlatılan romanına bu kadar çok iltifat edilmesine anlam veremiyorum.Yazıyı yazan kardeşime teşekkür ederim.Hala kitabı düşündükçe sinirleniyorum.Koskoca Şemse şarap içiren kitaptan ne beklenir bilemiyorum.Saygılarımla...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...
Sign in to follow this  

×
×
  • Create New...