kurşunkalem 56 Report post Posted January 17, 2010 Yazar taifesinin içinden zaman zaman bir ses yükselir O ses dürtüklemeye başlar yazarı: Şunu da yazsana! Yazmak için bazen zemin, bazen zaman müsait olmaz, ama iç ses umursamaz bile, dürtüklemelerini aralıksız sürdürür: Ne duruyorsun, hadi yazsana! Sonunda tartışmaya başlarsınız: Yapma, bu konu çok netameli bir konu dersiniz. Olsun der, yine de yazmalısın. Bulaşmak istemediğinizi söylersiniz Bu sefer Anladım korkuyorsun diye gülmeye başlar. Korkmadığınızı, sadece prensiplerinize sadık kalmak istediğinizi anlatmayı denersiniz Korkularına prensip kılıfı geçirmişsin diye alay eder. Sonunda dayanamaz bilgisayarınızın başına geçersiniz İçinizdeki ses, bu kez farklı biçimde sıkıştırmaya başlar: Ohooo, sade suya tirit gidiyorsun. Ne olacaktı ki?.. Sert, daha sert yaz yahu! Öyle bir yazı yaz ki, muhatabınız zir u zeber olsun, okuyanların da yüreği ferahlasın, oh beee desinler. Ama benim üslubum bu Şimdi de korkuna üslup diyorsun. Bırak bu eskimiş mazeretleri, millet neler yazıyor, hadi bindir! Ne yani, hakaret mi edeyim? Et tabii, o bunu çoktan hak etti! Olmaz, ben kişileri muhatap almam. Benim işim fikirlerle Hadi oradan!.. O adam bir fikir erbabı zaten, ona vurmak fikrini vurmaktır. Yaz işte! İçinden gelen ses, yazarı durup dinlenmeden kışkırtır Sonunda öyle bir noktaya gelirsiniz ki, artık dayanamazsınız Tam o kertede, eski bir genel yayın yönetmeni olarak türbanlı bir kadın yazar almadığına hayıflanan Ertuğrul Beye, (15 Ocak 2010 tarihli Hürriyet) Günaydın sayın eski genel yayın yönetmeni Ertuğrul Bey deyiverirsiniz Sabah şerifler hayrola! Eminim gazetenize gelecek türbanlı kadın yazarlar vardır Daha önce türbansız erkekler nasıl gelmişse, bunlardan bazıları da gelebilir. Lakin esas konu, genel yayın yönetmenliği döneminizde türbanlı kadın yazarları ıskalamak değil, kadının giyim-kuşam özgürlüğünü ıskalamanızdır Hadi bunu da yiyelim ve Niyetiniz mübarek olsun diyelim, peki 28 Şubat sürecinde yaptığınız gazeteleri, attığınız manşetleri, başörtüsü aleyhine yazdığınız yazıları, başörtülüler hakkında gazetenizde çıkan aşağılayıcı haberleri ne yapacağız? Bunları yapmamak için türbanlı kadın yazarları keşfetmeye ihtiyaç yoktu ki Hafiften özgürlükçü olmak yeter de artardı bile Onların gazetenizin kimi yazarları tarafından hamamböceğine (karafatma diye yazmışlardı) benzetilmesine karşı sesinizi yükseltseniz yeterdi Bu kadar da olmaz deseniz Buna hakkımız yok diye yan çizseniz hafiften Belki o zaman ailenizdeki hacıları-hocaları ve dahi başörtülüleri saymanıza da gerek kalmazdı. Size karanlık odaklardan gönderilen karalamaların yalan olduğunu anlamanız için dindar olmanız gerekmezdi, gazetecilik sezgilerinizi kullansanız yeterdi Gazetecilik sezgilerinizi kullansaydınız, Ali Kalkancılı, Fadimeli, Müslümlü, eli sopalı Aczimendli sızdırmalarda komplo kokusu alır, bu kadar tesadüfün ancak eski Yeşilçam filmlerinde bir araya gelebileceğini düşünürdünüz Danıştay cinayeti ve benzeri cinayetlerin ortalığı bulandırmak isteyenler tarafından tezgâhlandığını görebilir, bu bahane ile dindarları manşetten yargısız infaza tabi tutmazdınız. Devr-i iktidarınızda 28 Şubat komplosunun parçası olduktan ve gazetenizi o sürecin güdümüne soktuktan sonra, şu sade yazarlık günlerinizde, Ah türbanlı yazar, vah türbanlı yazar deseniz kaç yazar? Hatırlayın ki, demokrasinin üzerinden geçirilen tankları yönetenler, sizin, yazarlarınızın ve yayın grubunuzun (onlarca gazete, dergi, radyo, televizyon) desteği sayesinde pervasızlaştılar Siz karaya ak dedikçe palazlanıp, Yeşil sermaye listeleri yayınladılar Fadime kız her akşam sizin grubun kanallarında arz-ı endam edip sahte gözyaşlarıyla ıslattığı maceraları sayesinde binlerce mazlum mağdur oldu Binlercesi işini, şirketini, ekmeğini, emeğini yitirdi Binlerce insan maddi-mânevi işkence altında aylarca yaşadı Sizi bu yola sürükleyenler ise eminim halinize kahkahalarla gülüyorlardı Kırk yıllık meslekdaşınız olarak, sadece şunu merak ediyorum Bari pişman mısınız? Pişmansanız, ömrünüzün kalan kısmında sadece pişmanlıklarınızı yazın Kırk yılınız daha kalmışsa (inşallah daha uzun yaşar ve görürsünüz), pişmanlıklarınızı dillendirmeye belki yeter. Quote Share this post Link to post Share on other sites
kurşunkalem 56 Report post Posted February 13, 2010 Gerçek hayat-sanal yaşam Hayat tuhaf! Her anı sürprizlerle dolu… Her an “oh”unuz “ah”a dönüşebilir… Bir gün balyoz gibi bir cümle düşer beyninize: “Yapabileceğimiz bir şey yok!” der, doktorunuz… Bu “Ölüme mahkûmsunuz” anlamına gelmektedir… Dünyanız başınıza yıkılır, kala kalırsınız. Oysa hepimiz aslında ölüme mahkûmuz, dostlarım! Mademki ecel gizli, ne zaman, nerede, hangi şartlar altında geleceği belirsiz, hayatımız namlunun ucunda demektir. Balyozcu cuntalar adınızı “ölüm listesi”ne yazsalar da yazmasalar da fark etmez… Ha üç gün önce, ha yirmi üç yıl sonra; fark etmez… Bugün yaşayanlar yarın ölecek! Yüz sene sonrasına hiç birimiz kalmayacağız. Ne var ki, bunu düşünmek işimize gelmiyor. Ölüm yokmuş gibi yaşıyoruz. Ve en güzel zamanlarımızı çöplüğe fırlatıyoruz… Hayatımıza sonsuzluklar inşa etmek gibi bir çabamız yok. En sevdiğimiz şeylerden biri de vakit öldürmek: Vakit öldürerek yaşıyoruz! Kütüphaneler boş, kahvehaneler, meyhaneler dolu… Kitap okumada sonuncu, dondurma üretmede üçüncüyüz… Sigara içme oranımız yüksek, eğitim ortalamamız düşük (Kişi başına üçbuçuk yıl)… Bunların nedenleri üzerine kafa patlatacağımıza, her akşam ekrana kilitlenip gerçek hayattan kopmayı yeğliyoruz. Her akşamımızı televizyon başında zaman yitire yitire, hayatımızı yitirmeye başladık neredeyse… Hayatımızı yitirmesek bile, her gece, geleneklerimizden, göreneklerimizden bir şeyler yitiriyoruz… Baksanıza artık eski saygıdan, sevgiden, ilgiden, bilgiden ve derin aşklardan eser kalmadı. Her şey sanallaştı neredeyse; sever gibi, bilir gibi, görür gibi, hatta yaşar gibi yapıyoruz! Evimizin her yerinde, bizi yirmi dört saat izleyen kameralar yok, ama beynimizin içi kamera dolu; kendimizi zumluyor, belki farkında olmadan rol kesiyoruz. Yaşamak yerine rol yapmak, ne vahim bir olgu! Ayrıca, bizim olmayan bir hayatı bizimmiş gibi algılamak korkunç! Sonuçta suç oranları arttı. Şehirlerimiz gasptan, çeteden, soygundan geçilmiyor. Ve ilgililer kara kara neden böyle olduğunu düşünüyorlar? Ya ne olacaktı? Masum masumcuk bir Türkiye’ye mi ulaşacaktık? Öyle bir Türkiye oluşturmak için çabalamadık ki biz, böyle bir Türkiye oluşturmak için çabaladık… Sürekli rüzgâr ektik açıkçası; fırtına biçmeye başlayınca da sorgulamaya başladık: “Acaba soygun, kapkaç, gasp olayları neden arttı”?, “Mehmet Ali Ağca’ya neden böyle ilgi gösteriliyor?” Başka ne olacaktı ki? Yersiz merakımız uğruna akşamlarımızı verdiğimiz “dizi film”lerde katiller resmigeçidi var… Her gün onlarca adam katleden katillerle amcasının karısına sarkan reziller “kahraman” olarak sunuluyor bize! Her gece onlarca şiddet sahnesi izliyor çocuklarımız… Toplumun “sapma” saydığı “cinsel tercih”ler “normal”mış gibi gösteriliyor… Çıtımız çıkmıyor… Ama bunlar toplumsal fırtınaya dönüşünce, feryada başlıyoruz: “Suç oranları arttı!.. Katiller kahraman oldu!..” Sabah şerifleriniz hayrolsun, efendim! ¥ Her akşam ortalama 5 saat seyrettiğiniz televizyonunuz, bakın size neler veriyor?.. 1. Ekrandaki ailelerin eğitim düzeyiyle eğitim düzeyimiz, gelir düzeyleriyle gelir düzeyimiz, terbiye anlayışlarıyla terbiye anlayışımız uyuşmuyor. Hatta sık sık taban tabana zıtlaşıyor. 2. Ekrandaki ailelerin namus anlayışı, toplum ekseriyetimizin “namus” telâkkisine uymuyor. Ekranda her türlü sapıklık kol geziyor… 3. Dizilerdeki insan ilişkileri yapay. İnsanlarda yardımlaşma duygusu yok. Her şey menfaat üzerine dönüyor… 4. Televizyonda yoğun biçimde gösterilen aile yapısının yüzde 20'si Amerikan tipi. Türk tipi aile yapısı yüzdesi yalnızca 14… 5. Sık sık ekrana sürülen tiplerden yüzde 74'ü üst gelir grubundan. Toplumumuzda ekseriyeti teşkil eden düşük gelir gruplarının ekrana yansıma oranı ise yalnızca yüzde 26… Sonuç: Ekranda seyrettiğimiz insan modeli ve aile yapısı ile bizim insan modelimiz ve aile yapımız arasında hiçbir bağ yok... Televizyonlarımızdaki aileler aile hayatımızın bir iz düşümü değil. Anlayacağınız televizyon, toplumun içinde yaşamadığı bir hayatı ve dünyayı, topluma dayatıyor… Ya gerçek hayat?.. Hatırlayın ki, bu memlekette topraktan askeri mühimmat fışkırıyor… Kuvvet komutanlığı yapmış insanlar suiistimalden hüküm giyiyor (Eski bir Deniz Kuvvetleri Komutanı mahkûm oldu)… Bu ülkede arka arkaya darbe plânları deşifre oluyor, “Darbe sonrasında kalemi kırılacak gazeteciler”le “Yararlanılacak gazeteciler” listesi yayınlanıyor… Bu ülkede “Laikliği koruyup kollama”yı kendine görev addettiğini söyleyen medya patronları ile tanınmış bazı işadamları kendi bankalarını hortumluyor… Bu ülkede tanınmış “sanatçı”lar evlenip boşanmaktan ve “âşık” değiştirmekten fırsat bulup “sanat” yapamıyor… Üstüne üstlük, bir de din başta olmak üzere moral değerler ideolojik nedenlerden dolayı sürekli saldırıya uğruyor, insanların imanıyla, vicdanıyla, yüreğiyle ve kılık kıyafetiyle oynanıyor… Böyle bir ülkede “doğru insan” yerine, bol miktarda hırsız, soyguncu, çeteci, sahtekâr, gaspçı, kapkaççı, ayyaş, esrarkeş yetişir… Katiller de saygı görür! Quote Share this post Link to post Share on other sites
malkomx 0 Report post Posted February 14, 2010 15 yıldır yazılarını okurum enson osmanlı tarihi kitabını aldım müthiş bir insan gerçek osmanlı aşığı allah uzun ömür versin kendisine gençliğin bunun gibilere ihtiyacı var Quote Share this post Link to post Share on other sites
Eşref Bey 58 Report post Posted March 3, 2010 Türkiye'de tarih romancılığını başlatan büyük isim birçok kitabını okudum,halada okumaya devam ediyorum.Çocuklarımıza okutmamız gereken başucu kitaplarından hepsi.Tarihe merakı artıran ondanda öte tarihi okurken öğreten,insana okudukça tarihi aşılayan,insanı aşka getiren kitapları her yaşta okumaya değer.Saygılarımla... Quote Share this post Link to post Share on other sites