Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Sign in to follow this  
Muvazene

Üstad'ın Siyasilerle Olan İlişkilerine Kısa Bir Bakış

Recommended Posts

Üstad, siyasetle doğrudan ilgilenen biri değildir. Siyaseti bir vasıta olarak görmekte, idealinde portresini çizdiği lideri aramaktadır. Her yeni karşılaştığı siyasetçiyi kendi kriterleriyle ölçüye vurur. Karşısındakinin 'aranan adam' olup olmadığına bakar, önce umutlanır ve hayaller kurar. Ancak her defasında hayal kırıklığına uğrar. Ve umut gördüğü için değil, sadece yaşadığı hayal kırıklığının itmesiyle başka birinin yanına gider. Döneminin siyasetçileriyle inişli çıkışlı ilişkilerindeki iletişimine ve çatışmalarına bakarak onun siyasetle olan bağını çıkartabiliriz.

 

Celal Bayar: Ağaç dergisini o zaman İktisat Vekili olan Celal Bayar'ın tedarik ettiği ilan gelirleri sayesinde çıkarabilmiştir. Üstelik memuriyetine zarar gelmeden bunun üstesinden gelmesini sağlayan kişi de O'dur. Ağaç dergisi başarısız olur. Zaman içinde İş bankasından istifa eder. Ve 1943'de Büyük Doğu'yu çıkarmaya başlar. Önceleri Celal Bayar ile Mareşal'i maddi ve ruhi çöküntüyü durdurmak üzere bir noktada buluşturmak ister. Ancak başaramaz. Giderek ondan uzaklaşır. Davayı anlamamakta, üstelik anlaması mümkün görünmemektedir. Sonunda der ki; "Bundan böyle şahsınıza ve bazı şahsi vasıflarınıza hürmetim mahfuz kalarak, size zıt bir istikamet tutacak olursam, beni mazur görünüz! O da izin verir: "Serbestsiniz!" Yolları ayrılır.

 

Menderes: Menderes'le iki kez görüşmüştür. İlki iktidarının başında. Diğeri ise ihtilale birkaç gün kala. İlkinde çok heyecanlanmış, ona millet adına büyük ümitler bağlamıştır. Görüşmeden çıkarken zihni "Yoksa beklediğimiz kahraman Adnan Menderes midir?" sorusuyla meşguldür. Ve kısa sürede ikna olur: "bu öksüz milletin hasretini heykelleştiren veya heykelleştirmeye aday biricik şahsiyet O'dur. Ender zeka ve ruhlardan biridir."

1952 yılında Menderes'e üç mektup yazar. İlkinde ilk görüşte O'nun için bir kıymet belirtmediğini itiraf eder: "Sizi uzun müddet, hatta demokrat parti kuruculuğunuz içinde, muayyen bir vahid olarak tanıyamadım. Ne şube şube varlığınız, ne de kısım kısım yokluğunuz üzerinde bir teşhise varabilmiştim."

Ancak bu tesbitini sadece kendi bakışı değil, Menderes'in duruşu da belirlemiştir: "Muhakkak ki siz, o zamanlar, doğrudan doğruya kendi öz rengini kumaşa hâkim kılmaktan çekinen, bir tohumun merkezindeki gizli mihrak halinde için için yaşayan ve sert çizgili tezahür ifadelerinden kaçınan bir mizaca sahiptiniz." Sonrasında teşhisini koyar: "Telaşsız, nümayişsiz, rahat, emin, ve bilhassa hesap ustası şahsiyetiniz, pek cesur ve ileri bir ilk çıkıştan sonra, zaman ve mekâna göre parça parça kendisini göstermeye başladı."

 

Sonrasında büyük heyecan dalgası vardır: "Kanaat getirmiştim ki, siz, Demokrat Parti kadrosunda, zaman ve mekânı kollayıcı ve büyük küçük huzursuzluklardan kaçınıcı mizacınız gereğince, bütün bir bünye taklibini sindire sindire başarmak isteyen ve mensup bulunduğu umumî topluluğun bir kaç istikamete bölümlü hizipleri arasında çetin bir kulis ıstırabı yaşayan, fakat bir simyacı gibi dozları tanıyan ve nihaî terkibine güvenen ve esasta bu mahzun vatanın, bu öksüz milletin hasretini heykelleştiren veya heykelleştirmeye namzet bulunan biricik şahsiyettiniz. (...) Siz, her parti alâkası dışında. Adnan Menderes olarak, bu vatanın şiddetle muhtaç olduğu ve en hassas dakikada başında bulduğu ender zekâ ve ruhlardan biriydiniz!"

 

İkinci mektupta biraz daha ilerletir düşüncelerini. Menderes hakkında daha cesur tespitleri vardır. "Anadolu çocuğudur: zehirli Makedonya istikametinin Türk ve Müslüman isimli gizli misyonerlerinden veya ruhu çürümüşlerden değildir. Tam bir aile reisidir: aile sahibi olmayan ve baba sıfatını taşımayan ebedi yalnızlardan değildir.

Babadan oğula meşru ölçüyle zengindir: iktidar makamına sadece menfaat ihtirasıyla göz dikmiş doymak ve kanmak bilmez aç ve çıplaklardan değildir."

 

Üçüncü mektubunda artık Menderes'te karar kılmıştır ve milletin davasını, Büyük Doğu'yu Ona anlatacak ve ondan ümit bekleyecektir: "Ona doğru gideceğiz ve dâvamızı onun nezdinde kıymetlendirmeğe çalışacağız! Yol budur!"

Menderes'i hep partiden ayrı olarak değerlendirir.

Büyük umutlarla başlayan Menderes ve Demokrat Parti iktidarı ile olan ilişkisi iniş çıkışlarla devam eder. Davaları, tutuklanmaları, hapisleri bu dönemde de sürer. Örtülü ödenekten aldığı desteklerle Büyük Doğu dergisi biraz rahat nefes alır. Ancak Büyük Doğu davasını toptan destekleyecek bakış ve birikim Menderes ve ekibinde yoktur. Davasında yalnız olduğunu bir kez daha fark eder.

İktidarı bazı aşırılıkları önlemesi için ikna etmeye uğraşırken ihtilal olur.

27 mayıs ihtilalini şöyle yorumlar: "Muazzez türk ordusu içinde yumruk imtiyazını kafa hakkından üstün gören fikirsiz ve irfansız bir hizbin nefsani davranışı." Aynı ihtilalin hükümet açısından bakıldığında yorumu ise şöyledir: "Yoğurttan bir hükümete mukavvadan bir hançer saplamak."

İhtilalin ardından Yassıada duruşmalarına katılmış, örtülü ödenekten aldığı paraları kabul etmiş orada da dik duruşunu göstermiştir.

 

Demirel: Necip Fazıl'a göre ihtilalin ardından şekillenen Adalet Partisi, duygusal bir muhalefetten ibarettir. 27 mayıs gece hareketine halkın duyduğu infialin sonucu olarak iktidara gelmiştir. Partinin bir tezi yoktur. Ve Ragıp Gümüşpala'nın kısa süreli başkanlığından sonra partinin başına geçen Süleyman Demirel taa baştan itibaren temiz siyasetçi değildir. Bir kere, "mason değilim." der ve mason kulübünden belge getirir ki; bu belge işaret ettiğinin tam tersini anlatmaktadır. Yani sıradan bir mason olmadığını...

Ülkenin durumuna teşhis koyabilecek biri de değildir. Fikirsiz ve idealsizdir. Milleti maddi planda da karanlık sermaye ve düşman zümrelere teslim etmiştir.

Hatta O, milletin ümidini kırmaya memurdur ve böyle özel bir misyonla bu yere getirilmiştir. "Millet yüz kulaçlık bir kuyuya düşmüş. Bize uzatılan tutamak ise bir bel kemerinden ibaret. O Demirel değil, milleti tepesine inmiş demirden bir eldir olsa olsa. Bu milletin ruhuna ve muradına yabancıdır. Kötü iş gören adam olmaktan ziyade iyi iş görmenin imkanlarını köstekleyen insandır ki; bu hal alemde her kötülükten beterdir."

 

Erbakan: Erbakan ile tanışmaları çok gerilere gitmektedir: "Ben bu zatı 1965'lerde Büyük Doğu'nun 12. Devresinde tanıdım. İstanbul'da, Gedikpaşa'da. Kayseri Hanındaki, etrafımızı saran ayakkabıcıların deri ve çiriş kokulu havasına bürülü, mütevazi yazıhanemize geldi ve bizimle bir iftar yemeği yedi. Profesördü, kürsüsünde müstesna bir teknik ehliyet olduğu söyleniyordu. Bir de "Gümüş motor" diye isimlendirilen, Türkiye'de ilk defa motor imâlini hedef tutucu bir teşebbüsün öncüsü olduğu fakat bu teşebbüsün akamete uğratıldığı rivayet olunuyordu. Hakkında, satıh üstü, toplu hüküm şuydu: Müslüman, milliyetçi, namazında, dâvamıza bağlı bizden bir insan...Güzel yüzlü, vakur edalı, kelimelerini dikkatle aramak gayretinde, her karşı çıkışa mütehammil ve soğukkanlı görünüşlü, hislerini belli etmeyici ve çehresinde herhangi bir teessür çizgisi taşımayan bir insan."

Kendisine Büyük Doğu ailesine katılmasını teklif eder. Ancak O çekinir. Bu çekingenliği hakkındaki kötü olan ilk izleniminin karara dönüşmesine sebep olur:

"Bu zat, kendi öz nefsi içinde gizlenmiş her türlü cesaret, samimiyet ve heyecan seciyesine yabancı, üzerinde dikkatle ve şüphe gözüyle durulması gereken bir kişiydi. Dâvamız yolunda şahsiyle vaadettiği fayda çapında zarar ve tehlike de belirtebilirdi." Bu arada Erbakan Odalar Birliği Başkanlığı yapar. Konya'dan bağımsız milletvekilliğine aday olur. O sırada kendisini desteklemeyi sürdürmektedir. Ancak kalabalık karşısında ilkelerini unutuşuna şahit olur. Yeniden mesafesini ayarlar ve yine uzak durur. Ancak arkadaşlarının ayrılmasına izin vermez.

 

Erbakan Konya'dan vekil seçilir. Adalet Partisi uyuşmazlıklarından bir iki kafadar bulur ve Demokratik Parti kopuşu sırasında kendisi de Millî Nizam Partisi kurar. Ancak ölçüsüz gidiş sebebiyle parti kapatılır. Sonrasında MSP kurulur. Ve ona bağlı bir yayın organı olarak Milli Gazete.

MSP O'nun için bir hayal kırıklığıdır: "Mutlaka kat'î zafere götürülmesi, böyle olmadıkça hiçbir tavize yanaştırılmaması gereken bir hareketin iflâsa vardırılmış olması teşebbüsünden ibaret kalmıştır. Ve yine zira o, hareket şekliyle, bizim iman banknotumuzun sahtesi olmuştur." Bunu söylerken partinin bağlılarını değil yöneticilerini, daha da özelde Genel Başkanını kast etmektedir. Ne partiye ısınabilir ne de gazeteye. Buna rağmen ikisi için de planlar, projeler üretmekten geri durmaz. 73 seçimlerinde MSP 50 milletvekili çıkarır ve CHP ile ortaklık kurmaya kalkışır. Bunu engellemek için elinden geleni yapar. Ancak başaramaz. Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı olan Erbakan ondan uzaklaşmaktadır. Sürekli toplantılar yaparak yanlış yaptıklarını ifade etmekte, reçeteler sunmaktadır. Kendisini dışarıda tuttuğu 15 kişilik bir listeyi Erbakan'a verir. Erbakan not ettirir. Onun niyeti de Necip Fazılı dışarıda bırakmamak, ancak işlerine de karıştırmamaktır. Ve nihai hükmünü verir: "Zoraki bir nezaket ve tevazu galvanizi altında her defa en sert bir benlik kayasına çarptığım...

İnsan avlamak ve aldatmakta ve hislerini gizlemekte deha çapında beceriksizliğini kaydettiğim...sözüne ve randevusuna sadâkatten yana korkunç başıboşluğunu her temasımda gördüğüm bu zat. Bu, nefs murakabesinden mahrum...Bu. sadece dış alâyişlere meftun ve enâniyetinden mes'ut zat..." böyle devam eder. Sonunda vardığı hüküm olumsuzdur.

Ayrılırlar. O'na göre MSP Büyük Doğu idealinin düşük çocuğudur.

 

Türkeş: Türkeş'i, davaya kazandırılabilir biri olarak görür. Onun için 27 Mayıs ihtilaline katılan Türkeş'den başka bir Türkeş daha vardır. O, davayla tanışmamış haliyle olabileceği kadar olumlu izlenim veren biridir:

"Yüzü içinden, içi yüzünden işaret veren bir insan... Yani bir içe sahip olduğunu, bir iç taşıdığını belirten bir ifâde... Umumiyetle olduğu gibi, içinin sığlığı veya derinliği yüzünde cemadlaşmış olanlardan değil... Gizli ve hattâ acı bir iç... Kendisini fâşetmeyen, dışına doğru gayet ihtiyatlı, sakin, telâşsız ağırbaşlı bir seciye..."

Kendisi ile tanışır ve birkaç kez görüşür. O'nun organize ettiği hareketli gençlik Necip Fazıl'ın kanını kaynatır: Kafasında bir buluşma tasarlar: "Ezel ve ebed arası büyük dâva yolunda, Millî Türk Talebe Birliğinin misallendirdiği fikir ve iman mihrakına Türkeş'in hareketli gençliğini oturtmak, stratejilerin en yamanı olabilirdi."

Türkeş'e bu düşüncelerini anlatır. O da kabul eder. 1977 seçimleri öncesinde bir beyanname yayınlar: Aslında diline bakıldığında kimin yazdığı belli olmaktadır. Ayrışma potansiyeli taşıyan en riskli alan olduğu kolaylıkla görülebilecek 'milliyetçilik'i şöyle tanımlamaktadır:

"Milliyetçiliği, içi kevserle dolu bir kâse şeklinde görür, ana kıymeti kâsede değil, kevserde bulur ve o kevserin nurunu ışıldattığı nispette kâseye değer verir." Türkeş'in beyannamesini okuduktan sonra bir başka beyannameyi bizzat kendisi imzasıyla yayınlar. "Pılı-pırtı odalarının raflarında dizili, kapağı arkasına devrik ve içi boş, hattâ süprüntü dolu teneke konserve kutuları halindeki partiler arasında, bugünden itibaren MHP, nazarımda bambaşka bir mâna ve hüviyet sahibidir. Onu, müslümanlık ve Türklüğün gerçek hakkını vermeye namzet bir topluluk olarak anıyor ve canımın içinden selâmlıyorum. Bu beyanname, tâ Cava'daki mü'minle Amerika'daki zenci müslümana kadar bütün İslâm âlemini ihtizaza getirecek ve oluş dâvasını te-mellendirecek kıymette tarihî bir hâdisedir....

Bu beyannamenin sahibine ve partisine taktığı şeref ve mesuliyet pâzubendinden sonra, artık, emin olmaya yakın bir ümit nefesi alabilirim.

150 yıldır hergün biraz daha artıcı bir hasretle kurtarıcısını bekleyen Türk Milletine "beklediğin geliyor!" müjdesini vermenin ilk ümid günü bu tarihî ândır." Ancak bu yakınlaşma uzun vadeli olmaz. Olamaz:

"Bütün maskaralık ve sahtekârlıklara karşı şahlanma zemini arayan iki büyük gençlik grubundan ruh pınarı Millî Türk Talebe Birliği topluluğu ile adale şelâlesi ülkücü Gençlik arasında kurmaya çalıştığım köprü hikmetini de anlayan olmadı." Bunu izah ederken eski Yunan'a kadar uzanır. O gün için de bugün için de sert ve acımasız sayılacak bir cevap verir, Pindaros'un sözlerini tekrarlar:

"Meğerse ben, bütün bir ömür, katırlara saman yedirmek dururken yemliklerine çiçek doldurmuşum! Vâh emeklerime!"

 

(Hece Dergisi Üstad Özel Sayısı - İsmail Sert - S.89-93)

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...
Sign in to follow this  

×
×
  • Create New...