interrupter 0 Report post Posted March 19, 2010 AĞLAYAN SONBAHAR Bir adam vardı yorgun, karşısında bir deniz. Elinde bir demet gül, gönlünde bin bir yara... Ay bile saklanmıştı, gece bile kimsesiz Kalacaktı; yağmur da olmasa oralarda. Atlayıp kurtulacak, yorgun kalp duracaktı. Baktı adam sulara, kapkaranlıktı deniz. Yutardı sormazdı hiç, atlasa saracaktı, bedenini buz gibi. Soğuk çelikti deniz. İç ölüm şerbetini, tatlı değil acıdır! Ancak yine de iç sen!, deyip bir adım gitti. Bu ölüm, hayatıma nefsimin bir hıncıdır. Çare beni terk etti. Bu iş burada bitti. Dur! dedi oradan ses, Kim dedi yok bir çare? Gücünü tüketsen de, terk edilmez bu yarış. Ölüm değil ki çare, vurulsan yerden yere, Yaşamdır kararınca, acılara haykırış! Sesin geldiği yer bir karanlık siluetti. İnce ve titrekti, hem kırılgan bir yakarış. Dünya ıstırap dolu, artık canıma yetti, Olma şahidim git sen, ölüm bana bir karış! Karaltı yaklaşırken rüzgâr bir başka esti. Demetli güller, onun esansını kıskandı. Gül bakışına gaflet, yağmur hızını kesti. Sefil kalmış duygular şefkat ile yıkandı. Paltosu sırılsıklam, kirpikler ona keza Nur yüzünden dökülen billur gibi damlalar, yakamoz misaliydi. Şavkıyordu dört yana. Adımlarken yolları, ağlıyordu sonbahar Dedi: Ey kişi! Düşün günleri, yaşadığın! Yok mu tatlı bir anı ölmeyi hak etmeyen? Hayata son verecek ne yaptın da bir yığın, Kanına gireceksin günlerin gülümseyen? Rüzgâr da susuverdi, yağmur da tam o anda. Dinliyorlardı sanki bir umudun sesini Bir yanda dertli adam, ve kadın öbür yanda Yazacaklardı sanki yarının bestesini Quote Share this post Link to post Share on other sites