Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
BDG

Türkiye'nin Yazar Ve Fikir Adamları Üzerine Bir Bakış

Recommended Posts

Türkiye Yazar ve Fikir Adamları Üzerine Bir Bakış

 

 

Bir topluma yön veren en önemli sınıflardan birisi yazar ve fikir adamlarıdır. Toplum, kendi hareket tarzını, ileriye bakışını, düşünmesini, hissetmesini, anlamasını, bakmasını ve bir cemiyetin ilerlemesini kılavuzlarından yani yazar ve aydın takımından öğrenir. Kadro güçlü ve akl-ı selim olursa onların takipçisi olan cemiyet de doğruya ve meselenin sırrına erişir, kadro eğer zayıf, kötü ve bir daire etrafında başıboş şekilde devirdayim yapıyorsa, takipçisi olan cemiyetten de büyük faydalar, kurtuluşu gösteren cehd ve irfan dolu bakış beklenmemelidir.

 

Bu anlamda, öneminin bilincinde olduğumuz fakat öneminin bilincinde olunmayan bir konuyu, detaya inmeksizin değerlendirmeye çalışacağız. Gerektiğinde takip eden yazılarla da girizgahımızı genişletip detaylandırabileceğimiz konunun mevzusu ise Türkiye'de yazar ve fikir adamları kadrosunun geçmişten günümüze kadar ki genel değerlendirilmesi.

 

Önyargı ve toptan hükümcülüğü reddetmemize rağmen araştırmalarımız ve değerlendirmelerimiz, önyargıya sahip kesimlerin belli başlı bazı görüşleriyle örtüşür nitelikte olması aslında bu önyargıların artık bünyenin bir uzvu bir parçası gibi olduğunu göstermektedir; ve böylece sonda vereceğimiz hükmü şimdi belirtmekle birlikte konuyu değerlendirmeye başlayabiliriz.

 

Türkiye'de gerçek aydın kimliğinde ve yazar çizgisinde ferd, Türkiye'nin kendi büyüklüğü düşünüldüğünde yok denecek kadar az ve ruhsuzluk dolu bir tablo. Bu azlıktan ve vasıfsız çokluğun varlığından kaynaklı. Bahsettiğimiz bu hazin tablo hem bu vasıfsızlık dolu yazar takımı tarafından hem de onları pohpohlayan bilinçsizler kadrosunun da birleşmesiyle yalan ve kuru bir sahne oluşturmakta ve sahne dekorunu dünya seması ve yeryüzü sahası diye, bizim gerçek ve aradığımız hazine olarak göstermekte. Cumhuriyetin öncesinde Avrupa mahsulü kafaların Türkiye'ye geldiklerinde kendilerini üst tabakadan sayıp döndükleri ve yaşadıkları memleketlerini cahil ve geri diye görüp onlara hastalık teşhisi koyan ve bunu taklit planında sürdüren yazar çizer tayfası ve münevver diyemesek de, aydın geçinen kof kafalar cumhuriyetin kuruluşu ile de bu hallerini daha çağdaş bir kisvede devam ettirdiler. Hiçbir fikir kaygısı çekmeksizin sadece gördüklerinin dış ve ziynet kısmını almaya yanaşan ve dıştaki ziynete kanan bu kafalar, aldıkları şeyin içini yani özünü kavrayamadıkları daha doğrusu kavrama kaygısına girmedikleri için, hep kuru bir taklitçi ve boş tenekeye vurmaktan öteye gitmeyerek kulakları sağır eden gürültüden başka birşey veremedi nesillerimize. Özellikle otuzlu yıllardan bu yana düzelmesini beklediğimiz ve "bab-ı ali"nin müdavimleri diye de yaftalayabileceğimiz bu kesimlere karşı ümidimiz, her yaşayanın sahip olabileceği ufak mikyastaki umut kadar, "bizim düzelme, doğrulma ve ilerleme sınıfımız bu tafya olacaktır" fikrini bugüne kadar hüsrana uğratmış vaziyette. Hiçbir fikir ve düşünce kaygısına girmeden eşya ve hadiselerin sadece dış ölçülerine yönelik beylik yaklaşımlarla başlatılmış olan aydınlanma ve aydınlatma çabası, batının bize reçete diye verdiği teselli reçetesinin tam tatbiki şeklindeydi. Bugün en basit haliyle sinema, tiyatro, roman, şiir veya güzel sanatlar gibi dallarda otoriter kabul edilen şahıslara bakacak olursak hem onların bir kısmı hem de onların beğenisini toplamış ilk dönem yazar ve aydınlar kadrosunun, kayıkla bir göle çıkıp tüm denizleri ve okyanusları anladığını iddia etmesi gibi basit bir tesellinin sahibi olduğunu anlarız. Bizlerin yazar ve şair kadrosunda yer alan ve suni(sağ-sol gibi) bir ayrıma tabii tutularak sağcı diye kendisini tarif edenlerin M.Akif ve Yahya Kemalleri ululaması sol diye kendisini tanıtanların ise belli başlı birçok yazar ve şairle birlikte Sabahattin Ali veya Nazım Hikmet gibi isimleri göklere çıkarıp onları sanat dehası veya işin piri diye göstermesi ne kadar da zavallıca bir haldir. Züğürt tesellisinin ta kendisi... Akla gelen ilk fikir veya onun uzantısını düşünmekte olan ve onunla sanat veya ilim yapmaya çalışan kesimler hiç bakmıyorlar mı? Bizim dünya çapında doğru düzgün şairimizin, tiyatrocumuzun bulunmayışı, Fransız devriminin alt yapısını oluşturan ansiklopediciler gibi tersinden de bizim ihyamıza vesile olacak olan bir kadronun olmayışı ve bu olmayışı görse bile şimdi ve istikbalimiz için somut ve yeterli adım atılamayışı niyedir?.. Bu hiçbir sanat ve fikir kaygısı çekmeden gündemde bulunmak, birilerinin bedavadan kalemşörlüğünü yapmak gibi basit bir gayreti ortaya koymaktadır desek çok da yüklenmiş olmayız...

 

Dünyadaki madde merkezli bakışa dair bir söz vardır ki çok doğrudur, "kimsenin bilmediği bilgi güçtür". Eğer ki devlet, elinde kimsenin bilmediği bilgileri değerlendirebiliyor ve kullanıyorsa o devlet, bu bilgiyi bilmeyen ve ortaya konulan makine, icat veya üründen ötürü kendisini geride görür ve hatta savunmasında eksiye doğru gidiş var kabul eder. Bu güç, özellikle ilim ve teknoloji alanında böyledir. Ülkeler bilgilerini başkalarına vermezler ve kullandırmazlar. Dolayısı ile senin bulman lazım gelir yoksa sadece acizler bünyesinin bir uzvu olursun. Fakat fikir alanında durum bu kadar acımaz değilken sadece yapılması gereken uğraşılan işin çilesini çekmek ve hayatta memur olduğu işin dünya çapındaki manasını şekillendirecek anlayışı ortaya koyacak kadar düşünmek ve bu düşünce ile yaşamak, nesillere eğitim vermek gerekir. İşte bizde bu yok.

 

Basın-yayının iyice güçlendiği ve yazar tayfasının da iyice boy gösterdiği bu dönemde herkes bir renkte ve renginin en güzel renk olduğunun iddiasında. Kimisi dergisinin başyazısında, düşündüğünü ve gerçekleri en çarpıcı şekliyle ortaya koyduğunu söylüyor kimisi de tanzimattan sonra batıya giden taklitçi güruh misali en başta yazdığı gazeteye bakışı olmak üzere, imalı şekilde küçümser bir eda ile bakarken sonrasında Anadolu halkının ne kadar basit ve yöneticilerinin de, bu basitliğin, sinema şeridinde aktrisler aracılığıyla gösterilmesi olarak yansıtılışı ifadelendiriyor, diye bakıyor. Hâlbuki bunu yaparken kendisinin ne kadar aşağılık bir tip olduğunun farkında değil. Zaten bunu fark edecek olsa bir daha kalemi eline almaz ve nesli zehirlemeye devam etmez... Yine son devremizin krokisini çizerken, roman, şiir veya tiyatro gibi alanlarda ise ne kadar verim ortaya koyduğumuz ortada! Yapılan reklamları bile ortaya konulan eserlerden daha kaliteli. Reklamı iki yıl yaşayabiliyor da eser o kadar yaşayamıyor. Kokuşmuş ve içten içe çürümüş cemiyet temsilcilerinin kendi elleriyle ortaya koyduğu bu felaket tablosu, ileriye namzet genç nesillerimizi tatmin edip de çekemediği için onları başka ve daha da kötü alanlara yöneltiyor. Genç nesillerimizi yetiştirmesi gereken ve Fatihler doğurması gereken anneler, annelik şefkati dışında bir eser taşımadan televizyonlarda dedikodu ve gevezelik programlarını takipte, onlarla dertlenip onlarla gününü geçirmekte. Sadece gününü, günü içerisinde de kafasında hiçbir şeyi düşünmemeyi ve düşünmeyi engelleyecek ne kadar uğraş varsa ona yönelmeyi tabii bir hareket haline getirmiş. Gençler ise yine kaynağının en büyük çaptaki sebebini yazar ve fikir(siz) kadromuza verdiğimiz sebeplerden ötürü kendilerinin tesellilerini Avrupa’nın yan sanayi ürünleri halinde, satıldığı ülkede cemiyetin çürüme tohumlarını atan tv programlarında, anlayış ve kültürlerinde, insan ve turistlerinde buluyor. Popstarlar, biri bizi gözetleyenler bunun en hazin örneklerinden...

 

Herkes kendi yaptığını doğru kabul ediyor. Ve işi şahsi veya en fazla şekliyle kendisi gibi düşünen bir tayfa ile yürüttüğü için bir türlü felahı bulamıyoruz. Bir asırdır gerçek bir muhasebe ve geleceğimiz için geçmişin sağlam teşhislerini ortaya koyan dimağlar niye çıkmıyor. Yapılanlar doğru ise bu hal neyin nesi? Hani gösterin dünya çapında yüzyıllar boyunca konuşulacak eserlerinizin olduğunu! Çözümü ve avunmayı edebiyat kabiliyetinden ve sezişinden yoksun bir anlayışın nobelinde mi göstereceğiz!..Yoksa başımızı ellerimizin arasına koyup düşünmeye başlayarak, bu yazılanlar kötü niyet ürünü mü yoksa gerçekten ağır ve acı ama iyi niyet ürünü ve doğru şeyler diyerek bakıp ahvalimizin tezatlığını kavrayacak mıyız? Düzeltmeye gidecek miyiz? Çözüm bulacak mıyız?.. Kullanmamız ve kabul etmemiz gereken şık son belirtilendir... Başlarda kendi zaviyemizi belirtirken önyargıyı kullanmayız dedik. Bunu, tüm yazar ve fikir adamlarımız da kabul etmeli ve belirttiğimiz değerlendirmeleri ağır itham olarak değil diş ağrısından dolayı doktora gelen hastanın, doktor tarafından dişi çekilirken anlık olarak çektiği acıya bakarak doktora, sen ne yapıyorsun, ben sana, benim canımı acıt diye mi geldim demesi gibi algılanmayıp, doktorun, kendisine derman vermesi şeklinde düşünmesi şeklinde kabul edilmelidir… Çerçevelediğimiz mevzu en net haliyle geçmişten bu güne kadar özellikle şiirden sanata kadar maddenin dış ölçülerini konu alan ve konumuz olmaması dolayısı ile çok fazla girmediğimiz ama aslında işin en önemli kısmını oluşturan bizlerin bugünlerindeki mütefekkir ve muhasebe eksikliğini ucundan belirtmek şeklindeydi.

 

Yazımızı son kısmına bağlayarak genel hükmümüzü şekillendirelim.

 

Cumhuriyetten sonraki devreden bu yana yazar ve düşünür kadromuz çoğunluk olarak fikirsiz ve çilesizdi. Muhasebe, murakabe, anlayış ve seziş yok, sadece basit bir zevk idraki var. Bu idrakle edebiyatımızı kurmaya, batının bakışıyla maymun taklitçileri olmaktan öteye gidemeyen ve işin nidüğünü gösteremeyen; bu haline rağmen de kendisini fildişinde görüp agoraya inmeyi zahmet sayan satıhçı ve kof "bab-ı ali müdavimleri"ne sahiptik. İdraki ve kavrayışı fikirsizlik temeli üzerinde "şucu bucu bakışı" binaları kurularak son dönemimize girerken bunun aksülamelleri çok acı şekilde feryatlarla kulaklarımızı çınlattı. Yaptığımız işlerde hakikate erilemedi ve işlerimizin niçin'i, nasıl'ı gösterilemedi, "bu şekilde kabul etmelisin" dendi. Sonuç itibariyle hala yerinde sayıklama kaderiyle baş başa kaldık...

 

Yazımızın başından sonuna kadar hiçbir cümle ve kelimesinde, gerçek fikir ve düşünce adamı olan müstesna şahsiyetlerimizi dâhil etmiyoruz. Ve haklarının bir gün verileceği inancıyla onları, aradığımız mümtaz şahsiyetler kadrosunun sahipleri rolünde görüyoruz.

 

Teşhisimizi ortaya koyduktan sonra yazımızı, çözümümüzün ipucu olarak kavrıyor ve dünya devletleri arasında kendisi en önemli rollerden birisine sahip olması gerekirken olamayan ülkemizin bu rolünü tekrardan kazanmasını sağlayacak altyapıyı oluşturma gayesi etrafında gayretlerimizi göstermeliyiz diyerek yazımızı sonlandırıyoruz...

 

BDG

Share this post


Link to post
Share on other sites
Cumhuriyetten sonraki devreden bu yana yazar ve düşünür kadromuz çoğunluk olarak fikirsiz ve çilesizdi. Muhasebe, murakabe, anlayış ve seziş yok, sadece basit bir zevk idraki var. Bu idrakle edebiyatımızı kurmaya, batının bakışıyla maymun taklitçileri olmaktan öteye gidemeyen ve işin nidüğünü gösteremeyen; bu haline rağmen de kendisini fildişinde görüp agoraya inmeyi zahmet sayan satıhçı ve kof "bab-ı ali müdavimleri"ne sahiptik. İdraki ve kavrayışı fikirsizlik temeli üzerinde "şucu bucu bakışı" binaları kurularak son dönemimize girerken bunun aksülamelleri çok acı şekilde feryatlarla kulaklarımızı çınlattı. Yaptığımız işlerde hakikate erilemedi ve işlerimizin niçin'i, nasıl'ı gösterilemedi, "bu şekilde kabul etmelisin" dendi. Sonuç itibariyle hala yerinde sayıklama kaderiyle baş başa kaldık...

 

Basit bir zevk idraki bahsini biraz açarmısınız.

Özellikle "Zevk idraki" ve "Zevken İdrak" meseleleri etrafında...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...

×
×
  • Create New...