Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Sign in to follow this  
nameless

Üstad Çevresinde

Recommended Posts

ÜSTAD ÇEVRESİNDE

 

AKİF İNAN

 

ÜSTAD

 

Ona herkes 'Üstad' derdi. Kendisine özel ismiyle hitab edene hiç tanık olmadık. Ancak 'Üstad Necip Fazıl' diye bahsedenler olurdu gıyabında. Ama yanında herkes için ve daima 'Üstad'tı.

Acaip bir alışkanlık halinde bugün, lokanta garsonlarından, ayakkabı boyacılarına ve müstahdemlere kadar önüne gelen herkese 'Üstad!' diye seslenilinmesi, emirler verilmesi bu kelimenin hayli yalama haline getirildiğini gösterebilir. Ama ne var ki Üstad Necip Fazıl'la bu kelime, olanca anlam ve şümulünü korumakla birlikte, belki de tarihte ilk defa olarak bir kişiye, isminden de önce fiilen alem olmuştur.

Rahmetli Eşref Edip karşılaşınca sorar:

—Nasılsın Üstad?

Osmanlı Devletinin Yaverlerinden merhum Tarık Mümtaz Göztepe Beyefendi:

—Hamdolsun sıhhat ve afiyetiniz yerinde Üstad'ım Efendim.

Diye konuşurlardı.

Yalnız aydınlar, yazarlar, siyaset adamlarının dilinde değildi bu 'Üstad' sıfatı. Halk yığınları da onu 'Üstad, Üstad!' diye alkışlardı.

Gaaliba 1964 idi. Türkocakları, bir Çanakkale günü düzenlemişti. Konuşmacılar arasında Prof. Osman Turan ile o zaman Trabzon Senatörü olan Yusuf Demirdağ Paşa da vardı. Son hatip Üstad'tı. Hoca, kısa ve özlü bir konuşmada bulundu. Paşa ise uzattıkça uzatıyordu konuşmasını. Mübarek sanki Harp Akademisinde ders anlatıyordu; bir yığın mesleki, teknik bilgiler veriyordu. Üstad'sa, binanın üst katındaki bir odada sırasını beklemekteydi. Anlaşılan, bu Anma Gününü düzenleyenler, Üstad'ın salonda oturarak kendi konuşma sırasını haklı olarak uygun görmemişlerdi. Çünkü tecrübelerle ortaya çıkmıştı ki, Üstad salonda iken dinleyiciler, Üstad'ı bir an evvel dinlemek hususunda daima sabırsızlık içinde bulunurlardı ve öteki konuşmacılara pek kulak asmazlardı. Hatta Üstad'ı takdim edenlerin takdimleri bile gürültüye gelirdi bazen. Evet, o gün de , herkes heyecanla Üstad'ı beklemekteydi. Yusuf Paşa'nın konuşmasını kısa tutmasını hatırlatmak amaciyle olmalı. Günü düzenleyenler, yukarı çıkıp Üstad'ı aşağıya getirdiler. Üstad, konferans salonunun kapısına henüz yaklaşmıştı ki, salonun içinden onu hemen görüveren, gaaliba Nuri Pakdil olacak, bir kişi, bütün gücüyle bağırdı:

—Üstad geliyor!

O anda salon bir mahşer yerine dönmüştü. Binlerce insan ayağa fırlamış vaziyette 'Üstad, Üstad!' diya alkış tutuyordu. Paşa bu manzara karşısında çoğu duyulmayan bir kaç kelime daha söyleyerek sözlerine son vermişti.

Yığınların da dilinde 'Üstad' olan O, herkes gibi bu sıfatı, tabii bir biçimde benimsemiş görünürdü. 'Üstad' olarak anılmasında kuşkusuz kendisinin en küçük bir dahli olmamıştı. Fakat herkes tarafından yıllar yılıdır Üstad diye anılması , Onda o denli tabii bir ad halini almıştı ki, her hangi birinin, mesela alışverişte bulunduğu bir mağaza sahibinin ya da uçak biletini hazırlayan bir Hava Yolları memurunun:

—Beyefendi

Şeklindeki hitabı karşısında adeta yabancılık duyardı.

Üstad lâfzının, onun şahsiyle özdeşleşmiş, hususi adını bile geriye itelemiş olduğunu herkes kabul etmişti.

Bir gün bir Arap Sefaretine telefon etmişlerdi. Kendisiyle konuşan Arap diplomat, 'Şeyh' diye hitab etmiş kendisine. Konuşmasını bitirince dönüp bize sormuştu:

—Bu adam bana hep 'Şeyh, Şeyh' deyip durdu. Herhalde 'ihtiyar' manasına kullanmadı bu kelimeyi değil mi?

—Hayır, Üstadım. Saygı ifade eden anlamıyla kullanmıştır.

Dedik. Gerçekten de öyleydi. Âlim, mütefekkir, edip, önder gibi anlamlar içinde kullanılıyordu o zat şeyh kelimesini Üstad'a karşı.

Yine bir gün, çok yakın bir arkadaşımız, belki de Ali Biraderoğlu'ydu, bir kişiden kırgınlıkla, kızgınlıkla bahsediyordu. O adam, Üstad'ın gıyabında, Üstad'tan :

—Bizim Necip, ya da Bizim Necip Fazıl.

Diye bahsedesiymiş guya.Üstad o arkadaşın hikayesini dinledikten sonra :

—Bunda pek bir şey yok. Belki biraz laubaliliğe kaçan bir samimiyet iddiası görülebilir. Bir edep kırıklığı bulunabilir. O da şundan : Bize 'Üstad' diye hitab ediyorlar. Benim bunda bir talep payım olmamıştır, ama öyle diyorlar ve gaaliba öyle denince bu memlekette yalnız ben akla geliyorum şimdi. Bu bakımdan siz hassasiyetinizde haklı olabilirsiniz.

Şeklinde konuştu. Şair Abdülhak Hamit'e verilen Dahi, Dahi-i Azam, Şair-i Azam gibi ünvanların tutarsızlıklarını anlattı. Bununla birlikte o adamın en azından 'laubali' sayılabilecek hitab şekli, mecliste hazır olanları yine de incitmişti.

Kimi yazarlara, bilginlere bazı dostları veya çırakları tarafından bazen daima ve bazen de arada sırada söylenen 'Üstad' sıfatı, Türkiye'de, en az kırk yıl, her zaman ve her yerde ve herkes tarafından, sürekli olarak yalnızca Necip Fazıl'a pardon yalnızca Üstad'a lâyık bir ünvan olarak kullanıldı.

Parti başkanları yahut Bakanlar sorardı :

—Üstad teşrif ettiler mi?

Üniversite hocaları konuşurdu :

—Üstad, Büyük Doğu'yu çıkaracak yine.

Ve halktan vatandaş, dernek yöneticilerinden isterdi :

—Üstad'ı konferansa ne zaman davet edeceksiniz?

Share this post


Link to post
Share on other sites

ÜSTAD'I BENİMSEME

 

Üstad'ı dinleyip te yahut okuyup ta benimsemeyen insana rastlamak zordu. Öyle bir etkileme gücü vardı.

 

Üstad bir konferans için Ankara'ya gelecekti. Çoğu öğrenciden olan, fukaradan halis bağlıları Havaalanına gitmiş uçağı beklemekteydiler. Bu arada onu karşılamaya gelen daha başka gruplar da görüldü.; özel lüks arabalarla gelen gruplar. Bir de bir din görevlisi var aralarında, oldukça ünlü bilinen, fakat bilhassa gençlerce hiç sevilmediği anlaşılan biri. Etrafta tavuskuşu şişinip dolaşıyor Hocaefendi. Hararetle sahip çıkıyor Üstad'a. Gençlerin kimi gülüp geçiyor onun yükses sesli medih sözlerine, ama çoğu fiilen sinir oluyorlar adama. Üstad uçaktan inip de karşılayanlarına doğru yaklaşmıştı ki, o hoca, mübalağalı iltifatlala Üstad'ın yanında biterek, bir çırpıda buyur ediverdi arabasına. O anda birden, gençlerden biri hızla araya girerek, çok sert ve serbest bir tavırla hocayı azarlayarak tasfiye etti ve mütevazi bir piyasa taksisine bindiriverdi Üstad'ı. O gencin yaptığı dış görünüşü itibarıyle çok kaba bir tavırdı, bilhassa Üstad'ın yanında ama, Üstad hiç yadırgamadı bu durumu. Arabada açıklandı ki o Hoca, Üstad'ın 'Baş Düşman' olarak ilan ettiği bir adama muhabbet izhar edermiş. Üstad bunu duyunca :

—Ah çocuklar, dedi, beni olanca hüviyetimle tanıyan bir sizler varsınız bu memlekette. İğreniyorum başkalarının, benim bir başka vasfıma dayanarak beni benimsemiş görünmelerinden.

 

Kırıkkale' de konferansını vermiş, kendisini davet eden derneğin binasında sohbette bulunmaktadırlar. İçerde o kalabalıkta nasıl girmişse girmiş bir kadın da var. Şöyle Orta öğrenim görmüş gibi hissettiren, başı yarımyamalak yaşmaklı, orta yaşlı bir kadın. Bir fırsat bulup söze giriyor ve şöyle diyor Üstad'a :

—Siz günümüzün Namık Kemâl'isiniz.

Üstad acı acı, bir homurtuyla gülüyor. Cevaplıyor :

—O adamı gözünüzde büyütmüş olmanın tezahuru olarak, temelde yanlış olan bir mukayeseyi, samimiyetle ifade ettiniz. Size teşekkür ederim ama, Sahte Kahramanlar serisine koyduğumuz onun yeriyle bizimki , ancak zıddından bir mukayeseye uygun düşebilir.

O kadının bu lafları hiç anlamadığı anlaşılıyordu ama belliydi ki yine de çok hoşuna gidiyordu. Eminim ki, kendine mahsus ölçülerle o kadın, Üstad'tan memnun ve Onu benimsemiş olarak ayrıldı oradan.

 

Bir evdeyiz. İçeriye bir kaç kişi daha girdi. Bunlardan biri Üstad'a tanıdık çıkan bir tavır ifadesindeydi. Üstad'tan bir özel ilgi görmeyince, hayret yüklü bir sesle ve özel şivesiyle sordu :

—Üstad, beni tenimediniz mi?

Üstad'tan :Hayır tanıyamadım cevabını alınca , hayreti artmış olarak, açıklamada bulundu :

—Meletye'ye geldiğinizde çentenizi teşımıştım.

Bu temiz arkadaşi daha sonra yanında oturan kişilere şöyle fısıldayacaktı :

—Üstad tenimediği, inenmediği kimseye çentesini teşıtmez. Çentede mahrem evrakleri vardır çünkü.

Üstad'ı benimsemiş olmanın türlü biçimlerine tanık olunmuştur. Hele hele siyaset adamlarının veya Üstad'ın tabiriyle 'şucuların, bucuların' benimsemiş üslupları ki her biri bir başka alemdir.

 

Benimsemelerden biri var ki muhteşem. Rahmetli Zihni Hazal'a ait, Zihni Bey merhum, eşsiz bir iman ve yetenek sahibiydi. Pilottu. Önde gelen bütün 'sağcı' yazarlarla ve kuruluşlarla iç içeydi. Bir kaç eseri vardı. Ciddi, vakar sahibi bir fikir ve mücadele adamıydı. Yanlış olmayayım, gaaliba 1963'teki, o mahut uçak kazasında Ankara Havaalanına düşerek, şehit olmuştu. Üstad'ın da çok yakınıydı. Onun vefatından sonra bir mektubunu yayınlamıştı Üstad, Büyük Doğu'da. Zihni Bey o mektupta Üstad'a :

—Tanımadığınız lokantalarda yemek yemeyiniz. Üstünde kendi adınız olan reçetelerle eczaneden ilaç aldırmayınız.

Diyordu. Bu benimseyiş üslubu, bu ince kurmay zekası, çok beğenilirdi Üstad'ça.

 

Üstad kendisini yarımyamalak tanıyıp benimseyen kişilerin bu hallerinden rahatsızlık duyar mıydı?

Duyardı. Onları eleştirirdi. Onları tashihe çaba da gösterirdi. Onların eğri büğrü taraflarını törpüleyip düzeltmeye, bir işe yarar hale getirmeye çalışırdı. Üstad, dâvasının hatırına, dâvasının büyümesi ve hızlı yol alması adına bazı imkânları devreye sokmaya çok emek vermiştir. Kimileri onun bu tavrına bakarak Üstad'ı bazı çevrelerin istismar ettiklerini, kullandıklarını söylemiştir. Oysa Üstad, her taktik ve stratejisinin hesabını bilirdi, yapardı ve anlatırdı da. Dolayısıyle bazı 'harici' çevrelerin anlayışsızlığına, katılığına sabır ve tahammül gösterirdi. Anlayış eksikliğine karşı nefsinde pek tahammül olmayan Üstad, dâvasının hatırı için bazen gerçekten de çok sabur ve mütehammildi.

Denebilir ki o sabır ve tahammülü çok yakınlarına karşı pek göstermezdi. Hele hele 'kurmay'da saydığı bazı kişilere karşı, müsamahaya pek yatkın değillerdi. Çünkü onları bir 'kemal' içinde görmeye bir iştiyakı vardı. Onlarda eksiksiz bir uyum; tam bir fikrî ve hissî iştirak bulmak, rahatlatırdı, mutlu kılardı Üstad'ı. Çünkü onlarla bir parçacık teselli olurlardı.

Sevdiği, güvendiği kişilerin değişik görüş ve yaklaşımları incitirdi kendisini. Hatırlıyorum :'Hac' hatıralarını ihtiva eden eserini yeni yayınlamıştı. O eserdeki bazı kişilere ait müşahedeleri, eleştirileri bir yakınımız, yani Üstad'ın bir yakını münasip görmemişlerdi. Bu görüşü biri Üstad'a ulaştırmış. Üstad fevkalade sinirlendi. Hatta bu 'kavrayışsızlık' için bir beddua üslubu mukabeleye kalktı. Nihayet birimiz araya girerek açıklamaya yeltendik :

—Üstad'ım, o görüş, eseri hâşâ tenkit sadedinde dedildir. O eserde sizin tenkit ettiğiniz kişileri ve durumları kimse savunmuyor. Hepsi doğrudur yazdıklarınızın. Yani demek isteniyor ki, o kişi ve durumlar malesef hiç birimizin meçhulü değildir. Bir Hac ziyaretini, hararetle maddi alışverişlere; inci mercan ticaretine âlet etmek, şüphesiz ki o farizenin lâyık olduğu aşk ve şevkle yapılamdığının bir ispatıdır. Siz de zaten bunları yazıyorsunuz. Bu gerçeği yazmanız tenkit edilmiyor arkadaşınız tarafından, ancak, bir özlem dile getiriliyor. Deniliyor ki : Ah keşke Üstad'ın bu eseri baştan sona bazı kişileri hiç eleştirmeden, bu kutsal yolculuğun o yüksek gerilimini parıldatan bir aşk, şevk ve cezbe destanı olaydı sadece. Ki eserinde büyük bölümleri zaten böyledir.

Üstad, hemen kavradı inceliği ve birdenbire yumuşadı. Yumuşadı da haklı mı buldu o arkadaşı? Hayır. Onlardan, o 'içtimai yaralardan' bahsetmemizin bir dâva gereği olduğunu, yalnız mücerretlerde kalmanın eksik bir yaklaşım olduğunu, meselelerin her yanını deşmenin kaçınılmaz lüzumunu anlattı. İhtarlarda bulundu.

Yani yakınlarının kendisiyle hep bir iştirak içinde bulunmasını beklerdi Üstad.

Üstad'a şimdi sahip çıkanların bir bölümüne bakınız; ne için, ne sebeple sahip göründüklerini hemeninden anlayabilirsiniz. Zaten bu sahip çıkış gerekçelerini yazıp duruyorlar, söyleyiveriyorlar. Neymiş onlar? Bir, yaşayan Türkçe'nin dostuymuş, dilimizi çok iyi kullanıyormuş. İki, yaşayan en büyük şairimizmiş:. falan. Doğru değil mi bunlar? Elbette doğru! Ama ya ötesi? Ötesi, sığlık. Sanırız ki bu adamların bazıları Üstad'ın bazı eserlerini, bazı vasıflarını ya gerçekten bilmiyorlar ya da bilmezden geliyorlar. Hani filin orasını burasını tutarak kendince fili tarif eden körler misali. Bu meseleyi bilmem daha fazla somutlaştırmaya gerek var mı? Varsa bir kaçını sıralayalım :

Mesela : Namık Kemâl'den Gökalp'e kadarki çizgi içinde kendilerine fikir mesnetleri bulmuş olanlar, Üstad'ın 'Sahte Kahramanlar' eserine rağmen mi Üstad'ı benimserler?

Mesela : Klasik anlamda sağcı olanlar, Üstad'ın 'İdeolocya Örgüsü'nü bile bile mi sahip çıkarlar Üstad'a ?

Mesela : Tasavvufu reddedenler, Reşahat tercümesine, Başbuğ Velilerden 33, Veliler Ordusundan 333, O ve Ben kitaplarına rağmen mi Üstad'ı severler?

Gerisini sizler çoğaltınız artık. Lâkin şunu da söyleyivereyim :

Mesela : Ona verilen Sultanuş şuara ünvanının belgesinde imzası bulunan eski Milli Eğitim Bakanlarından ünlü dil bilgini sayın Prof. Tahsin Banguoğlu, Üstad'ın Abdülhamit Han ve Vahideddin gibi eserlerini bile bile ve onaylaya oaylaya mı o vesikanın altına imzasını attı dersiniz?

İnsanoğlu garip doğrusu!

Galiba 1970'lerdeydi Üstad, bir davette, sabık Cumhurbaşkanlarından Bayar'la konuşuyor. Bayar, duvarda asılı levhadaki ayeti göstererek : 'Ben işte bu mânaya istinat ediyorum' gibilerinden bir söz söylüyor. Üstad :

—Bunca yıl bizim çilesini çektiğimiz, sizinse bize çile çektiren kadrolarda yer alışınızdan sonra, bu söylediklerinize belki biraz sevinilebilir ama, ben daha çok hayret mevkiindeyim.

Deyince karşısındaki :

—Bu hal yeni değildir : Daha öncelerden beri ruhumda meknuz idi.

Şimdi diyorum ki, acaba Üstad'a şimdilerde sahip çıkanlar da, Üstad'ın fikriyatını benimseme, öteden beri

'ruhlarında meknuz! muydu ve o asırdide devlet başkanında olduğu gibi 'zuhurunu daha sonra mı buldu?'

Üstad o anısını naklederken demişti ki :

—Eğer Bayar :'Hayır, evvelce öyle değildim ama şimdi böyle düşünüyorum' deseydi bizim nezdimizde belki biraz daha makbul olacağını bilemedi.

 

Değişik fikir, kanaat ve hassasiyet sahibi çevrelerde rastladığımız bu Üstad hayranlığı, ya da yakınlık izharı, herhalde Üstad'ın 'çok yanlı' bir kişilik taşımasındandır.

Çok yanlı ama kendi içinde bir bütünlük ifade eden bir çok yanlılıktı bu. Lâkin, nerden bileydi, kavrayaydı bu incelikleri o hariciler, o tufeyliler?

 

Bir Cevat Rifat hayranı vardı. Üstad'ın da Yahudiler, dönmeler hakkındaki yazdıklarına hayrandı. Üstad'tan başka bir eser okumamış olduğu hemen belli olan o kişiye Üstad şöyle hitab etmişti :

—Siyonizm behsi bende ancak, fikriyatım içinde bir şubedir. Kimilerinde ise bir tez haline getirilmiştir. Mücadele odaklarımın biridir, hepsi değil. Tezimizse İslâm.

 

Rahatlıkla söylenmelidir ki, Üstad'ın tezine tam manasıyle katılınmadan, kendisini sevmek, benimsemek; yalnızca şu veya bu eserine bakarak, yahut bir kaç sohbetini dinleyerek yakınlık duymak, acaip bir maymun iştahlılığından başka bir şey değildir. Ki bu durum Üstad'ı da hem üzerdi, hem de güldürürdü. Hâlis müslümanlardan başkası onu tam anlamıyla anlamamıştır ve sevememiştir dense yeri. Bu 'hâlis' sözcüğünün üstünde iyi durmalı. Kimi müslüman vardır ki hem tasavvufu inkâr eder, hem de Üstad'ı benimsemiş görünür. Yahut kimi müslüman da vardır ki : 'Bırak efendim şu kumarbaz!' diye hicap etmekten takva satmaya yeltenir. Bunların bir ciddi farkı var mı, Üstad söz konusu olunca : 'Haa şu komünisti mi söylemek istiyorsun?' cinsinden kasılan kafasızlardan? Ama şu var ki bu tür adamlar bile, yeri düştükçe Üstad'ın büyük şair, büyük yazar olduğunu söylemeden geçemezler. Tıpkı ona 'Sabık Şair' adını takıp :

—Yazık etti şiirine!

Diyenler gibi. Yalnız şiirini sevenler, ya da seviyormuş gibi görünenler misali.

 

Elaman böyle yarımyamalak takdirlerden.

Share this post


Link to post
Share on other sites

ÜSTAD'I ANLATMAK

 

Bunun gereği açık. Hatta bu iş için bir enstitü kurulsa yerinde olur. Üstad'ı sürekli olarak gündemde tutmanın çok yararı vardır. Şu da mutlu bir gerçektir ki, Üstad hakkında yazılar yazabilecek, eserler oluşturabilecek bir çevre mevcuttur. Böyle bir çecreye sahip olma tahliline ermiş bir başka fikirci ve sanatçı yetişmedi bizde. Üstad'ın asıl üstadlığı, eli kalem tutan bir grubun yetişmesinde vesile oluşudur dense yeridir. Onu, kendilerine fiilen Üstad sayan bugün, isimlerini herkesin bildiği azımsanmayacak yekunde kalem erbabı; gazeteci, fıkra yazarı, şair, hikayeci, romancı ve müteffekir mevcuttur. Bili adamları mevcuttur.

 

Üstad'ın fevkalade zor şartlar içinde yazarlığını ve eylemlerini sürdürdüğü gerçeğine bakarar; çıkardığı Büyük Doğu'ların uğradığı inkıtaları düşününce, böyle bir yazarlar grubunun nasıl olupta yetişebildiğine hayretler edilebilir. Adeta insanın, 'eğer Üstad kesintisiz olarak yayında bulunmak, hiç değilse Büyük Doğu'yu muntazaman çıkarabilmek imkânına kavuşabilseydi, Türkiyen'nin fikir ve sanat hayatına baştanbaşa Onun damgası hakim olurdu' diyesi geliyor. Çünkü bilindiği gibi yayıncılıkta kadro kurmanın, taban tutturabilmenin yolu, süreklilikten geçiyor. Üstad hem bu sürekliliği bulamadı ve hem de şu veya bu sebeplerden ötürü, mecmuacılığında da hep 'solo' yapmak zorunda kaldı. Bütün bunlara rağmen Üstad, bir kadronun oluşmasında muvaffak olmuştur. Peki bu nasıl oldu? Yani Üstad hem solo yaptı, yani Üstad'ın çizgisi içinde yetişen yazarların çoğu, kalem denemelerinin Büyük Doğu'da değil de daha başka organlarda yaptılar, hem de Büyük Doğu'cu olarak yetiştiler. Bu nasıl oldu? Bu sorunun kanaatimce cevabı şudur : Üstad'a ve onun dergisine, yazı kaabiletleri olan özellikle gençler, öyle bir önem izafe ediyorlardı ki, orada yazmaya kendilerini ehliyetli görmeyen bir edep hassasiyeti gösteriyorlardı. Hatta Üstad'ın şiddetli israrlarına rağmen Dergiye yazı vermiyorlardı. Kendilerini Büyük Doğu'nun ancak bir okuyucusu olma, nihayet çırağı olma liyakatinde görüyorlardı. Bu duygumu, Üstad'ın baskıları üzerine, yazdığım son Büyük Doğu'lardaki bir yazımda da ifadeye çalışmıştım. Ve gaaliba bu ve buna yakın sebepler dolayısıyle bizzat Üstad'tan, onun dergisinden 'süt emen' bir çok arkadaş, o dergide pek az göründükleri halde, Üstad'ın çevresini oluşturdular. Üstad için kurulacak olursa eğer, bir enstitüde eserleri çıkacak çok arkadaş var yani.

 

Evet Üstad'ı yazmak lâzım, eserleri üzerinde araştırmalarda, incelemelerde bulunmak bir görev.

 

Lâkin şunu ise hiç unutmamalı ki, Üstad'ı en iyi anlatan, düşüncelerini, aksiyonunu en iyi sergileyen eserler de yine Üstad'ın eserleridir. Denebilir ki o, hem davasını ve hem de kişiliğini, bir başka kişilerin araştırmasına, yorumlamasına muhtaç kalmayacak boyutta eserlere kavuşturmuş birisidir.

 

Mesela Üstad'ın hayatını mı yazmak istiyorsunuz? Üstad yazmış bunuu. Hem de olanca berraklığıyla, Özeleştirinin en keskin gözüyle. Hangi araştırmacının çalışması, Üstad'ın hayat hikayesi olan 'O ve Ben' ile 'Babıâli'dekinden daha tamam, daha başarılı olabilir?

 

Onun fikriyatı üzerinde mi eser yazacaksınız? 'İdeolocya Örgüsü' yeterli değil mi?

 

Şairliğini, şiir anlayışını mı ortaya çıkarmak için yorulacaksınız? 'Çile'ye eklediği 'Poetika'lar bu işi yapmamışlar mı?

 

Üstad'ı anlatmak lâzım, derken, gaaliba en iyisi, bizzat Üstad'ın yazdıklarını okutturmak lâzım demek gerekiyor. Onları daha yaygın biçimde okutturma yolunda kalemlerimizi kullanmamız en münasibi.

 

Bir edebiyat prof.u ile Üstad'ın sanatı üzerine konuşuyorduk. Antoloji'sinin yeni baskısında, Üstad'a çok daha geniş yer verilirse, çok isabetli olacağını ifade etmiştim. Bunun için de , kendilerine mehaz olacak yazıları getirebileceğimi söylemiştim. Götürdüm de. Gerçekten Hoca, Antoloji'nin son baskısında 'Necip Fazıl' bahsini gayet geniş şekilde yazmıştı. Yazıyı okuyunca görmüştüm ki, getirilen yorumların hepsi, Üstad'ın poetikasından aktarılmaydı. Düşündüm ve hak verdim Prof.a. Çünkü Üstad'ı, Üstad'tan doğru, ondan daha eksiksiz biçimde açıklamanın yolu ve kaynağı yoktu. Belki de lüzumu yoktu.

 

Bütün bunlar, Üstad'ın ne yaptığını, ne yazdığını çok iyi bilen birisi olması ile ilgilidir şüphesiz. Anlamsız hiç bir davranışı olmadığı gibi, gereksiz, hatta dinamik bir işlevi olmayan bir tek satır, bir tek mısra ve bir tek cümle

sarfetmemiş olmasının sonucudur.

Share this post


Link to post
Share on other sites

ÇOCUK SEVGİSİ

 

Üstad'ta çocuk sevgisi had safhadaydı. Bunu, sonradan gördük, yani bizler ev bark olup çoluk çocuğa karışınca. Bize her gelişinde, daha kapıdan girer girmez, daha bir kaç yaşında olan kızıma bağırarak seslenir:

—Evlaaat!

Genellikle bir şeyler getirmiştir, hemen verir çocuğa.

Bir defasında hediye getirmeyi unutmuş. Eve birlikte geliyoruz. Evde ise bizi bekleyen bir kalabalık ta var. Yolda birden bire arabayı durdurttu ve hemen bir mağazaya girdi. Durumu anladım, vazgeçirmek istedim. Nafile! Üstad dükkanı velveleye veriyor :

—Başka neleriniz var, dört yaşında br çocuk için, getirin bakalım.

Önünde bir sürü elbiseler, kazaklar yığmış. Beğenmiyor.

—Şu küçük gelebilir, bu büyük, onun rengi uymaz.

Diye de konuşuyor. Artık : dayanamadım.

—Üstad'ım, dedim, kendinizi yormayınız, nihayet çocuktur.

Birden bana :

—Yaa, sen öyle mi sanıyorsun?

Diye cevap verdi.

Çocukları bu derece önemsemesine hayret etmiştim.

 

*

 

Bir gün bize benden evvel gelmiş Üstad. Bizim küçük 'buyur' etmiş salona 'Üstad Amca'sını' . Ve hemen yanına bebeklerini almış konuşmuşlar :

—Gel, Üstad Amca, seninle evcilik oynayalım; sen baba ol, ben de anne.

—Peki.

—Haydi şurası da evimiz olsun.

Demiş bizimki. Yani yemek masasının altını göstermiş. Buna da :

—Olur.

Demiş Üstad. Üstad'ın masanın altına, yani evlerine girmesini istemiş bu sefer. Sokmuş ta.

—Haydi şimdi ayaklarını uzat, üstüne çocuğu yatıralım, salla uyusun.

Ben eve girdiğimde bu manzarayı gördüm. Üstad ayaklarında bebeği sallamakta. Kızımı haşlayacaktım ki, Üstad haykırdı :

—Bu çocuk bir dahî Azizim, bayıldım. Müthiş eğlendirdi beni.

*

Torunu Emrah olalı, âdeta Üstad'a yeni bir konu çıkmıştı. Ankara'ya bir günlüğüne bile gelmiş olsa, eve telefon eder, Emrah'ı sorardı.

—Üstad'ım Emrah nasıl?

Şeklindeki ilgimizden çok mutlu olurdu. Çok kabiliyetli sayardı torununu. Şöyle derdi :

—Bazen kabiliyet, böyle bir nesli atlayarak zuhur ediyor. Bende de öye olmuştur; Babamla değil, Büyükbabamla izah edebilirsiniz beni.

Emrah'a her hangi bir hediye almadan gitmezdi Ankara'dan. Bir defasında :

—Herşeyi var Emrah'ın, ama yine de alıyorum : Bir oda dolusu oyuncağı var. Uçaklar, arabalar, tabancalar.

Bizim Cahit Zarifoğlu da :

—O oyuncaklarla bir dükkan açalım Üstad'ım.

Diyerek Üstad'ı bir hayli keyiflendirmişti.

 

(Mavera Dergisi - Necip Fazıl'a Rahmet Özel Sayısı)

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...
Sign in to follow this  

×
×
  • Create New...