Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Sign in to follow this  
Beylerbeyi

Yavuz Demirsoy.

Recommended Posts

Türkçülere Kürt Devleti Kurduracaklar.

 

AYM Türkiye’nin başkenti Ankara’da 07.07.2010’da milletin istikbaline yön verebilecek bir karara imza attı.

Bu karar öyle sıradan bir karar değil.

Şimdi milletin kaderini baştan sona yeniden değiştirecek tarihi bir süreçle karşı karşıyayız. Eğer referandumda halk bu Anayasa değişikliği paketine EVET derse yani referandum süreci kazasız belasız atlatılırsa şüphesiz bu millet; Anglo-Yahudi ittifakının kirli palanlarını bozma, onların manevra alanlarını daraltma ve normalleşme yolunda büyük bir adım atmış olacaktır.

Bu pakete EVET denildiği takdirde Anglo-Yahudi tezgahına büyük bir çomak sokulmuş olacaktır.

Şimdi belki “Anglo-Yahudi ittifakıyla AYM’nin vermiş olduğu kararın ne alakası var” diyenler olacaktır.

Bakın anlatayım:

Bu topraklarda terörle ilgili hiçbir hadise spontane gelişmemiştir.

Olayı daha net anlatabilmek için isterseniz çok ötelere gitmeden 1980 darbesinden başlayalım: O tarihte ABD yönetiminin darbeden haberdar olduğu ve darbe gecesi Başkan Jimmy Carter’a “bizim çocuklar işi bitirdi” anlamında bir mesajın, bir toplantının ortasında iletildiğinin anlaşılmasıyla, 12 Eylül’de ABD’nin rolü net olarak anlaşılmıştı. 12 Eylül Darbesi sırasında dönemin ABD Ulusal Güvenlik Konseyi Türkiye Masası Sorumlusu Paul Henze’in askeri müdahaleyi haber alırken, haberi ulaştıran diplomatın “your boys have done it (senin çocuklar işi bitirdi)” anlamındaki konuşması, 12 Eylül Darbesi içinde ABD’nin rolü konusunda en önemli kanıttı. Ayrıca 12 Eylül’e giden süreçte, Amerikan menşeli aynı silahla hem sağcı hem solcuların katledildiği balistik incelemeler sonucu ortaya çıkartılmıştı.

İşte bugün milletin iradesine her fırsatta ipotek koyan HSYK ve AYM gibi jüristokratik yapılanmalar ve o yapılanmaların çıkarttığı arızalar darbenin bir ürünüydü… Milletin dokusuyla uyuşmayan, halkın tercihlerini yok sayan bir yapılanma bu.

Daha sonra Anglo-Yahudi ittifakının, 12 Eylül öncesi başlattığı süreç 80’li yıllarda Çekiç Güç icat edilmek suretiyle PKK terör örgütünü kurup, başına da APO denilen kuklayı geçirmesiyle devam etti.

****

Sonrasını biliyorsunuz… Yahudi geleneğinden kalma bir tarz olan kundaktaki bebeklerin vahşice katledilmesi, köylerin yağmalanması, gencecik Mehmetçiğin kurşuna dizilmesi Anglo-Yahudi ittifakının dünya enerjisinin yüzde 75’inin bulunduğu Ortadoğu’ya hakim olma projesinin bir parçası olarak karşımıza çıktı.

2000’li yıllarda ise bu sistemin modası geçince Amerika ve İsrail kendi elleriyle besleyip, büyüttüğü örgütün sözde liderini paketleyerek malum adrese teslim etti.

APO’nun Türkiye’ye teslimi, Kürt sorununda başka bir safhaya geçiş için bir strateji değişikliği idi… O gün için kanlı terör ve şiddet fonksiyonunu yerine getirmişti; bundan sonrası için konunun daha öteye taşınmasına ihtiyaç vardı.

“Sezgin” görüşe göre: Kan ve terör BOP çerçevesinde ayrılıkçı fikirler, kin, nefret ve husumet gerektiği kadar körüklenmişti.

Uluslararası kamuoyuna, Türkler Kürtlerle arasında bir ayrışma olduğu fikri kabul ettirilmişti.

İşte bu noktada “KCK“ denilen, örgütün şehir yapılanması devreye sokuldu. Dağlardaki misyon başarıyla tamamlanmış, sıra Kürtlerin toplumun diğer kesimlerinden koparılmasına, ayrıştırılmasına ve devletleştirilmesine gelmişti.

1990’lı yıllar boyunca örgütü Türkiye’nin başına bela eden, dünyada tanıtan, uluslararası destek veren Batı ve Anglo-Yahudiler APO’nun teslimiyle “Kürtlerin toplumsal ve siyasi dönüşümü” projesini başlattı. Bunun için ayrılıkçı Kürtçü hareketi yeniden yapılandırdılar; şehirlerde örgütlediler, dernekler, vakıflar, lokaller, eğitim birimleri, sosyal faaliyet çalışmaları başlattılar. Kadınlara, gençlere, meslek guruplarına el attılar. Sendikalar, meslek örgütlenmelerine yardımcı oldular…

Ve böylece 2000’li yıllar Kürtleri dönüştürmenin, sosyolojik olarak toplumdan koparmanın, militanlaştırmanın, protestleştirmenin yılları oldu. Hükümetler rehavet içinde iken, ‘ittifak’ şehir yapılanmaları üzerinden Kürtçüleri örgütledi…

90’lı yıllarda Kürtlerin kitlesel desteğine sahip olamayan; dinsiz, Marksist bir örgüt olarak görülen PKK ve onun siyasi partileri bölgede etkin olmaya, siyasi sonuçlar almaya başladı. Öyleki, son yerel seçimlerde bölgedeki belediyelerin çoğunu, yüksek oylarla almayı başardı.

Dağlarda aranan PKK şehirlere yerleşmiş, tezgahını kurmuş ve hedefine ulaşmıştı. Halk içinde örgütlenen bu yeni yapı belediye başkanları atıyor, yardım sandıkları kuruyor, halkı mahkemelerde yargılıyor ve toplum üzerinde siyasi bir aktör haline geliyordu.

Apo’nun teslim edilmesi dağlardan şehirlere inmenin, toplumsal örgütlenmenin, devlete ve dünyaya siyasi bir muhatap haline gelmenin taktiğiydi. Ve bunda epeyce başarılı oldular. Terör örgütünü “sakıncalı” listesine alan Batıyı, ABD’yi bize yardımcı oluyor zannettik. Oysa terör örgütünün modası geçmiş, fonksiyonu bitmişti. Anglo-Yahudi ittifakı biz dağlara bakarken, dağlardan çok daha tehlikeli, şehirleri kilitleyebilen, insanlar üzerinde tahakküm kuran, sandıklara müdahale eden, siyasi hareketlere hükmeden yeni bir yapı kurdu.

Sonraki adımda amaç, ayrılıkçı Kürt hareketine, dünya kamuoyunda meşruiyet kazandırmak, Kürtlerle Türklerin birlikte olamayacağına ikna edecek tablolar oluşturmak, kurumsal altyapılar kurmak ve dönüştürülen Kürtleri Türkiye’den koparmaktır. Başarabilirlerse daha sonraki adım da, sıkışan-yalnızlaşan İsrail’e sadık bir müttefik olacak “Büyük Kürdistanı” kurmak olacaktır.

Kürtlerin büyük çoğunluğunun “biz ayrılmak istemiyoruz!” demesi çok şey ifade etmez. Öyle olaylar kurgularlar ve bu olayları dünyaya öyle sunarlar ki, bir oldu bitti ile karşı karşıya bırakırlar. Ne Kürtler, ne Türkler istemediği halde, fiili bir durumla karşı karşıya kalabilir. KCK denilen örgütün şu anda yaptığı sonraki safhalara Kürtleri ve toplumu hazırlamaktır.

“Bölünme” işinde sanıldığının aksine kullanılacaklar Kürtlerden öte Türkler ve Türkçülerdir. Kürtçülere, KCK’ya tahrik edici, sabırları zorlayıcı eylemler yaptırabilirler; ama dünya kamuoyuna “birlikteliğin yürütülemeyeceği”ne yönelik malzemeyi verecek olan Türkçülerdir; ırkçı-şovenlerin yapacağı taşkınlıklardır, sert söylemlerdir.

İşte burada milliyetçi tabana hitap eden yapılara büyük görev düşüyor. Tıpkı rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu’nun Alperenleri kontrol altında tutması gibi.. Devlet Bahçeli’nin Ülkücü gençliği Ergenekon’a bulaştırmaması gibi.. Bu hassasiyet devam etmeli/ettirilmelidir.

***

Şu anda PKK terör örgütü konjonktürel nedenlerle ve iç politika malzemesi olarak kullanılıyorsa da, büyük tehlike KCK ve şehir yapılanmasıdır; örgütün Batı desteğinde yürüttüğü toplumsal-siyasal organizasyonlardır. Uzun vadeli tedbirler ve çözümler PKK’dan öte KCK’ya karşı düşünülmelidir. Artık militan üreten ocak, dağlar değil şehirlerdir; KCK’dır.

Bazıları ise KCK’ya yapılan operasyonları yanlış bulmakta, hatta PKK saldırılarının sebebi gibi sunmaktadırlar. KCK siyasi bir örgüt, yapılanma değildir; aksine BDP’nin demokratik, siyasal bir parti olmasını engellemektedir. KCK toplumu tehdit ve yıldırma ile baskı altına alan, insanların özgür iradelerini bloke eden, şehirleri dağlardaki silahlı örgütle tehdit eden, BDP’li belediye başkanlarına “emir eri” muamelesi yapan ve aşağılayan, cam çerçeve indirip kepenkleri kapattıran, belediye otobüslerine molotof atarak masum insanları yakan, insanları yargılayan ve cezalandıran, devlete paralel yapılandırılmış illegal bir örgüttür. Demokrasi adına bu örgütü savunmak gaflet değilse, hıyanettir.

***

Elbette neredeyse her gün Türk Bayrağı’na sarılı şehitler on binlerin omzunda toprağa verilirken;

Uluslararası projecilerin el ürünü; ÇEKİÇ GÜÇ, OHAL, APO, PKK, KCK gibi doğrudan terör mekanizmaları ile 1989’dan başlayarak yürürlüğe konulan HEP, ÖZEP, ÖZDEP, DEP, HADEP, DEHAP, DTP şimdilerde BDP gibi dolaylı terör rampaları arasında asıl büyük fotoğrafı görmek kolay değildir.

Zaten piramidin üst basamağında “Godfather” konumundaki Anglo-Yahudi teorisyenler de tezgahı bu şekilde dizayn ediyorlar…

Ayrıntılarda boğulsunlar büyük projeyi göremesinler diye…

Nasıl ki 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 öncesinde, her gün bu vatanın evlatları katledildiyse ve biz o zaman esas senaryoyu göremediysek…

Uğur Mumcu, Abdi İpekçi, Çetin Emeç, Ahmet Taner Kışlalı, Bahriye Üçok suikasta kurban giderken de cinayetleri senaryolardan habersiz 'horror movie' izler gibi izlediysek…

İşte bize bu gün çok daha fazla geliştirilmiş Angola-Yahudi yapımı ultra Goralar izlettirilmek isteniyor.

Provokasyonlar, hep asıl fotoğrafı görmemizin engellenmesi için tezgâhlandı. Propaganda aracı olarak ise bilhassa bir kısım medya, her demokrasi dışı müdahale öncesinde, neyi görmemiz isteniyorsa, onu göstermede en etkili araç olarak kullanıldı…

Diğer taraftan Genelkurmay Başkanı Arena’ya çıkmış…

Geceleri gözüne uyku girmiyormuş!

Dağlıcaymış, Aktünmüş, Gediktepeymiş, Şemdinliymiş bunların hepsi hikaye...

Büyük planın bir parçası…

 

İsmin doğrusu 'Yavuz Derinsoy' olacak. Affola.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Kompleks İşte Böyle Esir Alıyor.

 

Yayın politikasıyla yandaş medya eleştirilerine maruz kalan Çalık Grubu’nun Takvim Gazetesi bugün manşetinden dev bir fotoğraf yayınladı. “Takvim Hoşgörünün Fotoğrafını Çekti” vurgusuyla verilen fotoğraf Bodrum’da sahilde çekilmiş.

Fotoğrafta denizin kıyısında yeralan 300 yıllık tarihi Necip Nalbant Camisi’nde Cuma namazı kılınıyor. Bahçeye taşan cemaat namaz kılarken, hemen yanlarında bikini ve mayolarıyla denize girenler yer alıyor.

Arada birkaç metre mesafe ancak var. Şezlonglarında bikinileriyle sere serpe çıplak olarak yatan insanlar, aynı zamanda okunan Kur’an-ı da bu vaziyette dinliyor.

Takvim’in yayın yönetmeni Ergün Diler, Ahmet Hakan ve benzerleri gibi dejenere İslamcı, dolayısıyla da “hoşgörüye” bakışı da dejenere.

Hoşgörü Kur’an ayetleri okunurken, çıplak yatmak değildir.

Bu olsa olsa kutsal değerlere saygısızlıktır.

Belki bu fotoğraf şu şekilde olsaydı o zaman Takvim hoşgörünün fotoğrafını çekmiş olurdu.

Cuma namazı haftada bir kere olan, öğlen vakti kılınan, saati belli ve topu topu 30 dakika kadar süren bir ibadet. Bikinili tatilciler saygı çerçevesinde “şezlong güneşlenmelerine” 30 dakikacık ara verselerdi o zaman hoşgörünün fotoğrafı çekilebilirdi. Oysa bu fotoğrafta görüldüğü üzere, namaz kılınmasını umursamamışlar.

Hoşgörü herkesin istediğini istediği gibi yapması, umursamaz olması, diğerlerine saygı göstermemesi değildir. İnsanlar birbirinin, değerlerine, kültürlerine ve inançlarına saygı gösterdiğinde hoşgörü olur.

Daha bilinen bir örnekle açıklarsak; cenaze evinin yanında düğün yapılmaz.

Fakat gazetenin yayın yönetmeninin bilinçaltında “Ahmet Hakan Sendromu” olarak niteleyebileceğimiz durum olunca bu fotoğrafı da aynı psikolojiyle yorumlamış. Kendisini “diğer mahalleye beğendirme” kompleksi bu olsa gerek.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...
Sign in to follow this  

×
×
  • Create New...