Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Sign in to follow this  
Kalemdar

M.Es'ad Erbili (K.s)

Recommended Posts

besmele.png

Esad Efendi uzuna yakın boylu, beyaz sakallı, süzme gözlü, esmer tenli, şişmana yakın cüsseli, güler yüzlü, tatlı sözlü, vakur bir zat idi. Çok kuvvetli bir hafızaya sahipti. Senelerce

evvel görüştüğü zatı hemen tanır, konuştukları mevzuyu derhal hatırlardı.

 

Altın silsilenin otuz üçüncü halkası yine Iraktan, Musulun Erbil kasabasından 1264/1847 yılında Erbilde doğdu. Baba ve anne tarafından seyyiddir. Babası Erbil de bulunan Halidî tekkesi şeyhi M Saîd Efendidir. Babası tarafından dedesi Hidayetullah Efendi ise Mevlana Halıd el-Bağdadi nin Erbilde yaptırdığı tekkeye tayın ettiği halifesidir.

 

Esad Efendi ilk tahsilini Erbil ve Deyrde ikmal ettikten sonra yirmi üç yaşında iken 1287/1870 yılında manevi bir işaretle Nakşı-Halidi şeyhi Tahal-Haririye (o 1294/1875) intısab etti. Beş yılda seyru sulükunu ikmal île hilafet aldı 1292/1875 yılında Hicaza gitti.İNTİSABI ÖNCESİNDE 18 YAŞLARINDA M.HALİDİ BAGDADİYİ RÜYADA GÖRÜRLER KENDİLERİNE GEL EVLADIM DİYORLAR O ANDA M.H.BAGDADİ YERİNDE T.HARİRİ Hz..GÖRÜNÜYORLAR GEL OGLUM SENİ KABUL ETTİK DİYORLAR.T.HARİRİ Hz..LERİNİN YANINA, DEVRİN ZORLUKLARINDAN DOLAYI HEMEN GİDEMESELERDE MEKTUPLA KENDİSİNE BAGLILIKLARINI BİLDİRİYORLAR.

 

İstanbula Gelişi

 

Hac dönüşü, şeyhi de vefat etmiş bulunduğundan İstanbula geldi. İstanbul da önceleri Salkımsöğütte Beşirağa dergahında misafir olarak kaldı. Muhib ve ziyaretçilerinin sayısı artınca buradan ayrılarak Bayezid-Parmakkapı da Makasçılar içinde bulunan camiinin müezzin odasına yerleşti. Fatih Camiinde Hafız Divanı ile Mevlana Camiinin Luccetul-esrar adlı eserini okuttu. Onun bu derslerine ilim ve irfan ehlinden pek çok kimse devam etti. Bayezid dersiamlarından Hoca Yekta Efendi ve benzeri alimler onu bu derslerinden tanıyarak intisab ettiler.

 

Kelamî Dergahı Şeyhliği

 

Kısa zamanda şöhreti İstanbulu tuttu ve Sultanın damadı olan Derviş-paşa-zade Halid Paşa kendisini saraya davet ederek ondan bir buçuk sene kadar arapça ve dini ilimler tahsil etti. Sultan ikinci Abdülhamit Han tarafından da Meclis-i Meşayıh azalığına tayin olundu. Toplantı günleri meclise, ders günleri Fatih camiine, ara sıra da Saraya giderdi.

Bu arada evini Bayezid Camii imaretinin kapısı üstündeki odalardan meydana nazır olan kısma nakletti. ESAT EFENDİ 1883 TE 40 YAŞLARINDA ŞERİ VE TASAVVUFİ İCAZETLERİYLE Ayrıca kendisine bir tekke tevcih olunması için Meşihat a müracaat etti. Fındık zade Macuncu civarında Şehremini Odabaşı semtindeki Kelamî Dergahı şeyhliği münhal bulunuyordu. Burası Kadirî tekkesi olduğundan tayın için Kadirî icazetname gerekiyordu. Esad Efendi 1303/1883 tarihinde Abdülkadir Geylanî ahfadından VE SEYYİD NUREDDİN Hz.. TALEBESİ Abdulhamid er-Rifkanîden aldığı Kadiri icazetnameyi ibraz île bu tekkeye tayin olundu. Burada muntesiblerine önce oturarak ve Kadiri evradı okuyarak Kadiri ayini, sonra da Nakşî usulünce hatm-hacegan yaptırırdı. Ancak Nakşî tarîkatında sohbet esas olduğundan cuma günleri de zikirden evvel esrar-ı aşk ve muhabbete dair sohbet ederdi Esad Efendi bir ara Halıcılar da bulunan Feyzullah Efendi dergahına da devam etti.

 

Tekrar Erbile

 

İstanbula ilk geldiği bu devrede ibadet ve ahlak gibi çeşitli konulardaki hadislerden derlediği Kenzul-İrfan adlı eserini neşretti. Onun bu esen büyük hüsn-i kabüle mazhar oldu. 1316/1900 yılında Abdulhamid Han tarafından bilinmeyen bir sebeple memleketi Erbilde ikamete memür edildi

Erbil de saliha bir kadın tarafından kendisi için inşa ettirilen tekkede Meşrutiyetin ilanına kadar irşad hizmetiyle meşgul oldu Mektubat adlı eserindeki mektuplarının ekserisini bu esnada Erbilde muhib ve müridhanıyla muhabereleri teşkil eder.

 

İstanbul a İkinci Gelişi

 

Esad Efendi, Meşrutiyeti müteakip sevenlerinin daveti üzerine 1324/1908′ de tekrar İstanbula döndü. Kelamî dergahını zemin kat üzerine genişleterek yeniden inşa ettirdi. Üsküdardaki Selimiye Dergahı şeyhliği boşalınca oranın şeyhliği de Esad Efendiye tevcih olundu. Buraya niyabeten oğlu Mehmed Alı Efendiyi tayın etti. Kendisi de arasıra gelip irşad hizmetini oğluyla birlikte yürüttü. Milli mücadelenin başlaması üzerine Ankara ya gidecek olan Fevzi (Çakmak) Paşanın bu dergahta Esad efendiyle birkaç defa görüştüğü bilinmektedir.

 

Meclis-i Meşayıh Reisliği

 

Esad Efendi 1330/1914 yılında önce Meclis-i Meşayıh azası sonra da reisi oldu Meclıs-i Meşayıh reisliği zamanında tekkelerin ıslahı ve şeyhliklerine ehliyetli kimselerin tayini ile şeyh evladının en iyi şekilde yetiştirilmelerini temin istikametinde çalışmalar yaptı. Padişah Sultan Reşad ın sevgisini kazanan Esad Efendi, aynı yıl sürre emînî olarak hacca gönderildi. 1331/1915 yılında meclis-i Meşayıh reisliğinden istifa etti.

 

Esad Efendi pek çok halife yetiştirdiğinden İstanbul, Anadolu, Yugoslavya ve Bulgaristanda binlerce müntesibi vardı. Cumhuriyetin ilk yıllarında (1925) tekkelerin kapatılmasından önce İstanbula gelen ve Kelami Dergahında onbeş gün misafir kalan Danimarkalı araştırıcı Carl Vett in anlattıklarından onun dergahına ilim ve devlet adamlarından pekçok itibarlı kişinin o şartlarda bile devam ettiği anlaşılmaktadır. (bk. Kelamî Dergahından Hatıralar)CARL VETT SORUSU ÜZERİNE ESAT EFENDİ Hz.. 40 KADAR HALİFELERİ,YÜZBİNDEN FAZLADA MÜRİDANININ OLDUGUNU SÖYLEMİŞLERDİR

 

Tekkelerin Kapatılmasından Sonra

 

Tekkelerin kapatılmasından sonra hiç sokağa çıkmamağa karar vererek Erenköy-Kazasker de satın aldığı köşkünde inzivayı ihtiyar etmesine rağmen dikkatler üzerinden eksik olmamıştır. 23 Aralık 1930 yılında meydana gelen Menemen vakasıyla ilgisi bulunduğu iddiasıyla tutuklanarak Menemene sevk edildi. İdam talebiyle yargılandı, ilerlemiş yaşı sebebiyle idam cezası müebbed hapse çevrildi. KENDİLERİNİ MAHKUMİYETLERİ SIRASINDA ZİYARET EDEN FEVZİ CAKMAK PAŞA, YAŞLARINDAN DOLAYI İDAM EDİLMEYECEKLERİ MÜJDESİ VERİNCE TAM BİR TESLİMİYET İÇİNDE KADERE RAZI OLDUKLARINI SÖYLEMİŞLERDİR . Oğlu M. Ali Efendi ise idam edildi.

 

Esad Efendi Menemendeki askeri hastanede üremiden tedavi gördüğü sırada 84 yaşında iken 3-4 Mart (1931) gecesi vefat etti. Vefatıyla birlikte zehirlendiği ile ilgili tartışmalar da gündeme geldi.ESAT EFENDİ VE OGLU ALİ EFENDİNİN NAAŞLARINI DEVRİN YÖNETİMİ AİLESİNE VERMEDİ, BİR GECE YARISI 1950 LERDE HARFİYAT CALIŞMASIYLA DÜZELTİLEN MEZARLIGA GÖMÜLDÜLER, SAMİ EFENDİ TARAFINDAN KABİR YERLERİ TESBİT EDİLEREK 1956 YILINDA BULUNDUKLARI YERE CAMİ YAPTIRILMIŞTIR.MENEMENDEKİ CAMİDE ESAT EFENDİ İÇİNDE KAPALI BİR BÖLMEDE ,ALİ EFENDİ DIŞINDA YATMAKTADITLAR.

 

-EY SAFA DA YATAN SULTAN -KUTBU AZAM ,KUTBU CİHAN

 

Edebî Şahsiyeti

 

Ana dili Türkçe olmakla beraber aynı kuvvetle Arapça, Farsça ve Kürtçe de bilirdi. Divanı ve diğer eserleri buna delildir. Türkçeyi kullanmaktaki mahareti Hüseyin Vassaf Bey in ifadesiyle selîka-i kalemiyyesi ve tarz-ı manadaki tevcihi kendisin sahife-i edebiyatta sername-i mübahat eyliyecek derecededir.

Esad Efendi kendisi tekkeden yetişmiş bir şair olmasına rağmen tasavvufi halk edebiyatından ziyade divan edebiyatını benimsemiş ve aruzu büyük bir ustalıkla kullanmayı başarmıştır. Onun Türkçeyi kullanmaktaki liyakati ve şiirlerindeki başarısını Necip Fazıl şöyle ifade etmektedir: Esad Efendinin Kenzül-İrfan isimli eserinde asli metne ve Osmanlıca ya büyük bir sadakat ve hakimiyet müşahede ettiğimizi belirtmek borcundayız Şiirlerine gelince bunlar, Şeyh Esad Efendinin bir hassasiyet ve şiir kabi-liyyetine malik bulunduklarına işarettir (Son Devrin Din Mazlumları, s. 169-170)

 

Eserleri:

 

1-Kenzül-İrfan: Ahlak, ibadet ve takva gibi muhtelif konularda derlenmiş binbir hadis-i şerîfin tercüme ve izahından ibarettir. Eser eski harflerle iki defa neşredildi. (İstanbul, 1317, 1327) Yeni harflerle de pekçok defa basılan bu eser.son olarak Erkam yayınlarınca aslî şekline uygun bir biçimde yeniden yayınlandı. (İstanbul, 1989)

 

2-Mektubat: Bilhassa Erbil de bulunduğu sırada muhib ve müridlerine yazdığı tasavvufi mahiyette yüzelli dört mektubtan müteşekkildir. Tamamına yakını Türkçe olmakla beraber birkaç arapça ve farsça mektup da vardır. Mektübatın baş tarafındaki ilk altı mektupla 36. mektup Tasavvuf mecmuasında makale olarak yayınlanmıştır. (İstanbul, Tasavvuf mecmuası, sene:1307) Mektubat eski harflerle iki defa yayınlanmıştır. (1338,1341) Mektubat, H. Kamil YILMAZ ve İrfan GÜNDÜZ tarafından ilmi esaslara uygun olarak neşredilmiştir. (İstanbul, 1983) Bu son neşrinde ilk neşirlerde bulunmayan iki mektuba da yer verilmiştir. MEKTUBATA AYRICA SAMİ EFENDİ BAŞTA OLMAK ÜZERE BAZI TALEBELERİNE YAZDIGI İCAZETNAMELERDE BULUNMAKTADIR.

 

3-Dîvan: Türkçe ve Farsça şiirlerinin toplandığı eseridir. Aruz veznini büyük bir ustalıkla kullanan Esad Efendi, zaman zaman tasavvuf halk edebiyatı şairleri gibi şiirler ve onlara tahmisler de yazmıştır. Dîvan da yer yer Arapça manzumelere ve bir kürtçe gazele rastlanmaktadır. Farsça şiirler Ali Nihat Tarlan tarafından tercüme edilerek.Dîvan yeni harflerle Cemal Bayak tarafından yayınlanmıştır.(İstanbul,1991) Dîvandaki farsça Mev-lid-i Fatıma manzümesi, Şeyhin oğlu tarafından nazmen türkçeye çevrilmişir.

 

4- Risale-i Esadiyye: Tasavvuf ve tarikatın lüzumu ve faziletiyle seyr u sülukün şekil ve adabından bahseden küçük bir risaledir. Müellif bu eserinde otobiyografisini de müridlerinin talebi üzerine kaleme almıştır. Eski harflerle bir defa basılan bu küçük eser yeni harflerle de yayınlanmıştır. (İstanbul, 1986)

 

5- Tevhîd Risalesi Tercümesi:

Muhyiddin İbn Arabi ye izafe edilen bir risalesinin Türkçe tercüme ve şerhidir. Bu risale İbn Arabi ye değil Evhadid-din Balyaniye aiddir. Eser, Ali Kadri tarafından yayınlanmıştır, (İstanbul 1337,103s.)

 

6- Fatiha-i Şerife Tercümesi:

Fatiha süresinin tefsiri bir tercemesidir. Eski harflerle müstakil olarak, yeni harflerle Risale-i Esadiyye ile birlikte yayınlandı. (İstanbul 1986).

Bunlardan başka Urfalı Şeyh Safvet Efendi nin çıkardığı, Tasavvuf ile Beyanü1-hak ve benzeri mecmualarda neşredilmiş yazıları vardır.

Muhammed Esad Erbili,meşayıhın ulemasından olması sebebiyle daha sağlığında büyük bir şöhrete ve halk tarafından hüsn-i kabule mazhar olmuştur. Nitekim onun yakınlarından bir meczûb derviş, daha Erbilde iken şöyle bir rüya görür: Esad Efendinin iki kolu, İstanbul merkez olmak üzre, Erbilden Balkanlara kadar olan geniş bölgeyi ihata etmektedir. Önce bir rüyadan ibaret olan bu hal, elli sene sonra hakikat olmuş ve Es ad Efendinin Anadoludan Arnavutluk, Bulgaristan ve Sırbistana kadar uzanan alanda pek çok müridi bulunmuştur.

Esad Efendi, Muhammedi meşrebde ve îsar ve infak doygunluğunda bir gönül sultanıydı. Nitekim vefatına yakın şunları söylemişti: İntisabımın ilk yıllarında gönlüme: Ya Rabbi, huzur-i ilahiyyene çıplak olarak geleyim. Şayan-ı kabul amelim varsa onları günahkar kullarına bağışlayayım şeklinde bir duygu gelmişti. Şimdi aynı duygularla doluyum.

Esad Efendi diyor ki iki mesele hakkında şüphem vardı. İmam Rabbanî hazretlerinin mektûbatını okuyunca bu şüphelerim zail oldu:

 

a) Tarikatte asıl olan tam anlamıyla sünnete bağlanmak olduğuna göre, bazı tarikatlarda riyazat yapmadan manevî yükseliş nasıl olabilir?

Bu sorunun cevabını İmâm-ı Rabbanînin Mektûbatında buldum.Karnın, temiz ve helal yiyecekle doyarsa fikirde havatır olmaz. Zikir, fikir, rahat ve huzurlu olur. Fakat nefsin hakkı verilmezse huzûra mani olabilir.

Fena-yı kalbden sonra kalbe havatır nasıl gelebilir?

Bunun cevabını da Kalb fena bulduktan sonra kalbe gelen havatır kalbe zarar vermez, aksine kalb vazifesini yapmaya devam eder.Hükmünde buldum.

Rivayete göre bir Japon generali müslüman olup İstanbula gelir, İstanbul da Esad Efendi nin Kelamî dergahında bir müddet misafir olur ve zikir meclislerine katılır. Daha sonra bazı dergahlarda da zikir meclislerine katılan bu Japon general ALLAH ALLAH diye zikretmede gök kuvvet var. Padişahlar da böyle ALLAH ALLAH deseler, top tüfek kuvvetinin hükmü olmaz der.

Esad Efendiye bir gün İttihad ve Terakki taraftarlarından biri gelip der ki ALLAH,Dua ediniz, sizin dualarınızı kabul edeyim (Gafir, 40/60) buyuruyor. Halbuki biz dua ediyoruz, bize bir şey vermiyor ve duamızı kabul etmiyor. Acaba bu ayete yanlış mana mı veriliyor? Esad Efendi şu cevabı verir:

-Duanın kabulü için birtakım şartlar vardır. Şart yerine gelmeyince şarta bağlı hüküm de gerçekleşmez. Duanın kabul olunmayışında ayrı bir takım hikmetler vardır. Bazen duanın beklenen ve istenen şekilde kabul edilmeyişi kul için daha büyük bir hayır olabilir. (bk el-Bakara, 2/216) Mesela sıtma hastasının canı bal isterse hemen verilmez. Çünkü bal, sıtma için zehir gibidir. Ayrıca bu ayet bir başka manaya göre Beni davet edin, ben de meclisinize geleyim anlamınadır.

Bir başka seferinde yine inançsız birisi Esad Efendinin tekkesine gelerek müslümanları tezyif etmeye başladı. Her kötülük müslümanlarda, yalan, hırsızlık gibi fenalıklar hep onlarda Bu nasıl din böyle?

Esad Efendi dedi ki:

- Bu senin söylediklerin bile dinimizin büyüklüğüne delildir. Başka dinler batıl olduğu için şeytan onlarla pek fazla uğraşmıyor. Çünkü boş eve hırsız girmez.

Esad Efendinin nazarı keskin, sohbeti etkileyici idi. İhvan ve halifelerinden de teveccüh ve nazarı keskin insanlar vardı. Nitekim Esad Efendinin Erbilde ziyaret maksadıyla bulunduğu sırada çevre köy ve kasabalardan ihvan akın akın geldiler. Gelenler arasındaki bir genç Esad Efendinin yanına kadar sokuldu. Efendi hazretleri ona Okuma yazma bilip bilmediğini, tarikata girip girmediğini sordu. O da şöyle konuştu:

- Okumam yok. Henüz tarik da almadım. Köyümüzden bir kızı sevmiştim. Babasından istettim, vermediler. Muhtar beni askere gönderdi. Ben askerde iken o kızı oğluna almış. Şimdi ben onlardan birini öldürüp intikamımı almadıkça tarikata girmeyeceğim.

Esad Efendi, gencin söylediklerine hayretle ya öyle mi? diye mukabele etti. Bu arada halifelerinden Şemseddin Efendiye bu gençle meşgul olmasını işaret etti ve abdest tazelemek için dışarı çıktı. Dönüşünde bu genci değneğini at yapmış koşarken gördü, o haliyle biraz koşuştuktan sonra kalabalığı yararak geldi. Şemseddin Efendinin teveccühüyle önce meczûb bir tavır sergileyen bu delikanlı daha sonra Esad Efendiye gelip: Bana tarik ver dedi. Esad Efendi:

Hani sen adam öldürecektin dedi. Genç, o hal geçti karşılığını verdi. Tekrar tarik isteyince Esad Efendi Senin Şeyhin Şemseddin Efendidir dedi. Fakat o genç Hayır, hayır o değil, ben biliyorum sensin karşılığını verdi. Esad Efendi, bununla birlikte meczûb tabiatlı olmaktan çok, temkin ehli olmayı tavsiye eder. Bize serinkanlı insan lazım derdi.

Esad Efendi, Ümmetimin şereflileri Kuran hamilleridir. hadisini Kuran tilavetine müdavim, ahkamıyla amil, teheccüt namazı ve zikirle geceleri ihya edenlerdir diye yorumlardı. Yoksa bazılarının dediği gibi sadece Kuran hafızları demek değildir. Kuran ahkamına itaatkar olmayan ve namaz bile kılmayan hafızlar neye yarar? Nitekim Kuranda öyleleri hakkında: Kendilerine Tevrat yükletilip de onu taşımayan; emirlerini tutmayanların durumu kitaplar taşıyan eşeğin durumu gibidir (el-Cumua, 62/5) buyurulmuştur. Sırtında kitap taşıyan merkebe taşıdığının ne faydası vardır?

Esad Erbili hazretleri, Sizden insanları hayra çağıran, iyiliği emreden, kötülüklerden sakındıran bir topluluk bulunsun. Onlar gerçek felaha erenlerdir. (Ali İmran, 3/104) ayet-i kerîmesini şöyle tefsir eder:

Ey İslam cemaati! Sizlerden bir taife, dinî ilimleri öğrenip tahsil ettikten sonra avam-ı nası gerçek tevhide ve islamî hayata çağırsın. Şeriatın ve aklın meşru kabul ettiği şeyleri kendisi yerine getirdikten sonra diğer insanlara da emretsin. Yine şeriat ve akıl ölçülerine göre çirkin olan davranışları kendisi terkettikten sonra başkalarını da o kötülükten sakındırsın. İşte bunlar hakîkaten gerçek kurtuluşa erenlerdir. Şayet bu kimseler Cenab-ı Hakkın emir ve nehiylerine itina göstermez; ilimleriyle amel etmezlerse ahkam-ı ilahiyi insanlara tebliğ etmeye layık değillerdir. Bu gibilerin tebliğlerinin tesiri de olmaz, sözün kısası, şüphesiz Hak Teala Hazretleri avam-ı nâsın cehalet ve günahtan kurtulması ve marifet nurundan istifade edebilmesi için hususî bir topluluğun ilim ve amel cihetinden yetiştirilmesini emr ile bu vazifeyi farz-ı kifaye olarak müslümanlara yüklemektedir. Bu mukaddes vazifenin medar-ı iftihar olan yükü de şüphesiz, zahiren batınen alim olma sıfatını kazanmış meşayih-i kiramın uhdelerine tevdî buyurulmuştur.

Esad Efendi, İbn Arabiyi çok sevdiği ve vahdet-i vücut fikrine kail olduğu halde bu düşüncenin ittihad ve hulul şeklinde anlaşılmasından son derece tedirgin olmaktadır. Nitekim: Her nerede olursanız olun, ALLAH sizinle beraberdir (el-Hadîd, 4) ayetinin tefsirinde der ki: Ayet-i kerimedeki bu beraberlik zata ve zamana müteallik bir beraberlik olmadığı gibi hulûl ve İttihad yoluyla da değildir. Aksine bütün zuhur mahallerinden şimşek ziyası gibi, sadece zuhur ve huzur suretiyledir. Yani Hazreti ALLAH bütün işlerimizi ve her halimizi bilmekte, görmekte ve vakıf bulunmaktadır. Göklerde ve yerde mevcud bulunan herşey, Onun kendi mülküdür. Herkese iyi veya kötü ameline göre karşılık vermek onun hakkıdır. Bu ayet-i celîleyi bildikten sonra halktan birinin yanında çirkin bir fiili yapmaya cesaret edemeyenlerin Yüce Mevlanın huzurunda ne cesaretle o çirkin hareketi yapmaya teşebbüs edebilecekleri hayret verici bir husustur. Acaba bu gibilere akıllı denilebilir mi?

Yine o: Size ne oluyor ki ALLAH yolunda infakta bulunmuyorsunuz? (el-Hadid, 10) Ayet-i kerimesini tefsir ederken şu mühim konulara işaret etmektedir:

 

1) Kiralık evlerde oturmakta olan kiracıların bir evden diğer bir eve taşınırken bütün eşyasını beraberinde götürüp, sevdiği mallarından hiçbir şeyi bırakmayacağı herkesçe bilindiği halde, herşeye muhtaç olan kabir evine gidenlerin sevgili eşyalarından kısmen olsun birşeyi beraberinde görülmemeleri gerçekten hayret ve dehşet verici bir durumdur.

 

2) Cenab-ı Hakkın kullarına emaneten ihsan buyurduğu mallarından kulun ayrılacağı şüpheye mahal olmayan bir gerçektir. Şu kadar var ki, fakirleri doyurmak, düşkünleri giydirmek, camî ve mescid yaptırmak, İslamın zaferi ve ehl-i İmanın kuvvet bulması için gerekli olan harp aletlerine ve nakliye vasıtalarına sarfedecek malı elden avuçtan çıkarmak hemen veya ileride medh ve sevabı celbedecektir. Aksine sadece pintilik duygusu denilen adi tabiat yüzünden veya Kuran ayetlerine ve Peygamberimiz (s.a.)in hadislerine tam bir îmanla itimat edememek yüzünden cimrilik hastalığını, cömertlik şerefine tercih edenlerin; yani malının fazlasını kısmen de olsa yukarıda bahsedilen yollardan herhangi birine sarfetmeyerek ölüm ile bu mallarından ayrılmak zorunda kalanların ilahî azab ve itaba müstehak olmaktan korkup çekinmemeleri gerçekten üzücü bir haldir.

Esad Erbili hazretleri iyi bir alim olduğu kadar usta bir şairdi. Nitekim onun divanından sunacağımız çerçeve içindeki şiir onun duygu ve aşk yüklü dünyasının mahir sanatıyla terennümüdür.

 

Aynı zamanda şiirdeki: Ne mümkün bunca ateşle şehid-i aşkı gasleylemek mısraı da kendisinin şehid olacağını sezip önceden haber vermesi şeklinde bir keramet olarak değerlendirilmektedir.

Share this post


Link to post
Share on other sites

GÖNÜL NURU CEMALİNDEN

 

Gönül nûr-ı cemâlinden habîbim bir ziyâ ister.

Gözüm hâk-i rehinden ey tabîbim tûtiyâ ister.

 

 

Safâ-yı sîneme zulmet veren jeng-i günâhımdır.

Aman ey kân-ı ihsân zulmet-i kalbim cilâ ister.

 

Yetiş imdâda ey şâh-ı risâlet rûz-ı mahşerde.

Ki derd-i bî-devâ-ı ma’siyet senden şifâ ister.

 

Ne âb-ı dîdeden rahat ne âh-ı sîneden imdâd.

Benim bâr-ı günâhım lûtf-ı şâh-ı enbiyâ ister.

 

Sarıldım dâmen-i ihsânına ey şâfi-i ümmet.

Dahîlek yâ Muhammed hasta cânım bir devâ ister.

.

Gül-i ruhsârına meftûn olanlar şüphesiz sensiz.

Ne mülk ü mâl ü cân ister ne de zevk ü safâ ister.

 

N’ola bir kerre şâd olsun cemâl-i bâ-kemâlinle.

Ki kemter bendeniz Es’ad sana olmak fedâ ister.

 

M.Es'ad Erbili (k.s)

Share this post


Link to post
Share on other sites

Allah rahmet eylesin.Ne mutlu İslam'ı gerçekten yaşayanlara ne değerli ki onlar Allah katında...

 

Elinize sağlık;

 

Saygılarımla...

 

 

Share this post


Link to post
Share on other sites

Dîvân-ı Es'âd'dan

Tecella-yı Cemalinden Habibim nevbahar ateş.

Gül ateş, bülbül ateş, sümbül ateş, hak-u har ateş.

 

Şua-ı afitabındır yakan bilcümle uşşakı.

Dil ateş, sine ateş, hem du çeşm-i eşkibar ateş.

 

Ne mümkün bunca ateşle şehid-i aşkı gasletmek.

Ceset ateş, kefen ateş, hem ab-ı hoşgüvar ateş”

 

Gönül nur-ı cemalinden habibim bir ziya ister.

Gözüm Hak-i rehinden ey tabibim tutiya ister.

 

Safa-yı sineme zulmet veren Jeng-i günahımdır.

Aman ey kânı ihsan, zulmet-i kalbim cila ister.

 

Yetiş imdada ey Şah-ı Risalet ruz-i mahşerde

Ki, derd-i bi deva-yı masiyet senden şifa ister.

 

Ne ab-ı dideden rahat, ne ah-ı sineden imdat

Benim bar-i günahım lütf-u şah-ı Enbiya ister.

 

Sarıldım dâmen-i ihsanına ey Şafi-i Ümmet,

Dahilek ya Muhammed, hasta canım bir deva ister.

 

Nola bir kerre şâd olsun cemal-i bâkemalinle

Ki kemter bendeniz Esad sana olmak feda ister.

 

M.Es'ad Erbili (k.s)

Share this post


Link to post
Share on other sites
Sign in to follow this  

×
×
  • Create New...