Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Kalemdar

Kable'r- Refik Ayne’t-Tarik

Recommended Posts

 

Kable’r-refik ayne’t-tarik

 

Fenâdan bekâya gidenlere Hû diyelim Hû...

 

“kable’r-refik ayne’l-tarik” dedik, yoldaşımızı aldık yanımıza,yolu güzel eyleyip bir Cuma serinliği ve esenliğinde düştük yola, Fatih’ten, okuduğumuz fatihaları ihlas ile bir edip makamında ceddimiz Mehmet Han’ın Hû dedik boyun büktük destur aldık ayrıldık.

 

Bilenler bilir, bilmediğiniz yerde gezmek isterseniz bu işi yürüyerek yapmalı, zira modern dünyanın hizmetkarı arabalar bizleri zaman mefhumunun dalgınlığında hareket ettirirken, sadece yol üstü manzaraları çeşnilerle sunar asıl tadı bize vermez, oysa bir haziran sıcaklığında Fatih’ten çıkmış Merkez Efendi mezarlığına aheste adımlarla giderseniz yolda ne güzelliklerle ve bilmediğiniz nice hikmetlerle karşılaşırsınız, geniş caddelerin, kuzey cephelerinde binaların alamadığı güneşin gölgesinde yürümek için karşıdan karşıya geçerken, ucu bucağı kesilmez bir ipin ortasında kalmış ve neresinden kessem diye düşündüğünüz o kaosun içinde kalırsınız, ara sıra ardınızca yapılan acı firen seslerine korna sesleri karışır ve araç içinden olmadık azarlar yersiniz ama karşıdasınızdır artık, şimdi hemen yanınızdaki büfeden bir ufak su alıp biraz içtikten ve yüreğinizdeki hızlı çarpan korkuyu da dindirdikten sonra nerede kalmıştık diyerek yolları sohbete şahit kılarak yolculuğunuza devam edersiniz, Köprü altı tüneli, ışıklı kavşak, belediye otobüsleri, uzun ve dar geçit, hızlı akan trafik ve hisar kalıntıları arasında açmış adını bilmediğim çiçekler. Bir şeyi ilk görmenin heyecanı nasıldır bilirsiniz ya işte ben o heyecanı fethin yadigarı o canım viranelerde bulamadım öylesine yozlaştırmış ki şehir onları, o taşlar ki zamanı dondurmuş güzelliğini yitirmiş, üzerine yazılan sahte aşkların iki yalancının adını taşımaktan içinden ok geçmiş kalp deliklerinden,yanında yöresinde bulunan kırışmış biraz şişesinden derme çatma kurulmuş baraka evlerden, ve sadece öylesine kalmış olmaktan utanır olmuş ya gel yık beni dese hem unun hem tarihin vicdanını rahatlatmak için yıkardım ellerimle, varsın suçlu ben olayım mazimin ruhu rahat olsun bana yeter.

 

Yol ilerledikçe konuşma uzadıkça yoruluyor insan, çöküp kalıyoruz bir kaldırım taşına koca İstanbul’da küçük bir noktada bulunmuş olmak bile bilmem nedendir yetiyor mutlu olmak için insana, insanoğlu da işte böyle bir şey büyük hedefler uğrunda koşar koşmasına ama mutlu olması için küçük bahaneler arar ve yetinir kendi kendine, sonrasında yine uçmak üzere şehvetin ve hırsın ekmeğini doğrar çorbasına.

 

Merkez Efendi mezarlığına geldiğimizde işte şimdi huzurun nabzının attığı kalbe girmiş olduk, öylesine güzel öylesine bizden ki… Divan edebiyatında servi ölümü ve ölümsüzlüğü ifade eder bize işte Divanın hayattan kopuk bir edebiyat olmadığının ab açık ispatı, sıra sıra dizilmiş servi ağaçlarının kendilerini okşayan o latif rüzgarla birlikte zikirlerini duymak hissetmek, kıpırdayan sade yapraklı ağaçların bu ritme uyuşunu izlemek, şadırvanda abdest alan çocuklarının bir birleri ile şakalaşmaları görüp de bu manzaradan hoşnut olmamak elde değil. Hayat ve memat;gül ile servi kabristan içindeki serviler öleceksin derken, kabirler üzerinden açmış güller kırmızı yanaklarını size doğru edalı bir tebessümle bükerek hayattasın diyor bu ulvi mekanda.

 

İşte o güllerden bir tanesi de daha kabrine yeni gelmiş bir misafirin, gülün yolunda yaşayan yolculuğunda gül ile güle güle denilen bir güzide insanın göğsünde açmış. Ellerimizi semaya Erbakan Hocamızın kabri başında kaldırıyoruz ve yokluğunda duyduğumuz yalnızlığının hüznü ile Rahmana onun ve bizim için dua ediyoruz, hocamızın kabri başında emanet aldığımız selamları da teslim edip, ayrılıyoruz.

 

12_Eylul_2011_10_22_15_4580652118.jpg

 

Çok ilerlemeden aşağı da o çocukluğumdan itibaren aşina olduğumuz sesin kabrinin bulunduğunu öğrenip Timurtaş Uçar hocamızı da ziyaret edip kabrine su döküp selam verip çok da uzağında olmayan Nurettin Topçu hocamıza ve ailesine kısa süreli misafir olup ayrılıyoruz.

Geldiğimiz yönden ama farklı yollardan yolculuğumuza devam ediyoruz, Mevlana Kapıdan geçerken bu ihtişamın karşısında daha fazla dayanamayıp elimde olmadan tebessümler sarf ederek seyrediyorum. Ve bir daha ki gelmeme beklide onu böyle sağ bulamam diyerek bir resim çekiniyorum flaş patladığında o da en az benim kadar heyecanlı idi.

 

Kapıdan girip sola dönerek ilerliyoruz, bir yanımız da yüzyıllık ihtişamın surları bir yanımız da daha dün kurulmuş bir şehrin utanç verici evleri, ve boynu bükük sefalet. Daracık yollar ve kapı önlerinde oturmuş çay içen muhabbet eden insanlar, sokaklarından bir yabancının geçmesine pek de alışkın olmadıklarını göstererek bakıyorlar bize.

 

Cemi’ pirân geçmişlerimiz için Hû diyelim Hû…

Fanilerin böylesine hırçın ve yabancı bakışlarının yanında hemen ötede sağda muhabbetle bizi bekleyen bir makam var. Dedim ya size yayan gezmek gerek diye işte karşımızda bize tebessüm eden mermer taşında Ciğerci Baba yazan bir gönül eri bulunmakta. Bir tanıdığa rast gelmiş gibi yıllardır görüşmüşüz gibi candan bir selam veriyoruz Ciğerci Baba’ya. Etrafı yerden biraz yüksek çevrilmiş duvarla birbirine sıkıca girmiş evlerin arasında kendisine sanki sonradan gelen ve fazlalık yapan oymuş gibi zar zor yer bulan bu iki üç mezar içinde yeşil sarıklı sonradan yazıları beyazla boyanmış ehl-i kuburlar…

 

Hû erenler…

Fatiha’nın aminini söyleyip ayrılacaktık ki liseden kalma alışkanlığım bırakmadı beni hemen eğildim okumak için mezar taşında yazılanları, tam da işte bul hal içinde biri çıkıp geliyor hemen yandaki evden meğer Ciğerci Babanın kapı komşusu imiş ama pekte hoşnut değildi zira bize birazda kızarak “kardeşim bu adama ne okuyorsunuz bu adam Müslüman değil ki.” Dedi biran da şok olmuştuk neye uğradığımızı şaşırdık öylece kaldık. Neyse ki arkadaşım hemen uyandı “neden” dedi, adam öylesine emin kendinden bakın dedi bizi haznenin içine soktu ve kabir taşının üzerinde ki Davut yıldızını gösterdi, bu işaret ney dedi, Yahudilerin işareti bu adam Yahudi dedi. Biraz rahatlamıştık zira ufak çaplı bir yanılgı ile karşı karşıya idik, çünkü oradaki süsleme işaretini daha sabah başka bir türbenin duvar kağıtlarında görmüştük. Kusura bakmayın belki sizi hayal kırıklığına uğratacak ama bu bir Müslüman kabridir dedim bu sefer o sordu “neden” çünkü daha ilk kelimede ele veriyor kendini :El-Baki Hüve-l Baki diyordu bize.

Sonrasın zaten kim olduğu alenen çıktı ortaya:

 

Tarikat-ı Kadiriyyeden Şeyh El Hâc Muhammed Efendi hulefasından Şeyh Ahmed efendi imiş.

 

Adam kabullenici ve şaşkın tavrını tekrar asabiyete vurarak cevap verdi “e madem böyle biriymiş de niye devlet buraya bakmıyor burayı restore edipte düzeltmiyor, bak ben hemen şurada oturuyorum ama hiç haberim yoktu.” Dedi sessizce yanımızdan ayrılıp tahta kapıdan gösterdiği evine girdi,

Biz mutluluğun dozunu biraz daha arttırarak, gittiğimiz yerleri yayan gezmeye devam ettik…

 

 

Sefa Toprak

HaberKültür.Net

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...

×
×
  • Create New...