Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Sign in to follow this  
mumin

Necip Fazıl Engelleniyor Mu?

Recommended Posts

BAŞLARKEN SERZENİŞ:

 

“Mevsimler def çalarken cücelere gerdekte,

Devin yalnızlığını sular bestelemekte…”

 

Gerçektende Üstat aramızdan ayrıları 28 yıl olmuş ama birileri sanki onun adına yapılacak, kurulacak her türlü müesseseyi engelliyor! Adını, şiirlerini, eserlerini en çok kullananlar en çok istismar edenlerin başında geliyor. Adına yapılan toplantılarda hamaset nutukları atılıyor, onun üzerinden birileri kendini anlatıp nemalanıyor; ancak adına bir şey yapmaya gelince koskoca bir foooosss sesi çıkıyor.

 

***

Büyük şair, mütefekkir, düşünce insanı, edebiyatçı, dâvâ adamı, mutasavvıf vb. değişik özelliklerle bezenmiş olan Üstad Necip Fazıl Kısakürek, bedenen aramızdan ayrılalı yıllar ama, (25 Mayıs 1983) geçen zaman içerisinde kendisinden yeterince istifade edildiğini söylemek zor. Ancak yine de o hâlâ sevenlerinin gönlünde dipdiri. Bunun en büyük sebeplerinin başında da, Üstad Necip Fazıl’ın 14. İslâm asrında; İslâm’ın asırlar sonra topyekûn muhasebesini yapması ve yaralarımıza tedavi metodları geliştirmesi gelir.

Üstad Necip Fazıl Kısakürek, Allah (cc) demenin suç sayıldığı, inanan insanların alabildiğine ezildiği, horlandığı ve aşağılandığı bir dönemde, kalemiyle, bedeniyle, diliyle Allah (cc) demiş, inananların haklarını savunmuş, aşağılanmanın, horlanmanın çirkefliğine dikkat çekmiş ve inananların “en üstün” olduklarını fiilen ispat etmiş bir düşünce ve aksiyon insanıdır. Onun geriye bıraktığı eserlerden yeterince istifade edilemese bile, nerede İslâmi bir hareket varsa, direkt veya endirekt, üzerinde Üstadın gölgesini görmek mümkündür. Bugün bazı çevreler, Necip Fazıl ile karşılaştırıldığında cüce durumunda olan birçoklarını “şair, yazar, düşünce adamı” sayıp göklere çıkarırken, Necip Fazıl’ın unutturulmaya çalışılmasının altında da, Üstadın bu yönünün yattığı açıktır. Zira Necip Fazıl’ı unutturmak isteyenlerin asıl maksadı, onun şahsında sembolleşen İslâm dâvâsını unutturmaktan başka bir şey değildir.

 

Üstad Necip Fazıl, inandığını yaşamaya çalışan, yaşadığını da yazıya döken bir karaktere sahipti. Bu zaviyeden çevresinde olan veya olmayanlar, meseleye zikredilen açıdan bakmadıkları müddetçe onu hep yanlış tanımış ve farklı değerlendirmelere tabi tutmuşlardır. Halbuki Necip Fazıl, bir ayağını Şeriata sımsıkı sabitledikten sonra diğer ayağıyla Batı’yı da Doğu’yu da gezmiş, oralara ait değerlendirmeler yapmış, hükümler vermiş ve bütün bunları yaparken de tek ölçü olarak İslâm’ı almıştır.

 

Necip Fazıl, çok yönlü bir insan olması hasebiyle sevenleri çok olduğu gibi, az da olsa karşı çıkanlar da olmuştur. Necip Fazıl’a karşı çıkanların fikirlerinin merkezinde tamamıyla ideolojik bağnazlığın yattığı çok açıktır. Zira zihni altyapıları ideolojik bağnazlıkla örülmüş bu kesim Necip Fazıl’ın sanatına daha önce “muhteşem” derken, “fikir değiştirdi” gerekçesiyle sanatını, şiirini ve diğer çalışmalarını görmezlikten gelmeye başlamış ve bugüne kadar da hâlâ bu bağnazlıklarını sürdürmeye devam etmişlerdir. Bu çerçevede hareket eden ideolojik bağnazlar sırf Necip Fazıl’ın büyüklüğünü örtmek için vatan hainliğinden başka hiçbir özelliği olmayan ve hayatı mukaddes değerlere sövmekle geçen cüceleri, topluma şair diye yutturmaya çalışmış, adına günler, geceler düzenlenmiş ve değişik ödüller verilmiştir.

 

Necip Fazıl gibi büyük bir sanatkâr sadece ideolojik bağnazlar tarafından değil, ulus devlet mantalitesiyle hadiselere yaklaşan T.C. tarafından da, -bir iki istisna çalışmayı hariç tutarsak- görmezlikten gelinmiştir. Halbuki Necip Fazıl çapında bir şair, yazar, mütefekkir Batı ülkelerinde zuhur etseydi, altından heykeli dikilir, adına enstitüler kurulur ve eserlerinden istifade edebilmek için bütün imkanlar seferber edilirdi. Ancak ne kadar hazindir ki, böyle bir girişim devlet tarafından yapılmadığı gibi, sevenleri tarafından da şimdiye kadar ihmal edilmiştir. Bunu tespit ederken asla bir suçlu arama niyetinde olmadığımız açıktır. Ancak her şeyin adeta kaosa dönüştüğü günümüzde, bizi bu kaos ortamlarından kurtuluşa çıkaracak fikirlerden istifadenin yollarını kapamanın da hiç de iyi niyetle telif edilemeyeceği de ortadadır.

 

Ne olursa olsun ve kim hangi açıdan değerlendirirse değerlendirsin, mücadelesi, sanatı, fikirleri, aksiyonu ve benzeri yönleriyle Üstad Necip Fazıl, cüce gölgelerin örtemeyeceği kadar parlak bir güneştir.

 

Üstad Necip Fazıl aldığı tasavvuf terbiyesi gereği kendisini ifade ederken; “Ben artık ne şairim, ne fıkra muharriri / Sadece beyni zonk zonk sızlayanlardan biri” şeklinde mütevazı cümlelerle tanıtmaya çalışsa da, yaşadığı hayat itibariyle belki de aşılması zor bir çizgide yürüdü ve günü gelince de “İyilerin iyi atlara binip gittiği” âleme göçtü. “Ateşte ve cımbızda” bile olmadığını söylediği fikir çilesini hayatı boyunca çekmeyi bir hayat anlayışı olarak kabul eden Necip Fazıl, yine kendi ifadeleri içerisinde “Fikrin ne fahişesi, ne de zamparası” olmamış, doğru ve hak bildiği yolda her türlü engeli aşarak tespit ettiği hedefine doğru yol almıştır.

 

Necip Fazıl da hayatının ilk otuz yılını “Tam otuz yıl saatler işlemiş, ben durmuşum” kendi ifadeleri içinde tamamıyla insan fıtratına zıt hareketler içerisinde geçirmiş ve o noktada karşılaştığı mürşidinin yol göstericiliği ile gerçek âleme doğru bir dönüm yaşamıştır.

“Bana yakın gözlerle bir kerecik baktınız / Ruhuma, büyük temel çivisini çaktınız” tarzında resmettiği bu dönüşün Necip Fazıl’ın hem sanatını, hem de şiirini tesir altına almış ve bundan böyle “Mademki bundan önceki hayat benimdir, onu yaşanmamış sayıyorum” çizgisini net olarak ortaya koymuştur. Bazıları Necip Fazıl’ın bu değişiminin onun sanat ve şiir hayatında fazla bir yer tutmadığını iddia etse de, böylelerine yine en güzel cevabı kendisi vermektedir:

 

“Anladım işi sanat Allah’ı aramakmış

Marifet bu, gerisi yalnız çelik çomakmış.”

Necip Fazıl’ın yaşadığı bu dönüm noktasından önce ona birçok methiyeler dizen ve hayatını “maddenin tezahürlerinden başka bir şey” olmadığına inhisar ettirenler, onun geçirdiği fikrî değişimin ardından aynı erdemi gösterememiş ve ondaki bu hakikatı yakalayış hikmetini görmezlikten gelmişlerdir.

 

Az veya çok Necip Fazıl’la teşrik–i mesai kuranların tespit ettikleri bir nokta vardır ki, o da “Erişilemeyecek bir zeka, ihtiraslı bir benlik, engin bir mizah duygusu ve senelerin örsünde dövülüp pişerek nihayet gerçek bir Allah dostunun ana çizgilerine kavuşma noktasında hayata sessizce feda eden müstesna bir şahsiyet” olduğudur. Hayata bakışındaki ölçü ise bir şiirinde şöyle mücessemleşmiştir:

“Efendim, kurtarıcım, müjdecim, Peygamberim

Sana uymayan ölçü hayat olsa teperim.”

 

Necip Fazıl’ın kişiliği hakkındaki orijinal bir noktayı, yıllarca dava arkadaşlığı yapmış Serdengeçti’nin ifadelerinde görmekteyiz: “O, kimseye benzemeyen bir adamdı. Şerik kabul etmezdi. Ne onun yükseldiği yere yükselebilir ne de düştüğü noktaya düşebilirsiniz. Sonuna kadar zirve, sonuna kadar derinlik. O noktasız, virgülsüz biri idi. Ne dur bilird,i ne durak.. Ondaki hayata hükmetme hırsı sonsuzdu. Ölürken dahi yaşıyorum diye sesini yükseltecek bir adamdı. Mağlubiyeti asla kabul etmezdi. Kaçırdığı treni bile ifade ederken ‘kovdum gitti’ diyebilen insandı o...”

 

Onun mücadeleci hayatını iyi bilenler davasını yaşama ve savunma yolunda nasıl tavizsiz yaşadığına da şahit olmuşlardır. Taşkın sanatkâr tabiatı ve ayrılmamacasına bağlandığı fikir ve düşünceleri sebebiyle birçok kere hapishanelere girmiş, sıkıntılar çekmiş ama davasından taviz vermek aklından dahi geçmemiştir. Bulduğu her fırsat ve zeminde “Mutlak hakikat Allah’tır (cc)” diyen Necip Fazıl, bütün istidat ve kabiliyetlerini de bu yolda harcamaktan geri durmamıştır. Kendisine teklif edilen dünyalıkları elinin tersiyle bir kenara itecek kadar davasının aşığı olan Necip Fazıl, hayatının her devrinde de bu tavrını sürdürmüştür.

 

Yaradılışın sırlı şifresini yakalayıp, insanlığın hizmetine sunmayı en büyük gayelerden biri sayan Üstad’ın ideallerinden biri de “Zaman bendedir ve mekan bana emanettir” şuurunda bir gençlik yetiştirmekti. Sanatı, şiiri ve benzeri her şeyini bu uğurda sarfeden Üstad, burada ayrılmadığı gibi, inşallah gerçek âlemde de “Rahmet rüzgârı etek” diye tasvir ettiği Efendiler Efendisi’nin (sav) Havz-ı Kevserinin başında beraber olurlar.

***

BİTİRİRKEN BİR SERZENİŞ :

 

Üstat Necip Fazıl’ın aramızdan ayrılışının 28. yılında bir serzenişim var. Onu sevdiğini iddia edenler ve her alanda onu ve eserlerini kullanarak kendisine menfaat elde edenler ne hikmetse aradan geçen bunca zamana rağmen adına bir enstitü bile kuramamışlardır. Yapılan bazı girişimlerde birilerinin enaniyetleri ve kendilerini anlatmalarının gölgesinde kalmış ve hep akamete uğramıştır. Bundan birkaç ay önce de böyle bir girişim yapılmış, ancak değindiğim gibi sanki gizli bir el Üstat adına kurulacak müesseselere engel olmuştur/olmaktadır.

 

Selim Çoraklı

 

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...
Sign in to follow this  

×
×
  • Create New...