Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Sign in to follow this  
bozkurt

Yahya Düzenli İle Necip Fazıl Sohbeti

Recommended Posts

Büyük Doğu; İslamiyet’e yol açma geçididir

Vefatının 29. yılı münasebetiyle Yahya DÜZENLİ ile sıradışı bir Necip Fazıl sohbeti.“MESAJINI DURUŞ, DURUŞUNU MESAJ HALİNE GETİRMİŞ BİR BÜYÜK İNANMIŞ: ÜSTAD NECİP FAZIL “

 

Çile adamını bize tanıtır mısınız?

 

Necip Fazıl’ın mesajı duruş; duruşu mesajdır

 

Bir mütefekkirin “İnsanlar da kuyulara benzer, içlerinde boğulabilirsiniz” dediği türden bir insanı, yani Üstad Necip Fazıl’ı bir sayfanın sınırlarına sığdırarak anlatmak çok zor. Şunun için zor: “çile adamı” deyiminin modalaşmış şekliyle “o çile adamıydı” tarzında genel-geçer ifadeler Üstad’ı anlatmaktan uzaktır. “Kimdir?” sorusuna verilecek yegâne cevap onun hayatını bütünüyle okumak yani hissedip anlamaktan geçiyor. Bunun kelimelerle ifade zorluğu içerisinde bir cümleyle ifade edecek olursak O’nun kim olduğunun en pratik cevabını vasiyetinden almak mümkün. Diyor ki vasiyetinde: “Eğer bu kâmusluk bütünü (eserlerini-hayatını) tek ve minicik bir daire içinde toplamak gerekirse söylenecek söz ‘Allah ve Resulü, başka her şey hiç ve bâtıl..’ Devam ediyor :”Allah’ı, Allah dostlarını ve düşmanlarını unutmayınız! Hele düşmanlarını!… Olanca sevgi ve nefretinizi bu iki kutup üzerinde toplayınız ! Beni de Allah ve Resul aşkının yanık bir örneği ve ardından birtakım sesler bırakmış divanesi olarak arada bir hatırlayınız !” İşte kendi kaleminden Necip Fazıl. Hayatını eser, eserini de hayatı haline getirmiş, veya yeni deyimlerle mesajını duruş, duruşunu da mesaj haline getirmiş bir büyük inanmış karşısındayız.

 

Üstadı anlamak için muhabbet lazımdır.

 

Muhiddin Arabî Hz.leriyle ilgili bir kitabın önsözünde, sonradan müslüman olmuş bir yazarın güzel bir sözü var. Diyor ki: “Muhiddin Arabi gibi bir insanı anlayabilmek ve anlatabilmek için ona karşılıksız bir muhabbet beslemek lazımdır.” Bu söz, Üstad’ın anlamak ve anlatmada anahtar niteliğindedir. O’nun hayatı bir şablon cümleyle ifade edersem; kaynağını nereden aldığıyla enerjisini nereye akıttığı arasında yaşanan müthiş bir içe yönelik nefs murakabe ve mücahedesi ile dışa yönelik cemiyet mücadelesinden ibaret bir “yaşanmaya değer” hayattır. Üstadın kim olduğunu ortaya koyar. O; insan memuriyet ve mes’uliyetinin yakıcı bir şekilde derinliğine idrakindedir ki;

“Ben ki toz kanatlı bir kelebeğim, minicik gövdeme yüklü kaf dağı

Bir zerreciğim ki arşa gebeyim, dev sancılarımın budur kaynağı” mısralarıyla bunu ifade etmiştir.

 

O, mukaddes emanetin davacısıdır.

 

Burada şunu iyi anlamak gerekiyor: Necip Fazıl; kendi kaleminden gerek şiirlerinde gerekse de diğer bütün eserlerinde kim olduğunu ifade ederken aynı zamanda muhataplarının kim ve ne olmaları gerektiğini de ifade ve ihtar eder! Tıpkı yukarıdaki mısralarında olduğu gibi. Bu mısralarında Allah’ın insana yüklenmiş olduğu temel görev ve ödevin hakikatini idrak etmenin Üstad’da dev sancılar haline gelişini görüyoruz. Üstad’ın birbiriyle en alâkasız gözüken mısralarıyla eserlerinin derinden birbirleriyle irtibatlarını kurabilen ehl-i irfan O’nun “Çile”siyle yapmak istediğinin “İdeolocya Örgüsü”yle yapmak istediğinin aynısı olduğunu anlar. Onun için O’nun insan ufkunun ötesine varan tecrid yüklü mısralarıyla, dışından teşhis yüklü görünen mısralarının mihrakı aynıdır. Yâni yukarıdaki mısralarıyla, “Mezarda kan terliyor babamın iskeleti, Ne yaptık, ne yaptılar mukaddes emaneti?” mısralarındaki teşhiste de kim olduğu ve ne yapmak istediği yatar. Evet… O; mukaddes emanetin dâvacısıdır. Allah’ın peygamberleri vasıtasıyla insanlığa gösterdiği doğru yol ve doğru emanetin davacısı… Sadece insanın kabul ettiği emanet.. Peygamberler eliyle son peygambere kadar gelen ilâhi emanetin davacısı.. İşte Üstad’ın yaşadığı zaman diliminde kim olduğunun ifadesi budur.. Allah Resulü’nün “eğer benim bildiklerimi bilseydiniz çok ağlar az gülerdiniz” ölçüsünün idraki içerisinde, Üstad’ın Allah Resulü’ne, Sahabîye ve O’nlara tabi Velîler ve takipçileri hakkında eserlerine derinliğine nüfuz ettiğinizde O’nun hayatının nasıl bir “mukaddes yüke hamal” bir hayat olduğunu da anlardınız.

 

Onun hayatı tashihe muhtaç değildir.

 

Üstad’ın “kim olduğu”na kesitler halinde devam edelim… Üstadın düşüncelerinin, istikametinin henüz tam olarak yatağına oturmamış olduğu 23 yaşında (1927) “başını bir gayeye satmış kahraman gibi” ifadesiyle, 45 yaşında (1949) meşhur Sakarya Türküsü’nde “Divanesi ikimiz kaldık Allah yolunun” mısrası ve en nihayet 79 yaşında (1983) vefatından kısa bir süre önce yazdığı “Allah Resul aşkıyla yandım, bittim, kül oldum; Öyle zayıfladım ki sonunda herkül oldum!” mısraları Üstad’ın hayatının kendini idrak ettiği günden son nefesine kadar her şeyiyle “bir mukaddes gayeye adanmış hayat” olduğunu ortaya koyar. O’nun hayatı, suyun bu yakasında kimi edebiyat müsveddelerinin yaptığı tasnifle “önceki hayatı”, “sonraki hayatı” şeklinde parçalı bir hayat değildir. Bunu anlamak için 20 yaşında yazdığı “Allah” şiiriyle “Ya hû” şiirlerine bak yeter. Tabii anlayacak idrak gerek ! Çıkış noktası Allah, varış noktası Allah olan bir yaşanmaya değer hayat… Yani O’nun hayatı asla tashihe muhtaç bir hayat değildir. O’nda (kimi idrak yoksunlarının anlayamadıkları) kibir şeklinde tezahür eden duruşu; temsil ettiği fikrin izzetinden kaynaklanan vakardır.

 

Mukaddes yüke hamal büyüklerdendir.

 

Biraz da etimoloji yapmak gerekirse.. Çile “kırk” demektir. Üstadın da ilk Büyük Doğu mücadelesini başlattığı yıl 1943 ile vefatı olan 1983 yılı arasında geçen 40 yıllık mücadeleyi de çile olarak isimlendirmek de mümkün… Şunu ifade edeyim: O; büyük, yüce, mükemmel, vs. gibi beylik kelimelerle, şablonlarla, barkotlarla anlatılmaktan uzaktır. Buna rağmen gene de söyleyecek olursam; O’nun büyüklüğü taşıdığı bu yükten gelmektedir! O kimileri fark etmese de, Allah ve Resulü gayesine mıhlanmış, kıyamete kadar gelecek olan “mukaddes yüke hamal” büyük taşıyıcıların büyüklerindendir… Üstad’ın Hacc’ı sırasında Medine-i Münevvere’de Peygamber Efendimizin kabrinin önüne geldiğinde yaptığı o insanı eritici dua ve şu sözü O’nun tüm kimliğini ele vermeye yeter sanıyorum. Diyor ki Ravza-i mutahhara’da : “Necip Fazıl ! Sen bu ânı görmek için yaratılmışsın !”

 

Onun destansı mücadelesi herkesin malumudur.

 

Üstad’ın hayatı aslında bir hesaplaşmanın tarihidir. Aslî toprağından sökülmüş, atılmış, katledilmiş bir neslin bütün acılarını, trajedilerini (bir paratoner gibi) üzerine çeken ve (Kur’an-ı Kerim’in) “kalk ve uyar” emrini iliklerine kadar hisseden ve bunun gereğini yerine getiren bir büyük hissedicidir. “Ölsek de sevinin eve dönsek de!” diyerek gayesi ve memuriyeti yolunda hiçbir engel tanımayan bir medeniyet savaşçısı… Üstad; sonuçlar doğuran fikirlerin sahibidir. Bu sonuçlar riskli de olsa her zaman o riskleri göze almıştır. Kesitler halindeki uzun hapishane hayatı bunun göstergesidir. Üstad aldığı risklerin bedelini burada, kendi coğrafyasında ödemiştir. Şedit CHP iktidarının İslâm’ın her türlü izlerini toplumdan silme uygulamalarına karşı verdiği destansı mücadele herkesin malûmudur. O, bu mücadelenin sonuçlarını bilerek, göze alarak vermiştir kavgasını. Nazım Hikmet ve kimileri gibi, tehlike gördüğü anlarda bu toprakları terk etmemiştir, bu coğrafyadan kaçmamıştır.

 

Necip Fazıl’ın asıl gayesi, meselesi neydi?

 

O, İmam-ı Rabbani çizgisinin günümüz temsilcisidir

 

O diyordu ki: “Doğruyu mu arıyorsun? Allah ile Resulü’nün bildirdiği. İyiyi mi arıyorsun? Allah ile Resulü’nün öğrettiği. Güzeli mi arıyorsun? Allah ile Resulü’nün gösterdiği.” İşte Üstad’ı, insanın doğru-iyi-güzel ve yanlış-kötü-çirkin şeklinde iki kutuplu bu dünya ve ötesi macerasında hedef gösterdiği bu cümleleri O’nun “meselesi”ni anlatmaya yeter. “Lâfımın dostusunuz çilemin yabancısı. Yok mudur sizin köyde çeken fikir sancısı? ”mısralarında da dile getirdiği “fikir sancısı”.. İşte bu sancının neticesidir ki ortaya kâmil bir medeniyet tasarımı halinde O’nun Büyük Doğu olarak isimlendirdiği mukaddes emanet davasını, bu yüzyılın şartlarında bütünleştirmiş ve insanlığa teklif edilmiş, sunulmuş bir mimarî proje olarak ortaya koymuştur. Aslında bu bir yenileyiciliktir. Eski deyimle tecdiddir. Üstad bu manâda (anlaşılmasa da, görülmese de) bir müceddittir. Çünkü İslâmi çizgiyi doğuşundan bu yana takip ederseniz, bu çizginin tecditle bugüne ulaştığını görürsünüz. Aslında O; Allah’ın Resulü ve Sahabîlerden sonra ümmetin en büyüğü büyük müceddit İmam-ı Rabbanî çizgisinin günümüzdeki temsilcisi idi. O büyük yenileştiricinin izini takip eden bir yenileyici. Bu konunun derinliğine girmenin yeri burası değil, sadece bu tesbitlerle yetinelim isterseniz. Aslında, bugün bile ülkemizde ve tüm İslâm aleminde halâ anlaşılamamış olan İmam-ı Rabbanî hazretleri’ni anlayabilmiş ve anlatabilmiş ve O’ndan aldığı silsile nefesini kalıplaştırabilmiş yegane kişi de gene Üstad Necip Fazıl’dır. Müslüman olmuş bir İngiliz bilim adamının deyimiyle “Postmodern dünyada kıbleyi bulma”nın niçin ve nasılını İdeolocya Örgüsü’yle ortaya koymuştur. Tabii bunu görebilecek olanlar; “ideoloji bir ihtiyaç mıdır?”, “bunu ifade edebilecek, bütünleyecek mütefekkir-düşünce adamı nedir?” gibi günümüzün Müslüman aydınlarının yabancısı olduğu, kıyısından bile geçemedikleri temel soruları hem sorabilen hem de cevap verebilenlerdir.

 

Büyük Doğu; İslamiyet’e yol açma geçididir.

 

Osmanlı sonrası gerek ferdî zuhur, gerekse de toplumsal zuhur için mutlak gerekli olan ihtiyacı (belki büyük iddia gibi gelebilir size ama) sadece Üstad Necip Fazıl hissedebilmiş ve bunu İdeolocya Örgüsü ismiyle bütünleştirmiş, örgüleştirmiştir. Ne diyordu bu eserinin ilk baskısındaki ithafında ? “Ben bu eseri örgüleştirmek için yaratıldım.” İfadesinin altını çizmemiz gerekiyor. Gene İdeolocya Örgüsü’nün girişinde “Fikirde, sanatta, anlayışta, anlatışta, buluşta, tutuşta, dağıtışta, toplayışta ve nihayet yaşanmaya değer hayatın ölçülerini billurlaştırma işinde dünyanın en büyük adamı olmak isterdim; nefsim için değil de, sırf O’nun ümmetinden en hakîr ferde düşen liyakat payını ve üstünlük derecesini göstermek için…” diyor. İşte Üstad’ın temel fonksiyonu, ne yapmak istediği ve yaptığı burada ortaya çıkıyor ve ortaya konuluyor. Üstad, Osmanlı sonrası artık devlet ve toplum plânında tefessüh eden, ortadan kaldırılan İslâmın bütün bir tasarım halinde yani medeniyet projesi olarak yeni zaman ve mekân şartlarında nasıl olacağı? temel sorusunun cevabını İdeolocya Örgüsü’yle vermiştir. Bunu da Büyük Doğu olarak isimlendirmiştir. Büyük Doğu; kendi ifadesiyle “Gelmiş ve gelecek zaman boyunca bütün eşya ve hadiseler zeminini avlamaya memur bir fikir ağı… Bu ruh, sistem ve ismin, bağlı olduğu iman mihrakına göre hiçbir istiklâli yoktur. Olanca saffet ve asliyetiyle İslâmiyete yol açma geçidi.. Ve çoktan beri kaybedilmiş bulunan bu saffet ve asliyeti 21. asrın eşiğinde eşya ve hadiselere tatbik etme işi…” İşte Üstad’ın bahsettiğim tecdid işlevini bu cümlede bulabilirsiniz. O’nun kendisi müceddit olduğunu söylemiyor. Biz O’nun yaptığı işin ve sadece ülkemiz için değil, tüm İslâm alemi ve tüm insanlık için ihtiyaç olan tecdid-yenilemenin ne olduğunu, ne olması gerektiğini O’nun İdeolocya Örgüsü’yle anlayabiliyoruz.

 

Üstad, fikirde kemal çığırı açmıştır.

 

O’nun “Her yüzyılda bir yenileyici gelir” ölçüsünden ilhamla 1978 yılında yazdığı “Bindörtyüze bir yıl var, yaklaştı zamanımız; Bu asırda gelir mi dersin kahramanımız?” mısraları da aslında yaptıklarının o ölçünün gereği olan bir kahramanlık-yenileyiciliktir. O’nun şiirlerinin bütününü ihtiva eden Çile’sine bu gözle baktığınızda da aynı şeyi görürsünüz. Aynı tecdidi şiir idraki içerisinde yaşarsınız. 1979 yılında yazdığı (bizim de o yıllarda mensubu olduğumuz ve yazı yazdığımız Akıncı Güç dergisi ve kadrosu) ve sonra İdeolocya Örgüsü’ne ekeklediği “İslamı Yenilemek” başlığı altında bu konuyu (teceddüt) bahsini özet maddeler halinde anlatır aslında. “İslâm yenilenmez. Anlayışı yenilemek gerekir. Anlayış mı? Nurun aynadaki aksi… Aynayı yenilemek… Güneş yenilenmez. Göz yenilenir. İslam, başı ve sonu olmayan ebedî yeninin ismi… Ona her an biraz daha nüfuz etmektir ki, yenilik…… Bunca zevalin ardından ancak kemal çığırı açılabilir…”Evet… yüzyıllara sâri bir zevalin ardından Üstad fikirde kemâl çığırı açmıştır.

 

O’nun Büyük Doğu’su Allah ve Resulüne bağlılığı ifade eder.

 

Bunu yâni idelocya ihtiyacını, yenilenme ihtiyacını, model ihtiyacını, fikir adamı ihtiyacını, vs. vs. anlayabilenler ancak Üstad’ın İdeolocyasını anlayabilir. Gene O’nun tabiriyle “Derin ve Gerçek mü’min”ler anlayabilir. İdeolocya Örgüsü; depo edilmiş, istiflenmiş bilgiler, malzemeler, malûmatlar yığını değildir. Konfeksiyon düşünceler, paketlenmiş fikirler değildir. Kendine özel terminolojisi, kavramsal düzeni (yeni deyimle) konsepti olan, çelişkisiz diyalektiği olan bir bütündür. O’nun Büyük Doğu’su Allah ve Resulû’ne bağlılığın bir büyük borcunu yerine getirebilmenin aşk derecesinde Büyük Dâvâsını, Büyük Rüyasını, Büyük Duasını, Büyük Doğrusunu ifade eder.

 

Yanında bulunanlara ne kazandırmak istedi?

 

“Hayatları kafeslerde geçen kültür müslümanları Necip Fazıl’ı anlayamaz !”

 

Aslında Üstad’ın “en ulvî tecrit ve manalandırmalara en süflî teşhis ve maksatlandırmalar musallat olur!” sözü yukarıdaki cevaplarımızın içerisinde de bulunmakta. Nitekim İdeolocya Örgüsü’nde öncelikle bu eseri niçin ortaya koyduğunu izah etmesine rağmen, bugüne kadar, suyun bu yakasındaki Müslüman yazarlar, aydınlar, gazeteciler, vs. tarafından anlaşılamaması bir yana “en süflî teşhis ve maksatlandırmalar”a indirgenmiştir. Tabii burada Üstadın bu şekilde (özellikle de İdeolocya Örgüsü’nün) indirgemeci bir yaklaşımla, okunmadan, üzerinde düşünülmeden kimi yorumlara konu edilmesinden müstağniyiz. Aslında bu sığ ve kışır idraklere verilecek cevabımızın da olmaması gerekir. Buna en son örnek Hece Dergisi’nin Necip Fazıl Özel Sayısı’nda “Büyük Doğu nereden doğar? İslamcılık, Doğu-Batı sentezciliği ve Necip Fazıl” başlıklı Alev Erkilet isimli bir idrak yoksunu kadının vehimlerden ibaret marangozluk mamulû yazısıdır. Gene aynı dergideki Ömer Lekesiz ismiyle kendi lekeleriyle malûl bir lekeli yazı olan “Necip Fazıl’ın kanaat önderliği” başlıklı yazı, vs. vs. Daha bunun gibi birçok örneğe rastlayabilirsiniz. Hece Dergisi’nin briket gibi, amelelerin elinden çıktığı belli olan Necip Fazıl özel sayısına nisbetle (öyle zannediyorum) bilinçaltı komplekslerin dayatmasıyla çıkardığı Nazım Hikmet Özel Sayısı ise Nazım’ın ruhu ve düşüncesiyle örtüşen bir format ve muhtevada.. Kendi iklimini kuranlara ihanetle, kendi iklimine düşman olanlara muhabbetin nerelere kadar varabileceğinin belgeleri.. Tabii bu iklimin insanları iseler…

 

 

Nil Gülsüm / Milat Gazetesi Nil Hanım' a teşekkürler...

 

Share this post


Link to post
Share on other sites

" Müslüman olmuş bir İngiliz bilim adamının deyimiyle “Postmodern dünyada kıbleyi bulma”nın niçin ve nasılını İdeolocya Örgüsü’yle ortaya koymuştur."

 

Kim bu İngiliz bilim adamı acaba .? İdeolocya örgüsü Türkiye ' den başka yerlerde ilgi görürse şaşırmam.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...
Sign in to follow this  

×
×
  • Create New...