Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
cansuyu

Fatih Duman

Recommended Posts

Doğu ve Batı/ Aşk ve Madde

 

Aşk neydi? Neyeydi? Zamana göre, mekâna göre değişir miydi? Aşk insanı terk eder miydi? Yahut insan mı aşkı terk ederdi? Bu ve bunun gibi onlarca soru sorulabilir aşk hakkında. Çünkü “aşk” denince herkesin anladığı aynı şey olmuyor, olamıyor belki de.

Evvela aşk ne demektir sorusuyla ilgili tanımlara bakmak lazım; Hoca Ahmed Yesevi; “Aşksız insan, insan değil hayvandır” diyor. Mevlana; “aşk” diyor, “aşk ekmek gibi bir ihtiyaçtır. Mademki açsın sana lazım olan ekmek değil midir? Hem aç olup hem de ekmekten kaçan gördün mü hiç?” Sonra Şeyh Sadi-i Şirazi; “Aşk acı çekmektir, maldan, mülkten, candan, cihandan geçecek kadar sevmektir” diyor. Batıya -ya da günümüz de diyebiliriz buna- baktığınız zamana ise mesela ünlü İngiliz düşünür Bacon “Büyük ruhlar, büyük kişiler aşkla uğraşmaz. Onlar budalaca aşka kaptırmazlar kendilerini” diyor. Sonra Fransız bir düşünür Fourier “”Her erkek bütün kadınlara ve bir kadın bütün erkeklere sahiptir zaten” diyor.

Ne tuhaf şey! Bir tarafta aşk ömürde bir kez karşına çıkar diyen ve onu ilahi bir hediye gören bir kültür diğer tarafta bütün kadınlar zaten her erkeğindir diyen başka bir kültür. Farkındasınızdır ki iki tarafın anladığı ve anlattığı “şey”in ismi aynı; aşk. Ama aynı şeyi anlatmıyorlar. Batı dünyası için Fuzuli hayallerle yaşayan bir adam, Şeyh Galip tuhaf sözler söyleyen bir şairdir. Aşkın doğusu ve batısı işte tam da burada ortaya çıkıyor. Biri materyalist dünya görüşüyle aşkı kalıba sokmaya çalışıyor diğeri aşk dediği şeyin içini uhrevi ve hatta mistik bir mana ile dolduruyor. Biri bedenle alakalı hazlarını aşkın boynuna yüklüyor, diğeri bedenin ötesine geçmek için dua ediyor. Biri “tanrı” diye inandığını bile bedenleştiriyor, diğeri Allah’a ulaşmak için aşkı dileniyor.

Aşk zamana göre de değişir elbet. Ya da daha açık söyleyelim; eski bir aşk anlayışıyla yeni bir aşk anlayışından bahsedilebilir. Çünkü insanlar değişiyor. Günümüz seküler toplumu nasıl ki hayattan dini tecrit etmiş, edebilmişse aşkın özünden de dini tecrit edebilmiştir. Bugün insanlar artık ölümden sonrası için değil de ölümden öncesi için yaşıyorlar. Ölümden sonra onları neyin beklediğiyle ilgilenmiyorlar pek. Ve bunun adına da modernite diyorlar. Oysa geçmişe baktığınız zaman yaşadığı bu dünyayı inkâr etmeyen ama öteki âlemini de unutmayan; hadi daha net söyleyelim, ne dünyayı ahirete ne de ahireti dünyaya feda etmeyen bir hayat anlayışı var. Bu insanlar doğal olarak yaşadıkları her şeyde bu manayı kavradıkları için bu aşk düşüncesine de aksediyor. Ama bugüne bakınca aynı şeyi söyleyebilmek çok zor… İnsanlar hiç ölmeyeceklerini zannediyorlar sanırım ya da ne bileyim ibret alma duygumuz köreldi belki de. Bana sanki teknoloji dünyanın sonunu getiriyor gibi geliyor. Tamam, kabul ediyorum faydalı… Ama her şeyin fazlası zarar diye inanmış ve hep orta yolu tavsiye etmiş bir kültürün evlatlarıyız biz. Modernlik dedikleri şeyin kaybettirdiği en önemli şeyler din ve aşk gibi geliyor bana. Ki ikisi birbirinden pek de farklı şeyler değil.

Bir de “evlilik aşkı öldürür” martavalı var. Ne saçma! Aşkın ölmesi ne demek, hiç anlayamıyorum. Karşınızdakini sadece bedeni için seviyorsanız ölen aşk değil o sevdiğiniz bedendir. Ama aşkın kendisineyse aşkınız o zaman ölecek olan ne ki? Hem ben batıdan dağarcığımıza girmiş bu deyimi kabul edemiyorum. Evlilik aşkı öldürür lafı, düpedüz insanları evlilikten uzaklaştırmak ve hatta gayrimeşru ve gayriahlâkî ilişkilere –daha İslami söylersek zinaya- davet etmektir. Bunu da çok görmemek lazım, çünkü aşk diye anladıkları şeyi çabuk elde ediyor ve doğal olarak da çabuk elde ettiklerini çabuk kaybediyorlar. Yani ucuza alınanı ucuza satıyorlar, o kadar.

Boşanmak da buna benziyor. Mademki aşkın resmiyete dökülmüş halidir evlilik bugün aşkın azaldığından çok kolay bahsedebiliriz o zaman. Eski vakitlere baktığınızda boşanma oranları bugünle kıyaslanamayacak kadar fazla. Ya da batı ile doğuyu kıyaslayın, yine aynı şey. Peki, aşkta kaybedilen ne? Bu cevabı çok da açık olmayan ve cevap vermenin de kolay olmadığı bir soru. Ama sanırım kaybedilen şey aşkın ruhu ve aşkın edebi. Edebi yitirdiğimiz için aşkı da kaybettik zannediyoruz. Oysa aşk hep aynı yerde duruyor.

Ezcümle batı aşkın resmini çiziyor, doğu ise şiirini yazıyor. Birinin içi boş, diğeri ise dışına bakmıyor ki zaten.

 

 

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

Yazarlar eksik doğan insanlardır.

 

 

Muhtemel ki O "oku" dediği için bırakamadım kitabı hiç elimden...

 

Yazarlar eksik doğan insanlardır kanaatimce. Diğerleri gibi gülemez, sevinemez, gezemezler. Hayat onlar için biraz daha tuhaf bir hal. Belki de yaşamayı tam manasıyla ve hakkıyla beceremedikleri için yazmayı seçiyor onlar. Doğma gafletini bir kez göstermiş olmaklıklarından muzdaripler ve o dertlerini kaleme, kâğıda söyletiyorlar. Ya da iradeleri dışında doğmuş olmalarından başka bir eksiklikleri vardır. Ve yazarak tamamlıyorlardır kendilerini. Benim de hayran olduğum, her yazdığına gözlerimin bebeklerini büyüte büyüte baktığım, bazen onların yazdıklarını okuyup da ilham çerğları yaktığım yazarlar var elbet ve bence onlar gelmiş oldukları bu âlemin sırrını anlamaya çalışan, efsunkâr, dertkeş, meczup, meclup ve garip insanlar. Sen şimdi “onlar eksik değil, esasında pek çoğundan çok daha ziyade tam olan insanlar” diyeceksin, itiraz edeceksin bana kâri, biliyorum. Ama ben inanıyorum ki onlar her insanın olduğu kadar noksanlar lakin farkındalıkları var. Eksikliklerinin farkındalar ve bir duaya âmin der gibi ve hatta öyle demek için yazıyorlar sadece. Yazmak belki de O’na ulaştıran yollardan biri ve yazabilenler böyle dua ediyorlar. Yani demem o ki yazmak dua etmeye benziyor; aşk gibi… Ya da ben buna iman ediyorum, öyle yapmak hoşuma gidiyor.

 

Senin de dikkatini celbetti mi şimdiye değin bilemem kâri. Ama hani şu münevver sıfatını isminin başına alanların halleri bir tuhaf olmuyor mu sence de? Onlar aynı gözle baksalar da aynı şeyi görmüyorlar. Ya da ben öyle vehmediyorum. Bunun da ne batısı ne doğusu, ne İslam’ı ne Hıristiyanlığı var. Münevver, aydın, entelektüel sen hangisini dersen de böyle olan insanlarda bir zahitlik görüyorum ben. Dünyaya sahip olmaya değil de onu anlamaya çalışıyorlar sanki. Diğer insanlar gibi yaşamıyorlar, yaşayamıyorlar belki de. Onlar kadar fazla gülmüyorlar mesela, hayallerini günün mezarlarına gömmüyorlar, hüzünlerini kahkahalarıyla öldürmüyorlar. Tek sermayeleri kitapları mesela; ister okudukları, ister yazdıkları. Bir fincan kahvenin telvesine gömüyorlar gece uykularını. Ciğerlerini bir sigaranın dumanına teslim ediyorlar. Ama rüyalarını uykularına tercih etmiyor onlar. çok zengin onlar, öyle zenginler ki, hayallerinden şekil almış kalemleri, rüyalarıyla karılmış kağıtları var ve sonra aşk kokan ilhamları. İşte ben böylelerine hayranım. Zira onlar hüznü mutluluğa tercih etmiyorlar. Bence can yakan bir hüzün, neredeyse haykırarak atılan bir kahkahadan daha mutluluk vermeli insana. Ağlamak gülmekten daha hoş... Hem bir “yetim”in dediği gibi; benim bildiğimi bilseydiniz az güler çok ağlardınız. Belki de yazanlar yahut yazabilenler bu sırrı çözebilen birkaç şanslı âdemdir kâri. Bilemeyiz. Ama keşke bilseydik.

 

Çok yazmak için çok okumak gerek demişti evvel vakitte bir hocam. Elhak doğru kelam. Lakin buna ekleyeceğim şeyler var şimdilerde. Bence çok yazmak için çok dertlenmek de gerekiyor. İnsan derdi olmadan yazamıyor mesela. Ya da daha fazla mübalağa edecek olursam, ağlamadan yazamıyor. Ne tuhaf değil mi okuyanlar yazanları hep mutlu sanıyor oysa. Lakin şunu söyleyeyim ben şimdiye kadar çok mutlu olan bir aydın, yazar, münevver ne tanıdım ne duydum ne de kitaplarını okudum. Okuduğum her kitapta kurutulmuş bir gözyaşı gördüm ve ben en çok gözyaşı kokan kitapları sevdim. Okur ile yazar arasındaki fark da bu belki; okur kitabının arasında çiçek saklar yazar ise sayfalar arasında gözyaşları kurutur. Hangisi daha kıymetli? Cevabını bilsem de vermeyeceğim. Sen kendin cevapla kâri. Yazar sana sayfalar arasında kurutulmuş gözyaşları hediye ediyor. Derdini yazıyor sana, seninle dertleşmek istiyor, ağlıyor yazarken ve noksanlığını biliyor. Eksiğini tamam etmek istiyor yazarak ve şahit ol diyor sana.

 

“Şahit ol, ol ki ben yazarak dua ediyorum” diyor.

 

Duyuyor musun?

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

Düş Yanığı /Buhur-ı Aşk

 

Bir gül yaprağına düştüm ben bu gece. Ben bu gece bir gülü ilk defa bu kadar yakından gördüm. Ellerim titredi heyecandan. Terim dondu. Ben kızıl sanırdım gülü. Meğerki beyazmış ve beyaz gül firkat diye yazılmış en eskisinde lügatlerin. En eskisi maşukların… Hicabı mı onu bu kadar kızıllaştıran ya şu şeydalanan bülbülün kanı mı? Ben bu gece bir gül yaprağına düştüm. Ayaklarımda bir tutam bulut tozu. Gözlerimde güneş parıltısı…

 

Bir damla yaş getirdim avuçlarımın içinde. Kırık bir düş gördüm bulutlar üstünde. Ellerimde bir nergis yaprağı ve ben bir mezar başındayım. Ellerim yoktu benim diyorum. Gözlerim yoktu. Ama şimdi bir mezar taşı görüyorum. Ellerimle suluyorum toprağını. Bir kuş konuyor mezar taşına ve ayaklarından kan damlıyor. Mezar taşına yazıyor feryadını.

 

Dili tutuk, konuşamıyor. Lal kesilmiş, hamuş. Bülbül düşümde mezar taşına ağlıyor

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

Kuyruğu dik tutmak

 

Mahcubum ey Pîr; emrine uyamıyorum

İstiyorum lakin yine de susamıyorum

 

Senin de okuyup yahut işitip kendine dert edindiğin, ömrüne yol edindiğin sözler vardır elbet kâri. Kendime şiar edindiğim sözler var benim de. Çoğu vakit yapamasam da, o sözleri tutamasam da yapmaya sebat ettiğim, yapmak için gayret ettiğim, gayretime dahi sabrettiğim zamanlar var. Mesela tasavvufa iptila kertesine varmış bir muhabbetim var. Kâle değil de hâle meftunluklarına hayranım mutasavvıfların. Belki de bu sebeple her sözlerini kendime söylenmiş gibi vehmediyor, her okuyuşumda öyle idrak ediyorum. Belki yanılıyorum belki de hata ediyorum. Ama bilemiyorum. Ve hatta bilmediğime şükrediyorum.

 

O sözlerden gönül levhamın en üst tarafına hem de kırmızı kalemle yazdığım cümleyi sana da söyleyeyim şimdi kâri. Hangi mutasavvıfın söylediğini hatırlamıyorum lakin şöyle diyor derviş; az uyu, az ye, az konuş. Ben bugün daha ziyade az konuşmak kısmıyla meşgul oluyorum. Daha sarih söyleyeyim, az konuşmakla meşgul olmaya çalışıyorum. Yapabiliyor muyum? Sanmıyorum. Zira bugün de öyle olacak biliyorum. Şimdi cevabımın ulaşamayacağını bile bile bir iki kelam etmeye niyet ediyorum. Susabilmek, az konuşmak güzel haslet lakin ben bugün onu yapamıyorum.

 

Bazen bazı insanların burunlarıyla çeneleri arasında taşıdıkları ismine ağız dediğimiz uzvun görevinin kelam etmek değil de başka bir uzvun yaptığı gibi içerideki pisliği dışarıya çıkarmak olduğunu düşünüyorum ben. Hakikat bugün de okuduğum bir haber bu düşüncemde ısrar etmeme sebep oluyor. Zaten sen de okumuşsundur kâri. Malumu ilam etmek babında olacağını bilsem de yine de söyleyeyim. Dıştan insana bazı benzerliklerini gördüğüm için ismine insan diyeceğim biri çıkmış bir söz söylemiş bugün; “Başı örtülü olanlardan korkuyorum. Bana öcü gibi geliyorlar” demiş. Ne tuhaf! Aynanın bulunduğundan pek haberdar değil sanırım bu tuhaflığın zirvesinde cevelan eden garibe. İşte tam bu anda o mutasavvıfın sözünü tutup da susmak istiyorum lakin yapamıyorum işte. Kelimeler bile utanacak yazdıklarımdan, biliyorum ama yazıyorum işte. Bunlar kendilerine modern, münevver (pardon onlar münevver demez, aydın derler), bilgili diye isim veren, kendi yazdıkları oyunun başrolünü yine kendileri oynayan köpek sürülerinin başlarında duran çobanlar. Bu garibenin kuyruğunu kimin nereye kıstırdığını bilmiyorum lakin muhtemelen eceli gelmiş de pisleyecek yer arıyor. Başörtülüleri görünce korkuyormuş! Başörtülülerin onu görünce keyiflendiğini mi sanıyor ki? Allah’ın yarattığına kötü demek istemiyorum ama onu görünce keyiflenecek bir insanın var olduğunu da düşünemiyor aciz beynim. Ancak diyebilirim ki budur esfel-i safilin… Şair olsaydım da şiirle cevap verseydim daha güzelini, daha beliğini, daha sarihini söyleyemeyecektim ya, o sebeple Mehmet Akif üstadın şiirinden bu kısacık yeri yazıyorum;

 

Bacımın örtüsü bakmakta rezilin gözüne

Acırım tükrüğe billahi tükürsem yüzüne

 

Bu hamur daha çok su götürür lakin lafı çok uzatıp da israf-ı kelam etmeyeceğim. Aklıma Hazret-i Mevlana’nın hikâyesi geliyor. Onu da söyleyip bitireceğim. Bu garibe için bu kıssayı kulanmaklığımdan dolayı Hazret-i Pîr’den özür dileyerek yazıyorum;

 

Bir gün hayvanlar diyarında bütün hayvanlar fareden şikâyetle kralları aslanın yanına geliyorlar. Kimi diyor ki “Bıktık bu fareden pisliğini her yana bulaştırıyor” kimi diyor ki “Olur olmaz yerde olmayacak işler yapıyor.” Hep bir ağızdan “Bıktık artık” diyorlar. Arslan diyor ki “Pekâlâ buna bir çözüm bulalım. Var mı aranızda bu işi halledebilecek biri?” arka tarafta turan kedi “Ben hallederim bana bırakın bu işi” diyor ve başlıyor ormanda fareyi aramaya. Ötede bir lağımın kenarında duran fareyi görüyor ve hızlıca atılıyor. Fare bunu sezince başlıyor kaçmaya. Fare önde kedi arkada bütün ormanı geçiyorlar. Fare ileride bir inek görüp yanına yaklaşıyor. “Ne olur” diyor. “Yardım et bana da şu kediden kurtulayım.” “Olmaz” diyor inek. “Sen onca işi yaptın, ben şimdi sana yardım etmem.” Yalvarıyor, yakarıyor fare. En sonunda dayanamıyor yine inek. “Tamam” diyor geç ardıma. Fare arkasına geçince tam da farenin üzerine pisliyor. Az sonra nefes nefese geliyor kedi. Bir de bakıyor ki bir inek ve arkasında pisliğin içinden dışarı doğru çıkmış ama hala dik duran bir kuyruk. Fareyi olduğu yerden alıp paramparça ediyor. Ve hikâyenin sonunda bize manasını da veriyor Hz. Pîr. Diyor ki bu hikâyeden üç sır çıkarılır; birincisi; üzerine her pisleyeni düşmanın sanma. İki; seni her pislikten çıkaranı dostun sanma, üç; bunca pislik içindeyken hala kuyruğu dik tutmanın anlamı ne?

 

Şimdi tam da burada ben dahi bu garibeye soruyorum;

 

Bunca pisliğin içinde hala kuyruğu dik tutmanın anlamı ne?

 

(Mahcubum ey Pîr, sükût edemedim.)

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...

×
×
  • Create New...