Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Sign in to follow this  
emir abdulkadir

Selefi Söylemin Tefekkuh Sorunu

Recommended Posts

SELEFİ SÖYLEMİN TEFEKKUH SORUNU

 

Talha Hakan ALP

 

 

 

Selefî söylem, Allah’ın sıfatlarına dair varid olan nasslar etrafında bütüncül ve tutarlı bir Allah inancı tesis edecek düşünme ve kavramlaştırma faaliyetine olabildiğince mesafeli duruyor.

İlke olarak diyorlar ki “nasslar bir şeyin var olduğunu bildiriyorsa (ispat) onun var olduğunu söylemekle yetiniriz; nasıl var olduğu konusuna girmeyiz. Keza nasslar bir şeyin var olmadığını (nefy) söylemiyorsa orada susarız, ilgili şeyin var olmadığını söylemeyiz.”

Gecenin belli bir vaktinde Allah’ın dünya semasına nüzul edeceğini bildiren hadisler özelinde şu sonuca varıyorlar: “Biz Allah’ın nüzul ettiğini söyleriz; ama hareketle mi nüzul eder, hareketsiz mi nüzul eder onu konuşmayız. Biri kalkıp hareketle nüzul eder derse yanlış yapmış olur. Çünkü nassın ispat etmediği bir şeyi ispat etmiştir. Biri de tam aksini düşünerek hareketle nüzul etmediğini söylerse o da yanlış yapmış olur. Çünkü o da nassın nefyetmediği/yanlışlamadığı bir şeyi (hareketi) nefyetmiştir.”

Burada teşbih-tecsim yanlışına çıkan “hareketle nüzul eder” yorumuyla sahih tenzih-tesbih hassasiyetinin gereği olan “hareketle nüzul etmez” yorumunu prensip olarak bir tutmak dışında ilk bakışta pek sorun yok gibi görünüyor; alt tarafı nasların dışına çıkmama hassasiyeti gibi görünen bir tutum olduğu düşünülebilir. Oysa biraz daha derinlikli bakıldığında nasların ifade imkân ve yollarını daraltan bir akıl tutulmasıyla karşı karşıya olduğumuzu söylemek mümkün.

Başka misal aramaya gerek yok, hemen ilgili nüzûl hadisinden söze devam edelim. Bu anlayışa göre, mesela Allah’ın dünya semasına -haşa- bir hava akımı içinde nüzul etmediğini söyleyemezsiniz. Ya da bir insanın yüksekçe bir yerden aşağıya doğru inmesi sırasında gerekli olan fizikî şartların Allah’ın nüzulü için söz konusu olmadığını da söyleyemezsiniz. Çünkü nasslar bu surette/şartlarda nüzul ettiğini söylemediği gibi bu surette/şartlarda nüzul etmediğini de söylemiyor. Misaller çoğaltılabilir, Allah’ın -haşa- bir madde olmadığını ya da bir makine olmadığını da söyleyemezsiniz. Çünkü nasslarda Allah’ın ne böyle bir şey olduğuna ne de böyle bir şey olmadığına dair açık-somut bilgi var.

Hâsılı bu anlayışa göre, Allah’ı, şu veya bu şekilde akla gelebilecek yanlış vehimlerden ya da yeni ideolojilerin, sapkın cereyanların saplandığı batıl ilah tasavvurlarından tenzih etmeniz, “Allah o sizin dediğiniz şey değildir” diye söze başlayıp eleştiri geliştirmeniz mümkün değil.

Bu zihniyetin size göstereceği tek yol, bu sapkın vehim ve iddialar karşısında susmak, hatta -biraz daha ileri gidenlerinin yaptığı gibi -bu iddialara karşı sahih Allah inancını ortaya koymak için mücadele veren ehl-i iman ilim-fikir adamlarını reddetmek, nassların dışına çıkmakla itham etmektir. Uzun yüzyıllar Ehl-i sünnet kelamcılara dönük bid’atçı suçlamasının kaynağı bu değil mi?

Bir selefî şöyle diyebilir: Allah’ın madde-makine olmadığını bize açık-somut değilse de ortaya koyduğu genel çerçeve itibarıyla anlatan çok esmâ-sıfat nassı var. Bunlardan hareketle biz pekâlâ sapkın inanışlara karşı Allah’ı tenzih edebilir, hak ettikleri cevabı verebiliriz.

İşte bunu dediğiniz zaman selefî söylemden saptığınızı da kabul etmelisiniz. Zira nüzûl hadislerinde de benzer şeyleri diyebilirsiniz. İp ucu vereyim; tenzih-tesbih temalı esmâ-sıfat nasslarından, mesela “Allah’ın benzeri hiçbir şey yoktur”(Şûrâ, 11) diyen ayetten hareketle Allah’ın nüzûlünün bizim nüzûlümüz gibi olmadığını, -tıpkı büyük hadis ve fıkıh imamları İmam Hattabî ve İmam Beyhakî’nin dediği gibi- bizim nüzûlümüzün hareket ve intikalle olduğunu ama Allah’ın nüzûlünün ne hareket ne intikalle olmadığını söyleyebilirsiniz; hatta ilk tavrınıza sadık kalarak bunu söylemeniz de gerekir.

Selefî kardeşlerim bunu söylemediklerinde garip bir çelişkiye düşüyorlar. Çelişkiye düşmekle kalmıyor, kendileri gibi düşünmeyen büyük Müslüman kitleye karşı da zaman zaman agresif davranıyorlar.

Buna İslamî literatürün köşe taşı eserlerinin neşrinde yaptıkları yersiz ve zaman zaman hadsiz eleştirileri de eklemeliyiz.

Kitaplarını tahkik ettikleri koca koca hadis-fıkıh imamlarına dipnotlardan adeta akıl vermeye kalkışmaları esere yaptıkları hizmete de gölge düşürüyor. Mesela bir selefi kitap tahkikçisi, İmam Hattabî’nin “Allah’ın nüzûlü hareket ve intikalle değildir” sözüne itiraz sadedinde yukarıda verdiğim ilkeye/görüşe işaretle eleştiri yöneltebiliyor. Tarihte ehli hadisten belli bir çevrenin dışında kabul görmemiş, bugün kendilerinden başka da kimse tarafından savunulmayan bir görüşü, okuyucuya, üzerinde ittifak edilmiş bir ilke gibi kendinden emin ve mutlakçı bir dille takdim ederek İmam Hattabî’yi nakzetmeye çalışıyor.

Arapça kaynakları takip eden kardeşlerim bunun çok örneğiyle karşılaşmışlardır. Ben sadece başta zikrettiğim ilkeye atıfla yapılan nispeten mutedil bir selefî eleştiriye örnek verebilirim. İmam Beyhakî’nin meşhur Kitabü’l-Esmâ ve’s-Sıfât’ına yapılan neşir çalışmasında, tahkikçi Abdullah b. Muhammed el-Haşidî’nin dipnottaki eleştirisine bakabilirsiniz. (Beyhakî, Kitabü’l-Esmâ ve’s-Sıfat, c. 2, s. 379. sayfanın dipnotu.)

Sözünü ettiğim bu selefî anlayış, dolaylı biçimde, nasslar üzerinde tefsir, tevil, istinbat ve istihrac gibi sahabeden itibaren tevarüs ettiğimiz en temel tefakkuh/sistemli anlama-yorumlama faaliyetlerini reddetmektedir.

Müctehid imamlarımız bu mantıkla hareket etmiş olsaydı şümullü bir fıkıh sistemi kuramazlar, adına fıkıh denen koca külliyat bugün elimizde olmazdı.

Bu külliyatta yer alan her bir meselenin, bizzat kendisi hakkında varid olmuş bir nassa dayandığını kim söyleyebilir? Tefakkuhu, tefekkürü, tezekkürü ve itibarı bizzat Kuran-ı Kerim emrediyor. Fıkıh ne ise Kelam da öyledir. Aralarında bazı usul farkları vardır ama tefakkuh sadece hukukî muhtevaya râci bir ameliyye değildir.

Tefakkuh, genel olarak nassları bir bütünlük içinde anlama, onlardan geniş ve tutarlı bir kavram örgüsü çıkartarak vakıaya tatbik edilebilecek nazariyyeler geliştirme hüneridir. Bu, inançla alakalı konulara uygulandığında “akaid-kelam”, amelle alakalı konulara uygulandığında da dar anlamda “fıkıh” adını alır.

Birikim ve kabiliyetlerimizi ortak hedefler doğrultusunda sistemli bir bütünlüğe kavuşturmaya en çok muhtaç olduğumuz şu zamanda bütün uç hareketlerin usul ve menheclerini gözden geçirmeleri gerekiyor. Bu sadette selefî kardeşlerimiz tekrar tekrar düşünmeliler.

Selefî çevre gerek temsil ettiği siyasî-iktisadî gücünü gerek üniversitelerinde eğitip dünyanın dört bir yanına yönlendirdiği genç beyin gücünü, yersiz eleştiri ve marjinal söylemleri beslemek için değil, tevarüs ettiğimiz ilim-irfan ve hikmet mirasını bugüne taşıyıp güncel problemlerin çözümünde aktif biçimde kullanabileceğimiz bir tefakkuh sistemini geliştirmek için kullanmalı.

 

DARULHİKME

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...
Sign in to follow this  

×
×
  • Create New...