Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Sign in to follow this  
gardenya

Lübnan Zaferikiz Mübarek Olsun

Recommended Posts

HAKAN ALBAYRAK [email protected]

 

Sayi :304 2006-34

 

 

-------------------------------------------------------------------------------

 

 

Lübnan zaferikiz mübarek olsun

 

 

14 Ağustos 2006. Önüme gelene «Zafer bayramınız mübarek olsun» diyorum, cep telefonuyla da mesaj geçiyorum sağa sola. Genellikle kocaman bir soru işaretiyla karşılaşıyorum. Bu soru işareti Türkiye’ye mahsus. Sadece Türkiye’de zafer bayramından habersiz insanlar var. Lübnan’da, Suriye’de, Mısır’da ulaştığım herkes olup bitenlerin farkında. Lübnan Hizbullahı, İsrail’i bir kere daha ağır bir yenilgiye uğrattı. Dünyanın bütün şeytanları tarafından desteklenen İsrail, Şeyh Nasrallah ve askerleri karşısında bir kere daha unufak oldu. Irak’ta yerlerde sürünen emperyalizm, Lübnan’da da yerlerde sürünüyor. İngiltere Başbakanı Tony Blair’e «Hizbullah bu işi berbat etmesin» diyordu ya ABD Başkanı Bush; Hizbullah bu işi berbat etti! Büyük Şeytan’ı Lübnan cephesinde rezil rüsva ederek Siyonizm’in, protestan fundamentalizmin, emperyalizmin çarkına çomak soktu. Üstüne basa basa söylüyorum, altını çize çize söylüyorum, herkes iyice anlasın diye heceleyerek söylüyorum: Ka-zan-dık! İsrail, «Kaçırılan askerlerim iade edilmeden operasyonu durdurmam» diyordu; fakat askerleri iade edilmeden oprasyonu durdurmak zorunda kaldı. İsrail, «Merkava tanklarımın zırhları delinmez» diyordu; fakat onlarca Merkava tankının Hizbullah füzeleriyle delinip geçilmesini ve yanıp kül olmasını dehşetle seyretmek zorunda kaldı. İsrail, Lübnan halkını «Bakın, Hizbullah yüzünden ne hallere düştünüz» diyerek Hizbullah’a karşı kışkırtabileceğini sanıyordu; fakat Şiisiyle Sünnisiyle, Müslümanıyla Hıristiyanıyla bütün Lübnan halkını Hizbullah’ın bayrağı altında toplanmış ve kenetlenmiş halde buldu. Sadece Lübnan halkını mı? Suriye’de de bütün halk Hizbullah diyor başka bir şey demiyor. Filistin’de, Mısır’da, Ürdün’de, Suudi Arabistan’da da müthiş bir Hizbullah coşkusu var. İsrail’in Lübnan’a saldırısı sayesinde titreyip kendimize geliyoruz, küllerimizden diriliyoruz. «Demek ki oluyormuş!» diyor insanlar, «Demek ki İsrail’le başedilebiliyormuş! Demek ki mevcut rejimler bizi onyıllardır kandırıp duruyormuş! Demek ki cân-ı gönülden Allah diyen samimi ve cesur Müslümanların önderliğinde Selahaddin’in zaferini tekrar edebilirmişiz! İsrail’in en gelişmiş tanklarını havaya uçuran, İsrail savaş uçaklarını düşürüp gemilerini batıran, İsrail şehirlerini her gün yüz kere vuran ve İsrail ordusuna kök söktüren bir avuç Hizbullah savaşçısının bu muazzam başarısı bize gösteriyor ki, doğru dürüst bir komuta altında İslam ülkelerinin kazanamayacağı zafer yoktur! Amerika ve İsrail yerlerde sürünebilir, yeter ki biz onları yerlerde süründürmeye azmedelim!» Lübnan’da kazandığımız zafer, daha büyük zeferleri müjdeliyor. Şam’lı dostum Abdurrahman Hatib, bayram tebriğime gönderdiği mesajda diyor ki: «Darısı Kudüs’ün başına». Amin velhamdu lillahi rabbi’l alemin.

 

 

 

Ateşkesten 10 gün önce Lübnan’daydım. Her yerde Hizbullah bayrakları ve Şeyh Nasrallah posterleri asılıydı. Muazzam bir yıkımın orta yerinde başları dimdik duran insanlar gördüm, yüreğim coştu. Namlunun ucundaki Suriye’de de aynı manzara. Halep kalesi olmuş Hizbullah kalesi. Şeyh Nasrallah’ın adı Selahaddin’le beraber anılıyor. Ödenen bedellerden önce kazanılan mevzilere bakılıyor. Kudüs’e giden yolda alınan mesafeye bakılıyor. 1982’ye ve hele 1967’ye göre çok daha güçlü olan İsrail ordusunun bir avuç Hizbullah gerillası karşısında nasıl acze düştüğüne bakılıyor. 1967’de birleşik Mısır-Suriye-Ürdün ordularını darmadağın ederek 6 gün içinde Gazze’yi, Batı Şeria’yı, Colan’ı ve Sina’yı işgal eden, 1982’de elini kolunu sallayarak Lübnan’a giren ve kayda değer bir direnişle karşılaşmadan Beyrut’a kadar ilerleyen İsrail ordusunun bugün bir avuç Hizbullah savaşçısını aşmakta ne kadar zorlandığına bakılıyor. İşin o bir avuç Hizbullah gerillasında bitmediği çok iyi biliniyor, mütemadiyen vecd ile dua ediliyor Rahmân, Rahîm, Kerîm Allah’ın katından yardımcıların gelmesi için. Bedr’in bir masal olmadığı, iman seliyle boğulamayacak hiçbir ordunun bulunmadığı idrak ediliyor buralarda. Evde, camide, çarşıda, kahvehanede, okulda, her yerde ama her yerde cihad konuşuluyor, cihadın konuşulduğu her yerde cân-ı gönülden dualar ve aminler yükseliyor, bütün şehir cihadla yatıp cihadla kalkıyor, şehrin bu adanmışlığı Allahu Alem Lübnan cephesinde melek cinsinden bir karşılık buluyor, Halep’in yüzü suyu hürmetine de birkaç İsrail tankını havaya uçuruyor melekler.

 

 

 

Kulağımda Suriye radyo ve televizyonunun aralıksız yayınladığı cihad marşları, Hatay’a geçiyorum... Şok! Burası başka bir gezegen sanki. Halep’le Hatay arasında 80 kilometre değil de 80 bin ışık yılı var sanki. Şehir merkezinde İslami atmosfer namına bir şey arıyorum, nafile. Haller, hareketler, konuşmalar, kaygılar, kılıklar, kıyafetler davaya Fransız. Lübnan Hizbullahı’nın bu şehir için de savaşıp şehid verdiğini bilmiyor bu şehrin insanları. Halbuki en iyi onların bilmesi gerekirdi bunu. «1097’de Antakya kapılarına dayanan Haçlı ordusu bütün İslam dünyasını hedef alıyordu. Bunu Halep’e, Şam’a anlatamadığımız için, onlardan vakitlice yardım alamadığımız için Haçlılar şehrimizi ezip geçti ve Kudüs’e kadar ilerledi, bütün islam dünyası can evinden vuruldu» demeliydiler. Varını-yoğunu Lübnan’daki İslami direniş için seferber etmeliydi bu şehir. Sadece bu şehir değil, bütün Anadolu. Haçlıların karşısına dikilen ilk komutan, Selçuklu Sultanı Kılıçarslan olmuştu. Protestan / Siyonist taarruza ilk tepki de bu topraklardan yükselmeliydi. Bize bu yakışırdı. Ne yazık ki kendimize yakışanı yapmayı yakıştıramıyoruz artık kendimize. İdarecilerimiz, çocuk katili ABD ve İsrail’e rest çekmeye yanaşmıyor. Dünyada denge namına bir şey kalmadı, ama onlar hâlâ dengeleri koruyor. ‘Bu toprakların tapusu bizde’ diyorlar, ama bu topraklara dünyanın öbür ucundaki Hugo Chavez kadar sahip çıkmıyorlar. Filistinli, Lübnanlı çocukları alayan İsrailli pilotların Türiye’de eğitildiğini bile bile geceleri rahat uyuyabiliyorlar. Türkiye-İsrail Askeri İşbirliği Anlaşması’nı buruşturup çöpe atmayı akıllarının ucundan bile geçirmiyorlar. Neymiş? «Realpolitik»miş!

 

 

 

Tamam, anladık, bu devlet korkularla kuruldu ve korkular devam ediyor. Tamam, anladık, bu hükümet de korkularla kuruldu ve korkular devam ediyor. Dikkatli olmak lazım, mutedil olmak lazım, fincancı katırlarını ürkütmemek lazım falan filan. Devletin ve milletin bekası için gerekli tavizleri vereceğiz, ülkemizi maceraya sürüklemeyeceğiz, evimizin camdan olduğunu bile bile ona buna taş atmayacağız, emperyalistlerin ve yerli işbirlikçilerinin hışmını üzerimize çekmeyeceğiz, yabancı sermayeye cart curt yapmayacağız, anladık, tamam. Anlamadığımız şu: Bu fena halde ihtiyat siyasetiyle koruduğumuz şeyin korunmaya değer olduğunu nereden çıkarıyoruz? Millet çürüyor, soylu duygulardan ve davalardan geriye eser kalmıyor, gölgemizden korkmayı “realpolitik” belliyoruz, “kefenin cebi yok” bilgeliğini bırakıp vahşi kapitalizmin çarkına kapılıyoruz, bizi biz yapan bütün değerleri kaybediyoruz, paradan / futboldan / seksten / şiddetten başka kutsalı olmayan acayip bir güruha dönüşüyoruz, uyuşturucu ve fuhuş salgını ilkokullarımıza kadar yayıldı, sokaklarda akıl almaz vahşet destanları yazılıyor, tüyler ürperten gasp ve cinayet haberleri birbirini kovalıyor ve artık haber değeri taşımaz hale geliyor, bilim yuvaları olduğu iddia edilen üniversitelerimiz bu toplumsal canavarlaşmanın önüne geçmeye matuf formüller geliştirecekleri yerde genç kızların başörtülerini çekiştiriyor, faiz-döviz-borsa-stendbay-özelleştirme vaziyetlerine gömülen hükümet milletin ne hale geldiğini göremiyor, her konuda konuşan “zinde güçler” bu toplumsal canavarlaşmadan hiç bahsetmiyor, varsa yoksa laiklik… Nereye gidiyoruz böyle? Cehennemin dibine gidiyoruz! Borçları ödemekle, ekonomiyi düzeltmekle, yoksulluğu yenmekle üstesinden gelebileceğimiz bir sorun değil bu. Laikliği korumak filan zaten hikaye. Dünyanın en zengin ülkesi olsak ve laikliğin de dibini bulsak toplumsal canavarlaşma sona mı erecek? Okul arkadaşlarına tecavüz edip bu canavarlığı bütün arkadaşlarına seyrettirmek üzere filme alan lise talebelerinin derdi yoksulluk mu? Bu ülkede –inanamıyorum, gerçekten bu ülkede- çocuk osu pazarları laiklik bilincinin yeterince gelişmemesi yüzünden mi kuruldu? Bu hükümetin ve bu devletin hiçbir stratejik önceliği, bu memleketin adam olmasına hizmet etmiyor. Tam tersine, bu memleketin zıvanadan çıkmasına hizmet ediyor. ABD’ye meydan okusak ne olur? Bu iğrenç düzeni riske atmış oluruz. Ne güzel. A, evet, ambargoya filan maruz kalabiliriz, askeri bir saldırıya uğrayabiliriz, şehirlerimiz yerle bir edilebilir, kitleler halinde öldürülebiliriz; ama, öte yandan, böyle felaketler bizim soylu duygularımızı yeniden yükseltebilir, birbirimize kenetlenerek yeniden kahramanlık destanları yazabiliriz, boğazımıza kadar battığımız pislikten çıkıp yepyeni ve tertemiz bir başlangıç yapabiliriz. İran, ambargo sayesinde şahlandı. İran yapımı uzun menzilli füzeler, İran yapımı uçaklar, İran yapımı hücum botları, İran’ın nükleer enerjisi, İran’ın dik duruşu, İran’ın karizması, İran’ın caydırıcı gücü hep ambargoyla gelen nimetler. Bir zamanların meşhur batakhanesi Beyrut’un bugün izzetli bir direnişle, şan ve şerefle anılması da İsrail saldırılarıyla gelen bir nimet. Korkmayalım, meydan okuyalım emperyalistlere; zincirlerimizden başka kaybedecek bir şeyimiz yok! Büyük bir felakete uğramamak için verdiğimiz tavizlerin bizi iyice karaktersizleştirdiğini ve asıl büyük felaketin de bu olduğunu görelim artık. Beş para etmez yaşam tarzımızı koruyup da ne yapacağız? Bir zamanlar New York Kara Panterleri’nin efsanevi lideri olan Müslüman Pan-Afrikanist devrimci Doruba Bin Vahad (eskiden Richard Moore) diyor ki: “Var olmak için mücadele etmek bize yakışmaz. Biz mücadele etmek için var olmalıyız.” Hayatımızı ne pahasına olursa olsun sürdürmekten ibaret bir dava mı olur? Vatanı kurtarmak bile dava olarak yetmez bana. Bütün insanlığa ışık saçan bir medeniyetin çocuğuyum ben; bütün insanlığa ışık saçalım isterim! Ne yazık ki idarecilerimiz böyle soylu bir mücadeleye dalmaya mütemayil olmadıkları gibi, sokaktaki adam da mütemayil değil.

 

 

 

Şam’da bindiğim bir taksinin şoförü göğsünü gere gere “Ene Hizbullah” (“Ben Hizbullah’çıyım”) diyordu. Lübnan Hizbullahı’nın İsrail’e vurduğu her darbe onu zevkten dört köşe ediyordu. Hatay’da bindiğim bir taksinin şoförü ise, İsrail’e vurulan darbelerin stratejik ve tarihi öneminden habersiz, Lübnan halkının başına gelenlerden dolayı Hizbullah’ı suçluyordu. “Lübnan’da Hizbullah coşkusu var, zafer sevinci var” dediğimde “Ne zaferi kardeşim? Lübnan yerle bir oluyor, her gün bir sürü insan ölüyor” diye itiraz etti. Öfkelendim. Adama bağırmaya başladım: “Sen yaşıyorsun da ne oluyor? Biz yaşıyoruz da ne oluyor? Amerika’nın, Avrupa’nın şamar oğlanıyız. Sokaklarımız, televizyonlarımız katillerin, ırz düşmanlarının, hırsızların, her türlü sapıkların işgali altında. Bütün pisliklere bağışıklık kazandık. Şerefsizlik ve ahlaksızlık deryasında boğuluyoruz, nesiller şeytanın yolunda telef oluyor, ama kimse bu korkunç gidişatı durdurmaya çalışmıyor, kimse kimsenin günahına karışmıyor, kimse kimseyi uyarmıyor, birbirimizi bu aşağılık hal üzre idare edip gidiyoruz. Niye? Borsa düşmesin diye! Şerefleri ve haysiyetleri için savaşarak ölenler mi daha iyi durumda, yoksa şerefsizliği ve haysiyetsizliği içlerine sindirerek yaşayanlar mı? Sen halinden memnun olabilirsin, ne pahasına olursa olsun yaşamayı bir halt sanabilirsin, bu senin sorunun; ama sakın Lübnan halkının soylu duruşunu eleştirmeye kalkma! Evleri yıkılan Lübnanlılar ‘Şeyh Nasrallah’a feda olsun, İslam’ın zaferine feda olsun’ diyor. Buna saygı duy!”

 

 

 

Hepimiz buna saygı duyalım. Ve hepimiz Şeyh Nasrallah’a saygı duyalım. Bu adam bize hiç yalan söylemedi. İsrail basınının da kabul ettiği gibi, bu adam düşmanına bile hiç yalan söylemedi. Boş vaatlerde bulunmadı, boş tehditler savurmadı, yaptığı hiçbir şeyi abartmadı, zaten abartıya mahal kalmayacak kadar büyük şeyler yaptı. “Stratejik ve tarihi bir zafer kazandık” diyorsa Şeyh Nasrallah, gerçekten stratejik ve tarihi bir zafer kazanmıştır; hepimiz adına, bütün Müslümanlar adına, bütün mazlum halklar adına. Buna inanalım ve zaferimizi kutlayalım. “Şimdi ne olacak?” sorusunu sormadan önce, ateşkesi öngören BM kararının muhtemel menfi sonuçlarını konuşmadan önce şöyle ağız tadıyla bir “zafer” diyelim ve Rabbimize şükredelim. Rabbimizin lütuflarını şükürle karşılamazsak, bereket kesilir. Lübnan Hizbullahı’nın başarısı, “inanıyorsanız güçlüsünüz” mesajını taşıyan Kur’an âyetlerine bir vurgudur; bu başarı da Rahman’ın bir ayetidir; ayetleri okuyup anlayanlara selam olsun, yeni ve daha büyük zaferleri müjdeleyen Lübnan zaferimiz mübarek olsun, Allah Subhanehu ve Teala’ya şükürler, şükürler, şükürler olsun.

 

 

GERÇEK HAYAT

Share this post


Link to post
Share on other sites
Guest
This topic is now closed to further replies.
Sign in to follow this  

×
×
  • Create New...