Cihandar 85 Report post Posted January 28, 2013 Çayyaş Halden anlamak, bir ilim dalıdır, adına ilm-i hal denir. Hemhal olmak çabasının ilimdeki karşılığıdır. Bu ilim geleneği sayesinde, bu topraklarda farklı kavimlere mensup insanlar, aynı dili konuş(a)masa da aynı hali, aynı derdi paylaşabilmiş, hemhal olabilmişlerdir. Bu yüzdendir ki, bizim kadim ve sahipsiz terekemizde, (İhsan Fazlıoğlu'nun diliyle söylersek) 'aynı dili konuşanlara değil, aynı hali paylaşanlara millet denir.' Hemhal olmak çabasının eseri ilmihal kitapları; bir zamanlar halden anlayan ilim adamlarının 'sık sorulan sorular'a cevap vermek için, hal ilmini kısa başlıklar halinde tasnif ettikleri, 'pratik' kitaplardı. Bir pratiğin/geleneğin/yöntemin eseriydiler. Bugün ne ilmihal kitaplarının halinden anlayan entelektüeller var, ne de halimizden anlayan ilmihal kitapları... Bu satırların yazarının 28 Şubat günlerinde, bir radyo istasyonunda şahit olduğu 'fıkıh programı', içine düştüğümüz halin ilmine değil, fıkrası olmaya adaydır. İçine düştüğü müşkül halden kurtulmak için radyo istasyonundaki muteber hocaefendiyi arayan hanımefendi sorusunu sorar: —Hocam bone takmak caiz midir? Hocaefendi soruyu anlamamıştır, soruya soruyla mukabele eder: —O ne? —Bone. —Bone ne? —Hani Fadime Şahin başörtüsünün altına takıyor ya hocam... —O zaman, caiz değildir. --- Sezai Karakoç'un Liliyar şiirindeki gibi söylemeye çalışırsak: Bu hocaların hoca olmadığı besbelli Lili! Bu 'fıkıh programları'nın fıkıh olmadığı besbelli Lili! 'Fıkıh programları'nı hafife aldığımız zannedilmesin, bu, fıkıh ilminin önemini bilmeyen insanların işidir. Hukuk kaynağı fıkıh, anlamını ve önemini bilmeyenlerin elinde böyle neşe kaynağı olabilmektedir. 'Kişinin lehinde ve aleyhinde olanları bilmesi' denilerek, hep bu cümleyle açıklandığı zannedilse de, daha açık konuşmak zorundayız: 'menfaat ilmi'ne fıkıh denir. Bugünkü fıkıh, belki ibadetlerimizi koruyabilir, ama menfaatlerimizi korumadığı besbelli Lili... Menfaatin ilmi olmadığında, insanlar zanlarının eseri kişisel menfaatlerini hakikat zannederler. Oysa kaide çok nettir: 'Hakkında ilmin olmayan şeyin peşinden gitme.' Ulema (ilim adamları) ve kudemaya (eskilere) göre: Menfaatlerin hakkında ilmin yoksa, er geç yoldan çıkar, böyle bir yere varamaz, hüsrana uğrarsın... Sayfanın sonuna yaklaşıyoruz, toparlamaya çalışalım: Halden anlamanın ve maddi-manevi menfaatlerimizin ilmine sahip değiliz; ilmine sahip olmadığımız için de ilim yapamıyor, başımıza gelen haller hakkında bilgi üretemiyoruz. Osmanlıcı olma, ama Osmanlı'nın halinden anla: Avrupa'da sağ partilerin aksine Macaristan'da sağ partiler Türkiye dostudur; çünkü Osmanlı zamanında, devleti yönetenler halden anlamış, anadilde savunmayı bir hukuk kaidesi olarak görmüşlerdir. Bu yüzden Macaristan'da görevlendirilen hakimlere Macarca öğrenme şartı getirmişlerdir. İlm-i hal bilgimiz olmadığı için, bugün aynı kısır tartışmalardan bir veliaht çıkmasını bekliyoruz... Milliyetçi ve laik olma, ama Fransa'nın halinden anla: Fransızlar diğer Avrupalı milletlerden daha zeki oldukları için değil, halden anladıkları için, milliyetçiliği ve laikliği icat ettiler, mezhep savaşlarıyla içine düştükleri müşkül halden ancak böyle çıkabildiler. Diğer Avrupalı milletlerde olduğu gibi mezhep ortak kültürel nokta olmadığı için, geride tek şık kalıyordu: Irk. 'Mezheplerimiz farklı olabilir, ama önemli olan hepimizin Fransız olması!' diyerek, ırklarına vurgu yapıp durdular ve akan kanı durdurdular. Tekrar mezhep savaşlarının başlamaması için de devlet dairelerinin kapısına laikliği bekçi olarak koydular. Kapılarda ağlayanların halinden anlamayan, ben bilmem, emir böyle diyen laiklik böyle ortaya çıktı... Eğriye eğri, doğruya doğru diyeceksek, itiraf etmeliyiz ki, Fransız kanı başka türlü durmazdı. Ev kadınlarının kendisine iyi gelen ilacı birbirlerine tavsiye etmesi gibi, Fransız'a iyi gelen ilacın bize de iyi geleceğini sanan insanlara bu ülkede aydın diyoruz. Kafası hoş, yani ser-hoş bu aydınların ve hocaefendilerin arasında, kabul edelim ki biz çok azız, bir avuç 'çay'yaşız... 'Sorma başıma bir hal geldi' diye kapımızı çalana, önce oturacak yer gösterir, sonra çay demler, çayla hemhal olmaya çalışırız. 27.01.2013/Yeni Şafak Quote Share this post Link to post Share on other sites
Cihandar 85 Report post Posted January 28, 2013 Çayyaş Halden anlamak, bir ilim dalıdır, adına ilm-i hal denir. Hemhal olmak çabasının ilimdeki karşılığıdır. Bu ilim geleneği sayesinde, bu topraklarda farklı kavimlere mensup insanlar, aynı dili konuş(a)masa da aynı hali, aynı derdi paylaşabilmiş, hemhal olabilmişlerdir. Bu yüzdendir ki, bizim kadim ve sahipsiz terekemizde, (İhsan Fazlıoğlu'nun diliyle söylersek) 'aynı dili konuşanlara değil, aynı hali paylaşanlara millet denir.' Hemhal olmak çabasının eseri ilmihal kitapları; bir zamanlar halden anlayan ilim adamlarının 'sık sorulan sorular'a cevap vermek için, hal ilmini kısa başlıklar halinde tasnif ettikleri, 'pratik' kitaplardı. Bir pratiğin/geleneğin/yöntemin eseriydiler. Bugün ne ilmihal kitaplarının halinden anlayan entelektüeller var, ne de halimizden anlayan ilmihal kitapları... Bu satırların yazarının 28 Şubat günlerinde, bir radyo istasyonunda şahit olduğu 'fıkıh programı', içine düştüğümüz halin ilmine değil, fıkrası olmaya adaydır. İçine düştüğü müşkül halden kurtulmak için radyo istasyonundaki muteber hocaefendiyi arayan hanımefendi sorusunu sorar: —Hocam bone takmak caiz midir? Hocaefendi soruyu anlamamıştır, soruya soruyla mukabele eder: —O ne? —Bone. —Bone ne? —Hani Fadime Şahin başörtüsünün altına takıyor ya hocam... —O zaman, caiz değildir. --- Sezai Karakoç'un Liliyar şiirindeki gibi söylemeye çalışırsak: Bu hocaların hoca olmadığı besbelli Lili! Bu 'fıkıh programları'nın fıkıh olmadığı besbelli Lili! 'Fıkıh programları'nı hafife aldığımız zannedilmesin, bu, fıkıh ilminin önemini bilmeyen insanların işidir. Hukuk kaynağı fıkıh, anlamını ve önemini bilmeyenlerin elinde böyle neşe kaynağı olabilmektedir. 'Kişinin lehinde ve aleyhinde olanları bilmesi' denilerek, hep bu cümleyle açıklandığı zannedilse de, daha açık konuşmak zorundayız: 'menfaat ilmi'ne fıkıh denir. Bugünkü fıkıh, belki ibadetlerimizi koruyabilir, ama menfaatlerimizi korumadığı besbelli Lili... Menfaatin ilmi olmadığında, insanlar zanlarının eseri kişisel menfaatlerini hakikat zannederler. Oysa kaide çok nettir: 'Hakkında ilmin olmayan şeyin peşinden gitme.' Ulema (ilim adamları) ve kudemaya (eskilere) göre: Menfaatlerin hakkında ilmin yoksa, er geç yoldan çıkar, böyle bir yere varamaz, hüsrana uğrarsın... Sayfanın sonuna yaklaşıyoruz, toparlamaya çalışalım: Halden anlamanın ve maddi-manevi menfaatlerimizin ilmine sahip değiliz; ilmine sahip olmadığımız için de ilim yapamıyor, başımıza gelen haller hakkında bilgi üretemiyoruz. Osmanlıcı olma, ama Osmanlı'nın halinden anla: Avrupa'da sağ partilerin aksine Macaristan'da sağ partiler Türkiye dostudur; çünkü Osmanlı zamanında, devleti yönetenler halden anlamış, anadilde savunmayı bir hukuk kaidesi olarak görmüşlerdir. Bu yüzden Macaristan'da görevlendirilen hakimlere Macarca öğrenme şartı getirmişlerdir. İlm-i hal bilgimiz olmadığı için, bugün aynı kısır tartışmalardan bir veliaht çıkmasını bekliyoruz... Milliyetçi ve laik olma, ama Fransa'nın halinden anla: Fransızlar diğer Avrupalı milletlerden daha zeki oldukları için değil, halden anladıkları için, milliyetçiliği ve laikliği icat ettiler, mezhep savaşlarıyla içine düştükleri müşkül halden ancak böyle çıkabildiler. Diğer Avrupalı milletlerde olduğu gibi mezhep ortak kültürel nokta olmadığı için, geride tek şık kalıyordu: Irk. 'Mezheplerimiz farklı olabilir, ama önemli olan hepimizin Fransız olması!' diyerek, ırklarına vurgu yapıp durdular ve akan kanı durdurdular. Tekrar mezhep savaşlarının başlamaması için de devlet dairelerinin kapısına laikliği bekçi olarak koydular. Kapılarda ağlayanların halinden anlamayan, ben bilmem, emir böyle diyen laiklik böyle ortaya çıktı... Eğriye eğri, doğruya doğru diyeceksek, itiraf etmeliyiz ki, Fransız kanı başka türlü durmazdı. Ev kadınlarının kendisine iyi gelen ilacı birbirlerine tavsiye etmesi gibi, Fransız'a iyi gelen ilacın bize de iyi geleceğini sanan insanlara bu ülkede aydın diyoruz. Kafası hoş, yani ser-hoş bu aydınların ve hocaefendilerin arasında, kabul edelim ki biz çok azız, bir avuç 'çay'yaşız... 'Sorma başıma bir hal geldi' diye kapımızı çalana, önce oturacak yer gösterir, sonra çay demler, çayla hemhal olmaya çalışırız. Quote Share this post Link to post Share on other sites