NFK-Fan 285 Report post Posted January 19, 2008 Selamlar, Aşağıdaki parça, Ata Senfoni adlı eserin Netice başlıklı kısmıdır. Tüm kitabı büyük bir edebî lezzet eşliğinde kıraat ettikten sonra bu "Netice"yle karşılaşmak, insanın tüylerini diken diken ediyor. Saygı ve selamlarımla NETİCE Biz ne yaptık? Atı aldık, mâna inbiklerinden süzdük, büyük ve küçük kelâm plânına döktük, güzel sanatlar perdesinde aksettirdik, tarih boyunca millet millet çizgilendirdik, en asil soyu ve işi içinde değerlendirdik, «safkan» çerçevesinde ölçülendirdik, yarış yerlerinde taçlandırdık, bütün mesut ve mahzun taraflariyle belirttik, nihayet memleketimize getirdik ve bıraktık. Ne görüyoruz? İnsanı tamamlamak ve ondaki kahramanlık mefkuresine alem olmak için yaratılan, Allah ve Resulü tarafından övülen, rüya perdesini bile yakacak kadar asil ve bedii çizgiler taşıyan, güzel sanatları ürperten, tarihte her milletin zafer ve şeref armasında motifleşen, «safkan» teknesinde yoğurulan, hipodromlarda muhtaç olduğu prens iş zeminini bulan, sırtına binmiş bunca insan hırsına rağmen ebedî ismetini muhafaza eden ve nihayet tek istifa kaynağı olarak yarış yerinde heykelleşen at, bütün dünya ile beraber memleketimizde, yani onu ilk defa çıkarıp insanlığa takdim edenlerin yurdunda pek mahzundur. Kulağımıza, babasını imdada çağıran bir çocuk sesini andırır, acı kişnemeler geliyor. Dünyanın en güzel hikâyesini anlatacağım: Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, bir Memiş Ağa varmış... Memiş Ağa değil de, Durmuş veya Satılmış Ağa... Hepsi bir... Evvel zaman da dediğimiz, pek yakın bir tarih, meselâ Birinci Dünya Harbi sonu... Bu Memiş Ağanın köyü, cenubî Anadoluda, düşman istilâsına uğramış, yanmış ve yakılmış bucaklardan... Köy, sadece yanık kokusu ve yıkık manzarası veriyor. Bir zabit, bir süvari zabiti, harb içinde bu köye sık sık gelip ordu hesabına yüksek kumandanlara at satın alan bir zabit, nihayet o da sivil elbiseli, o da yanık ve yıkık, herhangi bir vesileyle bu köye uğruyor. Köy, bilhassa cins atlariyle meşhur... Mütareke olmuş, muharebe durmuş, fakat bütün vatan toprağı, kum- kum acımakta, taş taş sızlamakta... Zabit, bir ölü evine girercesine köye ayak basıyor. İzbelerde bir adam... Yanına yaklaşıyor: «— Nerede Memiş Ağa?» «— Şurada, şu yamacın dibinde, bir kayanın üstünde oturuyor.» İlerleyen, Memiş Ağanın yanına giden, onu selâmlayan, selâmına cevap alan, şahsını tanıtan, tanınan ve mendilini açıp oturması için kendisine yer gösterilen zabit... Uzun bir sükût... Memiş Ağanın konuşmaya pek niyeti yok... Nihayet zabit, dayanamayıp, köyün en büyük ağasına ve atçısına soruyor: «— Niye susuyorsun ağa?» «— Ne söyleyeyim oğul?» Zabit kimi sorduysa «yok!» cevabını alıyor; hangi atı merak ettiyse «yok, gitti; yok, öldü!» Sükût... «— Karabaş'ların Hasan Ağa ne oldu, ağa?» «— Yok, gitti!» Sükût... «— Ya şu meşhur kır at; Akduman?» «— Yok, öldü!» Hangi insan sorulsa «ya öldü, ya gitti!»; hangi at merak edilse «ya gitti, ya öldü!»... ölen niçin, giden nereye?.. Yahut ölen nereye, giden niçin?.. Gidenler mi ölüyor, ölenler mi gidiyor?.. Hâsılı her şey karanlık, her şey müphem... Nihayet Memiş Ağa, zabitin ikide birde kendisini kurcalamasından üzgün, elini gayet hususi bir işaretle sağa açıp ve sonra ona bir gidiş ahengi verip diyor ki: «— Senin anlıyacağın, oğul, iyi insanlar, iyi atlara bindileeeeer, gittiler!» Bizse, Memiş Ağa misalini tersinden hayal etmeye meyilliyiz. Şöyle, ne kadar fikri, bedii, içtimai, idari hasretimiz varsa, hepsinin birden yollarını kavuşturan meydanda durup kulağımızı nal seslerine vermek ve sonunda, sökün etmekteki «safkan» ları görünce narayı basmak : «— İyi insanlar, iyi atlara bindileeeeer, geldiler!» 1 Quote Share this post Link to post Share on other sites
Muvazene 190 Report post Posted January 21, 2008 Üstadın Aynadaki Yalan isimli eserinde de yukarıdaki bölümün muhtevasına mütenasip düşen bir fasıl bulunmaktadır: Bir gün bir imama sordu: — Siz bu işi aylık karşılığında yapıyorsunuz, değil mi? — Evet, ne olmuş? Geçinmeye mecburum! — Zengin olsaydınız üste para verip yapar mıydınız? — Bir şey söyleyemem! Hangi imamdır o ki, sabah namazında mescide kimsenin gelmeyeceğini bildiği halde en erken saatte kalkar, abdestini alır, mescidi açar, mihraba geçer ve arkasında saf saf melek, tek başına namazını kılar?.. Henüz şeriat bahsinde hemen hiçbir şey bilmediği halde, derinden derine seziyordu ki, böylelerinin başlarına kondurdukları sarık altında, küflü dişler ve karanlık kuyusu ağızlarla kesip biçtikleri hükümler, şeriat ruhuna uzaktır; ve böyleleri, «ham yobaz ve kaba softa» tabirinin bir nevi fabrika mamulü standard örnekleri... Ne arıyordu da bulamıyordu: Vecd, aşk, ihlâs... Yine bir camide, yine bir imama rastladı. Güzel yüzlü, tatlı bakışlı, dik durmaktan bile utanan bir insan... Konuştular: — Ben eski dini eserleri aslî harfleriyle eski kitaplardan okumak istiyorum; bilgim de yok... Ne yapayım? — İslâm harflerini öğrenin! — Vakit ister... İhtiyacım acele... Tatlı bakışlı imamın gözleri büsbütün tatlılaştı: — Bir dost bulun; o okusun, siz dinleyin! — Bu dost siz olamaz mısınız? Gözlerdeki tatlılık acımtırak bir şefkat ve merhamete döndü: —Memnuniyetle olurum, zevkle... — Ya beni irşad edebilecek bir velî... Tanıdığınız biri var mı? İmam, gözleri yaşlı, elini Naci'nin omuzuna koydu: — Senin anlayacağın, iyi insanlar iyi atlara bindiler, gittiler... Ve hikâyesini anlattı: — Bir gün cins at meraklısı bir adam, cins atlarıyla meşhur bir yere gidiyor. Yıllarca önce o yere uğramış... Sonra şöyle olmuş, böyle olmuş, bir daha gidememiş... Tanıdıklarından kimi sorsa «öldü!» cevabını alıyor. Ya su ağa, ya bu ağa?.. Göçtü!.. Ya filân atın soyu, ya falan kısrağın dölü?.. Kurudu!.. Sonunda at meraklısına şu karşılığı veriyorlar: «Senin anlayacağın, iyi insanlar, iyi atlara bindiler, gittiler...» 1 Quote Share this post Link to post Share on other sites
gece güneşi 7 Report post Posted January 21, 2008 ‘’O iyi insanlar, o güzel atlara bindiler, çekip gittiler…’’ ne güzel söylemiş Yahya Kemal. ve ne güzel hikayeleştirmiş Üstad... Quote Share this post Link to post Share on other sites
NFK-Fan 285 Report post Posted January 21, 2008 Selamlar, Yahya Kemal değil de, Yaşar Kemal bu cümleyi kullanıyor 1973'te ilk baskısı yapılan Demirciler Çarşısı Cinayeti'nde. Üstad'ın bu cümleyi alıp onun üzerine hikaye yazmış olması mümkün değil, zira Ata Senfoni'nin ilk baskısı 1957'de, yani Yaşar Kemal'in kitabından 16 yıl evvel gerçekleşmiştir. Ayrıca bunun kadim bir halk hikayesi olduğunu düşünürsek yorumunuza iştirak etmek tamamen imkan hududunun haricinde kalıyor. Saygı ve selamlarımla Quote Share this post Link to post Share on other sites
gece güneşi 7 Report post Posted January 21, 2008 evet dikkat etmeden yazmışım.dil sürçmesi için affınıza sığınıyorum.bu söz Üstad okuyanlar dışında Yaşar Kemal le bütünleşmiş bir söz.zira ben de ilk öyle duymuştum.daha sonra Üstad tan her okuyuşumda Yaşar Kemal gelmiştir aklıma.keşke önce hangi kitabın yayınlandığını araştırdıktan sonra bu iletiyi yazmış olsaydım.ama bu durum benim düştüğüm yanlışa düşen insanların bulunduğu ve "demirciler çarşısı cinayeti" eserinin hem başında hem sonunda yer alan bu sözü Yaşar Kemal e malettikleri gerçeğini değiştirmiyor. ama işin en doğrusu sizin de dediğiniz gibi bir halk hikayesi olduğunu düşünüp sözü halka maletmek galiba. velhasıl kelam kim söylemişse güzel söylemiş vesselam... Quote Share this post Link to post Share on other sites
Muvazene 190 Report post Posted January 26, 2008 At... Fatih Han’ın dünyevî tamah ve heva olmaksızın, ulvî bir gaye çerçevesinde, maddesinden önce mânasının keyfiyetini fehmettiği; gönlüyle, fethedeceği mekân arasında ince ve zarif nur iplikleriyle bağlar ördüğü, ya ben onu, ya o beni ... diyecek kadar mânanın kıvamına erdiği ve gökler ile yerler arasındaki mesafeler kadar muazzam çapta bir hedefin mihverine yerleştirilen İstanbul’un fethinden sonra, 21 yaşındayken Fatih olarak İstanbul’a giren muzafferi taşıyan beyaz at; ruhun, imanın, ateşin, aşkın, cezbenin en deruna işlediği, yankısını ruhlara sirayet ettire ettire ilerlediği çağlarda, sanatını icra eden nakkaşların müşahhas sahada sanatlarına dahil ettirdikleri bir şekil olarak, minyatürlerin en zarif temaşa zevkini endamının inceliğini en ehil ellerde pirinç tanelerine varıncaya kadar nakşettiren at; dünyevî ve nefsî rüzgarlar gelince yavaş yavaş gönülden aşkın uzaklaşmaya başlayıp, bir zamanlar fetihten fetihe koşan ve kişnemeleri Allah Allah nidaları arasında sanki sırrına vakıf olduğu fetihlerin müşahhas zemindeki çizgilerine kendine has rengini de katıştıran ve artık o meydanlardan uzaklaşan at... İkbal ve izzet devrinde mesut iken, ötelerin ötesinden gelen nizama sırtını dönen gaflet devrelerinde ise mahzun... Birbirlerine her şeyleriyle zıt olan bu devirlerde mesut ve mahzun olan sadece atlar mıydı?.. Osmanlı topraklarının işgali sırasında Fatih hanın beyaz atına nisbet ve nazire yaparcasına beyaz bir at üzerinde İstanbul’a giren Fransız general, bindiği atın mahzunluğunu anlayabilir miydi hiç?.. Küffar elinde sathı ne kadar süslenirse süslensin, o, harabeye çevrilen şehirlerin müsebbibi olanların elinde değil, düşmanının hayal bile edemeyeceği icraatlere imzasını atanların elinde mesud... Quote Share this post Link to post Share on other sites
Ü.Y. 46 Report post Posted September 22, 2008 MANANIN ÖZÜ Kalem gibi incecik dört ayak üserinde, dünyanın en ahenkli gövdesi, en vezinli boynu ve en haşmetli kafası... Sonra bütün bunları birer imparator mantosu halinde yürüyen, yağız, doru, al ve kır, pırıl pırıl kürkler... Şahane, şahane; sürmeli, tahrirli, akı görünen gözler... Zarafet tuğrası yele ve satvet arması kuyruk... Bu harikulade maddi ifadesi içinde at, insanoğluna, rençberinden senyörüne ve sporcusundan fatihine kadar ve işlerin en kabasından en incesinedek maddi ve manevi dayanak vazifesini gören ilahi bir hediyedir. At, gördüğü işlerin kabası, yani kaba hayvan cephesi, hamal tarafiyle, belki başka vasıtalar tarafından yerine geçilmesi mümkün bir vasıta; fakat incesi, yani bedii hayvan cephesi, prens tarafiyle hiçbir şekilde rakip kabul etmez bir şahsiyet... Nitekim onun bu hususiliğini, mazi ve haldeki mevkiiyle makine ve fen terakkilerii ortaya koymuştur... Quote Share this post Link to post Share on other sites
mukarrabin 103 Report post Posted December 31, 2008 ne ad kaldı ne at... rûhu şâd olsun... Quote Share this post Link to post Share on other sites