Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Sign in to follow this  
Muvazene

İaşemiz Hâlâ Üstad'dan

Recommended Posts

Aşağıdaki röportaj, 2004 yılında Vakit Gazetesinde yayınlanmış. Üstad Belgeselinin 2004 yılında çekilmesi hasebiyle röportaj o yıl için güncel olan bu mevzuu üzerinden başlıyor ve Üstad ekseninde devam ediyor.

 

 

Necip Fazıl Kısakürek şairliğiyle tüm Türkiye’nin, mücadeleci ve mütefekkir kişiliğiyle de İslâmi çevrelerin büyük değer verdiği bir şahsiyet. Onunla ilgili her gelişme, ölümünden yıllarca sonra bile ülke gündemindeki yerini alıyor.

Son tartışma da hayatının anlatıldığı “Üstad” adlı belgesel filmle ilgili yaşandı. Belge filmin galası, geçtiğimiz haziran ayında Atatürk Kültür Merkezi’nde, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın da katılımıyla gerçekleştirildi. Belge film, bayan Erdoğan’ın ağlaması, Başbakan Erdoğan’ın duygulu anlar yaşamasıyla gündeme gelmiş ve begenilmişti.

Ancak bir kişi bu çalışmayı beğenmedi. O da Üstad’ın oğlu Mehmet Kısakürek. Belge filmin senaryosunu da yazan Mehmet Kısakürek, filmi tekrar çekmeye karar verdi ve yaz aylarında çekim tamamladı. Mehmet Kısakürek, Necip Fazıl’la ilgili birçok tartışmada adını duyuran ve eleştirilen bir isim. Mehmet Kısakürek’le kendisine yönelik bu eleştirileri, belgeseli neden yeniden çekme gereği hissettiğini ve Necip Fazıl’ın nasıl bir baba olduğunu konuştuk.

 

- Üstad belgeseliyle başlamak istiyorum. Belgeseli niye tekrar çektiniz?

- Girift, karmaşık ve muazzam fırtınalar içindeki bu hayatı doğru bir şekilde anlatmak gerekiyordu. Yayınevine gelen liseli, üniversiteli gençler Üstad’ın hayatı hakkında kitaplarını okumuşlar fakat bir kanaata sahip değiller. Dolayısıyla bu belgesel kültür hizmeti olarak boynumuzun borcuydu. Bu proje 20 senelik hayalimdi. Geçtiğimiz Ramazan ayında Allah nasip etti, sahura kadar çalışmak suretiyle senaryoyu yazdım. Geriye, senaryonun çekim aşaması kaldı. Büyük bir heyecan ve son derecede kıstlı maddi şartlar içinde senaryonun çekimi başladı ve tamamlandı. Amacımız belgeseli 2004 yılının Mayıs ayına yetiştirmekti. Dolayısıyla gece gündüz çalıştık. Aramızda bir vazife taksimi yaptık. Bazı arkadaşlarımıza bazı işleri havale ettik. Yönetmen mevzuu da bu şekilde oldu. Senaryo, işi buraya kadar taşıdı. Dolayısıyla bu bir gözboyamaydı. Herkes ortaya çıkan belgeseli beğenmişti. İlk heyecan içerisinde doğrusunu söylemek gerekirse ben de belgeseli beğendim. Ancak evime gidip defalarca seyrettikten sonra bu işin üzerime yıkıldığını hissettim, altından kalkmam lazımdı. Kendi kendime ‘madem herkes mutlu sen de bu işi büyütmeden sesini çıkarma’ diyebilirdim. Ama bunu yapmadım.

 

- Senaryo size ait, itirazınız görüntü noktasındaydı. Yönetmenin tarzına mı itiraz ediyorsunuz.

- Benim itirazım yok.

 

- Çektiğiniz belge film, diğerinden daha mı iyi oldu?

- Benim bir iddiam yok. Ben Üstad’ın hayatının bir parçasıyım. Bu arkadaşı karşıma bir taraf olarak oturtmayın. Arkadaş masum, suçlu olan benim. Çünkü onda olmayan birtakım şeyleri vehmettim. Dolayısıyla yanıldım. Anlayamadım ki Üstad’ın hayatını tecrübesiz bir insan, dışardan bakarak filme aktaramaz. Bu büyük bir yanılgıydı benim için. Bunu hiç değilse Üstad’a eserleriyle nüfuz etmiş bir insanın çekmesi gerekiyordu. Sanat tecrübesi ikinci planda geliyor. Bu arkadaşla, bu işe girmekle hata yaptım. Kendimi aşağılamak için söylüyorum. Arkadaşa toz kondurmuyorum. Yanlış anlaşılmasın. Bu hatayı telafi etmem lazımdı. Yönetmen arkadaşımız işin ruhunu kavrayamadı.

 

- Galadan önce belgeseli seyretmiş miydiniz?

- Bir kere seyretmiştim. Biraz önce de söylediğim gibi ilk başta beğenmiştim de. Ama herkes memnun oldu diye ben de memnun olamazdım. Memnun olmam son derece kolay bir tercihti. Ben zor bir yolu tercih ettim. Yönetmen görsel olarak bu işin ruhunu yansıtamadı.

 

- Yönetmen niye beklediğiniz o ruhu yansıtamadı?

- Yönetmen kifayetsiz kalmış, bu kadar basit. Bir suçlu bulmak gerekiyorsa o da benim. Bu mükellefiyet şuuru içinde belgeseli yeniden çektim. Yenisinin çok iyi olduğu kanaatindeyim.

 

- Niçin galadan önce itiraz etmediniz de her şey bittikten sonra ortaya çıktınız?

- Vakit yoktu. “Bir Adam Yaratmak”ta da aynı hadise olmuştu. Galadan önce görüntü zaaflarının farkına varamadım. Ancak hakikaten çekilen belgeselde, estetik açıdan, fikri açıdan, Üstad’ın ruhunu aksettirememe açısından çok ciddi hatalar vardı.

 

- Eski yönetmen Aybars Bora Kahyaoğlu’nun görüntülerinden kullandınız mı?

- Onun görüntülerini böyle bir belgeselde yer alabilecek seviyede bulmadığım için kullanmadım.

 

- Eski belgeselde hiç mi iyi sahne yoktu. Biraz haksızlık yapmıyor musunuz?

- Bir kere bu arkadaş yönetmen değil, öncelikle bunu söyleyeyim. Beni bu çocuğun karşına lütfen oturtmayın. Öyle şeyler söylüyorsunuz ki, cevap vermek zorundayım. Cevap verirken de onu muhatap almak zorunda kalıyorum. Bu arkadaş bu işe yetmedi. İşin en hazin tarafı bu çocuk bunun farkında değil.

 

- Siz de yönetmen değilsiniz.

- Sinema gençlik yıllarımın bir tutkusu. Şartlar beni başka yerlere itti. Yanlış anlaşılmasın, bu hobimi tatmin için belgeseli yeniden çekmiş değilim. Kendi kendime bunu kim yapabilir diye sorduğumda karşıma yine ben çıktım. Ben her şeyden önce Üstad’ın ruhuna vakıfım.

 

- Bu söyledikleriniz çok fazla ben merkezli bir bakış açısı değil mi?

- Hayır. Üstad’a çok yakın bir insanım, hatta onun hayatının merkezindeyim. O iklimde o sıcaklık içinde büyümüşüm. Dolayısıyla hangi davranış babama ait hangi davranış babama ait değil bunu en iyi ben bilirim. Sonuç itibariyle Üstad’ın hayatını bütün iç girdaplarıyla birlikte yansıtması gereken arkadaşın çektiği belgeselin görsel yönü, senaryo ve müzikle örtüşmedi. Benim kanaatim budur ve yenisini çektim.

 

 

- Necip Fazıl ismi sizce biraz istismar edilmiyor mu?

- İstismar edenler var tabii ki.

 

- Sizi üzecek bir soru belki ama, siz de biraz istismar ediyor olabilir misiniz?

- Sizce Üstad’ı istismar ediyor olabilir miyim!

 

- Ben size soruyorum.

- Nasıl bir hayatı tercih ettiğim ve yaşadığım ortada. Kimbilir belki ben de istismar ediyor olabilirim farkında olmadan. Her şeyi bilen Allahtır. Allah sizin kalbiniz gibi benim kalbimi de biliyor. Çocukluk günlerimde kapının eşiğinde yere diz çökerdim. Babam da oyuncaklarla gelirdi. Kollarını bana doğru açardı. ‘Babacığım’ diyerek ona doğru koşardım. Yarın hakikat aleminde de aynı şekilde inşAllah bana kollarını açar. Hissiyatım budur. Hayatımda babama layık olmaktan başka hiçbir gayem olmadı, bundan sonra da olamaz. İnsan inanmadığı bir şeyi savunduğu zaman istismar etmiş olur. Babama, onun eserlerine ve mücadelesine inanmadığımı kim söyleyebilir. Hayatı Büyük Doğu’daki odası, evi ve Eyüp arasında geçen bir insanım. Bunları düşündüğünüz takdirde, bu sorunuzu insaf noktasında değerlendirmek gerekir diye düşünüyorum. Çok samimi olduğunuza eminim ama, bu bakış açısı insafa sığar mı, ne diyeyim. Bu istismar mevzuu bana çok şey geldi, bir yaşıma daha girdim.

 

- İstismar etmek belki ağır oldu ama, eserleriyle ilgili her konuda yaptığınız itirazlar Üstad’ın gölgesinde kendinizi Üstad sandığınız kanaati oluşturmuyor mu?

- 1973’te, Üstad’ın vefatından 10 sene önce kendisi tarafından bu görevle görevlendirilmiş bir insanım. Üstad’ın eserleri ve Büyük Doğu, onun vefatından sonra veraset yoluyla bana intikal etmiş değil. Lütfen, bu çok önemli bir nokta: Yani Üstad bütün telif haklarını Büyük Doğu’da toplayarak ve Büyük Doğu’yu da bana bağlayarak; hayatımın bundan sonraki yaşayış biçimini de tayin etmiş oldu. İkincisi Üstad’tan miras kalan kalabalık bir ailenin başındayım. Sizin aileniz gibi bu aile de yiyor, içiyor, hayatını devam ettiriyor. Helal yol bu. Dolayısıyla bütün bu insanların iaşesi yine Üstad’ın elinden çıkıyor. Hâlâ onun verdiği ekmeği yiyoruz, Allah’ın lütfuyla. Evlerimize bir kuruş haram para girmiyor.

 

 

 

- “Bir Adam Yaratmak” eserinin Şehir Tiyatrolarında oynanması sırasında itirazlarınız oldu. O dönemde de yönetmenini eseri sabote etmekle suçlamıştınız. Niçin hep bu tarz tartışmalarla gündeme geliyorsunuz?

- Üstad’ın eserlerine karşı bir yanlışlık sözkonusu olduğu zaman, devreye varlık sebebim giriyor, bu kadar basit. Bulunduğu her kabın şeklini alan tiplerden tiksiniyoruz. Beni tüccar diye suçladılar ve “Bir Adam Yaratmak”ta parayı az bulduğumu söylediler. Bu suçlamalar günahtır, yazıktır. Başka kelime kullanmak istemiyorum. “Bir Adam Yaratmak” resmen katledildi. Üstadın eserini bir kere alıp okuyan ne kadar haklı olduğumu görürdü. Ama bunun zahmetinde bile bulunmadan yargılandım. Eser katledildi, adam eseri budadığını söylüyor. Bir tiyatro eseri nasıl budanır?! Ben bir evlat olarak tabii ki babamın haklarını savunacağım. Aslına sadık olarak oynasınlar 1 lira isteyen yok onlardan.

 

 

- Üstad’ın eserleri, birkaç aileye bakacak kadar satıyor mu?

- Satmıyor. Ama bu kadar aileye bakacak kadar bereketli. İnanın kalem kağıda vurduğunuz zaman dehşetler içinde kalırsınız, 1986’da hiçbir şekilde hesap yapmamaya karar verdim. Çünkü hesap yaptığım zaman köprü altında dilenmemiz lazım. Üstad’ın eserlerinin nihai şekliyle yarınlara intikalinden başka bir amaç gütmüyorum. Tabii bir çark dönüyor burada. Olmayı çok arzu ederdim, ama asla bir tüccar olamadım. Ana hatlarıyla vaziyet böyle; artık siz beni bir yere koyun.

 

- Üstad’ın babalığına geçelim isterseniz. Baba olarak Necip Fazıl Kısakürek nasıl bir insandı?

- Babalık dersi diye bir saha olsa o konuda da üstat olurdu babam. Müthiş bir aile babasıydı. Bizi yetişme ve tahsilimiz sırasında büyük ölçüde serbest bıraktı. Ama öyle bir serbesiyetti ki bu, sanki üzerimize bir ağ atmıştı, görünmeyen bir ağ. Ondan sonra serbest bırakmıştı.

 

- Peki aile reisliği, şairliği kadar şairane miydi?

- Elbette şairaneydi. Cin oyunları oynardık; küçük kardeşim Osman’ı korkutmak için, Ömer’le beni koltukların arkasına saklardı. Birinci cin deyince sen ayağa kalkacaksın, ikinci cin deyince sen. Böyle oyunlarımız vardı. Çok harikulade bir insandı şüphesiz.

 

- Üstad, hem şair hem de mücadeleci bir insandı. Mücadeleci kişiliğinin arkasında romantik bir adam yatıyordu diyebilir miyiz?

- Hayır, hayır. Öyle basit hassasiyetlerin insanı değildi o. Annemle olan bağı bambaşka bir bağ, görülmemiş bir bağ. Ancak böyle sevgi nümayişleri halinde dışa vuran bir tarafı da yoktu. Canımlı cicimli konuşmayı sevmezdi. Ancak muazzam bir manevi bağ vardı aralarında. Zaten anneme ithaf ettiği kitaplarını “Ebediyet eşim Neslihan’a” ve benzeri ifadelerle ithaf etmiş, süslemiştir.

 

İSTANBUL (VAKİT) - 20.09.2004

 

*Kaynak

Share this post


Link to post
Share on other sites

Belgeselin metni sanıyorum internet ortamında yok, ben aradım, bulamadım, bulan arkadaşımız varsa ekleyebilir. Bir de Büyük Doğu'ya mail atarsanız mevzu ile ilgili, size metni belki gönderebilirler.

Share this post


Link to post
Share on other sites

heyy gidi koca dahii, bıraktığın servet , eserindeki, kalemindeki bereket torunlarına bile yetecek, artacaktır hatta.

birileri yenimi farketti acep ne.

büyük dogu yayınevi aslanlar gibi patır patır kitap basmaya devam ediyor

ama işin garibi koskoca büyükdoğu sadece ve sadece kitap basıyor. Baska neiş yaptıklarını bilmiyorum

 

''....

Bu muydu Büyük Doğu,

Kırk yıllık muhasebe?''

Share this post


Link to post
Share on other sites

Tuhaftır.. Belki de acı. Ama kim bilir, belki de bir gün çok farklı olur

 

Kırılır da bir gün tüm dişliler

Döner şarlı şanlı çarkımız bizim...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Mehmed kısakürek abiyi gecen Ramazan sultanahmet kitap fuarında görmüstm

tanısmak nasip oldu

ona baktıkca Üstadı gördm sanki...

büyük doğu yayınların standında duruyordu

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...
Sign in to follow this  

×
×
  • Create New...