Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Sign in to follow this  
Cile54

Yüzük Sattıran Ruh (1994)

Recommended Posts

Aşağıdaki makale 1994 Yılı Nisan ayı sayısı Tarih ve Medeniyet dergisinde Rahim ER imzası ile çıkmıştır. (O dergi şu anda masamdadır, inşAllah ilerleyen günlerde resimlerini de scannerdan taratırsam eklerim buraya)

 

Tarih ile ilgilenen biri olarak, daha önce böyle bir makaleyi okumadığım için kendime çok kızdım. Her ne kadar Menderesler’i çok iyi tanısam da bu makale bana çok daha fazlasını verdi.

 

Sizin de okumanızı istedim. Bir solukda okuyacağınızı ümid ediyorum.

 

(Çile54)

 

Menderesler’in Hayatından Bilinmeyen Bir Safha

 

60’lı yıllar; Adnan Menderes’in çileli eşi Berrin Menderes; tahammülü zor acıları kalbine gömmüş olarak âbidevî bir sabırla evindedir.

 

Beyi, Başbakan Adnan Menderes, ısmarlama bir mahkeme kararı ile 17 Eylül 1961 tarihinde asılarak idam edilmiştir.

 

Ankara; bir öğle sonu... Menderesler’in evi. Berrin Hanım, düşünüyor: Adnan Bey’le nişanlanmalarını, düğünlerini, parti kurma günlerini, iktidar olmasını, bu millete yeniden insan olma zevkini yaşatmasını, yorulmak nedir bilmeyen hizmetlerini, milletimize olan aşkını, milletin coşkun sevgisini... Ve acı sonu: 27 Mayıs hükümet darbesini, o felâketli günleri, Menderes’in hapishane hayatını ve asılmasını... Kimbilir kaçıncı keredir aynı şeyleri düşünüyor.

 

Berrin Menderes; koltuğunda, gözleri buğulu, bu hatıralarla haşır neşirken evin zili çaldı. Hanımefendinin zihninden akan film şeridi durdu; içinden “Kim olabilir acaba?” dedi. O, merakla beklerken, kapıya bakan hizmetçi geldi:

 

“Efendim” dedi. “Adapazarı’ndan bir beyefendi sizi ziyaret etmek istiyor; kabul buyurur musunuz?”

 

Hanımefendinin merakı daha da arttı. “Adapazarlı biri...” Kendisiyle ne alâkası olabilirdi ki?.. Önce kabul etmek istemedi. Zira, belli birkaç samimi dostun dışında zaten kimseyle görüşmüyordu. Çünkü, her karşılaştığı, merhumdan bahsediyor; bu da sürekli acılarını tazeliyordu. Ama, kapısına kadar gelmiş bir ziyaretçiyi, kederli gününde bile olsa geri çevirmek Berrin Hanım’ın nezaket anlayışına aykırıydı:

 

“Lütfen içeri alınız...”

 

Unutulmaz Bir Alışveriş

 

Adnan Menderes’in de içinde bulunduğu uçak, 1959 senesinde İngiltere’ye giderken kaza geçirmiş, bir müddet Londra’da tedavi gören Başvekili, Türkiye’ye dönüşünde onbinlerce vatandaş karşılamış ve Allah’a şükür için birçok koyun, deve, sığır kesmişlerdi. Ama, Menderes idam edileceği zaman, yüz kişi, Beyazıt’tan Aksaray’a kadar bir protesto yürüyüşü yapamamıştı.

 

Millet de, Berrin Hanım gibi gözyaşlarını içine akıtmış, tevekkül içinde Menderes ve arkadaşlarının kurtulmaları için ancak duâ edebilmişlerdi.

 

İşte o gün gelen ziyaretçi de, bu sessiz milyonlar arasından biriydi... İçin için kavrulmuş bir çaresiz...

 

Berrin Hanım’ın ricası ile karşısındaki koltuğa oturan misafire gerekli ikramlar yapıldı. Hal hatırdan sonra, Hanımefendi sordu:

 

“Buyrunuz efendim; sebeb-i ziyaretiniz?..”

 

“Efendim” dedi misafir, “Ben Adapazarı’nda kuyumcuyum. Dün hayatımın asla unutamayacağım bir alış-verişini yaptım.”

 

Berrin Menderes, “Merak ettim” karşılığını verirken adam devam etti:

 

“Efendim, dün sabah birileri bana bir nişan yüzüğü getirdi. Yüzüğü evirip çevirirken bir de baktım ki, iç kısmında ‘Adnan Menderes’ yazılı... Herhalde dedim, bunu Menderesler’in evinden çalmışlar. Hemen istedikleri parayı verdim ve bu eşsiz hatırayı yeniden size takdim için getirdim. Ne vicdansız insanlar var... Buyurunuz!”

 

Sonra cebinden çıkardığı minik kutunun kapağını açtı ve yandaki sehpanın üzerine bıraktı.

 

Berrin Hanım, kendisine getirilen yüzüğü ilk anda kabul etmek istemedi; zira o günkü değeri üç bin beş yüz liraydı ve bu para Berrin Hanım’da yoktu. Fakat kuyumcu onu satmak için değil, hediye etmek için getirmişti.

 

“Yüzük Çalınmadı ki...”

 

Adapazarlı kuyumcu, Hanımefendi’nin yüzüne baktı. Vakarla karşısında oturan bu güngörmüş, çınar kadın, elindeki kar gibi beyaz mendili ile gözyaşlarını siliyordu:

 

“Hayır evlâdım!” dedi. “Yüzük çalınmamıştı. Beyefendinin bu kıymetli hatırasını parmağımdan hiç çıkarmazdım ki, çalınsın?”

 

Misafir şaşırdı. Parmaktan çıkmayan bir yüzük, nasıl olur da ta Adapazarı’na kadar gelir ve kendisini bulurdu?

 

Evet nasıl?.. Bu Adapazarlı kuyumcu öldüyse Allah rahmet eylesin; hayattaysa kendisine sıhhat, afiyet dileriz. Onun Adnan Menderes’in yüzüğünü Berrin Hanım’a getirmesi, bugün aradan şu kadar zaman geçtikten sonra, merhum Başbakan’ın ruh dünyasını derinlemesine tanımamıza vesile olmuştur.

 

Büyükelçiye İhtar

 

Şimdi, hadiseyi tam kavrayabilmek için hayli gerilere gidiyoruz.

 

1930’larda siyasete giren, ancak 1945’e kadar kendini âdeta gözlerden saklayan, hatta parti grubu toplantılarında bile ta arkalarda oturan Adnan Menderes, üç arkadaşıyla birlikte CHP’den kopar ve Demokrat Parti’yi kurar.

 

Demokrat Parti 1946’da seçime girer ama binbir sandık hilesiyle iktidara gelmesine mani olunur. Yani milletimizin hayatından dört yıl alınıp götürülür...

 

O yıllar; ah o yıllar! Yolsuz, elektriksiz, traktörsüz, telefonsuz, susuz, ayakkabısız, üstsüz başsız yıllar...

 

Bir köyde, ancak bir çift ayakkabı ve bir ceket vardır. Şehre inecek köylü, uysa da uymasa da, o rengi atmış eski püsküleri giyerek gider...Mahrumiyet ve sefalet günleri... Menderes, kahredici yokluğu gayet iyi görmektedir.

 

DP, 1946’da çelmelendiği için iktidara gelememiştir. Ama halk, 14 Mayıs 1950 seçimlerinde, bu oyunu çok ağır cezalandırır; Demokrat Parti, bir beyaz ihtilâlle, ezici bir çoğunlukla seçimi kazanmıştır ve o güler yüzlü insan, Adnan Menderes artık başvekildir.

 

Şimdi, kendisiyle birlikte milletin de yüzü gülmeye başlamıştır.

 

Bir sevgili, bir millî kahraman haline gelen Adnan Menderes, gecesini gündüzüne katarak çalışmaktadır. Bu arada yurt içi ve yurt dışı seyahatler yapmaktadır.

 

1952 senesinde Paris’tedir. Resmî görüşmeler bittikten sonra, Türk büyükelçisine sorar:

 

“Sefir beyefendi! Fransa’da Osmanlı hanedanından kaç kadın vardır ve bunlar ne iş yapmaktadırlar?”

 

Mâlum, hanedan mensupları topyekûn Türkiye dışına sürülünce, bunların bir kısmı da Fransa’ya yerleşmişlerdir.

 

Bizim Büyükelçi, “Bilmiyorum Başvekil Hazretleri” cevabını verince, Adnan Bey asabileşir:

 

“Bu malûmatı yirmi dört saat içinde istiyorum. Aksi halde sizi vazifeden almak mecburiyetinde kalabilirim.”

 

Türk Büyükelçiliği, Fransız istihbaratının da yardımıyla ertesi gün listeyi hazırlar ve Başbakan’a arz eder.

 

Bir İstifa Dilekçesi

 

Başbakan, Hanedanın kadın âzâlarından kimlerin Fransa’da yaşadığına ve ne iş yaptıklarına dair yazıyı acı bir yüz ifadesi ile okur. Ancak, fazla bir şey belli etmemeye çalışarak, kağıdı katlayıp cebine koyar.

 

Adnan Menderes, Türkiye’ye döndüğünde Çankaya’ya gider ve cebindeki kağıdı çıkartarak Reisicumhur Celâl Bayar’ın masasına bırakır:

 

“Efendim” der. “Şu oldu, bu oldu. Fakat neticede, bu memleketi Türlklerin Hakanı, Müslümanların Halifesi ve teb’anın Padişahı sıfatı ile altı yüz yirmi dört sene idare etmiş bir ailenin kadın mensuplarının çoğunluğu, yaptığım tahkikata nazaran ve şu listede görüldüğü gibi Fransız ordusunda bulaşıkçılık yapmaktadırlar. Bu, hepimiz için yüz karasıdır. Hiç değilse Hanedan’ın kadın âzâlarını yurda kabul edelim. Kendilerine bakmamız insanlığımız icâbıdır. Ama bunu çok görürsek; bari bizim ordumuzda bulaşıkçılık yapsınlar.”

 

Bayar, “Hayır!” der. “Müsaade edemem.”

 

Bunun üzerine, Başbakan, derhal bir kâğıt alarak bir şeyler yazar ve Cumhurbaşkanı’nın masasındaki diğer kâğıdın yanına bırakır. Ardından, “Müsaadenizle efendim!” diyerek sür’atle odadan ayrılır.

 

Celâl Bayar, önündeki kâğıda bir bakar ki, Menderes istifa dilekçesini vermiştir...

 

Tabiî, âdeta şok geçirir.

 

Araya, halen hayatta olan Demokrat Parti Muş Meb’usu Gıyasettin Emre’nin de olduğu bazı milletvekilleri, bakanlar girer, Menderes istifadan vazgeçirilir. Fakat Osmanoğulları’nın kadın mensupları da çıkartılan bir kanunla Türkiye’ye kabul edilirler...

 

Kim Bu Ziyaretçi

 

Vatanlarına avdet edenler arasında Sultan Abdülhamid’in zevcesi Müşfika Hanım Sultan ile kızı Ayşe Sultan Osmanoğlu da vardır. Teşvikiye tarafında bir kira evinde oturmaktadırlar.

 

Bir sabah, erken sayılacak bir saatte, evin zili çalar. Kapıyı Ayşe Osmanoğlu açar. Karşısında bir beyefendi vardır.

 

Ayşe Sultan, gelen şahısa, “Buyrun efendim, bir arzunuz mu vardı?” diye sorar. Kapıdaki adam:

 

“Evet” der. “Şayet kabul buyururlarsa Valide Sultan’ı görmek istiyorum.”

 

Ev sahibesi, “Bu erken saatte” dercesine, hayretle karışık bir tereddürtle:

 

“Az müsaade ediniz lütfen, kendilerine arz edeyim” der ve hafif aralık bıraktığı kapının arkasında uzaklaşan ayak sesleri ile kaybolur. Kapının dışındaki beyefendinin kalbi, şimdi bekleme heyecanı ile daha yüksek atmaya başlamıştır.

 

Kimdir bu adam? Oraya niçin gelmiştir?..

 

Ayşe Osmanoğlu, az sonra geriye dönmüş, kapı önünde duran beyi “Buyurun efendim; sizi bekliyorlar” diye içeriye dâvet etmiştir.

 

Adam, ev sahibesini takip eder. Biraz sonra, saraydan köye kadar, bizim hayatımızın o güzellikler üstü manzarası ile karşı karşıyadır:

 

Kuşluk namazını eda etmiş Müşfika Sultan Hazretleri, başında kar gibi lekesiz tülbenti, elinde doksandokuzluk tesbihi ile seccâdesinde Rahman’ı zikretmektedir.

 

Misafir, Valide Sultan’ın el işareti ile yanı başındaki koltuğa ilişir, Ayşe Sultan da sedire...

 

Yabancı adam, beklerken içinden, “Allah’ım, ne kadar nurlu bir yüz’ Ne mübarek bir ana...” demektedir. Nihayet, Valide Müşfika Sultan, zikrini tamamlar ve elini yüzüne sürer. Meçhul misafir, hemen devlet ananın eline sarılır.

 

“Berhudar olasın evlâdım, hoş geldiniz...”

 

“Teşekkür ederim Valide hazretleri; hoş bulduk...”

 

“Türkiye Sadrazamı”

 

Bu sırada el öpme sahnesini seyreden Ayşe Sultan’ın gözü, az ötede duran bir günlük gazeteye ilişir ve birden heyecanlanır. Şu an annesi ile son derece hürmetkâr bir eda ile konuşan yabancı, işte şu gazetede fotoğrafı olan şahıstır. Ayşe Sultan, titrek bir sesle sorar:

 

“Beyefendi! Siz Başvekil Adnan Menderes değil misiniz?”

 

“Evet” der misafir, “bendenizim.”

 

“Hay Allah” demekten kendini alamaz Ayşe Osmanoğlu ve devam eder:

 

“Beyefendi, niçin önceden haberimiz olmadı? Böyle, hazırlıksız ve gâfil avlandık.”

 

Başbakan Menderes, güleç bir yüzle cevap verir:

 

“Zararı yok efendim. Bendeniz Valide hazretlerinin elini öperek hayır duâsını almak ve bir ihtiyacınız olup olmadığını öğrenmek için geldim.”

 

“Fakat mahcup olduk” der Ayşe Sultan..

 

“Estağfirullah efendim. Burada mahcup olması gereken biri varsa, o da benim. Ama haberli gelseydim, kapının önü gazeteci dolardı ve bana olan tavırları sebebiyle sizi üzebilirlerdi...”

 

Ayşe Sultan, annesine döner ve bu darbeler, sürgünler, çileler yaşamış olan bu ihtiyar Valide Sultan’a onun anlayacağı şekilde ve sesini hafif yükselterek, durumu izah eder:

 

“Anneciğim, bu beyefendi Türkiye Sadrazamı. Hayır duânızı almak ve bir ihtiyacımız olup olmadığını sual etmek için gelmiş.”

 

Hâlâ seccâdenin üstünde olan Sultan Hamid’in kadın efendisi, asaletle cevap verir:

 

“Ya!” der. “Pek mütehassis oldum. Dualarımız sizinle beyefendi hazretleri... Hiçbir ihtiyaç ve sıkıntımız yok. İyiler eksik değil. Bir mühendis beyefendi bu evi bize tahsis etti, kira almıyor; hem de her ay on bin lira harçlık veriyor.. Allah razı olsun, rahatız.”

 

Adnan Menderes, yapılan ikramlardan sonra tekrar Müşfika Sultan’ın elini öper. “Efendim, işte şu hususî telefonum. Size hizmet etmek benim için şereftir. Emirlerinizi beklerim” der ve gider.

 

Kapıdan ayrılırken, bu duygu yüklü insanın göz pınarlarında, dışarı akmamış iki damla gözyaşı vardır. Zira Osmanlı Hanedânı erkekleri hâlâ yurda girememektedir. İnsan başbakan da olsa, her zaman, her şeye muktedir olamıyor ki...

 

Menderes, o gün o evden biraz hüzün, biraz memnuniyet ve fakat buruk bir ruh haliyle çıkar ve yine devletin yüzleri, binleri bulan meselelerine dalar.

 

“Eğer Ölürsem”

 

Bu ziyaretin üzerinden üç mü, beş mi, kaç yıl geçtiğini bilmiyoruz...

 

Sene 1959...

 

Adnan Menderes ve bir Türk heyetini İngiltere’ye götüren uçak, Londra üzerine geldiğinde, sis yüzünden iniş yapamaz; dolaşır, dolaşır ve sonra pilotun bütün gayretine rağmen yere çakılır. Başbakan’ın, hafif bir yarayla kazadan kurtulması, bütün Türkiye'de muazzam bir heyecan meydana getirir.

 

Adnan Menderes, birkaç gün Londra’da tedavi gördükten sonra yurda döner.. İşte bu dönüş görülmeye değer. Bir gün öncesinden başlayarak, İstanbul-Yeşilköy havaalanı tıklım tıklım dolmuştur. İğne atılsa yere düşmeyecek gibi...

 

O akşam, Menderesler’in evi geçmiş olsuna gelenlerle dolup taşar. Ancak gece yarılarına doğru aile kendi kendine kalabilir. İşte o sıcak aile ortamında Berrin Menderes, gülerek eşine:

 

“Beyefendi” der. “Bir şey soracağım ama, lütfen hakikati bizden saklamayınız.”

 

Menderes, “Rica ederim; neymiş sulâniz bakalım?” diye mukabele eder.

 

“Suâlim şu” der Berrin Menderes: “Uçak tam düşerken, yani ölüme giderken ne düşünüyordunuz?”

 

İşte, buraya dikkat edelim ve cevabı kulak kesilerek dinleyelim. Çünkü bir eşsiz vefa duygusu ve yüksek bir asaletle karşı karşıyayız:

 

“Evet; çok iyi hatırlıyorum. Tayyare hızla yere doğru düşerken, birden şunu düşündüm: Acaba ben bugün burada ölürsem Berrin Hanım, Adülhamid yâdigarlarının ev kirası ile maaşlarını ödemeye devam eder mi; etmez mi..?”

 

“Ya Kirayı Ödersiniz!..”

 

Uçak kazası geçiren Menderes ölmez ama; bir yıl sonra 27 Mayıs 1960’ta, Eskişehir’de vatanın imarına devam ederken bir darbe ile alınır ve hapse götürülür. Gidiş o gidiş... Bundan sonra gelsin yalanlar, gitsin düzmeceler..

 

İşte o hengâmede, 3 Haziran 1960 tarihinde Menderes’lerin evinin zili çalar. Kapıya gelen, Müşfika Hanım Sultan ile kızı Ayşe Sultan Osmanoğlu’nun oturdukları evin sahibi mühendistir. Her ay olduğu gibi kirayı almaya gelmiştir.

 

Mühendis, “Eğer kira ödenemeyecekse ev tahliye edilsin” der...

 

Vaziyet, kederler içindeki Berrin Menderes’e haber verilir...

 

“Mutlu” der oğluna Berrin Hanım. “Çık da bir iki ahbaba git, bin beş yüz lira bulmaya çalış.”

 

Annesi bunu der demez, Mutlu Menderes boşalır. Gözyaşları içindedir:

 

“Anne, bize şu şartlarda kim bin beş yüz lira verir?..”

 

“Şunu Sat ve Gel”

 

Anne Menderes, çok müteessir olur ve o an sağ eli, sol eline gider. Usulca çıkardığı nişan yüzüğünü Mutlu’ya uzatır:

 

“Şunu bir kuyumcuya sat ve gel”

 

Yüzük bin sekiz yüz lira tutar. Onunla, ev sahibine kirası ödenir; ama Adnan Menderes’in Berrin Hanım için paha biçilmez kıymetteki yüzüğü de gözden çıkar.

 

Berrin Menderes, ölüme giderken bile; bu memlekete asırlarca hizmet etmiş bir ailenin idbâr günlerinde kira ve maişetini düşünen bir aziz insanın hatırasına, fedakârlıkların en büyüğü ile sâdık kalmıştı... Hem şimdi Berrin Hanım da, onlar kadar olması bile, Müşfika Sultan ve Ayşe Sultan gibi ikbâl değil, idbâr günlerini yaşıyordu.

 

Peki, bu iki Osmanlı hanımefendisi gerçeği öğrenebildiler mi?

 

Ne demişler? “Acı haber çabuk işitilir.” Acı haber, çabuk işitildi ve acılar katmerleşerek büyüdü.

 

İşte Adapazarlı kuyumcu, bu yüzüğü üç yıl sonra tekrar Berrin Menderes’e getirmişti...

 

Kuyumcu, millet adına yüzüğün itibarını iade etmişti. Otuz yıl sonraysa, Turgut Özal, devlet adına Menderes’in itibarını iade edecekti.

 

Bize bu toprakları vatan yapanların mekânları cennet olsun.

 

“İdbâr” kelimesini mi soruyorsunuz? “İkbâl”in zıddı; iyi günlerden kötü günlere düşme...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...
Sign in to follow this  

×
×
  • Create New...