Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Sign in to follow this  
adles

Kutsalın Beslediği Şiir Sezai Karakoç-robert Bly

Recommended Posts

Bilge şair Sezai Karakoç, Ruhun Dirilişi'nde, '...gerçekten, bir gözden bir gök nasıl geçerse, bir bakıma insan ruhuna da bu uzaylar az ve dar gelir...' der. Onu ve ona en çok benzeyen çağdaş Amerikan şairi Robert Bly'ı okurken zihnimde bu cümle dolaşıp durdu.

 

Tersane ölümleri ciğer delerken, Türkiye, kirli bir oyunun üstesinden yeni gelmiş lakin yeni yeni oyunlara kalkışanları tasfiye etmeye çalışırken, Türkiye'nin asli geleneği ile yeniden temas kurma imkanlarının tıkanması için birileri İblis'liğe fena halde soyunmuşken, kutsalın beslediği iki şairin umut dolu iklimine giriyorum.

 

Geçenlerde Zaman'da Can Bahadır Yüce'nin kendisiyle söyleştiği Robert Bly, 23 Aralık 1926 Minnesota doğumlu. Gerçi Norveç kökenli bir ailenin çocuğu, lakin Amerika'da yaşıyor. Modern Amerikan (hoş geleneksel Amerikan şiiri, Yerliler'in şiirinden başka nedir!) şiirini kutsalla bağlayan biricik bağ, denebilir. St. Olaf Koleji'ni bitirmiş. 1956'da Fullbright bursuyla Norveç'e gitmiş ve Norveç şiirlerini İngilizce'ye çevirmiş. Norveç'te kaldığı süre içinde Pablo Neruda, Cesar Vallejo, Gunnar Ekelof, Georg Trakl ve Harry Martinson gibi meşhur şairler üzerinde çalışma imkanı bulmuş. Amerika'ya dönünce "popüler edebiyat" çalışmaları yapmış, The Fifties, The Sixties ve The Seventies'le dönemlerin şiirlerini kendi kuşağına tanıtmış. Şiir üzerine denemeler yazmış. 1966'da savaş karşıtı bir grup Amerikan şair ile birlikte Vietnam Savaşı'na karşı bir cephe oluşturmuş. (Aklın yolu bir!) Bly'ın semavi hakikatle sıkı temas kurması, 1970'lerde yedi senesini Rumi'nin şiirlerini tercüme etmekle geçirdiğinde gerçekleşmiş. Kendisi gibi şair bir dostu olan Coleman Barks'a 1970'lerde bazı akademik Rumi çevirilerini verir ve 'Bu şiirler kafeslerinden kurtarılmayı bekliyor.' der. Sekiz yıllık bir çalışmanın ardından Barks, 'Çaldımsa da miri malı çaldım' diyerek The Essential Rumi (Rumi'nin Özü) adlı çalışmasını yayımlar ve kitap büyük ilgi görerek yarım milyon nüsha satar. Bly yine 70'li yıllar boyunca Hindistan vecd şiirleri, denemeler, tercümeler, hikaye söylemeciliği, meditasyon, mitik güçler üzerine çalışmalar ve onbir şiir kitabı yayımlar. The Night Abraham Called To The Stars (İbrahim'in Yıldızlara Seslendiği Gece), 50'li yıllardan beri geliştirmeye çalıştığı gazel formunda yazılmış kırk sekiz şiirden oluşmaktadır. İbrahim peygamberin erdiği mağaradan çıkan bu şiirler, modern zamanlarda gökle teması büyük oranda kopan insanlığın haline yakılmış ağıtlar olmakla kalmaz, bu temasın yeniden kurulmasının heyecanlarını da taşır.

 

Amerika'da bir üniversitede çalışan dostum Naim Öztürk'ün nefis çevirisinden (henüz kitaplaşmadı) okuduğum Bly şiirleri bana, modern zamanların bilge şairleri, T. S. Eliot, R. M. Rilke, P. Claudel ve Sezai Karakoç'u hatırlattı. İbn Arabi, şiirin, Yusuf peygamberin makamı olan, aşk gezegeni Venüs'ten geldiğini söyler. Bly ve Karakoç, şiiri bu makamdan alıyor gibidirler. Bly, dünyada kısmen biliniyor lakin Karakoç henüz keşfedilmedi. Türkiye'den pek çok pespaye isim, politik vs. nedenlerle dünyanın birçok diline çevrilirken, has şiirin en parlak yıldızı Karakoç henüz dünyaca keşfedilemedi. Bu, insanlık için bir kayıptır. Robert Bly ile Karakoç'un ruh akrabalığı, şiirin yüksek bir gönül meselesi oluşuyla ilgilidir ve modern zamanlarda geleneksel bilgelikle ilişkisi kopan insanoğlunun o derin hakikat iştiyakına seslenir. 'Konuşmak öylesine yakınlaştırıyor bizi!' diyen Bly ne kadar haklı. Bu konuşmayı ancak Sezai Karakoç gibi şairler yapabilir. Bly, o görkemli şiirinde, İbrahim'in Yıldızları Çağırdığı Gece'de,

 

'Hatırlıyor musun İbrahim'in ilk seslendiği geceyi/Yıldızlara? Satürn'e haykırdı: Benim Rabbim sensin!/Ne mutluydu! Seher Yıldızını gördüğünde, haykırdı/Benim Rabbim sensin! Nasıl yıkılmıştı/Onların batışını seyrettiğinde. Dostlar, o da bizim gibi:/ Batan yıldızları Rab belliyoruz kendimize' diyerek, içinde yaşadığı toplumun o muazzam yarasını da dile getirmiş olur. Zaten, Can Bahadır'a verdiği söyleşide şöyle diyordu: 'ABD'nin büyük siyasi aptallığıyla ülkenin bağrında saklı zeki şairlerine karşı tutumunu birbirine karıştırmamak gerekir. Bence burası bir şair için mükemmel bir ülke. Örneğin, Whitman en az 19. yüzyıl Avrupa şairleri kadar iyi bir şair ve biz de ondan cesaret alıyoruz. (...) Sağduyu sahibi olan herkes, İslam kültürünün derinliğine hayranlık duyar. 11 Eylül, bana ve arkadaşlarıma göre, aslında çok şey değiştirmedi. Bir kuleye uçakla çarpacak aptalları her zaman bulmak zor değil. 11 Eylül'ün büyük İslam kültürünün algılanışına etkisi olduğunu düşünmüyorum.'

 

Bizim binlerce yıllık şiir geleneğimizin modern zamanlardaki en bilge adı Sezai Karakoç ise, 'kaderin üstündeki kader'e atıfta bulunarak, modern zamanlarda insanlığın duçar olduğu belanın akıl ermezliğine ve varlığı çevreleyen kutsal haleye vurgu yapar: 'Ülkendeki kuşlardan ne haber vardır/Mezarlardan bile yükselen bir bahar vardır/Aşk celladından ne çıkar madem ki yâr vardır/Yoktan da vardan da öte bir Var vardır/Hep suç bende değil beni yakıp yıkan bir nazar vardır/O şarkıya özenip söylenecek mısralar vardır/Sakın kader deme kaderin üstünde bir kader vardır/Ne yapsalar boş göklerden gelen bir karar vardır/Gün batsa ne olur geceyi onaran bir mimar vardır/Yanmışsam külümden yapılan bir hisar vardır/Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır/Sırların sırrına ermek için sende anahtar vardır/Göğsünde sürgününü geri çağıran bir damar vardır/Senden umut kesmem kalbinde merhamet adlı bir çınar vardır'

 

İki ruh, birbirinden habersiz, biri dünyanın en negatif kutbunda, diğeri, Kabe'den sonra dünyanın ikinci büyük manevi merkezinde, İstanbul'da yaşamakla birlikte, aynı sırrı söylemekte, aynı dilden konuşmaktadır. Bly'ın kitaplarının dilimize kazandırılması, Karakoç'un da Bly'ın ülkesinde okunması, aradaki coğrafya engelini ortadan kaldıracak ve modernliğin yol açtığı çürümeye karşı bir imkan oluşlarının daha iyi anlaşılmasına yol açabilecektir. İki şair de, modern burjuva uygarlığının ruhlarını sakatladığı ve bir protezler medeniyeti olduğu için yerine mekanik parçalar takmaya çalıştığı insanlık için ışıltılı birer umutturlar.

 

Bly'ın, 'bu ruhlar arasından seçilmişti ruhu/Gözlerini pencereden öteye çeviren' diye haber verdiği bilgeyi, Karakoç, 'kuşlar uçar senin gönlünü taklit için/Ellerinden devşirir bahar çiçeklerini/Deniz gözlerinden alır sonsuzluğun haberini/Ey gönüllerin en yumuşağı en derini' şeklinde yüceltir. Bu kardeş ruhları emziren kaynakların çoğu ortak. Bly, hakikatle temas kurma arayışlarında karşısına çıkan Hz. Mevlana'nın engin denizine dalmış. Karakoç'un en değerli geleneksel kaynakları arasında ilk sırada gelir Hz. Mevlana. Gerçi Karakoç, bir modern zamanlar dervişi olarak bütün bir irfani geleneğin ana damarlarına ulaşmış, oralardan usare devşiren bir arı gibi ilham almış, zamana dayanıklı ve yepyeni bir dil kurmuştur. Wittgenstein'ın dediği gibi, 'daima eskiyi söylemiş ve daima yeniyi'. Necip Fazıl'ın deyişiyle, onda, 'eskimeyen yeni' dile gelmiştir. Bly ise, bu kaynakla belirli ölçüde ilişki kurmuş ama seçkin bir ruh ve değerli bir şair olarak bizi sürekli hakikate çağırmaktadır. '(...)Bundandır ki Francis Bacon asla anlayamazdı/Dünyanın sırlarını nasıl açığa vurduğunu, ne de/Yusuf'un kuyunun dibinden nasıl çıkabildiğini' diyen bir şairden zaten başka ne beklenebilir?

Share this post


Link to post
Share on other sites
İki ruh, birbirinden habersiz, biri dünyanın en negatif kutbunda, diğeri, Kabe'den sonra dünyanın ikinci büyük manevi merkezinde, İstanbul'da yaşamakla birlikte, aynı sırrı söylemekte, aynı dilden konuşmaktadır. Bly'ın kitaplarının dilimize kazandırılması, Karakoç'un da Bly'ın ülkesinde okunması, aradaki coğrafya engelini ortadan kaldıracak ve modernliğin yol açtığı çürümeye karşı bir imkan oluşlarının daha iyi anlaşılmasına yol açabilecektir. İki şair de, modern burjuva uygarlığının ruhlarını sakatladığı ve bir protezler medeniyeti olduğu için yerine mekanik parçalar takmaya çalıştığı insanlık için ışıltılı birer umutturlar.

 

Gazetede okumuştum bu yazıyı. Sadık Yalsızuçanlar'ın okunabilirliği yüksek yazılarından birisidir sanırım. Ben de ilk defa duydum, Bly adını ve Bly adlı şairi. Derinliği olan bir edebiyat adamı olduğuna şahit oluyoruz burada. Sonra alıntı yaptığım kısma gelince, aklıma bir an bir şeyler geldi: Dedim ki; madem Üstad Karakoç ve Robert Bly birbirlerinden habersizler, birbirlerini tanımıyorlar, ben de Üstad Karakoç'un bir kaç şiirini yolluyayım dedim Bly'a. Belki tuhaf ve imkansız bir şey bu. Fakat neden olmasın? Aklımın bir köşesinde asılı duruyor bu fikir; yollamak için uygun zamanı bekliyorum. Belki de tanıştırırız Üstad'la Bly'ı smile.gif

 

İlaveten: adles kardeşime de teşekkür ederim, bu makaleyi buraya taşıdığı için. Daha evvel yorum yapacaktım ama, tembellik diyelim..

Edited by buyukdogu

Share this post


Link to post
Share on other sites

Ali abi inşallah bu fikrini biz tercüman/çevirmen adayları gerçekleştiririz inşallah.Bilinmeyen, bildirilmeyen değerli şair,yazar ,fikir adamlarımızı tanıtabiliriz dünyaya , Blylara Karakoçları, Kısakürekleri fark ettirebiliriz inşallah...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Sezai Karakoç nev'i şahsına münhasır bir kalem...Hakikaten yeri dolmaz böyle isimlerin.Ankara Siyasal'da okurken -ki daha yaşı 18-19- Mona Roza gibi bir şiiri yazmış olması büyük bir ruh taşıdığının alameti.Bugün yaşadığı evinde 30000'e yakın kitap olduğunu duymuştum.Herşeyiyle farklı bir düşünce adamı...

Share this post


Link to post
Share on other sites
Ali abi inşallah bu fikrini biz tercüman/çevirmen adayları gerçekleştiririz inşallah.Bilinmeyen, bildirilmeyen değerli şair,yazar ,fikir adamlarımızı tanıtabiliriz dünyaya , Blylara Karakoçları, Kısakürekleri fark ettirebiliriz inşallah...

 

Madem tercüman/çevirmen adayısın, o zaman beraber el atalım bu işe adles kardeşim. Ya da ben şair Bly'ın adresini bulayım, bulmaya çalışayım, sen de yollarsın bir kaç şiiri smile.gif Tabi bu zor ve zahmetli bir iş. Görelim Mevlam neyler, neylerse güzel eyler.

Share this post


Link to post
Share on other sites
Madem tercüman/çevirmen adayısın, o zaman beraber el atalım bu işe adleS kardeşim. Ya da; ben şair Bly'ın adresini bulayım, bulmaya çalışayım, sen de yollarsın bir kaç şiiri smile.gif Tabi bu zor ve zahmetli bir iş. Görelim Mevlam neyler, neylerse güzel eyler.

...

 

 

 

evet kolay zahmetsiz iş yoktur zaten ,siz benden daha iyi bilirsiniz Ali abi.Siz adres işini halledin , ben de tercüme işini inşallah smile.gif...

Share this post


Link to post
Share on other sites

BİLGELERİN SOLUĞU, ORUCUN SUSADIĞI SES

 

Yeni bir oruca erdiğimiz bu günlerde, bu yolda bir adım daha atabilmenin umuduyla dolu bütün inanmış yürekleri göz kamaştıran bir bilgenin Niyazi Mısri'nin soluğuyla selamlamanın vaktidir. Boşa geçmiş kırk beş yılı geride bırakmış, isteklerinden vazgeçme koşusunda gerilerde kalmış bir ruh yorgunu olarak, bir isteğimden daha kurtulmuş olarak girdiğim bu Ramazan-ı şerifte, bilgelik göğümüzün en parlak yıldızı Bediüzzaman'ın, çileyle örülü yaşamının en zor anlarında dizeleriyle teselli bulduğu Niyazi Mısri'nin selamıyla... Sonunda, kendini Anka diye niteleyen bu büyük bilgenin, baş döndüren yaşamını konu alan bir kitaptan kurtuldum. Dumanı üzerindeki bu kitaptan, kendimden söz etmek için değil -insanın kendinden söz etmesi kadar çirkin bir şey olabilir mi?- bilgelerin soluğunun üzerimize daha kuşatıcı biçimde estiği Ramazan-ı şeriften söz etmek niyetiyle bahs açıyorum. Anka'dan sonra artık, kendi hikâyemi, Üstad'ı yazmak üzere kolları sıvamaya niyetliyim. Siyah örtülü kadının, Kâbe'nin yaktığı ateşle, 'yandım!' diye bağıran Mazhar Alanson ve yol arkadaşlarının okuduğu bir nefesi hatırlayacaksınız: "Dermân arardım derdime derdim bana derman imiş/Bürhân sorardım aslıma aslım bana bürhân imiş/ Sağı solu gözler idim dost yüzünü görsem deyû/ Ben taşrada arar idim ol cân içinde cân imiş/Öyle sanırdım ayrıyam dost gayrıdır ben gayrıyam/Benden görüp işideni bildim ki ol cânân imiş/ Savm u salât u hacc ile sanma biter zâhid işin /İnsân-ı kâmil olmağa lâzım olan irfan imiş/Kanden gelir yolun senin ya kande varır menzilin/ Nerden gelip gitdiğini anlamayan hayvân imiş/Mürşid gerekdir bildire Hakk'ı sana hakk'al yakîn Mürşidi olmayanların bildikleri gümân imiş/Her mürşide dil verme kim yolunu sarpa uğradur Mürşidi kâmil olanın gâyet yolu âsân imiş/Anla hemân bir söz dürür yokuş değildir düz dürür/Âlem kamu bir yüz dürür gören anı hayrân imiş/İşit Nîyâzi'nin sözün bir nesne örtmez Hak yüzün Hakdan ayan bir nesne yok gözsüzlere pünhân imiş"

 

'ORUÇ, MÜMİNİN KALBİNDE İFTAR EDER'

 

Bilgelerin sözü, vahyin daha alt düzeylerindendir, saf ve katışıksız ilhamdır. Onların kendi vizyonlarının hikâyesidir. Onların soluğu, nebilerin getirdiği İlahi rüzgârla beslenir ve dönüp ona karışır. Oruç da böylesi bir soluktur. Gökten iner, günahlarla kirlenmiş ruhlarımızı yıkar, arıtır ve ışıtır. Samanyolunda Ziyafet'inde bilge şair Sezai Karakoç, bu yüzden şöyle der: "Siz sanmayın ki, oruçta yalnız siz susar, siz acıkırsınız. Oruç da susar oruç da acıkır. Çünkü: Oruç da canlıdır. Sizin gibi. Hatta sizden fazla. Çünkü: Onda, ölümün eriteceği et ve kemik de yok. İnsan, sağken bile ölümle karışıktır. Biz hayatla ölümün karıştığı bir terkibiz. Sağken, hayat, ölüme baskındır ve ölümü kullanır. Sonra yaşlandıkça, ölüm güçleri yavaş yavaş artar ve ölüm yüzdesi hayat yüzdesinin üstüne çıkar bir gün. İşte o gün ölmüşüzdür; ölüm hayatı kullanmaya başlamıştır. Toplum yaşayışında da böyle. Ecel olarak gelen ölüm, bu hayat-ölüm çatışmasını kesin bir sonuca bağlar. Ama oruç yüzde yüz olarak diri saf olarak diridir. (...) Evet, oruç da susar, oruç da acıkır. Orucun susadığı ve ab-ı hayat gibi kanamadığı su, "Kur'an sesi", acıktığı "namaz", örtündüğü "merhamet", kuşandığı giyindiği, Allah'ın adının yükseltilmesi yani "cihat"tır. Ve orucun da iftarı vardır. Oruç müminin kalbinde iftar eder. Onun sofrasında, işte saydığımız, göğe mahsus yiyecekler bulunur."

 

Büyük bilgeden, Osmanlı medeniyetinin irfani zeminini oluşturan muhteşem bir Divan, bir İrfan Sofraları ve daha nice bilgelik eserleri, hep bu varoluş bilincinden, bu idrak kaynağından çıkmıştır. Niyazi Mısri, aynı zamanda serazatlığın, özgürlüğün ve ferdiyetin de yakıcı örneklerindendir. Bu varoluş imkanına zemin hazırlayan bilgelik, adına Halvetilik denilen o muazzam gelenekten doğar. Orada Aziz Mahmut Hüdayi, Hacı Bayram-ı Veli gibi, Osmanlı'nın nizam-ı âlem'inin toplumsal ve ahlakî niteliklerini güçlendirmiş bilgelere rastlarız. Onlar için akıl bir 'edep'tir. Sınırlarını bilmektir. Günah, insanın kendini beğenmemesi için düçar olunan bir beladır. Ondan arınmak için, yeniden eşiğe dönmek, kirlerden temizlenmek, ruhun o savaştan güçlenerek çıkması gerekir. Oruç, bu bakımdan Karakoç'un ifadesiyle, müminin kalbinde iftar eden bir varlıktır. Bu yol, belirli bir bedel ödenmeksizin çıkılamayan bir yoldur. Açlık, suskunluk ve yalnızlık bu yolun üç efendisidir. Ruhun konuşabilmesi, soluk alabilmesi için bedenin zincirlerini kırması, kırabilmesi için de belli bir bedel ödemesi kaçınılmazdır. Oruçta ruhun zincirleri kırılır, şeytanlara zincir vurulur. Bunun en etkili yolu ise açlıktır. Niyazi Mısri, iki kez sürüldüğü Limni'de, yaşamının son yüz gününde tekrar halvete girer. Cemale yürümesinden iki gün önce halvetten çıkar ve halifelerinden en sevdiğini çağırarak vasiyette bulunur. İki gün sonra da ruh, ten kafesini terk eder, kanatlanır ve razı olmuş bir halde O'na döner. Niyazi Mısri'nin bu yolculuğunun en değerli meyvelerini Divan'ında buluruz. O'nun Divan'ı, dergahlarda, öğrencilerin ruh eğitimi için bir seyr-i süluk ilmihali olarak okutulmuştur. Bir modern zamanlar bilgesi olan Bediüzzaman, Kosturma'da, Volga Nehri'nin kıyısında geçirdiği uzun, yalnız, garip gecelerde, O'nun dizeleriyle teselli bulur:

 

"Birinci Dünya Savaşı'nda esaretle, Rusya'nın kuzeydoğusunda, çok uzak olan Kosturma vilâyetinde bulunuyordum. Orada Tatarların küçük bir camii, meşhur Volga Nehri'nin kenarında bulunuyordu. Oradaki arkadaşlarım olan esir zabitler içinde sıkılıyordum. Yalnızlık istedim. Dışarıda izinsiz gezemiyordum. Tatar mahallesi, kefaletle beni o Volga Nehri'nin kenarındaki küçük camie aldılar. Ben yalnız olarak camide yatıyordum. Bahar da yakın. O kuzey kıtasının pek çok uzun gecelerinde çok uyanık kalıyordum. O karanlık gecelerde ve karanlıklı gurbette, Volga Nehri'nin hüzünlü şırıltıları ve yağmurun dokunaklı şıpıltıları ve rüzgârın yakıcı esmesi, beni derin gaflet uykusundan geçici olarak uyandırdı. Gerçi daha kendimi ihtiyar bilmiyordum; fakat Umumi Harbi gören ihtiyardır. Sanki, 'çocukları ihtiyarlatan bir gün'ün sırrına uygun olarak, öyle günlerdir ki, kendimi seksen yaşında bir halde buldum. O karanlıklı, uzun gece ve hüzünlü gurbet ve vaziyet içinde hayattan ve vatandan bir ümitsizlik geldi. Aczime, yalnızlığıma baktım, ümidim kesildi.

 

'DÜNYA GAMINDAN GEÇİP...'

 

halde iken, Kur'an'dan imdat geldi. Dilim, 'Allah bize yeter; O ne güzel vekildir' dedi. Ruhum dahi vatanımdaki eski dostları düşünüp o gurbette vefatımı tahayyül ederek, Niyazi-i Mısrî gibi, 'Dünya gamından geçip, yokluğa kanat açıp,/Şevk ile her dem uçup, çağırırım dost, dost!' diyerek gerçek dostları arıyordu. Her neyse... O hüzünlü, rikkatli, firkatli, uzun gurbet gecesinde, Allah'ın dergahında zaaf ve aczim o kadar büyük bir şefaatçi ve vesile oldu ki, şimdi de hayretteyim. Çünkü birkaç gün sonra, yayan gidilse bir senelik mesafede, tek başımla, Rusça bilmediğim halde firar ettim. Zaaf ve aczime binaen gelen İlahi bağışla harika bir surette kurtuldum. Varşova ve Avusturya'ya uğrayarak İstanbul'a kadar geldim ki, bu surette kolaylıkla kurtulmak pek harika olmuştu. Rusça bilen en cesur ve en kurnaz adamların muvaffak olamadıkları çok ve çok kolaylıkla, o uzun seyahati bitirdim. Fakat o Volga Nehri kenarındaki camideki gece bana bu kararı verdirmiş ki, geri kalan ömrümü mağaralarda geçireceğim. Artık insanların arasına karışmak yeter. Madem sonunda yalnız kabre gideceğim; yalnızlığa alışmak için şimdiden yalnızlığı seçeceğim, demiştim. Fakat, ne yazık ki, İstanbul'daki dostlarım ve göz alıcı dünya hayatı, özellikle haddimden çok fazla bana yönelen şan ve şeref gibi sonuçsuz şeyler, kararımı geçici olarak bana unutturdu. Güya o gurbet gecesi, hayatımın gözünde nurlu siyahlıktı. Ve İstanbul'un beyaz, şâşaalı gündüzü, o hayat gözümün nursuz beyazıydı ki, ileriyi göremedi, yine yattı. Tâ iki sene sonra Gavs-ı Geylânî, Fütuhu'l-Gayb'ıyla tekrar gözümü açtı."

 

Sadık Yalsızuçanlar

Share this post


Link to post
Share on other sites

Looking into a Face

 

Conversation brings us so close! Opening

The surfs of the body

Bringing fish up near the sun

And stiffening the backbones of the sea!

 

I have wandered in a face for hours

Passing through dark fires.

I have risen to a body

Not yet born

Existing like a light around the body

Through which the body moves like a sliding moon.

(Robert Bly)

 

Hadi bakalım adles kardeşim. Çevirmeye başla bakalım. Önce çeviri becerini bir görelim hele, ondan sonra yollarız Üstad Karakoç'un şiirlerini smile.gif

Share this post


Link to post
Share on other sites
Looking into a Face

 

Conversation brings us so close! Opening

The surfs of the body

Bringing fish up near the sun

And stiffening the backbones of the sea!

 

I have wandered in a face for hours

Passing through dark fires.

I have risen to a body

Not yet born

Existing like a light around the body

Through which the body moves like a sliding moon.

 

(Robert Bly)

 

Hadi bakalım adleS kardeşim. Çevirmeye başla bakalım. Önce çeviri becerini bir görelim hele, ondan sonra yollarız Üstad Karakoç'un şiirlerini smile.gif Fakat sonra böyle olmayasın haa :Smiley (159):

...

 

 

Abi ben zaten başladım Blydan , bak göndereyim çevirdiğimi hemen biggrin.gif...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...
Sign in to follow this  

×
×
  • Create New...