Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
yazanel

Henri Bergson

Recommended Posts

Henri Bergson

 

Paris’te 1859’da doğdu. Musevî bir ailenin çocuğu olan Bergson, son çağın en büyük filozoflarındandır. Condorcet Lisesinde güçlü bir klasik eğitimden sonra 1877’de açılan bir genel retorik müsabakasında onur mükafatını kazandı. Daha o zamanlarda bile geniş bir hayal gücüne, orjinal şahsî düşüncelere sahip bulunuyordu. Aynı zamanda matematik mükâfatını da kazanmıştı. Hocası, öğündüğü öğrencisinin Pascal’la boy ölçüşecek bir matematikçi olacağını düşünüyordu. Fakat Bergson, matematik bilimlerini “çok yorucu” buldu ve hayatını felsefe ile geçirmeye karar verdi.

Bergson’un tahsil hayatı bir tekamüldü. Lisan yeteneği kuvvetliydi. Canlı ifadelere bayılırdı. İki özelliği göze çarpıyordu: Sert bir titizliği ve geniş bir hayâl gücü. İlim adamı kafasında şair ruhu taşıyordu.

Bergson zamanında geçerli görüş ve moda eğilimler hep maddeci idi. Tamamen materyalist bakış açısı revaçtaydı. İyi ve ufuk açıcı düşünceler, bir annenin gözyaşları, din, bunların hepsi tesadüflerden ibaret görülüyordu. Rüzgarlardan hasıl olmuş, sonraları tozlara karışmışlardı. Hayatın bir gayesi ve ümidin bir esası yoktu. Önceleri Bergson bu akımlara kapıldı ve tanrı-tanımaz olarak tanındı. Sınıfın kütüphanecisi iken, bir gün hocası onu rafları intizamsız tuttuğundan dolayı ikaz etti: “Senin kütüphanecilik ruhun bu intizamsızlığa nasıl tahammül ediyor?” diye çıkıştı. Buna karşı arkadaşları bağırdılar. “Bergson’un ruhu yoktur, o ruhsuzdur.”

Mezun olduktan sonra Auvergne vilayetinde bir kasabaya öğretmenliğe tayin edildi. Buraya geldiğinde şüpheciydi, fakat burada şüpheciliği yok oldu. Kırda yürüyüşler yapıyordu. İçindeki şair ve isyan ruhu nihayet kendini gösterdi. Laboratuar denemeleri, fizik formülleri, ateist aydınların gösterişli cümleleri kâinatın azameti karşısında siliniverdiler. Soruyordu: “kör bir mekanik, tesadüfen vukubulan atom girdapları, bu dağların gövdelerini ve düz ovaları meydana getirebilir mi? Ancak buna hayat mektebinin sıradan insanı inanır.”

Yaradılışın sonsuz sadeliğini karışık formüllerle ve zahiri teorilerle izaha çalışan bilim, Bergson’a artık gülünç geliyor ve haykırıyordu: “Büyük Allah’ım! Kimyager’in, güneşin ufukta batışını görecek gözleri yok mudur?”

Ümit ve cesaretini kaybeden yorgun kafaların bilime sığındığını anlamıştı. Artık o, materyalistlikten idealistliğe değişmişti.

Evvelce hayat hakkında düşündüklerinden daha çok şeylerin var olduğuna, onu sezgi kuvveti inandırmıştı. Atomların birbirlerine mütekabilen kuşatması ve bu şekilde Shakespear’in aklını yaratması mümkün müydü? Alfabe harflerinin bilimsel bir tarzda yanyana konması İncil’i meydana getirebilir miydi? Henri Bergson denilen fizikî ve kimyevî birleşim, anlatırken bir sürü fıkraları dudaklarına kadar götüren mizah şeraresini ve dinleyenlerin şiddetli alkışlarını izah edebilir miydi? Veya onu bu kasabaya şüpheci olarak götüren ve oradan Paris’e bir gerçekçi olarak döndüren yalnız fizikî enerji kanunları mıydı?

AKIL YERİNE SEZGİ

Bergson, akıl yerine sezgiyi ön plâna çıkardı. Dikkatleri ruhçuluğa çekerek metafiziği güçlendirmeye çalıştı ve materyalizme karşı çıktı. Bergson’un sezgiciliği zekâdan ve akıldan ayrı bir bilme gücü olarak sezgi ile doğrudan doğruya ve bütün halinde eşyayı ve özünü bilebileceğimizi ileri sürdü. Zekâ eşyayı bölerek ve ayırarak inceleyip kavrayabildiği halde sezgi doğrudan şuurdan çıkarak sevk-i ilâhiye benzer bir ilham gibi eşyanın mahiyetini bilirdi. Bu bilgi, hadiseler ve ruh üzerinde yabancı bir bakış gibi kalmayıp, insanın en derin tarafını değiştirirdi. Bu sanatkârane malûmat sayesinde insan eşyaya, maddeye, hayata hulûl eder, içine girerdi. Böylece tecrübe üstü hakikati bilmenin, metafiziğin ve mutlakın bilgisinin mümkün ve meşrû olduğunu ileri sürdü. Halbuki zekânın bilgisi tecrübeye, akıl yürütmeye ve analize dayanırdı. Bergson, din adamının, ahlâkçının, sanatkârın ruhî gerçeğe nüfüz eden bilimdışı bir gücünden, sezgiden bahsetti. Âlem sonsuz, insan zihni sınırlıydı.

Hakikat akılla değil, sezgi ve insiyakla kavranabilirdi. Akıl fenomenlerle, yani gerçeğin dış görünüşleriyle uğraşabilir; o görüntülerin gerisindeki realite, ancak sezgi ile kavranabilirdi. İlim ve metafizikte büyük icadların çoğunun sezgiden doğduğunu ileri sürdü.

Bergson’a göre bilim ancak dinamik bir tecrübe olan hareketi sembolleştirebilir, izah edemez. Basitleştirmek için biz kara tahtadan tebeşir ile iki noktayı birleştiririz ve bunu mekândaki noktaları izah için yaparız. Fakat mekânda nokta diye birşey yoktur. Çünkü muayyen sonlu bir şeydir. Mekân ise sonsuza kadar bölünebilir.

MATERYALİZMİ ÇÖKERTTİ

Bergson soruyordu: “Hiç kimse bir fikrin azametini ölçemez. Bir heyecan hararetin kalori miktarından mı oluşmuştur? Hürriyet uğrunda hayatlarını veren insanların kahramanlığı, cesaret hislerinin uyarılması gibi telâkki edilebilir mi?”

Avrupa’da insanlığın hissiyat ve imanının kurtarıcısı olarak ortaya çıkan ünlü filozof, “Ahlâk ve Dinin İki Kaynağı” adlı eserinde şöyle diyordu: “Kapalı bir cemiyet, zekânın bozucu aksiyonuna karşı ancak bir din sayesinde mukavemet edebilir ve yaşayabilir.” O’nun delili, iç tecrübe delilidir. Yani hissiyatla, sezgiyle, mistik yolla Allah’a ulaşma kanaati taşır.

Aynı eserinden bir başka bölüm: “Bir şeyin varolabileceğini tasavvur etmekle, onun varolduğundan emin olmak arasında fark vardır. Birinciyi elde etmekten öteye gidemeyen aklın, Allah’a iman karşısındaki başarısızlığı ortadadır.Allah’ın varlığı ve mahiyeti ile ilgili problemi, konuyu tecrübî açıdan yaklaşan mistik yol çözebilir.”

Bir başka sözü: “Bir çocuk nasıl mama aramak ihtiyacında ise, insan da Allah’ı aramak ihtiyacındadır.”

Bergson eserleriyle eski ve yeni dünyanın ufuklarında fırtınalar oluşturdu. O zamanlar madde ve et için konuşmak modaydı. Konferans ve kitaplarıyla birçok materyalist düşünürü imana ve Allah’a bağladı. İlimle metafiziği barıştırdı, kaynaştırdı. Diyordu ki:

“Biz insanın iç asaletinden hiç birini beyinde bulamayız. beyin mekanik bir şeydir, can ve ruh taşımaz. Beyin miktar unsurlarını devamlı olarak ve kesinlikle cemeder. Fakat bunları yaratamaz. Hiç bir makina bir sürü boyaları birbirine katarak Leonarda da Vinci’nin son yemek tablosunu veya İngilizce alfabeyi yanyana koyarak Milton’un ‘Kaybolan Cennet’ eserini yaratamaz. Allah inayetiyle ortaya çıkarılan her işte beyin âciz ve idraksiz bir yardımcıdır. San’at ve tabiattaki büyük şaheserler ve bütün şaheserlerin şaheseri olan insan, beyin ile kavranamaz. O ancak ruh, benlik ile kavranabilir.”

AKLI, AKILLA YIKTI

Bergson, görüşleriyle materyalizm, pozitivizm ve komünizme büyük darbe indirdi. Akılcılara, herşeyi aklın hükmü altında görenlere, rasyonalistlere cevap verdi. Ona itiraz şuydu: “Sen hiç şüphesiz aklı yıktın, fakat yine akılla bunu yaptın! metodun aklîdir, yine aklın rehberliğini gösterir.”

Yani aklın yıkılışındaki payı yine akla isnad edilerek akıl yine tahtına oturtulmak istendi. O zaman Bergson, onlara şu tarihî cevabı verdi:

“Eğer ben aklı akılla yıktımsa, demek ki aklın son durağı, nihaî gayesi intihar ve âczini itiraf etmekmiş.”

KAYNAKLAR

1. Büyük Filozoflar. Çeviren: Münir Yarkın. Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1969.

2. Filozoflar Ansiklopedisi. Cemil Sena. Remzi Kitabevi, 1970.

3. Sahte Kahramanlar. Necip Fazıl Kısakürek. Büyük Doğu Yayınları, 1990.

4. İlim ve Din. Prof. Dr. İrfan Yılmaz ve ark., Zaman Gazetesi Yayını, 1998.

5. Yazarlar Sanatçılar Meşhurlar. Peyami Safa Ötüken Yayınevi, 1999.

6. Ateizmden İnanca. Emin Arık. Marifet Yayınları, 1997.

 

Sefa Saygılı

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites
Bergson, akıl yerine sezgiyi ön plâna çıkardı. Dikkatleri ruhçuluğa çekerek metafiziği güçlendirmeye çalıştı ve materyalizme karşı çıktı. Bergson’un sezgiciliği zekâdan ve akıldan ayrı bir bilme gücü olarak sezgi ile doğrudan doğruya ve bütün halinde eşyayı ve özünü bilebileceğimizi ileri sürdü. Zekâ eşyayı bölerek ve ayırarak inceleyip kavrayabildiği halde sezgi doğrudan şuurdan çıkarak sevk-i ilâhiye benzer bir ilham gibi eşyanın mahiyetini bilirdi..

 

Hadis-i Şerif: "Allah’ım, bana eşyanın hakikatını göster." Hakikat tek ve mutlak olduğu için; Bergson'da görmüş/dile getirmiş/sezgilemiş bunu.

 

 

Bergson, görüşleriyle materyalizm, pozitivizm ve komünizme büyük darbe indirdi. Akılcılara, herşeyi aklın hükmü altında görenlere, rasyonalistlere cevap verdi. Ona itiraz şuydu: “Sen hiç şüphesiz aklı yıktın, fakat yine akılla bunu yaptın! metodun aklîdir, yine aklın rehberliğini gösterir.”

Yani aklın yıkılışındaki payı yine akla isnad edilerek akıl yine tahtına oturtulmak istendi. O zaman Bergson, onlara şu tarihî cevabı verdi:

“Eğer ben aklı akılla yıktımsa, demek ki aklın son durağı, nihaî gayesi intihar ve âczini itiraf etmekmiş.”

 

Müthiş ve muhteşem. Aklın son durağı ve son amacı intihardır, acizliğini itiraf etmektir. İmam Rabbani'nin düşünmenin son sınırına gelip, ondan sonrasına gidemedim sözü gibi. Bergson bu kadar ruhi derinlikte bir adam, bir düşünür, bir sezgici olmasına rağmen; hidayet trenine bin(e)memiş(mi)dir acaba?

Edited by buyukdogu

Share this post


Link to post
Share on other sites

Bergson'un söylediklerini yüzyıllar öncesinden şu veya bu şekilde Veliler söylemiyor muydu? Nice mutasavvıf maddenin paylaştıkça azaldığını, İlahi aşkın, muhabbetin, feyzin paylaşıldıkça çoğaldığını söylemiyor muydu? Yunus Emre, milletimizin diliyle ''Mal da yalan, mülk de yalan, Var biraz da sen oyalan'' demiyor muydu? Bu mısralar basit gibi dursa da, ahireti anlatsa da, maddenin bir nevi önemsizliğini anlatmıyor mu? İmam Gazali Hz'i, Bergson'un söyledilerini ve daha fazlasını dinimize dayandırarak söylemiyor muydu? Mevlana Hz'i zahir gözle bakınca herşeyin hallolmayacağını söylemiyor muydı?

 

Bunları bir Avrupalı söyleyince mühim oluyor da, bir Müslüman söyleyince neden kimse önemsemiyor?

 

Bu önemsenme mevzusunu, birçok yere bağlayabiliriz. T.C. inkilaplarının körü körüne Batıya taklit etmesi, bunun ötesinde dinimize yaptıklarını muasır medeniyetler teranesine dayandırması, Eski ve (maddede değil manada) sefil yeni arasında kalan insanların sefil yeniyi seçerek git gide yozlaşması...

 

Bergson'un fikirleri umulur ki insanların dinimizi kabul etmesine ön ayak olur. Umulur ki, Hristiyanların ruhbanlık anlayışına katkı da bulunmaz. Hristiyanların nefslerine zulm etmelerine değil de, nefslerini teskin ederek Hakkı bulmalarına yardımcı olur. Yani dinimizi...

 

Bergson beş para etmez adamın teki midir? Hayır. Bergson şu bakımdan mühimdir; ''İlahi vahyi mesned edinmeden bazı doğrulara ulaşması bakımından önemlidir.'' Kimbilir belki de doğrularını bizden çarpmıştır :) Şaka gibi geliyor, lakin doğru olma ihtimali az değil. Belirtilen doğruları sadece Bergson söylemiş gibi kabul etmek aptallıktır.

 

Üstad'ın dediği gibi, ''Komünizm mi bir Yahudi kurdu ve başka bir Yahudi yıktı.'

 

Sitemizde ki bir link vasıtasıyla dinlediğim (youtube de var), Mehmed Niyazi'nin Üstad'ı anlattığı konuşmasında şundan basediyordu: Bergson'un müsait olmasını fırsat bilerek etrafını kuşatan gazeteciler soruyor; ''Efendim, yerinize bırakabileceğiniz bir kişi var mı?'' ''Yok''. ''Peki ya, elinize böyle bir öğrenci geçti mi?'' Klasik felsefeyle alakalı bazı şeyleri açıkladıktan sonra şöyle diyor, ''Necip Fazıl diye bir öğrencim vardı, o da kabına sığmazın tekiydi.'' Malumunuz, Üstad bir sene Fransa'da okuduktan sonra ülkemize dönüyor. Üstad'ın fikirde ki mühim istidadını Bergson sezmiş :D

 

Her selim akıl kabul eder ki, Üstad'ın fikirlerinin yanın da Bergson'un esamesi bile okunmaz. Belirttiğimiz gibi Bergson'un önemi fikirlerinin doğruları belirtmesinden ve materyalist felsefenin yıkılmasına ön ayak olmasındandır. Yine belirttiğimiz gibi, Bergson'un söylediklerini ve namütenahi fazlasını Veliler'imiz, büyüklerimiz, Efendimiz (s.a.v) yüzyıllar öncesinden söylemiştir.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Bakalım, Üstad'ın Sahte Kahramanlar adlı kitabında Bergson hakkında ne yazıyor:

 

Onu da (Şarlo) misaline benzer (1) bir başka tipin - yine bir yahudi filozof (Bergson) -, misaliyle izah edelim: Filozof (Bergson) komünizme en büyük darbeyi indirenlerden biridir. Şimdi uzun uzun onun felsefe mezhebinden bahsetmiyelim. Akliyeciliği yıktı. (Bergson)a kadar Fransada ve Dünyada Auguste Comte-(Ogüst Komt) felsefesi hakimde. Akliyeciler, herşeyi aklın hükmü altında görenler, rasyonalistler... O bunu yıktı. Öyle yıktı ki, bütün akliyeciler de kabûl etti yıkıldığını akliyeciliğin... Ama buna yaman bir itirazda bulundular, dediler ki:

 

''--Sen aklı yıktın, hiç şüphesiz; fakat yine akılla yıktın! Metodun aklîdir.''

 

Yani aklın yıkılışındaki şerefi yine akla isnad ederek aklı yine tahtına oturtmak istediler. O zaman (Bergson) şu cevabı verdi. Muhteşem bir cevap:

 

''--Eğer ben aklı akılla yıktımsa demek ki, aklın son durağı, nihaî gayesi intihar ve aczini itiraf etmekmiş...''

 

Bunu ''İlim ve Ahlâkın İki Kaynağı'' isimli eserinde bütün delilleriyle ortaya koydu.

 

Kaynak: Sahte Kahramanlar. Sayfa 47, 48. Nisan 2007. Büyük Doğu Yayınları. Necip Fazıl Kısakürek

........

(1) Üstad, Şarlo misali derken kitapta beş sayfa önce Şarlo'nun misalini verdiği (Şarlo'nun filminde ki bazı şeyleri yazmış) ''Meccani Kahraman'' tipinden bahsediyor. Bakın, Üstad ''Meccani Kahraman''ı aynı kitabında nasıl izah ediyor:

 

Şimdi gelelim meccanî kahramana....

 

Meccanî kahraman fevkalâde enterasan bir tip... Asıl mevzumuz sahte kahraman ya; meccanîler üzerinde duralım: Meccanî kahraman, Allahın ''Mekr-i İlâhî'' dedikleri cilvesini belirtir. Mekr, istihza mânasına... Alllah münezzeh olduğu için bütün noksan sıfatlardan, bu mânada kullanılmaz ve ''mekr'' diye ifade edilir. Bir nevi oyun, tuzak... Allahın oyununa gelenler, kaderin cilvesi içinde, hiç beklemedikleri ummadıkları, çalışmadıkları, anlamadıkları şeylere birdenbir nail oluverirler. Veya ne kadar çabalarsa çabalasınlar mahrum kalırlar. İşte meccanî kahramanlar, kaderin, -püf noktası diye izah ettim- o tarafından istifade ederek, bir nevi tapu halinde mallarıymış gibi bir meziyet veya fazilet iddiasına kalkan bedavacılar, lüpçülerdir. (Üstad buradan sonra Şarlo'nun filminde ki meccanen kahraman örneğini anlatıyor)

 

Kaynak: Sahte Kahramanlar. Sayfa 42. Nisan 2007. Büyük Doğu Yayınları. Necip Fazıl Kısakürek

.........

Anlaşılıyor ki, Üstad'ın gözünde Bergson meccanen kahraman. Yazanel'in yazdıklarından ve Üstad'ın yazdıklarından Bergson büyük bir adammış gibi algılanıyor. Üstad'ın kitabında verdiğim (1) diye verdiğim ince noktadan anlaşılıyor ki Bergson, tüm bunları ''bir nevi tapu halinde mallı gibi bir meziyet ve fazilet'' yüklenen meccanen kahraman. Umarım açıklayabilmişimdir.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Burada, Üstadın 'Meccani kahraman' yaftasıyla fikir pazarında mallarını ortaya döküp lümpenliklerini teşhir ettiği kahraman tiplerin içinden Şarlo ve Bergson'u çıkarmak, fikir insafı ve hakkaniyeti açısından hayati bir önem taşır. Vakıfahmed'in yukarda iktibas ettiği yazılar, Bergson ve Şarlo'yu meccani olarak göstermek değil, fikirde Bergson, sanatta da Şarlo’nun meccani kahramanları teşhir ve tenkit ettiğini gösteren levhalardır. Yani bu iki kahraman meccani değil, meccaniyi ortaya çıkarıcı kahramanlardır. Kendi içlerindeki kıymetleri, farklı mesele...

 

 

(Lenin)in arkasından yine Fransa'ya geçiyor ve 20. Asrın en büyük ruhçu çizgisini getirmiş olan, yine yahudi, fakat katolik ölen veya böyle öldüğü sanılan (Bergson) geliyor önümüze... (Bergson) büyük kafadır. (Bergson) mütemadiyen bozan yahudiye mukabil bir düzeltme örneği... Ama bu düzeltme yalnız aklı tahrip işinde verimli, ilerisindeyse hiçbir şey!.. Öteden beri iddiamız şudur ki, felsefe daima öncekileri tenkit ve iptal etmekte haklı ve kıymetlidir; öz nefsiyle hakkı getirmekte ise çıkmaz sokak...

 

Evet, büyük kafa... 20. Asrın tipik kafası, zamanın ruhçulara hâkim filozofu... Fransa'nın tefekkürde (Eyfel) kulesi... Akliyeciliğe ve maddeciliğe ölüm darbesini getiren adam... Yani (Ogüst Komt) ve bağlıları mektebine... Ölüm darbesini indirmek lâfla olmaz. "İndirdi, indirmedi" demekle de... Eserle olur. (Bergson) "Yaratıcı Tekâmül", sonra "Yaratıcı Muhayyile" eseriyle aklı son hududuna kadar tarif, aklın kifayetsizliğini akılla ispat etmiştir. Şimdi burada bizim tasavvufumuzun kapısına nasıl sokulduğunu, fakat tıpkı (Paskal) gibi nasıl içeriye girmek nasibine malik olmadığını göreceksiniz. (Entüvisyon- seziş)... *

 

 

 

Üstad, batıda ortaya çıkan fikir akımlarını lif lif yolucu, didik didik analiz edici, şimdiye kadar hiçbir fikir adamımızın eremediği bir keyfiyetle idraklere nüfuz ettirici, ondaki zeval ve kemalin didişmesini, kemal gibi görünen yüzünün de hakikatin gölgesinden başka bir şey olmadığını, o gölgenin de aslının bütün haklarıyle tasavvufta, yani İslamiyet'te olduğunu gösterici hüviyetteki 'Batı Tefekkürü ve İslam Tasavvufu' adlı konferansında Bergson’a hem hakkını teslim edici, hem de eksikliğini gösterici bir kısım ayırmıştır.

 

Bergson, 20. asra doğru son sürat maddeyi mihraklaştırıcı, kendisi rehbere en muhtaç meleke iken Batı adamınca rehberleştirilen akıl üzerinde seyreden batı tefekkürünü aklın kördüğümünden çıkarıp, Marks ve Engels’in durdurduğu ruh kalbini, sistemleştirip bir bütün haline getirdiği fikir örgüsüyle, mücerret idrak ve sezgi kanallarıyla çalıştıran bir mütefekkirdir. İnsandaki varlık esrarı müşkülüne öylesine sadık bir mütefekkir ki, kendisine kadar bir silsile halinde gelen, eşyanın hakikatine (madde) denmenin modalaştığı bir dönemde, metafizik törpüyle kafatasını incelte incelte varlık esrarı ve eşya hakikatini arama işinde, sancağı akıldan alan bir mütefekkir… Bu nitelikleri de gösteriyor ki kendisine (meccani) kahraman demek insaf ve hakikate uzak… Onu ancak başka bir batı mütefekkiri olan Pascal gibi, akıldan kurtardığı eşya ve aksiyon sancaklarını gerçek ruh kalesi olan İslamiyete dikememek gibi mahrumiyetlerin şahı olacak bir mahrumiyet muzdaribi sayabiliriz. Yani temeli kazmış, ama binayı kuramamış bir kahraman.... O temelin üzerine hakikat binasını dikme işini kendinde mahfuz tutan tek sistemse, sadece İslamiyet'tir. İslamiyet'in kabuğunda kalmamış biri için, dolambaçlı görünen bu tez, kanımızın, görmesek bile derimizin altında aktığını bilişimiz kadar büyük bir bedahettir.

 

 

*Batı Tefekkürü ve İslam Tasavvufu

Share this post


Link to post
Share on other sites

Arkadaşlar, yukarıda ki bir yeri yanlış anlamamdan dolayı Bergson'u ''meccani kahraman'' diye yaftaladım. Cihat'ın dediği gibi ''meccani kahramanları'' ortaya çıkaran birisi Bergson. Cihat kardeşime teşekkür ediyorum, Allah razı olsun.

 

Ekleme/// Bergson'a art niyetle meccani kahraman demediğimi ve yukarıda (1) diye verdiğim yeri yanlış hatırlamamdan ve zihnimde oluşturduğum yanlış tablodan sebeble böyle zanlara ve hükümlere vardığımı belirtmek isterim. Doğru hükümleri Cihat belirtmiş.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Bergson'a biçtiğim-iz tek kıymet ölçüsü: Kuru akılcılığın karşısında olması ve materyalist/komünist düşüneceye anti-tez üretmesidir. Nihayetinde kıymetli bir düşünür ve bilen adamdır. Hayıflanma noktam: İman trenine binememiş (büyük ihtimalle) olmasıdır.

 

Mesele budur Vakıf kardeşim başka bir şey değil smile.gif

Edited by buyukdogu

Share this post


Link to post
Share on other sites
Bergson'a biçtiğim-iz tek kıymet ölçüsü: Kuru akılcılığın karşısında olması ve materyalist/komünist düşüneceye anti-tez üretmesidir. Nihayetinde kıymetli bir düşünür ve bilen adamdır. Hayıflanma noktam: İman trenine binememiş (büyük ihtimalle) olmasıdır.

 

Mesele budur Vakıf kardeşim; başka bir şey değil smile.gif

...

 

 

 

Tamam, sana lafım yok zaten smile.gif Bergson'a bir yorum yapıyım dedim, elime yüzüme bulaştırdım smile.gif

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...

×
×
  • Create New...