Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
kurşunkalem

Ahmet Altan

Recommended Posts

Önce en basit kuralları sıralayalım.

 

 

Dürüstlük iyidir.

 

Açıklık iyidir.

 

Netlik iyidir.

 

İkiyüzlülüğe tenezzül etmemek iyidir.

 

Kaypaklığa, kayganlığa kaçmamak iyidir.

 

Bunlarda anlaşıyor muyuz?

 

Anlaşıyorsak devam edelim.

 

Askerî darbelerin her türü alçaklıktır.

 

Kendi halkına silah doğrultmak ihanettir.

 

Bunda anlaşıyor muyuz?

 

İşte burada bir sessizlik oluyor.

 

Kendine “sol” diyen, kendine “aydın” diyen, kendine “yazar” diyen insanların bir kısmında bir kayganlık ve kaypaklık beliriyor bu noktada.

 

Sizi bilmem ama bende bir tür iğrenti duygusu yaratan bir kaypaklık bu.

 

“Ergenekon” meselesi ortaya çıktığından beri ortalık iyice bir kaypaklaştı.

 

Çünkü Ergenekon dediğiniz şeyin ana damarı darbecilik.

 

Ergenekon’u savunmak için kıvranıp duran bu “solculara, yazarlara, aydınlara” açıkça, net bir şekilde sormalıyız.

 

Darbe konusunda ne düşünüyorsunuz?

 

Bir askerî darbeden yana mısınız?

 

Değil misiniz?

 

12 Eylül’ü “lanetleyen”, 12 Eylül’de acı çekmiş çok insanda darbe heveskârlığı görmek insanı şaşırtıyor.

 

Bunlar ya mazoşistler...

 

Ya da “12 Eylül’de solcuları astılar, o kötüydü, bu sefer dindarları, Kürtleri, demokratları asacaklar, o iyi” diyen ikiyüzlü, aşağılık, vicdansız bir inanışları var.

 

Sanırım “darbe” konusunda bir türlü açık konuşamamalarının arkasında, “bunun nasıl aşağılık bir iş olduğunu fark eden” bir düşünceyi hâlâ içlerinden silememiş olmaları yatıyor.

 

Yakında o “düşünce kırıntısından” da kurtulup maskelerini iyice atarak yüzlerini bize gösterirler.

 

O güne kadar onlara sormalıyız.

 

Darbeden yana mısın, değil misin?

 

Darbeden yanaysan, yap darbeyi.

 

Cezası neyse çekmeye de razı ol.

 

Bu sefer darbeyi de, darbecileri de affetmeyecekler çünkü.

 

Yok, “darbeye karşıyım” diyorsan, o zaman Ergenekon’u niye savunduğunu, dilini kulağından çıkarıp açıkça anlat.

 

Ergenekon’la darbe arasında bir bağ olmadığına mı inanıyorsun?

 

Ergenekon sanıklarının, bir darbe hazırlığında olmadıklarına mı inanıyorsun?

 

Eğer öyle inanıyorsan, bulunan cephanelikleri, Danıştay baskınını, Cumhuriyet Gazetesi’ne atılan bombayla Ergenekon cephaneliğindeki bombaların aynı seri numarasına sahip olmasını, darbeci paşaların hazırladıkları “lahikaları”, fişlemeleri, kayıtlara geçen konuşmaları, yazışmaları, toplantıları, Özden’in ve Balbay’ın günlüklerini, İlhan Selçuk’un “paşaya” söylediklerini, Manisalı’nın General Ersöz’e tavsiyelerini, rektörlerin “hemen harekete geçelim” önerilerini nasıl açıklıyorsun?

 

Ne bunlar sence?

 

Oyun mu?

 

Eğlence mi?

 

Ergenekon sanıkları arasında bulunan JİTEM’cilerin Güneydoğu’da öldürdükleri insanlar “hayal” mi?

 

O kuyulardan çıkan kemikler ne?

 

“Darbeye karşıyım” diyorsan ve Ergenekon’u savunuyorsan bunlara ne diyorsun?

 

Kıbrıs’ta yapılanlar hakkında, “oğula babasını öldürtecek” beyin yıkamaları hakkında, dağıtılan milyonlarca dolar hakkında ne düşünüyorsun?

 

Bir sendika başkanının milyonlarca doları darbecilere vermesi sana normal mi geliyor?

 

Profesörlerle darbecilerin işbirliğini olağan mı karşılıyorsun?

 

Niye Ergenekon’u savunuyorsun?

 

Niye gerçekleri gizlemeye çalışıyorsun?

 

Söyle bize, bunları niye yapıyorsun?

 

Darbecilerin gelip dindarları, Kürtleri, demokratları asması çok mu mutlu edecek seni?

 

Çok mu sevineceksin?

 

O insanların öldürülmesi için çalışanları desteklemek sana “solculuk” gibi mi gözüküyor?

 

Böyle bir şeyi desteklemek insanca mı geliyor sana?

 

Yeryüzünde darbecileri destekleyen kaç aydın gördün?

 

Faşistlerle kolkola giren kaç sanatçı tanıyorsun yeryüzünde?

 

Biliyorum var birkaç tane ama onlar da “lanetliler” arasında çoktan yerlerini aldılar.

 

Onların arasına mı katılmak istiyorsun?

 

Kendine sanatçı diyen, aydın diyen, yazar diyen, gazeteci diyen daha da önemlisi kendine “insan” diyen biri için “darbeyi desteklemekten” daha büyük bir günah, daha büyük alçaklık, daha büyük bir suç yoktur.

 

“Ben AKP’ye kızıyorum onun için darbeyi destekliyorum” demek insanı alçaklıktan kurtarmaz.

 

AKP’ye karşıysan ona oy verme, ona karşı bir partiye gir çalış ama “halk benim seçtiğim partiyi seçmez onun için darbe olsun” dersen küçük bir Kenan Evren olursun.

 

Oluyorsun da.

 

Üstelik o, darbeyi yapmıştı, sen sadece “işbirlikçisin”, darbecilerin peşinde “paşam, paşam” diye dolaşan bir arsızlıkla kirlenmişsin.

 

“Dindarları, Kürtleri, demokratları assınlar”, bunu mu istiyorsun?

 

Sen buna “solculuk” mu diyorsun, sen buna “sanatçılık” mı diyorsun, sen buna “ilericilik“mi diyorsun?

 

Bunlar ilericilikse, “rezillik” nedir be oğlum, kaypaklık nedir, alçaklık nedir?

Share this post


Link to post
Share on other sites

Kader, onun “iyi bir politikacı” olmasına karar vermiş gibiydi...

 

İyi konuşuyordu, demagojiye sapmaktan çekinmiyordu, dine ve milliyetçiliğe vurgu yapıyordu, halktan biriydi ve halktan biri gibi davranıyordu, sahiciydi, çabuk kavgaya giriyordu, kitlelerle iyi ilişki kuruyordu, teşkilatçıydı, enerjikti...

 

Ama derin bir kültürü yoktu, büyük bir vizyona sahip değildi, fazla hırslıydı, politikasını fikirsel bir temele oturtmakta zorlandığı için çabuk zikzak yapıyordu, Şemdinli gibi zor zamanlarda rahat adam harcıyordu, “tek adam” olmaya bayılıyordu, çok sık üslup kaymaları yaşıyordu, diplomatik ilişkilerde bile kahvehane raconu ile konuşuyordu.

 

Politikada başarılı olacak, bir yerlere gelecek, sıradan bir “parti başkanlığını” ele geçirecek birinin profiline sahipti.

 

Ve, kader, Erdoğan da dahil herkese gerçekten büyük bir çalım attı.

 

Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye tarihinin en önemli “liderlerinden” birine dönüştü.

 

“İyi politikacı”, geçirdiği değişimlerle “tarihî bir lider” olma başarısına erişti.

 

Türkiye’yi de aşan çok geniş bir vizyonun sahibi şimdi.

 

En zor, en belalı işlerden birine girişerek yirmi beş yıllık savaşı durdurdu.

 

Bunu yaparken, sadece “tarihî liderlerde” görülebilen bir özelliğini ortaya koyarak, kendi taraftarlarının bir kısmıyla çelişebilme cesaretini de sergiledi.

 

Herkesin “savaş” diyerek oy topladığı bir ülkede o “barış” dedi.

 

PKK’lıların silahlarını bırakıp dağdan inmeleri için yolu açtı.

 

Bunu büyük bir kararlılıkla, rakiplerinin ucuz ve hamasi demagojilerine aldırmadan yaptı.

 

Şu anda Türkiye’de Erdoğan’ın çapında bir politikacı yok.

 

Buna, Erdoğan’a en çok kızanların bile “hayır” diyebileceğini sanmıyorum.

 

Erdoğan’ın “kalibresine” sahip kim var bu ülkede?

 

Onun cesaretine ve vizyonuna sahip kim var?

 

Kimse yok.

 

Erdoğan, Türkiye’de rahipsiz.

 

Ama artık sadece Türkiye’de değil bence dünyada da önemli liderlerden biri.

 

Sadece Türkiye’deki savaşı durdurmadı, Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun da büyük katkılarıyla, bütün bölgeye barış getirecek “açılımlar” yaptı.

 

Bir yandan Müslüman dünyada hayranlık toplayan bir “lider” olurken, bir yandan da Batı’nın fikirlerine önem verdiği, desteklediği bir yönetici oldu.

 

Dünya sahnesinin önemli liderlerinden biri artık.

 

Yakında Ermenistan kapısı da açılacak, yüz yıllık düşmanlık sona erecek, Suriye ile sınırı kaldırdık bile, Kürdistan’la iki sınır kapısı açılacak, Türkiye enerji hatlarının geçiş yolu olacak.

 

Bunları yapan adam tarihe geçer, Erdoğan da geçecek.

 

Bütün tarihî liderler gibi o da tarihe kendi adını kendi elleriyle, risk alarak yazdı.

 

Hak ettiği alkış belki hemen patlamayacak ama bir iki yıl sonra bu barışın etkisini herkes hissetmeye başladığında alkışlar daha da kuvvetlenecek.

 

Erdoğan, Türkiye’yi en kritik noktadan geçirip, çok doğru kararlarla “barışla” buluştururken, bu gelişime çok yardımcı olan bir başka liderin de hakkını vermemiz gerekir.

 

DTP Başkanı Ahmet Türk, konuşmalarıyla, sözleriyle, barışı bütün samimiyetiyle isteyen gerçekliğiyle, sorunların çözümüne baş koymasıyla, ucuz ve kolay alkışlara gönül indirmemesiyle, “gerçek liderlerin” kalitesini ortaya koydu.

 

Ahmet Türk’ün yerinde “tribün alkışına” önem veren gösterişçi politikacılardan biri olsaydı, Türkiye, Erdoğan’ın bütün kararlılığına rağmen barışa ulaşmakta çok zorlanırdı.

 

Türkiye, Erdoğan’a olduğu kadar Türk’e de teşekkür borçlu bence.

 

Bu ülke, yakın tarihinin en büyük gelişmesini yaşarken, savaş biterken, çocukların hayatı kurtulurken, Güneydoğu yaşadığı o korkunç 25 yılı geride bıraktığı için sevinirken, Batı bölgelerindeki Türklerde bir “burukluk” var gibi gözüküyor.

 

Gazeteler bile bu “barışı” mümkün olduğunca küçümsemeye çalışıyor.

 

Batı’daki Türkler, “barışın” anlamını kavrayamamış gibi gözüküyorlar.

 

Bunun birinci nedeni, savaşın “uzaklarda” gerçekleşmesi, insanların sokaklarda, kırlarda, mahzenlerde, taburlarda öldürüldüğü coğrafyanın kendisine çok uzak olması...

 

İkinci nedeni ise yirmi beş yıllık savaş sırasında “barışın” nasıl bir şey olduğunu unutması.

 

Türkler, “barışı” değil, yirmi beş yıl boyunca medyanın kendilerine “bebek katili bölücü çılgınlar” olarak tanıttığı PKK’lıların “yok edilmelerini” istiyordu sanırım.

 

PKK, öldürmekle bitecek bir örgüt değildi çünkü medyanın tanıttığı gibi bir “terör” örgütü değildi, PKK, çok acı çekmiş bir toplumun öfkesiydi.

 

O öfkeyi dindirmeden, sadece insanları öldürerek PKK’yı “yok edemezdiniz”, öldükçe yenileri çıkardı ve çıktı.

 

Bu ülke, binlerce insanını ve yüzlerce milyar dolarını bu savaşa gömdü, şimdi insanlarımızın enerjisini ve savaşa giden paraları yeniden hayata katacağız.

 

Kısa zamanda bunun etkilerini hayatımızda hissedeceğiz.

 

Ayrıca, bu savaşın bitmesi Türkiye’yi hem kendi bölgesinde hem de dünyada “en önemli, en saygıdeğer” ülkelerden biri yapacak.

 

Geçmişin intikamına takılıp kalmak insanı geçmişe gömer, geleceği unutturur.

 

Halbuki, yaşanacak zaman gelecekte bekliyor bizi.

 

Hiç kimsenin kazanamayacağı bir savaşı geride bırakıp, herkesin kazanabileceği bir barışı ele geçirme başarısını gösterdik.

 

Bu çok büyük bir başarı.

 

Herkes “öldürebilir” ama sadece çok güçlüler “yaşatabilir”.

 

Şimdi hep birlikte çok güçlüyüz.

 

Mutlu ve zengin de olacağız.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Bu bizim kırmızı noktalı kitap yazan Ahmet değil mi ya? Sudaki İz'i Türkiye gibi bir laik ülkede üstelik aşırı koyu kırmızı noktalı olduğundan yasaklanmıştı hani.ÜStelik meclis kararıyla, Cumhuriyet tarihnde bir ilkti meclis kararıyla yasaklama.

Zira kitapları erotiği aşıp sof-pornografiğe giriyormuş.Bir aralar Patronun gazetedeydi.Sağık kutguları bırakıp koyu solcu bir yazı yazınca Patron milli devletle tokuşmamak için bunu atmıştı.

Sonra parasız kaldı bu abi.Biri yardım etmiş kim bilmem.Taraf diye bir çıktı çıkarmağa başladı.

Bayağı dindar, muhafazakar, islam hukukuna uygun yazılar var gazetesinde, bkz: http://www.taraf.com.tr/makale/7542.htm

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...

×
×
  • Create New...