Ahşap Konak (Eser İncelemesi)

AHŞAP KONAK

“Düşürüldü kitabım işlemeli rafından,
Ceylandan doğma çakal nesiller tarafından…”[*]

Ahşap konak, bir devrin rengini, çizgisini ve ruhunu taşımaktadır. Her bir katı başka âlem olan konağın içinde ise 3 farklı neslin rengiyle, çizgisiyle, ruhuyla, haliyle, tavrıyla birlikte numuneleri yaşamaktadır. Aslında yaşamaktan çok çatışmaktadır. Müşahhas ve mücerret olarak en üst katta oturanlar din, iman, ahlak çizgisinde yaşayanlar ve ruhlarının remzi olan bir levha; orta kat güvercinden karganın çıktığı, kumar ile morfin müptelası, mukallit, köprü nesil ve adi, zevksiz modern eşyaları; müşahhas ile mücerrette en altta olanlar ise kargadan çıyanların çıktığı, şuursuz, çapsız, dinsiz, şahsiyetsiz, hodbin neslin mümessilleridir. ( Üstad 1983’de kendisi ile yapılan bir röportajda, devrin iyice soysuzlaşan nesli için, bu üç kata onları temsilen bodrum katını da eklemenin lazım geldiğini söylemiştir. ) İçi dışı mamur insandan, her cephesi viraneye dönüşmüş nesillere uzanan tarih çizgisi, Türkün ruh köküne düşman binlerce elin o ruha musallat olmasıyla, mütecaviz muamelelerin talan ettiği memlekette vara vara bir kerteye varmış ve o kertenin ruhu o konakta tecessüm etmiştir. Devrimbaz kodamanların sarhoş olunca farkına bile varmadan içki şişelerini devirmeleri gibi, mukallitçilik sarhoşluğu içindeki bu güruh her türlü manevî, ahlakî, ruhî temeli devirmiş ve iman nesline düşman olan öz evlatların, torunların yetişmesine zemin hazırlamışlardır. İşte bu birbirine zıt 2 kutbun birlikte yaşamaya mecbur oldukları ev ve daha geniş boyutuyla koca bir cemiyet.

“Bir çözülüş, bir kopuş, cinnet üstü bir buhran,
Eseri devrimlerin, şeytan bu hale hayran”[*]

Et ve tırnak gibi muttasıl olması gereken ruh ve iman birbirinden çözülünce, nesiller arası çözülüş ve kopuş da vuku bulmuş, cinnetin, buhranın hüküm sürdüğü bir aile ve cemiyet hayatı başlamıştır. Yeni nesli dehşetler içinde takip eden 75’lik Recai, sorunun kökenini bilmekte, her çarpıklığın tahlilini yapmakta, çilesiz, fikirsiz kafalar tarafından anlaşılamayacağını bilse de tenkitlerini savurmaktadır. Bu bataklığın içinde en büyük mesnedi, yaveri, yoldaşı, gönüldaşı ve umudu, cinsinin çürüğünü görebilecek sağlam öz’e malik olan torunu Yüksel’dir. Yüksel, bu sefil, rezil, şeni, münkir bahçede boy attığı halde varlığının, hayatının muhasebesini yapabilecek, yeni iman gençliğinin ilk basamağı olabilecek tıynettedir.

Kitaptaki olay örgüsü, Yüksel’in, tahsilini sürdürmekte olduğu akademinin mimarî şubesinde kendisine imtihan vazifesi olarak verilen bir ahşap konak maketi üzerinde nesilleri tahlil eden fikir akışı ile başlar. Gayri insani bir yaşamın içindeki ilk katın karakterlerinden olan şair ve futbolcu, cemiyete yayılan sığ ve basit sanat anlayışı ile sadece iptidai bir spor heyecanı duymak için patates yığınları gibi stadyumlara yığılan ruhsuz, fikirsiz, çilesiz insan kümelerinin; kardeşi olan Aysel ve arkadaşları da cinsi yönünü öne çıkarmanın ötesine geçemeyen, kadınlık özünü bilmeyen, anlamayan ve kalıpta, satıhta kalan kadının birer mümessilidirler. Yüksel bu köstebek hayatın tahlilini yapabilmiş ve böylece neslinin tereddisini, tefessüh eden yapısını tenkid edebilecek, onlardan tiksinecek ve kendini hakikate ulaştıracak olan yolu görebilecek seviyeye, mertebeye, basamağa gelebilmiş-çıkabilmiştir.

“ Eczane, ama hangi rafta şişede
İslam ki, tek ilaçtır, örümcekli köşede.” [*]

Yüksel’in bir vesile ile tanıştığı, öğütleri sayesinde kendine gelerek ahlak, iman, terbiye, ideal peşine düştüğü ve İslam nuru taşıyan kızına tutulduğu Eyüp Sultan’daki aktar ona: “ Allah’ı tanı, gerçek Müslüman ol, kurtul.” demiştir. Yüksel, ölüden doğanlar ile ölü doğanlar arasında sıkışıp kalmayacak, kaybolup gitmeyecek, büyükbabasından aldığı ruh ipliğini kendi hayatının örgüsüne katıştıracaktır. Bütün bu çalkalanmaların, kaynamaların, fokurdamaların haznesi olan Ahşap Konak, yüklüce miktar para veren bir Amerikalıya satılmak istenmektedir. Orta nesilden Belkıs ve genç nesilden Aysel’in arasında gidip gelen, iki kadını da elinde oynatan ahlaksızlık, kokuşmuşluk, yalancılık, rezillik, imansızlık timsali Tekin de bu işin elebaşıdır. Recai tüm ruhuyla bağlı olduğu, her noktasına anılarının sindiği konağın satılmasına karşı çıkmaktadır. ( “Bak Yüksel! Elli yıldır bu konağın içindeyim. Elli yıldır açık havalarda, güneşin, bu vakitler duvara çizdiği şekilleri seyreder dururum. Her gün elifi elifine aynı çizgiler” Recai’nin dilinden dökülen bu sözler Üstadın hayatındaki hassas bir ruhî noktayı hatırlatır bize. Üstad da küçükken, odasının tavan köşesine doğru bir noktada can çekişen günün son ışıklarına bakıp hıçkıra hıçkıra, katıla katıla ağlama isteğinden bahsetmiştir. [**] )

Tekin, seciyesine ve şenaatine uygun olarak tapunun üzerine kayıtlı olduğu 69’luk Hacer’in, kızı Belkıs tarafından öldürülmesini ister. Bomboş, sefil, sığ bir mahlûk olan ve her şeyiyle kendini Tekin’e teslim eden Belkıs, kısa süren bir direnmenin ardından anne katili olmayı kabul edecek ancak beklenmedik olayların yaşanmasının ardından plan vuku bulamayacaktır.

“Meyveler cevherini gömer de kabuğuna;
İnsan, kadını soyar başından topuğuna.” [*]

İlerleyen sayfalarda Batı taklitçiliğinin ne boyutta olduğunu resmeden bir tablo karşımıza çıkar. Recai, torununun arkadaşlarından olan bir genç kıza sorar: Eğer kadını yalnız gözleriyle burnu ve ağzı meydanda, kundaktaki çocuk gibi dolaklara saran bir moda gelseydi Amerika’dan, kabullenir miydin? Aldığı cevap: Tabii kabul ederdim; moda olsun da… ( Üstadın zamanında Batı taklitçisi bir kadına aynı mealde sorduğu sorudan ve aldığı cevaptan oluşan hadise, kitabın olay örgüsüne yerleştirilmiştir.) Recai’nin ve Yüksel’in konağa gelen diğer gençleri tenkid etmesi esnasında cemiyetteki birçok yaraya da parmak basılmaktadır. Yeni neslin basit ve sığ şiir anlayışından (Yeni yazdığı bir mide gurultusu şiirini okuyan genç şaire Yüksel tenkidini yaptıktan sonra, Aysel söylenenleri beğenmeyerek- sen yeni şiirden ne anlarsın, koyuna ısırgan dururken karanfil koklatabilir misin- der. Yüksel de: -asıl senin gibi ineğe deve dikeni yerine orkideden bahsedebilir misin, der ve şair Pindaros’un :”Meğer bütün bir ömür katırlara saman yerine çiçek sunmuşum!” sözüyle eleştirisini yaptığı zihniyete tenkid okları saplanır.), Batının hayvani yönünün hiç düşünmeden taklit edilmesine, betonlaşan, şahsiyetsizleşen, çirkinleşen şehirden gençliğin ‘gürültülü’ eğlence ihtiyacına, din ile alay etmeyi marifet sayan anlayıştan, bugün yaşananları yeni, geçmişte kalanları eski olarak nitelendiren, asıl yeninin, hiç eskimeyen yeninin muhasebesini yapmaktan yoksun çilesiz, fikirsiz kafalara kadar uzanan bir tenkid ve tahlil ağı kitaba yayılmıştır.

“Ruhu, çürük diş gibi sökmesinden ötürü;
Memeli hayvan soyu, şimdiki insan türü…”[*]

Kitabın sonlarına doğru Recai’nin yaptığı iç muhasebe dikkate şayandır. “Onların bu kadar azması işte bizim bu halimiz yüzünden… Bizim hastalık çapında vericiliğimiz olmasaydı, onlar bu kadar azabilir miydi? “ Vuku bulan birçok rezaletten sonra artık Recai, Hacer ve Yüksel konaktan ayrılmak isterler-mecburiyetinde kalırlar. Giderken yanlarında götürmedikleri levhayı almak için konağa gelen Recai, kanını donduracak, gözünü döndürecek, bardağı taşıracak, aklını başından alacak bir faciayı öğrenir. Konağı, içindekiler ile birlikte yakmaya karar verir. Kendisi de içindeyken evi ateşe verir. Evdeki maketini almaya gelen Yüksel’e levhayı pencereden atar. Emanet emin ellerdedir. Gözü arkada kalmadan ölüme gidebilir. Yeni kurulacak ve içi iman dolu bir çatının ruhu olacaktır artık o levha.

Üstadın bu eseri; Tanzimat’tan beri kabuk değiştirmeye çalışan, yenisini bir türlü tutturamadığı için yangınlar içinde tutuşan ve çözümü küfür içindeki Batı’nın hayat biçiminin mukallitliğinde bulan ve o günden bu güne bu mukallitlik sonucu yozlaşan imansız ruhların ne türlü rezaletlere düşüp her iki dünyalarını da tarumar ettiklerini, İslam’a sarılmadan hiçbir ferdi ve içtimai sorunun çözülemeyeceğini, bin bir türlü bozukluğun içinde dahi davaya sahip çıkan, İslam’a, ahlaka, imana göre yaşamayı en büyük saadet bilen nesillerin yetişeceğini ve ruh kökümüzden kopmakla ne kadar zavallı, mülevves, rezil rüsva duruma düşüşümüzün iyice idrakine vardırıcı; iyiye, güzele, imana, hakka, nura doğru yol arayan nesil için, soysuzlaşan cemiyetin ve bu ahvalin tarihçesinin muhasebesini yapma konusunda başlangıç noktası olabilecek ve bu neslin; milletinin, devletinin, milli ve mukaddes değerlerinin alçaltılıp zelil düşürülmesine seyirci kalmayıp, sorumluluk şuurunu harekete geçiren dinamizmin kaynağını teşkil edecek keyfiyettedir.

* Öfke ve Hiciv
** O ve Ben

Üstad Sınıfı / Reyhan

Share

You may also like...

1 Response

  1. Recep YALÇIN dedi ki:

    tebrikler. eseri çok güzel tahlil etmişsiniz. üstad’ ın tiyatrolarının bende yeri çok ayrıdır. teşekkür ederim.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.