Gençlik Ve Üniversite

GENÇLİK VE ÜNİVERSİTE

Yeniçeri ruhunun, 1960 gece baskını hareketinden sonra yol bulduğu en korkunç sirayet sahası üniversite olmuştur.

Dâvaya, kısa bir tarih ve hâl muhasebesiyle girmeliyiz:

Tarihimiz boyunca geçirdiğimiz nâzik safhalar ve ölüm-dirim merhaleleri arasında bugünkü kadar tehlikelisi, cana kıyıcı bir mâna taşıyanı görülmemiştir. Ne Tanzimat sonrası “Hasta Adam” çığrı, ne Birinci Dünya Savaşını takip edici tasfiye geçidi, ne de ikinci Cihan Harbindeki ruhî ve iktisadî çöküş hengâmesi, ne birşey…

Bugün, ortada, bizi dışarıdan toslayan veya zoru altında kıvrandıran hiçbir müessir yokken, topyekûn geçmişin top-yekûn hesap gününe çatmış gibi bir hâl içindeyiz. Yanıp kül olmuş, fakat şeklini kaybetmemiş, bir anda dağılarak havada savrulması için de en küçük rüzgârın kâfi geleceği bir maddeyi andırıyor halimiz.

Tam ifadesini Tanzimatta bulan, o günden bu yana da devre devre gelişen iç çöküşümüz, madde âleminde kurtarılmış bir istiklâl rivayet ve tesellisinden sonra, ruh planında baş döndürücü bir uçurum derinliği kaydetti ve kansız hastanın pudra ve düzgünle sıhhatlendirilmesi gibi, hep madde süsleri altında gizlenmek istendi, ikinci Cihan harbine kadar fazla göze batmayan bu hâl, Tanzimattan tam bir asır sonra. 1939’dan ileriye, İkinci Cihan Harbi içinde ve ötesinde açıkça su yüzüne ve deri üstüne çıkmaya başlamış, Demokrat Parti iktidarı boyunca birtakım köksüz madde imârlariyle maskelenme ve galvanizlenmesine rağmen büsbütün azmış hatta doğrudan doğruya mâhud iktidara ait bir sorumluluk belirtmezken asıl sorumluların kendi günahlarını bu iktidarda göstermeleri neticesinde, bir de, gece baskınından ibaret, fikirsiz ihtilâle zemin açmıştır. Neden davacı olduğunu bilmeyen ve marazı öz köklerine kadar ulaştıramayan fikirsiz ihtilâl, günahın aslî sahipleri hesabına çalıştığından habersiz, arızî temsilcilerini suçlamak gibi bir abes içinde, mevcut sahte muvazeneyi allak bullak edince bütün iç yaralar patlak vermiş ve açılan rahnelerden sosyalizma züppeliği altında komünizma tahrikçiliği, her türlü iman ve nizam düşmanlığı, korkunç bir güvensizlik ve şüphecilik, misilsiz bir hayvanlık ve şehevüik, efsanelerde bulunmaz bir çıkarcılık ve suistimâlcilik, bütün mafsal noktalarından kopuculuk ve bölünücülük, topyekûn içtimaî dertlere ve meselelere sırt çevirmiş ve yalnız satış kaygısına bağlı bir gazetecilik, hastanın başı etrafındaki sinekler gibi, dava dışı ve sadece günübirlik ihtiras hesaplarından anlar bir particilik, nihayet herşeyi ve her şüpheyi kapayıcı veba salgını çapında bir ahlâksızlık, birbiri peşinden sökün edip cemiyet meydanına dökülmüştür.

İhtilâlin deştiği bumbardan akan şeyler.

Bu gelen şey, gizli bunalımı “vur patlasın, çal oynasın!” ruhiyatında arayan bir nevi Hippi adam; ve tenasül âleti hizasına kadar kaldırılmış mini – etek şeklindedir; ve artık (Agora) dedikleri cemiyet meydanında bütün mânevi müeyyidelerin iflâsa gittiğinden, ruhî bağların lif lif çürüyüp döküldüğünden ve kâbuslarda rastlanmaz bir (anarşi)ye yol açıldığından habersizdir.

Bu hâlin müşahhas planda en canhıraş tesir meydanı da üniversitelerimiz….

Üniversitelerimiz, 130 yıldan beri murakabesiz gelişen ve genç adamın ruhunu boş bırakışımızın irtiaş, ihtilâç ve ihtilâl sahası olmuştur bugün…

İlk defa, “Büyük” sıfatlı sahte kahraman Mustafa Reşid Paşa’nın “Darülfünun” ismiyle Ayasofya Camii meydanına dikmeye çalıştığı ve binasından hocasına, kitabından talebesine kadar uzun süre hiçbir unsurunu bulamadığı üniversite, 130 yıllık hayatı ve hele son yarım ve bilhassa çeyrek asırlık, kemiyet hamaratlıklarına rağmen keyfiyette namütenahi düşük ve yüzdeyüz sukut haliyle, devrimler boyu bir türlü olmayışımızın ve nihayet son buhran ve patlak verme noktasına varıp çatışımızın sembolü olmuştur bugün…

Aşk ve san’at devrine ait örnekleriyle büyük İslâmî dâva kültürünün muhteşem yatağı medreseleri ışıldatan, alınları ilim, fikir, eser çilesiyle nurlu hocalara karşılık bugünün bir nevi ve bir sınıf profesörü her türlü nefs muhasebesinden yoksun esersiz, fikirsiz, imansız, üstelik herhangi bir zor veya menfaat karşısında ilim ve hakikat kıyıcısı, zalim ve engizitör hüviyetindendir; ve bu zalim engizitörün, ilim ve hakikat namusunda kız talebesinin ırzına kadar tasallut edemeyeceği hiçbir aziz varlık mevcut değildir.

Bugün, müsbet ve menfi elektrik kutupları halinde, gençliğin, sağ ve sol isimli iki kampa ayrılmış olduğu besbelli değil midir? İşte bu gençlik, her iki kutbiyle, bu tip profesörü mekân teşkil eden sözde ilim ocağının ders, kitap, program, öğretim sistemi, yetiştirme metodu, imtihan ve takdir ölçüsü her noktasına itimadını kaybetmiş ve onlardan ayrı olarak yine bu tip profesörlere bağlı hiç bir gençlik sınıfı kalmamıştır.

Ya nerede, zehirli Halk Partisi ikliminin ve niyet kuşu puslasından daha fakir 6 ok ideolocya taslağının bir zamanlar zorla türetmeğe çalıştığı ilkeci, ülkücü, tek kelimeyle devrimci ve ilerici gençlik?..

Onların sesi çıkmamaktadır, zira onlar da sezmiş bulunmaktadır ki, kendilerine hazmî ve tenasülî cihazlarını tatmin etme yolundan başka hiçbir şey vermeyen ve dimağî – ruhî cihaz ufuklarını tiyatro perdeleri gibi devşirip genç adamın gözleri önünden kaldıran rejim asıl mânâsını, işte bizzat ve bilfiil yetiştirdiği bu tip profesörde tecelli ettirmiş olarak 1960 – 70 Türkiyesinde müthiş bir iflâs ilan etmekte, onun hokkabaz (prosede)lerinden ibaret oyunları artık yutulmaz hâle gelmiş ve meydan dava sahiplerine kalmış bulunmaktadır.

İslâm veya komünizma!!!

(Şekspir)in:

“-Olmak mı olmamak mı; işte bütün mesele…”

Ölçüsüne eş, biri hayat, öbürü ölümün iki gerçek sistemi olan bu ikiden birine kalmıştır dünyamız.. Fakat herhalde başıboşluk ve sahte teselliler işportacılığına değil!..

Büyük hesap da bu iki kutup arasında görülecek ve mekke fethinde putlar devrilirken:

“-Hak geldi ve bâtıl gitti!”

Hikmeti, yalnız bu iki kutup arasındaki nihaî imtihandan doğacaktır.

Hâlimiz ve bu arada üniversitelerimiz, bu aziz vatanı, güneşin doğuşuyle batışı arasında küçük hükümetçilik ve gününü gün etme siyasetiyle ve basit madde ıslâhlariyle değil, ruh kökümüze yapışıcı dev hamlelerle kurtarma borcuna karşı bir ölüm-dirim anı yaşadığımızı ilân ediyor.

Uykusu kaçanlar kıvranırken siz uyuyunuz efendiler!..

Fransızlarca büyük tanınmış bir adamın şöyle bir sözü vardır:

-Eğer hemen değilse ne vakit???

Her sonsuz hikmet gibi bu sözün hakikati bir İslâm büyüğündedir:

-Gafil halk yorgun ve bezgin, bir lâf eder: Yarın gelse de bir iş işlesem!.. Bilmez ki, bugün dünkü günün yarınıdır. Bugün ne işlemiştir ki, yarın ne işleye?..

Fert, sınıf, cemiyet ve vatan halinde, başlarımızın üzerinden güneşler doğup batıyor. Ve biz, topyekûn nefslerimize 24 saatlik mühlet bahşetmiş müteselli varlıklar, “Bugün peşin, yarın veresiye…” düsturunu, “Bugün veresiye, yarın peşin!..” tarzında tepelerimize asmış ve yan gelmiş, oturuyoruz! Evet, tepelerimizde güneşler doğup batıyor ve zamanın inkılâpları, doğru başlanmış bir cümleyi daha tamamlamadan yanlış hale getirecek bir hızla akıp gidiyor! Duymuyor ve aldırmıyoruz! Peşin aksuatanın günü bizce bugün değil, yarındır!..

İçtimaî bağların gevşediği, fertlerin yirmi dörder saatlik kısa gün hayatını yaşamağa başladığı hengâmelerdir ki, bu öldürücü ruh haleti her tarafta tüter. Ve insan, hayal meyal sezer gibi olduğu büyük içtimaî muhasebecilik memuriyeti üzerinde, tertiplemekle mükellef olduğu bilançoyu, her gün ertesi gün tamamlamak üzere bir gün ileriye atar, gider. Ve asırlar sonrası yarınlar gelir de, o 24 saat vadeli yarın gelmez.

Biz; günlerden bir gün, Allah’ın içimizde estirdiği deli rüzgârlar sonunda tüyleri diken diken olmuş, etrafına bir göz atar atmaz divâneye dönmüş rahat ve tesellisini kaçırmış, sırtına cemiyetin büyük manevî yükünü almış, uykularını kaybetmiş, 24 saatlik kısa gün kadrosunun cücelerince taşa ve tükrüğe boğulmuş, tımarhanelik mustaripler!.. Evet, evet; tıpkı tımarhanelik mustaripler gibi, kalabalıkların karşısına dikilmek, evlerin kapılarını çalmak, dükkânların kepenklerini vurmak, devlet ve cemiyet rehberlerinin yollarını kesmek, tiyatroda suflör ve kürsüde profesörün omuz başında durmak ve sadece bağırmak çağırmak, tepinmek istiyoruz!

Gençlik bahsi hangi davaya yol açmaz ki, gençliğimizin son ve en feci hortlaması şeklinde kaydettiğimiz bugünün bir sınıf gençliği vesilesiyle en mücerret ölçülere ve kök teşhislere el atmadan hüküm verebilelim…

Hüküm:

Bugünün bir sınıf gençliği, Deli İbrahim devrindekinden daha zaif bir hükümet, Kösem Sultan vezirlerinden daha boş profesörler ve Yedikule surlarını “Venedik Donanması yeni görsün de korksun ve topa tutmasın!” diye badana ettirme tedbirinden daha gülünç bir talim ve terbiye metodu yüzünden zorla Yeniçerileştirilmiştir. Ve bu gençliği, başta mesnetsiz devrim yalanı olmak üzere bütün sahteliklerinden temizlemedikçe ve ona gerçek ruh gıdasını vermedikçe kurtarmanın ve inzibat altına almanın imkânı yoktur.

Komünizma bu yarayı gördüğü ve bu hali bildiği için vaziyeti korkunç ve son derece verimli bir fidelik halinde istismar etmekte, müflis devrim hikâyesine karşı ruh gıdası olmak üzere kendisini ileriye sürmekte ve şimdilik yalnız Yeniçeriliği körüklemektedir. En büyük korkusunu da, ne demokrasi, ne liberalizma, ne ilericilik ve devrimcilik martavalı, sadece derin ve gerçek İslâmiyet temsilcisi yepyeni bir gençlik sınıfına karşı duymaktadır.

Bu yepyeni gençlik sınıfı da, üniversiteyi saran şartlardan duyduğu ıstırap, komünistlerinkinden büyük olduğu halde, o çürümüş müessiseyi solculara karşı korumaya mecbur olmak gibi bir bedbahtlık içinde kıvranmakta. Komünizma, insan ve cemiyeti yokluğa ve “Basübâdelmevt”siz bir ölüme götürse de yine bir sistemdir ve mutlaka bilinmesi lazımdır ki, bir sistemin karşısına üstün ve gerçek bir hayat sistemiyle çıkmadan onu körleştirmenin, kösteklemenin çaresi yoktur. Bu üstün ve gerçek hayat sistemi de, 6 ok gibi gülünç ideolocya reçeteleri bir tarafa, İslâmiyetten başka bir şey olmaz.

Komünizma, dönmüş dolaşmış, nihayet bütün ümit ve taktiğini, tarihi yaramız Yeniçeri ruhunu hortlatmakta bulmuştur.

Dünün Yeniçerisi, sahte tarafından şeriate dayanmış görünüyor, iç ve dış fesatçılar tarafından bu yolda teşvik görüyordu. Bugünün Yeniçerisi de günün ve devrimlerin modası olan küfre ve din hakaretine dayanmış bulunuyor. Bu davada da, Yahudi, Mason, dönme, kozmopolit ve her türlü Türk düşmanı emperyalist, birlik halinde…

Beş asırdır bir türlü kaldırılamayan Yeniçeriliğin köküne kibrit suyu dökmek için tek çare olarak Mareşal Fevzi Çakmak’a verdiğim şu cevabı hatırlıyorum: – Nasıl çivi çiviyi sökerse, Yeniçeriliği kökünden bozmak için de, bir kerecik Yeniçeri olmaktan başka çare yoktur. Fakat imân, ahlak, fikir ve adalet sahibi bir Yeniçeri…

(Yeniçeri, Büyük Doğu Yayınları)

Share

You may also like...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.