Parmaksız Salih’e Dair

PARMAKSIZ SALİH’E DAİR

Arılara, eğer ballarının izahı rolü verilseydi, bu herhalde balın lezzetinden düşürücü bir iş olurdu. Ama muharrir öyle midir? Onda hem, ne yaptıgını bilmeden çalışan arı; hem de ne yaptığını bilmek ihtiyacında olan insan vardır. O halde sanatkar, hem bal verecek hem de sırasına ve işine göre, ne yapmak istediğinin izahla mükellef olacaktır. Fakat dedim ya; muharrire asıl sanat hummasının dilsiz hüviyetini yaşatan arı cephesi hareketlendikçe, şuur ve fenni tarafı biraz çenesini kilitlemek ihtiyacına düşüyor. O zaman da, muharrire hakim olan sükuti edadan şöyle bi hitap tütüyor:
“Ben ne anlatayım? Siz tadın anlayın!”

“Nam-ı diğer Parmaksız Salih” benim altıncı tiyatro eserimdir. Yedincisi ve sekizincisi de var ama, onlar tamam sayılmaz, biri, 1 perdelik “Siyah Pelerinli Adam”, öbürü de “Sır” isimli, yarım kalmış, daha doğrusu yarım bıraktırılmış ve başıma bir takım belalar açar gibi olmuş bir piyestir. Evet, bu defaki, Tohum, Bir Adam Yaratmak, Sabır Taşı, Künye ve Para’dan sonra altıncı eserim… Şehir tiyatrosunda temsil edilen eserlerimin de dördüncüsü… Bu eserde, en canhıraş sebebleri ve neticeleriyle kumarı göstermek istedim. (Vis) ve günahların en müthişi olan ve şimal kutbundan cenup kutbuna, güneşin doğduğu her noktadan battığı her noktaya kadar bütün yeryüzünü saran, yakıcı, kavurucu, kül edici ihtiras… Dünyada hiçbir kitabın satışı, 52 sahifelik iskambil kağıdı desteleri kadar olabilir mi? Hele memleketimizde, Tekel idaresinin her sene bunlardan bir milyon tane sattığını, bunlardan herbirinin de artık sayfaları pörsüyüp eskiyinceye kadar en aşağı bin kere okunduğunu düşünürseniz, kavrarsınız ki, iskambil kağıdı isimli şeytani kitap, yalnız bizde, her yıl bir milyar defa elden geçirilmektedir. İşte, eserimde ana unsur diye ele aldıgım müthiş salgının kemmiyet mikyası!… Ya keyfiyeti? Piyeste, kahramanımız, onu şöyle anlatıyor:

“Doktoru ve ilacı olmayan hastalık!…”

Eserde herşeyi bu ani unsur etrafında vererek, en kuvvetli müessir ve saiklere bağlı bir hayat entrikası tertiplemeye ve bu tertip içinde meydana çıkması beklenen müstesna bir ruh tecellisine çalıştım. Asıl kıymet hükmünü bu iki noktadan bekleyen eserim hakkında bir değer ölçüsü koymak selahiyetine ne ben malikim, ne de şu veya bu, “bilirkişi” tanınmış efendi, bay… O selahiyete, binlerce ve onbinlerce göz büyüklüğünde ve gökler kadar derin tek bir gözden başka kimseyi sahip tanımıyorum: seyirci…

” Nam-ı diğer Parmaksız Salih” de, benim ” milli” ve “mahalli” den anladığım herşeyin tam mevcut olduğuna kaniim. Yerli renkler, muhitler, ocaklar; ve elle tutulacak, hatta her akşam tiyatroda ve seyirciler arasında benzerlerine rast gelinecek kadar hakiki ve tabii şahıslar… Benim, “milli” ve “mahalli” den anladığım da, bütün bir tahassüs, eda ve üslup hususiliği vermek bakımından, budur.

Ondan sonra eserimde, “milli” üstü bir “insani” cepheyi esas tutmak kaygısından hiç vazgeçmedim. Haddehaneli Salih, nam-ı diğer Parmaksız Salih, bir Çinli, bir Amerikalı, bir Patagonyalı olabilir.

Daha sonra eserde ifadelendirmek istediğim tek ve tam dava, binbir tezad ve binbir zıd kader cereyanı içinde hakiki fışkırışını bulamamış ve hatta kötülük baskısı altında uyuşmuş bir ruhun, en büyük saike kavuşur kavuşmaz birden şahlanışı; ve tam 55 yıl bilmeden hasret çektiği ve daima istekli yaşadığı ulvi aksiyona şiddetle atılışıdır.
Ben de, ruh tecellisini, derin irfan ve fikir sahibi bir münevverde arayacağıma, inadına, yarım yamalak okumuş, efendi ile serseri arasında muallakta kalmış, tecellisini kendince merd külhanbeylikte ulmuş, laf palavrası ukalalık afetinden uzak bir tip üzerinde aramayı tercih ettim. Ve ruh maktalarını çok zengin ve çeşitli telakki ettiğim bu tipe erkekliğin en derin ve girift akidesi olan “babayı”, en ileri babalık fedakarlığını yüklemeye kalktım.

Bu arada ve yüzüğün ana taşı mevkiindeki kahramanımızın etrafında, daha birçok iyilik ve kötülük örneği var… Onları da bütün insanlık çevresi ile beraber cemiyetimizde ve aramızda kolaylıkla teşhis edilebilir; böylece kumarın insanı nereye kadar düşürdüğünden, hangi kötülük saiklerine ve iyilik aksülamellerine kadar yol açtığını görebilirsiniz. Kumarın emzirdiği ve beslediği ahlaksızlık bünyeleriyle, belirmesine vesile verdiği fazilet şahlanışları, bu eserde teker teker örnekleştirilmek istenmiştir.

Şimdi ağzımdan garip bir söz kaçıracağım! Eserimi kumar hakkında bu zamana kadar yazılmış bütün eserlerle mukayese etmeden söylüyorum: Dünyada (dostoyevski) den itibaren, bu mevzuda yazılmış nice piyes ve roman okudum. Fakat hiçbirinin, kumar ejderhasını tam yakalayıp sımsıkı çevreleyebilmiş olduğuna inanamadım. Aman, sakın ” işte buna ben muvaffak oldum!” dediğimi sanmayınız. Demek istediğim şu ki, bir türlü yazılamayan , dibine ulaşılamayan ve daima satıhlarında dolaşılan bu cehennem ikliminin , bu aciz eserimle ben de derinlğine dalamamış bulunuyorum ama, dalınması gereken bir derinliği oldugunu ve o mıntıkanın bakir kaldığını haber vermek cesaretini gösterebiliyorum, gerisi, davanın başı ve sonu, ilk ve son söz, burada değil, orada; sahnede…

N-F-K /1948

(Konuşmalar, Büyük Doğu Yayınları, 3. baskı / s. 50-51-52-53)

Share

You may also like...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.