Pascal

PASCAL

Varlık yokluk hakkında meşhur bir sözü var (Dekart)ın: “Mademki düşünüyorum, öyleyse varım!”

Buna bir nev’i tahkikçi iman yolu da diyebiliriz.

(Dekart)ın yanı başında, bütün Batının en büyük kafa telâkki ettiği (Paskal) vardır. Birbiri ile yanyana dururlar. Ve birbirlerini idrak etmişlerdir. (Paskal) üzerinde biraz duracağız. Bu adam evvelâ zekânın insanı tahrip edecek kadar üstün inkişafını ifade etmiş bir idrak… Marazî zekâ… Dokuz yaşında riyazî kanunlar keşfetmiştir. Bugün hâlâ çürütülememiş birtakım münhanî (eğri) kanunları… Gitgide zekâyı ve sâf tefekkürü o hale getirmiş bir insan ki, artık zekânın kıymığı beynine batmıştır, aklın son merhalesinde… Büyük bir buhran geçirir. Size (Sokrat)tan bahsederken onun bir (vizyon) gördüğünü söylememiştim. (Sokrat)ın gözü önüne bir ışık gelirdi ve fikirlerini o ışıkla imtihan ederdi. Bir gece evinde buhran esnasında büyük bir ışık görüyor. (Sen Pol)a atfedilen rivayetler gibi bir şey… Ve kapanıyor yere… Hudutsuza kadar gitmiş aklın son hududunun kendi aczi olduğunu, gaibin aklını tırmaladığını görüyor ve (hani ölüm tehlikesi yazılı elektrik direkleri vardır ya, onun gibi) gaibin elektrik teline dokunan bir kademeye geliyor aklı; ve öyle bir cereyana kapılıyor ki, kendisinden geçiyor ve “artık akılla olmaz!” hükmünü veriyor.

Müthiş bir merhaleye varmış olan adam… Bu bakımdan o, bizim tasavvufumuzun kafa buhranı üzerinde birçok kaidelerine yaklaşan bir insandır. Bir insan rehbersiz kalırsa, tamamiyle itikatsiz, dayanıksız, mesnetsiz kalırsa, münhasır akılla nereye kadar gidebilir? Denebilir ki, (Paskal)ın gittiği yere kadar gidebilir. Ve insan orada mahvolur. (paskal) ondan sonra (Port Ruayal) isimli bir nev’i manastıra çekiliyor ve ömrü boyunca orada, kendince ibadet ve eser yazmakla uğraşıyor.

(Paskal)ın mücerret akılla vardığı son nokta şudur: “Bana Allah gerek; filozofların anladığı mânada değil, haberini peygamberlerin getirdiği Allah…” Ve başlıyor saymaya: “Hazret-i İbrahim, Hazret-i Musa, Hazret-i İsa’nın haber getirdiği…” Orada kalıyor zavallı… Oraya kadar gelir akıl, rehbersiz kalınca…

(Paskal) –tasavvufta, adem ve vücut bahsinde göreceksiniz- ademin, yokluğun –birçok insanı kül eden nokta budur- helâk ettiği ve tam varlığa geçmek üzereyken varlığın gerçek temsilcisini bulamamak yüzünden tekrar yuttuğu en büyük kafalardan bir tanesidir.

Belki bundan üstün bir buhranı derin müslüman İmam-ı Gazalî Hazretleri çekti ve o, ademden tam vücuda geçti. Onu tasavvuf bahsinde göreceğiz. Fakat o hem çıkış, hem varış noktasından üstün bir nasibe malikti. İnsanda derin bir acıdır bu… (Paskal) nev’inden hristiyanları görmek ve onları tam da iskeleye yanaşmışken tek adım daha atamamak yüzünden, son vapuru kaçırdıklarına şahit olmak… Bir tanesi de bunların, meşhur şair (Rembo)dur. 19. Asır fesefesinde göreceğiz. (Rembo) ve (Bodler)… (Rembo) mücerret fikri o hale getirmiştir ki, ilâhî azameti her noktada görür olmuştu. “En küçük bir teşbih yapsam çıldıracağım; o hale geldim” diye bir notu vardır. Bırakıyor edebiyatı, bir coğrafya cemiyetine âza oluyor, Afrika’ya geçiyor. Bir tek kelime mecaz, teşbih, istiâre kullanmadan kuru kuru raporlar veriyor. “Güneş battı, yağmur yağdı, şu oldu, bu oldu” gibi… Ve sonra otuzsekiz yaşlarında bir hastalığa tutuluyor, Marsilya’da ölüyor. Ölürken son sözü şudur: “Allah Kerim…” Aynen böyle… Zira Afrika’da araplarla teması olmuş, bu kadarını öğrenmiş… Evet, “Allah Kerim” deyip ölüyor. Bir sözü, var… Bu söz ayarında bir söze az rastladım ben hayatımda: “La vrais vie est apsante-Hakikî hayat nâmevcuttur!” Olmadı! (Apsante) nâmevcut demek değil… Olup da olmayan… Bütün bu hayatın (Rembo)ya verdiği his şudur: “Var” burada değil; burası, bir olanın işareti; ama o burada değil… (Paskal)ın da buna yakın bir sözü var. Pek basit, çok derin.. Sözdeki derinlik, tumturaklı olmaktan uzak olduğu, tabiîleştiği; kendi kendine içten geldiği vakit tecelli eder. Süslenen ve âlâyişli giyenen bir kadında olduğu gibi değil de, tabiî çizgileri içinde görünen bir kadın gibi…

(Paskal) diyor ki:

“-Nous mourrons seul-Yapayalnız ölürüz!”…

Bu basit sözün ruhundaki derinlik hudutsuz… Öleceğimiz anda saniye ve sâlise hesabiyle bütün insanlık bizimle beraber ölse yine her fert tek başına ve yapayalnız ölür. Bütün insanlığı bir havana doldursalar da bir darbede ezseler yine her unsur tek başına ve yapayalnız ölür. Bu büyük yalnızlığı Yunus Emre de ne güzel duymuş ve duyurmuştur:

Bir garip öldü diyeler,
Üç günden sonra duyalar,
Soğuk su ile yuyalar,
Şöyle garip benceleyin…

Yine Yunus’tan:

Meğer ki gökte yıldızım,
Ola garip benceleyin…

(Paskal) hakkında bir teşhisimiz daha var: Kaba aklı tahripte en üstün Batı fikircilerinden daha derin ve güçlü İmam-ı Gazalî Hazretleri müstesna, aklın, kumarda kâğıt çalarcasına hilelerini en iyi enseleyen (Paskal) diyor ki:

“Bir sözün gelişinden, gelişiminden, kazarâ araya sıkışan bir kelimeden, bir tertipleme zaafından mânalar çıkarıp ve sahte nispetler kurup mantık perendebazlığı yapanlar, bir binada tenazura uygun düşsün diye sahte pencere açanlara benzer.”

Evet; rastlamamışsınızdır: Bazı yapılarda böyle sahte pencereler vardır. Pencere şeklinde bir çerçeve; fakat içi tuğlayla örülü ve tıkalı… (paskal) yalancı mantığın sefaletini bu benzetişle ne güzel ixah ve (demagog) tipini bütün iç yüziyle ne hoş tespit ediyor! Aklı, kendi kendisini tahrip noktasına dek götüren, her şeyi ruhî seziş melekesine bağlayan, fakat peygamber rehberliğinden yoksun olduğu için “müntehâ” noktasına varamayan, beyninde koskocaman bir urla ölen (Paskal), o kadar yaklaştığı ruhî feyze avuç açamamış, çünkü gerçek din menbaını bulamamış olarak, akıl bîçareliğinin yaftacısı ve acıklı bir örneğidir.

(Batı Tefekkürü ve İslam Tasavvufu, Büyük Doğu Yayınları)

Share

You may also like...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.