Şiir Ve Şair

ŞİİR VE ŞAİR

Mevzu, büyük: Şiir ..

Necip Fazıl konuşmayı açtı. Düşüncelerini umumî hatlarıyle ve daima (imaj)larla süsleyip, fikirle beraber (artistik) idrak seviyesini kurcalayan tebliğî ve telkini bir planda anlatıyor:

-(Büyük Doğu), en mühim köşelerinden biri olan İdeolocya Örgülerinde bir gün kendi (poetik) davasını ele aldığı zaman her şey belli olacak!.. Şiir; en büyük davalarımıza bağlı en haşmetli meselelerimizden başlıcası!.. Fikir yüzüğümüzün merkezÎ taşlarından biri.. Şu var ki bu mesele, şu dakikada ( Büyük Doğu)nun, çobandan nazıra kadar her soydan anlayışa (alarm) düdükleriyle teşmil ettiği müstacel meseleler arasında gayet nazik, belki de mahrem bir hususiyet belirtiyor. Ehramın son taşı olmak, ziynetlerin ziyneti olmak, son netice düğümü olmak nezaket ve mahremiyeti.. Yani ehramın, bütün ruhi ve içtimai davalarımızla, henüz kaidesini bile bir “tesviye- i türabiye”ye kavuşturmadan zirve taşını nasıl ele alabiliriz? Evet, zirve de kaideyle sımsıkı bir münasebet içindedir ve kaideyi kendisine bağlı tuttuğu kadar kendisi de kaideye bağlıdır; ve her zaman ortaya atılmak iktidarındadır. Fakat ayni merkezden fışkıran nisbeten kaba davaların örgüsü henüz temelleştirilmeden, ancak son derece (elit) zümreler arasında konuşulabilir; sırlarını açabilmek için mutlaka “havas”a muhtaçtır; (Şanghay) kalabalıklarının değil, asaletlu ( mandaren)lerin mevzuudur. Bu asil kaygıyı başa alarak, bu en aziz ve girift mevzuu biraz mıncıklayabilir, zamansız da olsa biraz harcayabiliriz.

Bundan sonra Necip Fazıl, herhalde yıllar boyu kafatasının kimseciklere gösterilmeyen dört duvar içi buluşlarını ortaya dökmeğe, kendi tabiriyle zamansız harcamaya başladı:
Onca şiir, mücerret idrakin, üstün mücerret idrakin ta kendisidir. Şair de, böyle bir idrakin, Allah yapısı, fevkalade muğdil, alıcı ve verici cihazı.. Bu, (Aristo)dan beri herkesin tarifini aradığı, bin bir izah kalıbında dondurmaya çalıştığı, her donduruluşunda (cenini sâkıt)laşan esrarlı keyfiyet, Necip Fazıl’a göre, mutlak hakikatı aramak işidir. İlim de aynı şeyi arar; fakat polis gibi, silahlı ve üniformalı olarak, ökçelerinin üstüne küt küt basarak, caddelerden geçerek ve kapıları zorlayarak.. Şiirse mutlak hakikatı, hırsız gibi, gölgelere karışarak, bacalardan süzülerek, ayak uçlarına basarak, gizlenerek arar. İşte, akıl müessesiyle duygu müessesi arasındaki bu usûl farkıdır ki, şiirin büyük keyfiyetini sezdirmeğe doğru biricik (done), yeni tabirle (veri)dir.

Necip Fazıl burada, mutlak hakikatın, ilahi tecelli ve sıfat sırrının merkezi olduğunu ve üstün şairin sadece bu nokta üzerinde derinleşebilen insan demek olduğunu kaydetti ve dedi ki:

– Şimdi size, şaire ve şiire ait bir Hadis göstereyim. Burası ve ötesi bakımından küllî hakikatin bütün şubeleriyle en üstün ve meslekî sıfatların hepsinden münezzeh bayraktarları, Peygamberleredir. Bakınız Peygamberler Peygamberi, şair ve şiir hakkında ne diyor.. Yeryüzünde hiçbir mütefekkirin hiçbir (poetik) örgüsü, her mânada olduğu gibi, bu mânanın tırnağı bile olamaz. Bir İngilizin, (C.V. Gib)in, kitabının başında ilan ettiği Hadis’in meali:

“Allah’ın sır hazineleri Arş’ın altındadır ve anahtarları şairlere verilmiştir.”

(Edebiyat Mahkemeleri, Büyük Doğu Yayınları)

Share

You may also like...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.