trradomir 206 Report post Posted February 24, 2007 Edebiyatımızın en keskin kalemlerinden. Dili canına sebep olanlardan... Şimdilik tek bir şiirini atayım. Zamanla ansiklopedik malumatıyla, diğer şiirleriyle de destek çıkılır başlığa inş. Gürci hınzırı a samsun-ı muazzam a köpek Kande sen kande nigehbani-i alem a köpek Vay ol devlete kim ola mürebbisi anun Bir senin gibi deni cehl-i mücessem a köpek Ne gune kaldi meded devlet-i Al-i Osman Hey yazuk hey ne musibet bu ne matem aköpek Ne ihanetdür o sadra bu zamanda ki anun Olmaya sahibi bir Asaf-ı kerem a köpek Hidmet-i devlete sair vüzeradan göreler Bir fürumaye koca ayuyı akdem a köpek Bu mahlallerde ki Bagdadı ala şah-ı Acem Arz-ı rumu ede teshir Abaza hem a köpek Sattınız iki soysuz bir olup hanlığı Kimseyi etmedünüz bu işe mahrem a köpek Paymal eylediniz saltanatın ırzını hem Yok yere oldı telef ol kadar adem a köpek Hiç hanlık satılır mı hey edebsiz hain Tutalım olmamış ol fitne muazzam a köpek Sen kadar düşmen-i devlet mi olur a hınzır Ne turur saltanatun sahibi bilsem a köpek Ehl-i dil düşmeni din yoksulu bir melunsun Öldürürlerse eğer can-be-cehennem a köpek Böyle kalur mu soysuzlar elinde devlet noldu ya gayret-i şahenşeh-i azam a köpek Hak götürdü arabı gitti hele dünyadan Kim götürse akabince seni bilmem a köpek File nacar meger yükledeler tabutunu Çekemez cife-i murdarunu adem a köpek Filler de çekemezse ne acep laşeni kim Var mı bir sencileyin div-i mülahhem a köpek Sen soysuz eşek ol Kirli o... yaraşur Bindürüp sırtına teşhir edersem a köpek (Siham-ı Kaza'dan) Quote Share this post Link to post Share on other sites
cihat 28 Report post Posted February 24, 2007 Edebiyatımızın en büyük hiciv şairi. Oldukça cesur bir kalemi var. Ben bir şairin ustalığını O'nun hicivleriyle ölçüleceğine inanıyorum çünkü beslendiği haklı öfkesini sanatsal bir zemin üzerine kurmak her şaire nasip olmaz. Haklı öfkesinden bahsediyorum .Çünkü hicviyle ünlü Nef'i , övgüyü hakeden I.Ahmed'e minnettarlığını şu satırları ifade ediyordu; Hayradur niyeti her demde aceb mi olsa Böyle bir cami’-i hoş-tarh ü latife bani Habbeza ma’bed-i pür-feyz ü mukaddes ki bulur Anda bir secde kılan magfiret-i rahmani Bir binanun ki esası ire ka’r-ı hake Sakfı geçse n’ola bu tak-ı bülend-eyvanı demekki onun kaleminin sivriliği hakedeneydi. 4.Murad'da hicvedilmeyi haketmedi değil yani.. Quote Share this post Link to post Share on other sites
Salihbey 6 Report post Posted February 24, 2007 Nef'i dek durmadı birini daha hicvetti ve kellesi gitti Quote Share this post Link to post Share on other sites
mehmet 15 Report post Posted February 25, 2007 Nef'î (Ömer), (1572-1635) ünlü 17. yüzyıl Dîvân şairi. XVII. yüzyıl ve bütün Türk edebiyatının en büyük kaside şairi olarak tanınan Nef'i, bu yüzyılın başında yaşamış, kasidede gerçek bir varlık göstermiş ve gerek kendi zamanında, gerekse sonraki yüzyıllarda kaside yazan bütün şairlere etki etmiş bir şairdir. 1572 yılında Hasankale'de doğdu. Bundan dolayı devrin kaynakları Nef'i'den Erzenü'r-Rumî diye söze ederler. Babası ülkesinin eşrafından Sipahi Mehmed Bey diye anılan bir kişidir. Gerçek ismi Ömer olan Nef'î, kaynaklarda Nef'i Ömer Bey adıyla anıldığı gibi mührüne kazdırdığı beyitte de Ömer adı görülmektedir. Daha küçük yaşlardan itibaren güçlü bir eğitim gördü. Öğrenimini Hasankale'de yapmış, sonra Erzurum'a gelerek devam ettirmiştir. Burada Fars edebiyatının ünlü eserlerini okudu, Arapça ve Farsça öğrendi. Nef'i Erzurum'da öğrenimini sürdürürken genç yaşında şiir yazmaya da başlamıştır. İlk mahlası Zarrî "zararlı"dır. 1585 Erzurum defterdarı olan Gelibolulu Müverrih Ali, şiirlerini görmüş, beğenmiş ve bu genç şaire Nef'i "nafi, yararlı" mahlasını vermiştir. Padişah 1.Ahmed zamanında İstanbul'a geldi. Devlet hizmetine girdi ve bir süre farklı memurluklarda çalıştı. Daha sonraları 2.Osman ve 4.Murad dönemlerinde yıldızı parladı ve sarayla yakın bir ilişki kurdu. Hicviyeleri ile ünlü olan Nef'î yazdığı hicivlerle dönemin birçok isminin nefretini ve öfkesini üstüne çekti. Yine de uzunca bir süre 4.Murad tarafından korundu, daha sonraları 4.Murad kendisinden hiciv yazmamasını rica etti. Her ne kadar Nef'î padişah 4.Murad'a bu konuda söz verse de, kalemini durduramayıp Vezir Bayram Paşa hakkında bir hicviye kaleme aldı. Bu hicviyesinden ötürü, 1635 yılında, sarayın odunluğunda kementle boğularak öldürüldü. Sonra cesedi İstanbul boğazı'nda denize atılmıştır. ESERLERİ Nef'î hiç kuşkusuz, hiciv dendiğinde Türk edebiyatında öne çıkan isimdir. Onu ölüme sürükleyen hiciv edebiyatında çok başarılı olduğu aşikâr. Hicvin yanı sıra övgü edebiyatıyla da göz doldurmuştur, bugün dîvân edebiyatının en beğenilen kasidelerinden bir çoğu onun eseridir. Yazdığı kasideler güçlü tekniği ve değişik ahenki ile fark yaratır. Zaman zaman kasidelerinde gördüğümüz aşırı süs ve abartılar bile, güzel ahenki ile sunîlikten uzak doğal bir havadadır. Türkçe Dîvân, Farsça Dîvân ve Siham-ı Kaza adlı eserleri vardır. SEÇMELER ŞEYHÜLİSLAM YAHYA'YA Bize kafir demiş müfti efendi Tutalım ben diyem ana müselman Varıldıkda yarın ruz-i cezaya İkimiz de çıkarız anda yalan TAHİR EFENDİ'YE Bana tahir efendi kelp demiş İltifatı bu sözde zahirdir Maliki mezhebim zira İtikaadımca kelp tahirdir. tahir:temiz , kelp:köpek Quote Share this post Link to post Share on other sites
cihat 28 Report post Posted February 25, 2007 Her iki şiirde de mükemmel bir tenkitin ancak ince bir zekayla mümkün olabileceğini görüyoruz Quote Share this post Link to post Share on other sites
mehmet 15 Report post Posted June 12, 2007 Gazel Yazanlar peykerim destimde bir peymâne yazmışlar Görüp mest-i mey-i aşk olduğum mestâne yazmışlar Bana teklîf-i zühd etmezdi idrâk olsa zâhidde Yazıklar kim anı âkil beni dîvâne yazmışlar Değildir gözlerinde sâye-i müjgânı uşşâkın Hatın resmin beyâz-ı dîde-i giryâne yazmışlar Benim âşık ki rüsvâlıkla tutdu şöhretim şehri Yazanlar kıssa-i Mecnûnu hep yâbâne yazmışlar Nice zâhirdir ey Nef'î sözünden dildeki sûzun Yazınca nüsha-i şi'rin kalemler yâne yazmışlar Nefi Quote Share this post Link to post Share on other sites
trradomir 206 Report post Posted June 21, 2007 Malumunuzdur, Nefi'nin en bilindik dörtlükleri, Mehmet'in alıntısında geçen iki dörtlük... Dillere destan olmuş, Nefi denince akla ilk gelen nüktelerdir bunlar. Bu kıtalardan "Bana tahir efendi kelp demiş" şeklinde başlayanı, dönemin divan katibi olduğu söylenen ve sultana yakınlığıyla nam salmış olan Tahir Efendinin, şaire "A boşboğaz köpek!" deme gafletinde bulunması sebebiyle ortaya çıkmıştır. Bu sözün muhattabı Tahir efendi gerçekten talihsiz bir insandır; zira yaklaşık dört yüzyıl boyunca aldığı bu cevap dillere pelesenk olmuş, kendisi on milyonlarca insanın zihninde aşağılayıcı bir düşünceyle yer etmiştir. Tahir Efendi denildiğinde akla direk olarak Nef'i'nin bu beyti gelir ki, bir insan için böyle bir hatırlanma vesilesi pek de arzu edilir olmasa gerektir. İlk dörtlüğe göre kalibresi biraz daha ufak olsa da efsaneleşebilmeyi başaran diğer kıta, yani "Bize kafir demiş müfti efendi" şeklinde başlayan Nef'î eseri, hikayesi yönüyle daha ilginç ve dikkate şayandır. Zamanın Şeyhülislam'ı Şair Yahya Efendi, dilinden rahatsız olduğu Nef'î hakkında, ilk yazıldığında epeyce popüler olmayı başaran şu ince dörtlüğü kaleme alır: Şimdi hayli sühanverân içre Nef'î mânendi var mı bir şair Sözleri Seb'a-i Muallaka'dır İmreü'l-Kays kendidür kâfir Bu hiciv oldukça ironiktir ve zamanında gördüğü teveccühü hakikaten hak etmektedir. Zira burada Şeyhülislam Yahya Efendi, Nef'î'yi, "Şimdiki onca şair içinde Nef'î gibi olanı var mıdır? Onun sözleri Yedi Askı şairlerinin sözleri gibidir ve kendisi de onlar içindeki İmrülkays'e benzemektedir!" manasına gelen bu hicviyle zahiren övmüş, göklere yükseltmiştir. Zira bilindiği gibi Yedi Askı şiirleri, Cahiliye Arabistanı'nda düzenlenen panayırlar esnasında söylenen ve insanların beğenisini toplayan, daha sonra da onlara atfedilen kıymetin bir nişanesi olarak Kabe duvarlarına asılan yedi büyük manzumeye verilen isimdir. Arab'ın belagat dehasının zirve noktalarından yedisini yansıtan bu şiirlerin en güzeli ise şair İmrülkays'a aittir. Buraya kadar anlatılanlar Nef'î'ye yönelik müthiş bir övgünün mevzubahis olduğu zehabına kapılmamıza sebep olabilir. Fakat... Bir şeyhülislamın, bir şairi Hazret-i Risaletpenah efendimizin gelmesiyle saltanatları sona eren ve devir-i cahiliyyenin medar-ı iftiharı, inkarın timsali olan kafir söz sanatkarlarına benzetmesinin altındaki ince nükte gayet kolay bir şekilde anlaşılmış ve bu hiciv devrin eşrafı arasında büyük bir rağbet görmeye başlamıştır. Nef'î hadisenin aleyhine gelişmekte olduğunu görmüş ve kendisini cevap vermek durumunda hissetmiş, netice itibarıyla da ortaya 400 yılı devirmek üzere olan ve yine Nef'î'nin kaleminden doğan efsanevi bir hiciv örneği daha çıkmıştır. Nef'î'nin katlinin de ilginç bir hikayesi vardır. Agresif sultan IV. Murad'ın emri üzerine bir daha hiciv yazmamaya söz veren şair dilini tutamaz ve daha sonradan sadaret makamına yükselecek olan Bayram Paşa'ya da o ateşli Kaza Okları'ndan bir adet fırlatır. Fakat bu son ok hedeften sekecek ve atıldığı yere geri dönerek Nef'î'nin canına mal olacak, sivri bir dilin ucunu sonsuza dek törpüleyecektir. O sivri dilin bir kez olsun dokunduğu insanların ruhları ise bu törpülenmenin ardından yüzyıllar boyu tazelenecek olan bir acı duymaya devam edecektir. Aynı oklar, milyonlarca dudaktan büyük bir haz ile fırlayarak o zavallıların ciğerini delmede mütemadidir. Mevzubahis şiir, bazı tarihçilere göre IV. Murad'ın Nef'î'nin katline izin vermesine sebep olmuş, bunun üzerine Bayram Paşa Nef'î'nin evine adamlarını göndererek kendisini sarayın odunluğuna getirtmiş, orada da cellatlardan Arap Osman nam şahsa boğdurtmuştur. Nef'î'nin bugün ziyaret edilebilecek bir mezarı dahi yoktur, çünkü Nef'î'yi boğduran Bayram Paşa maktülün cenazesini Sarayburnu açıklarından Marmara'nın serin sularına emanet etmiştir. Nef'î'nin katlinin ardından ağızdan ağıza dolaşan şu beyit ise, zamane şairlerinin nüktedanlıkta Nef'î'den daha az çetinceviz olmadıklarını ispatlamaktadır. Gökten nazire indi Sihâm-ı Kaza'sına Nef'î diliyle uğradı Hakk'ın belasına Özellikle ilk mısrasındaki espri, beytin muhteşem bir zekanın ürünü olduğunu haykırsa da, belki de Nef'î'nin masumiyetine olan iman sebebiyle onun hicivlerine gösterilen büyük teveccüh bu beyitten esirgenmiş, 'Tahir Efendi' veya 'Şeyhülislam Yahya Efendi' dendiğinde Nef'î'nin hicivleri akla gelirken Nef'î'nin ölümü sözkonusu olduğunda bu güzel ve ibretâmiz beyit kendisine haksızlık yapılarak genellikle atlanagelmiştir. Nef'î, tüm iyi niyetine ve hak bildiğini söyleme hususundaki pervasızca tutumuna rağmen, itidal bilmez nefsinin kurbanıdır. (Trra) Quote Share this post Link to post Share on other sites
cihat 28 Report post Posted July 6, 2007 Söz hicivden açılmışken -kime ait olduğunu bilmediğim- güzel bir hicvi paylaşayım.. Vakti zamanında, güzel Anadolumuzun bir köşesinde hüküm sürmüş, zalimliğiyle herkesin nefretini kazanmış bir bey varmış.. ve bu Bey'in hakimiyet sınırları dahilinde mütevazı bir yaşam sürmekte olan bir ozan... Bey, Ozanı çağırtır ve adına bir methiye yazmasını ister. Ozan ikilem yaşar.Böyle bir adama methiye yazmak adalete ve sanata ihanettir der :lol: Bunun hakkı olsa olsa hicviyedir. lakin methiye değil de hicviye yazarsa kelle gidecek.. işte o sırada orta yolu haccavlığın en sanatsal ve keyifli yönünde bulur (sağ gösterip sol vurma) :) Sultanım sen şöyle cesursun, böyle cengaversin... Bir isminle düşmana korku salarsın... Tıpkı Hazreti Ali gibisin diyecem amma... O Allah'tan korkardı sen ondan da korkmazsin. Quote Share this post Link to post Share on other sites
webtr 0 Report post Posted August 9, 2007 4.Murad'da hicvedilmeyi haketmedi değil yani.. bunu biras daha açıklar mısın? Quote Share this post Link to post Share on other sites
webtr 0 Report post Posted August 9, 2007 Dördüncü Murad Han İslam halifelerinin seksen ikincisi, Osmanlı padişahlarının on yedincisidir. 1609 da doğup, 1640 da vefat etti. Babası, birinci Ahmed hanın türbesindedir. Kardeşi ikinci Osman han da buradadır. 1623 de halife oldu. Yavuz gibi cesur idi. Annesi Mahpeyker Kösem sultanın yardımı ile, iş başına, kıymetli adamlar getirerek, ortalığı düzeltti. Şah Abbas Bağdat’ı alıp, otuzbin Ehl-i sünneti kadın, çocuk ayırmadan kesti. Sadr-ı azam hafız Ahmed paşa Bağdat’ı geri aldı. İran askeri telef oldu. Tütün, enfiye ve içkiyi yasak etti. Kendi harbe giderek Tebriz’i geri aldı. İkinci defa giderek Bağdat’ı tekrar aldı. Kâbe-i muazzamayı yeniden yaptırdı. Hafız Ahmed paşa, Fatih’te Malta çarşısındaki camiinin kıble duvarı önündedir. Dördüncü Murad Han Arapça ve Batı dillerine hakim olup her türlü memleket meselesine vakıftı. İlmi ve ilim adamlarını çok sever, fırsat buldukça ilim meclislerine gider, onları teşvik ederdi. Kur'an-ı kerim okumayı ve ibadetlerini hiç ihmal etmezdi. Dedesi Yavuz Sultan Selim Han gibi o da Hırka-i saadet dairesinde Kur'an-ı kerim okurdu. Ömrünü devlete hizmet ve Allahü teâlânın emir ve yasaklarına itaatle geçiren bu Türk hakanı, Ehl-i sünnet düşmanı Acemlerin pek çok iftiralarına maruz kaldı. Bunlar kendilerinde bulunan zilletleri bu büyük padişaha da bulaştırmaya kalkıştılar. İnsanlara zulüm ettiğini ve içki içtiğini söylediler. Birçok tarihçinin Kanuni sonrası en büyük Osmanlı padişahı olarak kabul ettikleri Dördüncü Murad Han, hep dedesi Yavuz Sultan Selim Hana benzemeye çalışırdı. Gerçekten de birçok vasıfları onunla uyuşurdu. Fakat Yavuz'un sahip olduğu kıymetli Devlet adamlarına ve tecrübeye malik değildi. Tahta geçtiğinde hazine bomboştu. Vefatında ise, on beş milyon altın olup, gümüş paranın haddi hesabı belli değildi. Avrupa baştan başa istihbarat ağı ile örülmüştü. Avrupalıların en gizli sırları, Osmanlı sarayına gününde ulaşıyor ve ona göre vaziyet alınıyordu. Tahta çıktığında neye yaradığı belli olmayan yüz bin yeniçeri varken, vefatında itaat altına alınmış otuz beş bin yeniçeri bulunuyordu. Dördüncü murad Han, bozulmuş devlet nizamını yoluna koymak için mülazimlikleri kaldırdı. Timar sistemini yeniden düzene koydu. İsrafın önüne geçmek için kanunlar çıkarttı. Sipahilerden zorbalıkla ele geçirdikleri evkaf idaresini ve diğer hükümet hizmetlerini aldı. Sipahileri intizam ve itaat altına alarak, bunların ve bir takım bozguncuların toplandığı yerler olan kahvehaneleri kapatarak asayişi temin etti. Yeniçerilik tahsisatının şuna buna yemlik olması suistimalini kaldırarak, yeniçeriliği ıslah etti. Vefatında içte ve dışta huzurlu ve itibarlı bir devlet bıraktı. Sultan Murad Hanın cesareti, her türlü zorluğa tahammülü, keskin zekası, hünerleri, askeri dehası, atıcılık, binicilik, silahşörlükteki başarısı, askerleri ve tebeası tarafından çok takdir ediliyordu. İki yüz okkalık gürzleri kolayca kaldırır, hızla giden iki atın birinden diğerine atlar, attığı ok, tüfek mermisinden uzağa düşerdi. Devrinin bütün silahlarını en iyi şekilde kullanırdı. En küçük suçları bile memleketin selameti için cezalandırmaktan çekinmeyen sultan Dördüncü Murad Hanın merhameti de çoktu. Savaş esnasında otağının yanına kurdurduğu seyyar hastanelerdeki yaralı ve hastaları ziyaret eder, onlarla yakından ilgilenirdi. Memleketin her tarafındaki imarethanelerin vakıf şartlarına uygun şekilde çalışması, fakir ve yetimlerin aç ve açıkta kalmaması için gayret gösterirdi. Din ve Devlet menfaatine iş yapanı hemen mükafatlandıran Sultan Murad Han, pek çok hayırlı işin yanında, topkapı sarayında Revan ve Bağdat köşkü gibi nadide eserler, köprüler, kervansaraylar, hanlar ve benzeri hayır eserleri de inşa ettirdi. Boğazda yaptırdığı sarayda, oğlu Muhammed'in doğumundan yedi gece kandilleri astırıp şenlikler yapıldığından, buraya Kandilli denildi. Kavaklar'daki kaleleri yaptırdığı gibi, pek çok şehrin de surlarını tamir ettirdi. Bağdat'ı feth edince, imam-ı a'zam ve Abdülkadir-i Geylani hazretlerinin türbelerinin tamiri yaptırdı Quote Share this post Link to post Share on other sites
NFK-Fan 285 Report post Posted August 14, 2007 Selamlar, Nefî'nin: Saadet ile nedim olalı peder, hana Ne mercimek görür oldu gözüm ne tarhana Şeklinde başlayan ve "Babasını bile hicveden şair" ifadesiyle anılmasına vesile olan hicvin devamını bulabilecek bir erbab varsa, bizimle bunun devamını paylaştıkda ziyadesiyle memnun ve mesrur oluruz efendim... Saygı ve selamlarımla Quote Share this post Link to post Share on other sites
Muvazene 190 Report post Posted August 14, 2007 Selamlar, DER - HAKK-I PEDER-İ HIS Saadet ile nedim olalı peder hane Ne mercümek görür oldı gözüm ne tarhane Züğürtlük afetüm oldı acep midür etsem Peder gibi buradan ben de arz-ı cer hane Eger müsaade etmezse bir tulum yağa İki tulum kumuz olsun nedür zarar hane Buna da hısset olur mı ki günde bin tatar Tulum tulum kumuzı pişkeş çeker hane peder de mi acep imsak Handa mı bilmem Nezaketile bunı kim sual eder hane Peder degül bu bela-yı siyettür başuma Sözüm yirinde n'ola güç gelürse ger Hane Benüm züğürtlük ile ellerüm taş altında Müzahrefatun o dürr ü güher satar hane Zügürt olursam olaydım ne çare kail idüm Olaydı baş sokacak denlü muhtasar hane Huda bilur ki sözüm sert eser hakikatdür Baş agrıdur der isem lik serbeser Hane O demde kim peder-i nabekar-ı sifle-nihad Beni garib koyup oldı hem-sefer Hane İki kaside komışdı ekabiri cer içün Anunla toldı yine şahr içinde her hane Ne caize ne sıla var bu yerde meddaha Meger idem yine varınca ber-güze hane Peder bu mısraı hod kendi söylemişdi bilür Minare üstine laklak çıkar yapar hane Giderdüm ah veli korkardım ki ammüm de Tuyarsa gitdiğim ardumca can atar Hane Bela bir iken üç olurdı başına Hanun Ederdi her biri bir güne arz-ı cer Hane Üçi de cerr-i muvafık ederdi birbirine Biri birin yine tenhada hem geçer Hane Bela budur ki riayet ederse Han bize ger Ne denlü var ise cerrar azm eder Hane Bu denlü asker-i cerrara memleket lazım Ne kişver-i Leh ü Çeh ne Kırım yeter Hane bu hayretile varup geldügümce ahbaba Kimi söger pedere kimisi güler Hane Birisi Mir Şeref'dür kadimi ahbabun Dua-yı hayr eder olmaz hem ol kadar Hane Görünce halimi şetm-i galiz eder pedere Döner yemin eder ardınca hem natar Hane Ki Han sevaba girep babanı katl itse Dua ederdi felekten feriştler Hane Niçün deyince hemen hande-nak olup der kim Niçe nedim olur öyle leim-i har Hane Denaetinden eger bir latife nakl etsem Olurdı tuhfe-i makbul ma-haazar Hane Soyardı nalini ölmemiş eşelerün yolda Verürdi nan ü piyaza konunca her Hane Nigah-i hasretile reng ü fer koma bilürem Meded tuyurmasun ana gelince zer hane Kırımı Han sana verse babandan artar mı Yabana söyleme verme varup keder Hane Babana bin deve sana da bir keçi verse Anı dahi bana ver diyü göz kapar Hane Kanaat eyle baban gibi olma pes cerrar ................de tek verme derd-i ser Hane Tevekkül eyle cenab-ı Hudaya ahvalün Ne şeri ahere arz eyle ne Tatar Hane Nefi *Kaynak Quote Share this post Link to post Share on other sites
NFK-Fan 285 Report post Posted August 14, 2007 Selamlar, Efendim hızır gibi yetiştiniz, Allah razı olsun... Saygı ve selamlarımla Quote Share this post Link to post Share on other sites
Guest Bir Kereye Mahsus Report post Posted December 11, 2010 Nef'î gibi hiciv şairi dünyaya gelmiş midir bilemem. Gerçekten üstün bir zeka örneğidir yazdıkları. Arkadaşlardan ricam olacak; eski kelimelere vakıf olamadığımız için şiirler, doğal olarak anlayamıyoruz. Özellikle Nefi'nin şiirlerini çevirme şansı olanlar varsa; gerçekten çok bahtiyar oluruz... Ya da Nef'î Divanının şerhi varsa; bize kaynak gösterirseniz seviniriz... Quote Share this post Link to post Share on other sites
thelordofthebaron 2 Report post Posted December 11, 2010 tuti-i mu’cize-guyem ne desem laf değil çerh ile söyleşemem ayinesi saf değil ehl-i dildir diyemem sinesi saf olmayana ehl-i dil birbirini bilmemek insaf değil yine endişe bilür kadr-i dür-i güfarım rüzgar ise deni dehr ise sarraf değil girdi miftah-i der-igenc-i maani elime aleme bezl-i güher eylesem itlaf değil levh-i mahfuz-i sühandir dil-i pak-i nef’i tab’-i yaran gibi dükkançe-i sahhaf değil nef'i Quote Share this post Link to post Share on other sites
Guest Bir Kereye Mahsus Report post Posted January 6, 2011 Büyük Türk Şairi Nef'î'nin yukarıda yazılmış olan gazeli; Büyük Türk Bestekârı Buhurizâde Mustafa Itrî Efendi tarafından, segâh makamında, yürük semai formunda bestelenmiştir. Itrî'nin, dinî musikiden ziyâde, lâdinî (dindışı) musikide de bir numara olduğunu teyid eder bir nitelik taşır bu eser. Aşağıdaki yazılar ekşisözlük adlı siteden alıntıdır. Çok güzel tesbitler olduğu için burada da paylaşmak istedim: "15.tuti-i mu’cize-guyem ne desem laf değil... hakikaten de saatlerce üzerinde konuşulabilecek dizelerdir. kısaca belirtmek gerekirse: tûtî: papağan gûyem: söylüyorum/diyorum ayine: ayna/dünya çerh: çark, dünya, felek ancak buradaki nüans, lâf sözcüğündedir. klasik edebiyat literatüründe "kelâm > lâf > güzaf" şeklinde bir sıralama vardır. burada bahsi geçen papağan ile bir alt dizedeki ayna kelimesiyle yakından bağlantılıdır. papağanların kafesine ayna konulmasının eski bir adet olduğunu da böylece belirtmiş olduk. biraz daha açmak gerekirse: mucizeler söyleyen bir papağanım, ne desem laf değil dünya ile söyleşemem, aynası saf değil buradaki papağan, islam peygamberi hz. muhammed'in kendisidir abiler. inanışa göre allah tarafından aldığı emirler doğrultusunda dosdoğru insan olan muhammed, kendisine vahyedilen ayetler doğrultusunda söylemektedir insanlara her ne söylerse. şu haliye muhammed ne dese laf değil kelam olmaktadır. zira kelam, allah katından kendisine gelmektedir. kelam, laftan büyüktür. yıkarıdaki paragrafa açıklık getiren kurân ayetleri de: "andolsun, biz sana apaçık âyetler indirdik". bakara/99 ve "ey insanlar! size rabbinizden kesin bir delil (hz. muhammed) geldi ve size apaçık bir nur (kur'an) indirdik." nisa/174. şeklindedirler. papağanın mucizeler söylemesi de kurân'ın mucizelerle dolu bir kitap olarak addedilegelmesinden mülhemdir. hadid suresinin 25. ayetinde "andolsun, biz elçilerimizi açık mucizelerle gönderdik ve beraberlerinde kitabı ve mizanı (ölçüyü) indirdik ki, insanlar adaleti yerine getirsinler." bu durum açıklanmıştır. bilinmelidir ki abiler, kurân aynı zamanda klasik edebiyata kaynaklık eden en önemli eserdir. daha çok konuşulacak şey vardır bu şaheser üzerinde. ayetler konusunda kaynak olarak diyanet meali kullanılmıştır. (gozupek, 19.12.2006 19:28)" Quote Share this post Link to post Share on other sites
pembegül 5 Report post Posted February 18, 2011 Hiciv dendiğinde ilk akla gelen meşhur divan şairi Nef'i, Bahariyye'sinde kendisini şu şekilde takdim eder: - Sözde nazır olmaz bana, ger alem olsa bir yana Pür tumturak u hoş eda ne Hafızım, ne Muhteşem.- Sultan Murad için yazdığı kasidenin methiyye bölümündeki ifadeler de ilgi çekici cinstendir: - Sultan murad-ı kam-ran efser-dih ü kişver-sitan Hem padişah hem kahraman sahib-kıran-ı cem-haşem- İdam fermanı yazılınca Kızlar Ağası affı için dehalet etmişti. Zenci ağa dehalet mektubunu döşenirken kağıda bir damla mürekkep damlatınca süt beyaz kağıttaki simsiyah mürekkebi gören Nef'i dilini tutamamış ve - Teriniz damladı!- demekten kendini alamamıştır. Kızlar ağasını dellendiren Nef'i himayeden mahrum kalmış ve celladına son söz olarak bir iltifat etmekten de geri durmamıştır: -Yürü bre nabekar!.. Son olarak Namık Kemal'in Ziya Paşa ile geçtiği dalgaya temas edip yelkenleri açacağım. Ziya Paşa Harabat adlı eserinde Nef'i'nin doğum yerini Erzurum yerine Van diye kayda düşünce Namık Kemal: - Ey vakıf-ı her mekanı rumun Bir adı da Van mı Erzurum'un.- beyiti ile alay konusu yapmış, makaraya sarmıştır. Quote Share this post Link to post Share on other sites
Guest Bir Kereye Mahsus Report post Posted March 23, 2011 Aşağıdaki yazılar ekşisözlük adlı siteden alıntıdır: "4.bir kaside ile devam etmek ister deli gönül (her harfi tarafımca basılmış olup kesinlikle kopyala-yapıştır mantığı ile elde edilmemiştir). bu kaside ki nef'î'nin divânı içinde en kıymetli kaside olarak kabul görür ve ikinci osman'ın (=genç osman) lehistan seferi üzerine kaleme alınmıştır. görelim şu şahaneyi: vezin: fâilâtün fâilâtün fâilâtün fâilün kasîde-i âli'l-âl der ta'rîf-i cihâd-ı sultân osman âferîn ey rûzgârıñ şehsüvâr-ı safderi arşa as şimden gerû tîğ-ı süreyyâ-cevheri (aferin sana, ey zamanın saflar yararak ilerleyen usta at binicisi! bundan sonra, süreyya cevherli kılıcını arşa as.) pâre-i elmâsdur seng-i fesânı n'eyler ol çarha çekme bir dahi şemşîr-i vâlâ-gevheri (bir daha çarka çekme bu yüksek cevherli kılıcı; o bir elmas parçasıdır, bileyiyi* ne yapsın?) ser-firâz etdin livâ'ü'l-hamd-i dîn-i ahmedi kâfire gösterdin el-hakk dest-bürd-i haydârı (hz. muhammed'in dininin bayrağını* yücelttin. kâfirlere hz.ali'nin gücünü gerçekten gösterdin.) tîgüna n'ola yemîn eylerse rûh-ı murtazâ bir gazâ etdin ki hoşnûd eyledin peygamberi (hz. ali'nin ruhu senin kılıcın için duâ etse ne olur? öyle [güzel] bir gaza ettin ki hz. muhammed'i mutlu ettin.) eyledin bir hamlede berbâd mülk-i düşmeni gerd-i rahşın gerçi kim sedd etdi râh-ı sarsarı (atının kaldırdığı toz sarsar rüzgârını engellediyse de, tek hamlede düşman ülkesini savurdun.) mâh-ı nev sanma felekde göricek peykârını ditredi behrâm elinden düşdü zerrîn-hançeri (felekte görüneni yeni ay zannetme. savaşını görünce merih titredi ve elinden altın hançeri düştü.) ol kadar kan dökdü şemşîrin ki aksile anın kâse-i yâkûta döndü künbed-i nîlûferî (kılıcın o kadar kan döktü ki; nilüfer gökyüzü yakut bir kâseye döndü.) gamze-i hûbân gibi cârî ucundan yine hûn böyle kalırsa eger yek-reng eder bahr u beri (güzellerin gamzesi gibi kılıcının ucundan yine kan akıyor. böyle giderse, kılıç, denizi ve karayı tek renk yapacak.) belki gark-ı bahr-ı hûn olurdu fülk-i dil gibi etdiğince tîg-ı hûn-efşân ile cevlân-geri şukka-i râyât-ı bahtınla rikâbın olmasa keştî-i nüh-âsmânın bâd-bân u lengeri (yukarıdaki iki beyit birlikte: kanlar saçan kılıcınla dolaştıkça sen, dokuz kat gök gemisinin yelkeniyle demiri, bahtının sancağının kumaşından ve üzenginden olmasa, gönül gemisi gibi kan denizine batabilirdi.) (bu çeviriyi ben yapmadım. aynen alıntılamışım ama kaynağını yazmamışım.) berk uran destinde tîg-ı pür-güher midir yahud eyledi deryâya gavta âftâb-ı hâveri (elinde şimşek gibi ışıldayan mücevheratla dolu kılıcın mı yoksa denize mi dalmış doğunun güneşi?) bir avuç gevher saçardı âleme gûyâ kefin saldığınca düşmene gâhî murassa' şeş-peri (düşmanına vurdukça murassayı, elinden dünyaya bir avuç mücevher saçılmış gibi olurdu.) bir acep deryâdır ordû-yı hümâyûnun senin kim habâb-ı ber-kârar olmuş ana her çâderi (içindeki her çadırın sabit köpükler gibi olduğu acayip bir denizdir senin kutlu ordun!) mevc-i pey-der-peydir ol bahra sipâh-ı saf-be-saf bir neheng olsa n'ola her top-ı ejder-peykeri (saf saf olan askerlerin denize peyderpey gelen dalgalar gibidir. ejderha görünüşlü her top bir timsah olsa ne olur?) her alay bir mevc-i tûfân-hîzidir anın n'ola hâr u has gibi önünce kaçsa kâfir askeri (her alay tufan gibi coşkulu bir dalgandır.kâfir askeri onun önünden kaçsa ne olur?) gün gibi tenhâda çıksan tîg ile meydâna sen kâr-ger düşmez sipâh-ı düşmenin şûr u şeri (savaş meydanına güneş gibi kılıcınla tek başınaçıksan, düşman askerinin karışıklığı ve kötülüğü sana tesir etmez.) şeb-çerâğ-ı dîn ü devletdir vücûdun hıfz içün kat kat olmuş ejdehâdır heft-çarhın çenberi (vücudun din ile devletin karanlıkları aydınlatan cevheridir. gök, onu korumak için kat kat olmuş bir ejderha olmuştur.) karşı durmaz sana şimdensonra bu ikbâl ile düşmenin ger kahramân olsa ser-â-ser leşkeri (bundan sonra, sende bu şans varken düşman askeri baştan sona kahraman olsa da senin karşında duramaz.) böyle âgâz eylesin şimdengeri elkâbına câmi'-i nüh-kubbe-i kevnin hatîb-i minberi (dokuz kubbeli kâinat camisinin minber hatibi bundan böyle seni şöyle çağırsın:) âftâb-ı bahr u ber sâhib-kırân-ı şark u garb şehsüvâr-ı nâm-ver râyet-güşâ-yı safderi (deniz ve karanın güneşi, doğunun ve batının sahibkıranı, şanlı binici, saf yarma sancağı açan) âsmân-ı devletin hûrşîd-i kudsî-pertevi bezm-gâh-ı şevketin cemşîd-i hûrşîd-efseri (devletin göğünün kıymetli ışıklı güneşi, görkemli meclisin güneş taçlı çemşîd'i) nakd-ı vakt-i saltanat sermâye-i emn ü emân dest-gîr-i dîn ü devlet kâm-bahş-ı serverî (zamanın saltanatının geçer akçesi, emniyet ve asayişin sermayesi, dinin ve devletin yardımcısı, hükümdarlığa amaç bağışlayan) şâh-ı vâlâ-rütbe osmân hân gâzî kim felek görmemişdir böyle bir şâhenşeh-i cengâveri (yüksek rütbeli gazi osman han'dır ki felek böylesine yiğit bir şahlar şahı cengâver görmemiştir.) şehsüvâr-ı âlem-ârâ kim revâdır olsa ger na'l u mîh-ı rahşı çarhın âftâb u ahteri (âlemi süsleyen öyle usta bir binicisin ki feleğin güneşi ve yıldızı atının çivisi ve nalı olur.) safder-i kişver-güşâ kim cenge çıkdıkça olur cebre'îl "inna fetehnâ"-h'ân-ı tîg u miğferi [ülke fetheden öyle bir saf yarıcısın ki savaş çıktıkça cebrail kılıcına ve miğferine duâ (innâ fetahnâ) okur.] pâdişâh-ı âdil ü âlî-neseb kim yaraşır etse ger serheng ü der-bân keykubâd u kayseri (öyle soylu ve adaletli bir padişahsın ki keykubat ve kayseri ikilisini kendine çavuş ve kapıcı etsen uygundur.) şehriyâr-ı âsmân-mesned ki olmuş tâ ezel secde-gâh-ı heft-iklîm-i cihândır kişveri (dayanağı gökler olan öyle bir hükümdarsın ki ezelden beri secde edilir kapında.)* şehnişîn-i nüh-revâk-i âsmândur mesnedi ıyd-gâh-i heft-iklîm-i cihândur kişveri (dayanağın dokuz revaklı gökyüzünün cumbası, ülken dünyadaki yedi iklimin bayram yeridir.) mesned-i iclâlinin rif'at bir ednâ pâyesi dergeh-i ikbâlinin devlet kadîmî çâkeri (yücelik senin gösterişli makamının en basit parçası, mutluluk ise baht sarayının eski bir kölesidir.) her ne işlerse zamâne tâbi'-i endîşesi her ne emr eylerse devrân bende-i fermân-beri (her ne yaparsan o zamanın yapılması gerekeni olur. her ne emredersen felek emrine amade olur.) verse tab'-ı âteşe ger berk-ı tîgı terbiyet ma'den-i elmâs ederdi tûde-i hâkisteri (kılıcının şimşeği ateşin özünü terbiye etmek istese, ateş, külleri elmas madeni yapardı.) adli ger ârâyiş-i bezm-i cihân etse olur şem'a şeh-perrin ile pervânenin bâl ü peri (adaletin dünyayı süslese, pervanenin kanatları ???) ol kadar âsûde âlem sâye-i adlinde kim hâb-gâh eyler gazâle pehlû-yı şîr-i neri (adeletin sayesinde dünya o kadar yaşanabilir bir yer olur ki; ahu erkek aslanın koynunda uyur.) etse ger hâsiyyet-i hıfzı sirâyet âleme tarh olurdu safha-i âb tizre nakş-ı âzeri (muhafızlık özelliğin dünyaya yayılsa, su üzerine ateş resmi yapılırdı.) aksidir anın felekde hırmen-i encüm değil saçdı dest-i lutfu hâke ol kadar sîm ü zeri (lütuf elin toprağa o kadar altın ve gümüş saçtı ki; felekte görünen yıldızlar harmanı değil, onun yansımasıdır.)* yazsa vasf-ı nükhet-i hülkun verirdi âleme gerd-i hâk-pây-ı hâme bûy-ı müşk-i ezferi (kalem, ahlâkının güzel kokusunun niteliğini yazabilseydi, kalemin ayağının tozu dünyaya güçlü bir misk kokusu verirdi.)* kadr-i hâk-i kûy-i ahlâkın bilirdi rüzgâr birbirine eylese âgışte müşk ü anberi (rüzgâr, birbirine güzel kokuyu bulaştırsa ahlâkın toprağının kıymetini bilirdi.) kâm-kârâ saf-derâ sâhib-kırân şâhenşehâ ey serîr-i adl ü dâdın dâver-i dîn-perveri (ey saflar yaran, sahibkıran şahlar şahı! ey adalet ve dürüstlük tahtının dindar padişahı!) sihr ederdim medhine geldikçe ammâ n'eyleyim eylemiş hakk vasfını kayd-ı tasavvurdan berî (seni övmek için sihir yapardım ama ne yapayım? allah seni tasvir etmekten uzak tutmuş.) aczime bir hüccet alırdım eger ehl olsalar rûzgârın yâve-sencân-ı fazîlet-güsteri (zamanın fazilet sahipleri saçma sözler söyleyenler yerine gerçek ustalar olsalardı, seni methedemememdeki kusurum için onlardan bir kanıt alırdım.) âcizim hak üzre evsâfında hâlâ kim benim âlem-i endîşenin allâme-i dânişveri belki kânûn-ı suhande hall ü akd-ı nüktede hikmet-i fükr ü hayâlin feylesof-ı ekberi (iki beyit birden: endişe* âleminin en büyük ismi ve nüktede fikir ve hayâl âleminin en büyük filozofu olan ben bile şu anda seni anlatmakta aciz kalıyorum.) hasb-ı hâlimdir husûsâ lâf u da'vâ ber-taraf gerçi sâhib-lâf olur erbâb-ı tab'ın ekseri (yazın ustası olanların çoğu laf ebesi olsalar da, laf ve dava bir tarafa bırakılırsa, söylediklerim benim durumum hususunda açıklayıcı olmaktadır.) ben öğünmem kadrim erbâb-ı dil ü dâniş bilir ârifim düşmezbana lâf u güzâf-ı serserî (ben kendimle övünmem. kıymetimi dil ustaları bilirler. ben arifim, düşmez bana serserice boş laflar.) hâmem ol mu'ciz-tırâz-ı sad-hezârân pîşedir kim nazîr olmaz ana illâ kelîmin ejderi (kalemim binlerce sanatı mucizelerle donattığından, ona kelîm'in ejderinden başkası benzemez.) harfidir mecmû'a-i esrâr-ı dîvân-ı kemâl noktasıdır mühre-i dâğ-ı derûn-ı enverî (kalemimden çıkan harfler kemâl'in divanındaki bütün sırlar ve noktası da enverî'nin gönlündeki yaranın mühresidir.) tab'ım ol büt-hânedir kim sûret-i dîvârının taşa kâr eyler hadeng-i gamze-i nâzik-teri [ustalığım (tabiatım, sanatın, yazın ustalığım) öyle bir tapınaktır ki duvarlarındaki resmin gamzesinin oku taşa kâr eyler.] nice sûret feyz-i enfâsımla cân bulsa olur her biri şehr-i dilin bir âlem-ârâ dilberi (resimler nefesimdeki feyz ile can bulsalar olur ki; her biri gönül şehrinin bir dilberi olur.) her hayâlim bir arûs-ı nâz-perverdir benim kim bu âlemden değil esbâb-ı zîb ü zîveri (her hayâlim nazlı büyüktülmüş bir gelindir benim. öyle ki; ziynet eşyaları bu âlemden değildir.) mûy-ı gîsû-yı melekdir târ u pûd-ı câmesi pâre-i pîrâhen-i hûr-ı cihândır mu'ceri (???) bâde-i idrâkimin tevhîd ser-cûş-ı humu sâkî-i endîşemin tahkîk dürd-i sâgarı (tevhid, idrak şarabımın köpüğüdür. tahkik ise düşüncemin sakisinin tortusudur.) hâmemin râh-ı sülûk-ı fitne hatt-ı sâyesi şi'rimin habl-ı metîn-i feyz târ-ı mıstarı (fitnenin yönlendirdiği yol kalemimin gölgesi, feyzin sağlam ipi ise şiirimin mıstar telidir.) kande ben kande yine ta'rîf-i şâh-ı nüktedân n'yleyim zabt edemem endîşe-i zûr-âveri (ben kim, nüktedân şâhı padişahı tarif etmek kim? ne yapayım ki; içimdeki düşüncelerin beni zorlamasına engel olamıyorum.) fikr-i evsâfın gıdâ-yı rûhdur endîşeme dil helâk olur ger olursam o sevdâdan beri [senin vasıflarını anlatmak düşüncelerim için gıdâ-yı rûh olur ("ruhumun gıdası olur." da demek istemiş olabilir.). şayet o sevdâdan uzak kalırsam gönlüm mahvolur.] cevher-i iksîr-i medhin tarh edince reşkden eylerin her lahza endîşemle ceng-i zer-gerî (methinin iksirinin özünü çıkarınca, kıskanmaktan kendimi alamam ve sürekli düşüncelerimle tartışır dururum.) korkarım hem âftâb-ı kîmyâ-ger duymasın yohsa bin şevk ile olur ol dahî bir müşterî (kimyager güneş duyar diye korkarım, duymasın! yoksa o da büyük bir istek ile müşteri olur.) zerresin mihre gubârın rûzgâra kim verir cevherîyim ben cîhâna vermem öyle gevheri (iksirinin zerresini güneşe, tozunu rüzgâra kim verir? cevherlerden anlarım ben. dünyaları verseler vermem öyle cevheri.) böyle cevher var elimde n'yleyim dünyâyı ben başına çalsın felek âyîne-i iskenderî (elimde böyle kıymetli bir cevher varken dünyayı ne yapayım ben? iskenderin aynasını felek başına çalsın!) âlemi teshîr içün hâtem ne lâzım tab'ıma ben süleymân-ı hayâlim n'eyleyim engüşteri (dünyayı etkilemek için bana ne hâtem lazım! ben hayal ülkesinin süleyman'ıyım, yüzüğü ne yapayım?) her ne dersem ism-i a'zam gibi olur kâr-ger ol kadar ta'zîm ile dinler sözüm ins ü perî [ne söylersem söyleyeyim "ism-i âzam" gibi etkili olur ki; insanlar ve periler (cinler) sözümü saygı göstererek dinlerler.] başla şimdensonra ey nef'î du'â-yı devlete bir du'â et kim ola hüsn-i kabûlün mazharı (bundan sonra devlete duâya başla ey nef'î! öyle güzel bir duâ et ki kabul olsun.) eyleye tâ husrev-i sâhib-kırân-ı şark u garb eşheb-i zer pâleheng-i subh ile cevlân-geri hakk ser-efrâz eylesin râyât-ı dîn ü devletin kande azm eylerse olsun feth ü nusret rehberi (iki beyit birlikte: doğunun ve batının sahibkıran hükümdarı sabahın altın dizginli kır atı ile dolaştıkça sen, allah dinin ve devletinin sancaklarını yüceltsin. nereye yönelirsen, fetih ve zafer sana yol gösterici olsun.)* eyledikçe azm-i meydân-ı gazâ evvel kadem pây-mâl olsun yolunda düşmen-i dînin seri (savaş alanına çıktığında din düşmanının başı yolunda ayak altında sürünür olsun.) bu kadardı bu muhteşem kaside. tamamını kendi cümlelerimle düzenlediğim bir çalışmadan aldım. zamanında yazmışım bir yerlere ve düzeltmeleri de aşağıdaki kaynaklar yardımıyla yaptım. "sen" şeklinde açıklamaya özen gösterdim kasideyi. zira, nef'î bunu zaten padişaha sunuyor ve ona da takdir edersiniz ki "sen" değil. nef'î yalnızca kendisine "biz" der zaten. kaynaklar: ansiklopedik divan şiiri sözlüğü - iskender pala nef'î divanı - metin akkuş arapça-türkçe sözlük (adı madı yazmıyor ama evde var bir tane.) osmanlıca-türkçe sözlük (http://www.osmanlicaturkce.com/) ders notlarım (buradan aldığım çok oldu. alıntı dediklerim de aynen buradan alınmış olup kaynakları belirtilmeyen alıntılardır. alıntı dediklerim osmanlı şiiri antolojisi'nden alınmış olabilir. şu anda elimde olmadığı için kitap bakamıyorum.)" Quote Share this post Link to post Share on other sites
remz 38 Report post Posted July 13, 2011 Derdim nice bir sinede pinhan ederim ben Bir ah ile bu alemi viran ederim ben Ah ile komam dilleri zülfünde huzura Cemiyet-i ağyarı perişan ederim ben Cemiyet-i ağyarı ger etmezse perişan Çarh-ı feleği aksine gerdan ederim ben Yar olmayıcak zehr-i sitemdir bana bade Bilmem nice def-i gam-ı hicran ederim ben Güya ki olur didelerim maden-i yakut Her gah ki yad-ı leb-i canan ederim ben Bu hal ile avarelik el verse bana ger Baştan başa dünyayı gülistan ederim ben Nefi gibi yarana dimem dahi nazire Ya bu gazeli ziver-i divan ederim ben 1 Quote Share this post Link to post Share on other sites
vecd_ 166 Report post Posted April 11, 2012 Gazel Ne tende cân ile sensiz ümîd-i sıhhât olur Ne cân bedende gâm-ı firkatûnle rahat olur ( Vücudumda sensiz ne can ve sağlık umudu olur. Ne de can bedenimde ayrılığın gamıyla rahat yüzü görür.) Ne çâre var ki firâkunla eglenem bir dem Ne tâli’üm meded eyler visâle fırsat olur ( Ne senin ayrılığın yüzünden bir an oturup kalmanın çaresi var ne de talihim yardım eder de sana kavuşma fırsatı bulabilirim.) Ne şeb ki kûyuna yüz sürmesem o şeb ölürüm Ne gün ki kâmetüni görmesem kıyâmet olur (Hangi gece bulunduğun yerlere yüzümü sürmesem o gece ölürüm. Hangi günde selvi boyunu görmesem benim için kıyamet olur.) Dil ise gitdi kesülmez hevâ-yı aşkundan Nasîhat eyledüğümce beter melâmet olur (Gönül ise elden giden aşkının arzusundan bir türlü vazgeçmiyor, ben nasihat ettikçe o daha beter rezil oluyor.) Belâ budur ki alışdı belâlarunla gönül Gamun da gelse bâ’is-i meserret olur ( Asıl belâ şu ki gönül belâlarınla alıştı.Şimdi gönüle gamın da gelse sevinç sebebi oluyor.) Nedür bu tâli’ ile derdi Nef’î-i zârun Ne şûhı sevse mülâyim dedükçe âfet olur ( Bu talihsiz ve zavallı Nef’î’nin çektiği dertler nedir? Hangi güzeli sevse ona yumuşak huylu ve uysal dedikçe bir afet kesiliyor.) Quote Share this post Link to post Share on other sites
vecd_ 166 Report post Posted October 21, 2012 Gazel Ağyâre nigâh etmediğin nâz sanırdım Çok lutf imiş ol âşıka ben az sanırdım Gamzen dili rüsvâ-yı cihân eyledi Billâh ben ol âfeti hem-râz sanırdım Seyr eylemesem âyînede aks-i cemâlin Hüsn ile seni meh gibi mümtâz sanırdım Ma'mûr idügin bilmez idim böyle harâbât Mestâneleri hâne-ber-endâz sanırdım Sihr etdiğini senden işitdim yine Nef'î Yoksa sözünü hep senin i'câz sanırdım AÇIKLAMA Yabancıya bakmadığından ben nazlı sanırdım Ama çok alakalıymış aşığa ben az sanırdım Gülümsenle cihana beni rezil eyledin Oysa ben seni en yakın arkadaşım sanırdım Yüzünün aynadaki yansımsını görmesem Güzellikde seni ay gibi seçkin sanırdım Yapıcı olduğunu bilmezdim böyle harap olmuş Sarhoşları seni ev yıkıcı sanırdım Sihir yaptığı yeni senden işittim Nef'i yoksa sözünü hep icaz* sanardım Quote Share this post Link to post Share on other sites