Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Sign in to follow this  
isyanlı sükut

Hallac-ı Mansur "kuddise Sirruh"

Recommended Posts

Mansur

 

Mercan mercan, uçuk dudağında kan,

İnci inci, soluk şakağında ter.

Ne baş yedi, ne kan içti bu meydan

Bu meydan aşıktan canını ister.

 

Tatlıydı akrebin sana kıskacı,

Acıya acıda buldun ilacı;

Diyordun, geldikçe üstüste acı:

Bir azap isterim bundan da beter.

 

Sana taş attılar, sen gülümsedin,

Dervişin bir çiçek attı, inledin,

Bağrımı delmeye taş yetmez, dedin,

Halden anlayanın bir gülü yeter..

 

Necip Fazıl Kısakürek

Share this post


Link to post
Share on other sites

Sana taş attılar, sen gülümsedin,

Dervişin bir çiçek attı, inledin,

Bağrımı delmeye taş yetmez, dedin,

Halden anlayanın bir gülü yeter..

;) :(

Share this post


Link to post
Share on other sites
Guest TaneR

Evet üstadımızın Hallacı Mansuru anlatan Harika bir şiiri daha..Allah razı olsun...Hallac ın infazı konu ediliyor....

Share this post


Link to post
Share on other sites

Selamlar,

 

Üstad "Tarih Boyunca Büyük Mazlumlar" isimli eserinde Mansur'u "Kendi kendinin mazlumu" şeklinde tanıtıyor ve onun yeterince pişmemiş oluşundan dolayı nefsince kurban edildiğini belirtiyor. Tasavvufa merak salan arkadaşların mutlaka okuması gerektiğine inandığım bir bahistir bu. Zira insanın doğruyu dahi yanlış, yanlışı dahi doğru yapışındaki incelik nefis bir biçimde işleniyor.

 

Saygı ve selamlarımla

Share this post


Link to post
Share on other sites

mazlumlar adlı eserden haberdar ettiğiniz için allah razı olsun

Share this post


Link to post
Share on other sites

Hallac-ı Mansur

Sual: Hallac-ı Mansur kimdir, niye öldürüldü?

CEVAP

Ası adı Hüseyin bin Mansur’dur. Hallac denilmesinin sebebi şudur: Bir gün, arkadaşı olan bir hallacın dükkanına girdi. Bir işinin görülebilmesi için onun yardımını rica etti. Fakat hallacın gittiği yerden dönüşü biraz uzun sürdü. Geldiğinde; "Ya Hüseyin, senin için bugün işimden oldum" diye söylendi. Hallac-ı Mansur onun endişeli hâline bakarak gülümsedi; "Üzülme senin işini de biz halledelim" diyerek parmaklarını pamuk yığınlarına doğru uzatıverdi. O anda henüz atılmamış pamuk yığınları harekete geçti. Kaşla göz arasında, tel tel saf pamuk bir tarafa, kirli ve süprüntü kısmı ise diğer tarafa ayrıldı. Hallaç şaşırıp kalmıştı. Olay kısa zamanda halk arasında yayıldı. Bundan sonra da ona Hallac-ı Mansur dendi.

 

Pek çok kerametleri görüldü. Yanına gelenlere yazın kış, kışın yaz meyveleri ikram ederdi. İnsanlara, evlerinde ne yediklerini, ne yaptıklarını, ne konuştuklarını ve kalblerinden geçenleri Allahü teâlânın izni ile haber verirdi. 400 kişi ile birlikte çöle açılmıştı. Birkaç gün geçti. Yiyecek hiçbir şey bulamadılar. Açlıktan perişan bir hâle geldikleri sırada ona gelerek hallerini arz ettiler. Hemen elini arkaya uzatıp, 400 kişinin her birine bir kelle ile iki pide verdi.

 

Enel Hak dedi

Allahü teâlânın aşkı ile kendinden geçtiği bir sırada; "Enel-Hak dedi. Bu sözün anlamı, (Ben Hakkım) demek ise de, (Haktan başka hiç kimse yok) demek istemişti. Bu sözü için katline fetva verdiler. Halife, onun bir yıl zindana atılmasını emretti. Fakat halk yine ona gidip bazı meseleler soruyordu. Daha sonra ziyaret de yasaklandı. Şeyh Ebu Abdullah-i Hafif anlatır: "Hile ile Hallac-ı Mansur'u görmeye gittim. Yumuşak halılar ve döşeklerle döşenmiş, güzel bir oda gördüm. Oradaki köleye, "Şeyh nerede?" dedim. "Abdest alıyor" dedi. "Bu zindanda ne iş yapıyor?" dedim. "13 batman ağırlığında bir demir bağ ile, her gün bin rekat namaz kılıyor" dedi. Sonra, "Bu zindanda eşkıya ve hırsız çok, onlara nasihat eder" dedi. Biz konuşurken o abdest alıp geldi. Bana: "Ey genç nerelisin?" dedi. "Şirazlıyım" dedim. Meşayıhlerden sordu. Ebü'l-Abbas ibni Ata'ya gelince, "Onu görürsen, o mektupları yakmasını söyle." Tam bu sırada zindancıbaşı içeri girdi. Saygı gösterdikten sonra, "Düşmanlar beni halifeye gammazlamışlar. Güya ben, ululardan birini buradan bin dinar alarak salmışım. Yerine de halktan birini hapsetmişim. İşte şimdi beni katledecekler" dedi. Şeyh: "Var selametle git" dedi. O gittikten sonra, şeyh hücrenin ortasında dizleri üzerine gelerek, ellerini havaya kaldırdı. Başını önüne eğdi. Şehadet parmağı ile işaret ederek ağladı. Öyle ağladı ki, gözyaşından ıslanmadık bir yeri kalmadı. Kendinden geçerek yüzünü yere koydu. O sırada zindancıbaşı içeri girdi. Şeyh: "Ne oldu?" diye sordu. Zindancıbaşı: "Kurtuldum" dedi. "Hangi sebeple kurtuldun?" diye sordu. Halife; "Seni öldürecektim. Şimdi sana gönlüm ısındı. Tekrar affettim" dedi.

 

Yüz kırbaç vurun

Halife, "O, fitne çıkarmak istiyor, onu katledin veya Enel-Hak sözünden dönene kadar dövün" emrini verdi. Ona önce yüz kırbaç vurdular. Hiç ses çıkarmadı. Ölmediğini görünce, ellerini ve ayaklarını kestiler. "Korkudan sarardığımı sanmayın. Kan kaybetmekten sararıyorum" buyurdu. Darağacında "Tasavvuf nedir?"diye sordular. "Tasavvufun en aşağı derecesi, işte bende gördüğünüz bu hâldir." "Ya ileri derecesi?" dediler. "Onu görmeye tahammülünüz olmaz" dedi.

 

İdam edilmeden önce halk taş atmaya başladı. Atılan taşlara hiç ses çıkarmıyor, hatta tebessüm ediyordu. Bir dostu, gül attı. O zaman inledi. Sebebi sorulduğunda; "Taş atanlar beni tanımaz. Halden anlayanların bir gülü beni incitti" dedi. Ellerinden, bacaklarından sonra dilini de kesmek istediler. İzin isteyip; "Allah’ım, bana senin için bu işkenceyi reva görenleri affet!" diye yalvardı.

 

Daha sonra dili ve başı da kesildi, cesedi yakıldı, külleri Dicle'ye atıldı. Atılan küller dökülür dökülmez, nehir hemen kabarmaya başladı. Kabaran Dicle'nin suları Bağdat'ı basmak üzereydi. O zaman bir dostu hırkasını Dicle'ye attı ve Dicle bir müddet sonra eski normal hâlini aldı. Hallac bu kimseye, şehid edilmeden önce: "Benim kollarımı, bacaklarımı, başımı kestikten sonra, cesedimi yakıp, külünü Dicle'ye atarlar. Korkarım ki, nehir taşıp Bağdat'ı basar. O zaman hırkamı nehre götürüp at" buyurmuştu.

 

Sual: Hallac-ı Mansur, niçin Enel hak dedi?

CEVAP

Evliyadan bazıları Allahü teâlâyı zikrettiği zaman, Rabbinden gayrı her şeyi, hatta kendi nefsini bile unutur. Zikrettiği yani andığı mahbubun adını dilinden düşürmez.

 

Hallac-ı Mansur hazretleri, La ilahe illallah demeyi o kadar çoğaltmıştı ki, anması kalbden ruha geldi. Orada ünsiyet peyda ederek ilahi aşka kavuştu. Dünyadaki her şeyi hatta kendi adını bile unuttu. Aşk sarhoşluğu kapladı. Buna sekr hali deniyor. Bu halde iken, (Sen kimsin?) diyenlere, (Enel-Hak) diye cevap verdi. Üzerinden sekr hali gidince, yani ayılınca (Enel-Hak) dediğini hatırlamadı. Fakat dine aykırı konuştuğu için şehid edildi. Yere dökülen kanları (Enel-Hak) şeklini aldı.

 

Ali Ramiteni hazretleri buyurdu ki:

Hallac-ı Mansur zamanında Hace Abdulhalık-ı Goncdüvaninin talebelerinden biri bulunsaydı, Mansur idam edilmezdi. Yani Hace hazretlerinin talebelerinden biri bulunsaydı, Hüseyn Mansuru teveccühleriyle, içinde bulunduğu makamdan tez geçirirdi. İdam edilmesi gerekmezdi.

 

Hallac-ı Mansur hazretleri, içinde bulunduğu halden dolayı mazurdu. Onu şehid edenler de dinin emrini yerine getirdi. İki tarafa da bir şey söylenmez.

 

Hallac-ı Mansur hazretlerinin (Enel-Hak) yani (Ben Hakkım) dediği gibi, Bayezid-i Bistami hazretleri de sekr halinde (Sübhani) yani (Ben Sübhanım) demiştir.

 

Talebeleri, (Siz kendinizin sübhan, yani ilah olduğunu söylediniz) demeleri üzerine, (Bir daha öyle bir şey söylersem, beni kılıçla kesin) buyurdu. Sekr hali kaplayınca yine (Sübhani) dedi. Hemen hocalarının emri üzerine kılıçla vurdular. Fakat kılıç kesmedi. O hal üzerinden gidince, yine (Sübhani) dediğini söylediler. (Niye beni öldürmediniz?) buyurdu. (Kılıç kesmedi) dediler. O vakit, (Demek o sözü söyleyen, bu haldeki Bayezid değildi) buyurdu.

 

Evliyayı böyle sekr halinde, yani şuursuz iken söyledikleri sözlerden dolayı kötülemek doğru değildir.

 

İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:

Evliya, sekr karışmayan hallerde böyle uygunsuz sözler söylemez. Sahv, yani uyanıklık halinde olanlarda sekr hiç bulunmaz sanmamalıdır. Sekrsiz olan sahv, noksanlıktır. Halis, karışıksız sahv, avamda bulunur.

 

Cüneydi Bağdadi hazretleri, sahvın sekrden daha üstün olduğunu söylediği halde, sekr karışık olan o kadar sözleri vardır ki, saymakla bitmez. (Bilen de Odur. Bilinen de Odur) demiştir.

Evliyanın gizli marifetleri açığa vurmaları, hep sekr karışık hallerde olmuştur. Sahv halinde biraz sekr bulunması, yemeğe lezzet vermek için tuz karıştırmaya benzer. Tuzsuz yemek, tatsız olur.

 

Aşk olmasaydı, aşkın gammı olmasaydı,

Tatlı sözleri kim söyler, kimler duyardı?

 

Mecnuna adın ne diyorlar, Leyla diyor. Çünkü gönlü Leyla ile dolu. Leyla’dan başka kimseyi tanımıyor, bilmiyordu. Şehrin ortasında Leyla Leyla diye bağırarak geziyordu. Leyla diyerek feryat ederek ağlıyordu. Derdine deva olmak üzere Leyla gelip, kendisini tanıtmışsa da, (Ben seni tanımıyorum. Sen gerçek Leyla isen, ya bendeki Leyla kim) diye cevap vermiştir.

 

Evliyanın sekr halinde söylediği sözlerden dolayı onları ayıplamak doğru değildir. Meczublar ve mecnunlar da mazurdur. Bu haldeki sözleri hüccet olmadığı gibi, ayıplamak da doğru değildir.

 

Sual: Bayılan, deliren, sara tutan veya sarhoş olanın, şuursuz halde iken söylediği sözlerin dindeki yeri nedir? Şuursuz halde küfre düşücü söz söylese, evini birisine hediye etse, birisinden bir şey satın alsa, dinin hükmü nedir? Bu halde namaz kılmasa, kazası gerekir mi? Tasavvuf sarhoşlarının durumu bunlardan farklı mıdır?

CEVAP

Bayılmak, deli olmak ve sara tutmakla abdest bozulur. Yürürken sallanacak kadar şuursuz olmak da abdesti bozar.

 

Deliren veya bayılan kimse, 24 saatte ayılmazsa, iyi olunca namazlarını kaza etmez. İçki, afyon, ilaç ile aklı giden her namazı kaza eder. Yani hastalık, bayılmak gibi elinde olmayan bir sebeple, beşten fazla namazını kılamazsa, hiç birini kaza etmez. Beşten az olursa kaza eder. Fakat içki, uyuşturucu madde, ilaç gibi bir şeyle bayılan, kılamadığı namazlar az da, çok da olsa hepsini kaza eder.

 

Tasavvuf ehli, kendisini hal kaplayıp şuurunu kaybettiği zaman, dine uymayan sözlerinde mazur olur. Deli gibidir. Şuursuz iken, ibadetleri kaçırmaları günah olmaz ise de, akılları başlarına gelince, kaçırdıkları ibadetleri hemen kaza etmeleri gerekir. Bunların dine uymayan sözlerine başkalarının uymaları caiz değildir. Kendileri günaha girmezlerse de, bunlara uyan günaha girer. Alkollü ve uyuşturucu maddelerle sarhoş olanlar böyle değildir. Bu hale kendileri sebep oldukları için günaha girerler ve kaçırdıkları ibadetleri kaza etmeleri gerekir. (S. Ebediyye)

 

Sual: Hallacı Mansur, Enelhak demekle ben bâtıl değilim, hakkım diyor diye tevil etmek caiz mi?

CEVAP

Evet.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Hallac-ı Mansur...

Ve Üstâd...

İki(!) sır ehli buluşmuş...

hoş olmuş...

ruhları şâd olsun, sırları artsın...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Bu doğrultuda duyduğum bir hikayeyi paylaşmak istedim. Bu hikayeyi Aşık Nasuhiden dinledim

Hikayede; Hallacı Mansur , Nesimi , Nasrettin Hoca, Muhiddin İbni Arabi. Bu dört kişi Hoca Ahmed Yesevinin mürididirler. Bir gün Hocaları çok değer verdiği bu dört öğrencisini toplar ve onlara bir dua öğretir. Dua okunduğunda ölen herhangi bir varlık kalıntıları bir araya getirildikten sonra,Allahın lütfu ile ,dirilir ve ayağı kalkar. Hocaları yanlarından ayrıldığında duayı uygulamak ister. Bir koyun bulurlar biri keser , biri ağaca asar, biri derisini yüzer ve oturur afiyetle yerler daha sonra biride kemiklerini biraraya toplar yanlız aşık kemiğini bulamaz. Duayı okurlar ve koyun kalkıp dolanmaya başlar. Aşık kemiği olmadığı için seke seke gider gören herkes kendini tutamaz koyunun haline güler. Hocaları gelir ve koyunun vaziyetini görünce hiddetlenir. ve şöyle dua eder ; Bo koyunu kim kestiyse oda öyle kesilsin , bu koyunu kim astıysa oda öyle asılsın , bu koyunu kim yüzdüyse oda öyle yüzülsün ve bu koyunu kim böyle komik hale getirdiyse onada kıyamete kadar gülünsün.

Bence amaç haşa kimsaye mevki biçmek değildir. Buradki bu dört tasavvuf büyüğü bir hayvana edilen zulumden ve hocalarını hayal kırıklığına uğratmaktan dolayı akıbetleri biçiliyor. Ve bazı müslümanlar tarafından hikaye , menkıbe olarak kabul görüyor. Hayvan hakları savunucuları bunu görse ne derdi acaba? ...

Hatta Şahı Nakşibendi Hz. nin hayatını okuduğum kitapta şeyhinin yönlendirmesiyle kapısına bağlı köpeklere 4 yıl hizmet ettiğini 4 yıl yolları temizlediğini 4 yıl dağlarda yabani hayvanlara hizmet ettiğini okumuştum. Ve dağlarda yardım ve hizmet edecek yabani hayvan ararken bir yaralı kurt bulup ona iyileşinceye kadar yardım edip, iyileşmesine yakın kurda nazar kıldığını ve kurdun hal diliyle Allah’a dua eder olduğunu anlayıp ellerini açıp amin dediğini. Ve kitapta şu da yazıyordu Nakşibendi hazretleri "ben ne kazandıysam o kurdun duası ile kazandım " demiş.

Neyse konu dağılıyor . bu hikayeden kaçırdığım yerlerin farkına inşallah siz gardaşlarım benden daha iyi bir şekilde varırsınız.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Hallacı Mansur ile ilgili bildiklerim çok az yinede paylaşayım.

O ismini söylemez onu görünce tanırsın. Öğüt ve nasihatlarla ölümü anlatır . İstersen bir süre yanında kalır gitmez.Temizliği sever eğer pis bişe görürse onu kendi temizler, temizle demez.

Share this post


Link to post
Share on other sites

selamun aleykum,

 

gercekten cok guzel bir paylasim,fakat ben kaynagini sorabilirmiyim,okumak icin soruyorum.

 

selametle

Share this post


Link to post
Share on other sites

pardon ya,sizlerede zirt birt zahmet veriyoruz ama.dikkatsizlik iste,orayida hep gozden kaciriyorum yahu.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Estağfurullah sayın kardeşim, zahmet değildir bizim için, sormaktan çekinmeyiniz.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Piri Türkistanın Elimizde bulunan Mivanı hikmetin bir çok yerinde Hallacı Mansurdan bahseder. Ben bir tane buldum.

 

134. Hikmet

 

Muhabbetin bahçesinde binlerle destan

 

Bülbülleri şakıyıp orada figan eyler

 

Marifetin meydanında dolaşan eyleyen

 

Gece gündüz gözyaşını deniz eyler

 

O bülbülün feryadını işitenler

 

Kibirin dağını kesip benzetenler

 

Bu dünyanın lezzetini unutanlar

 

Feryad edip ağlayıp gözünü giryan eyler

 

Aşık kullar bu dünyayı göze iliştirmez

 

Dünya aşkını zahid kullar dile almaz

 

Gece gündüz mest ve hayran kendine gelmez

 

Cemal dileyip göğsünü deşip ağlar eyler

 

Vah ne yazık geçti ömrüm doymadan kaldım

 

Rehbersiz yola girip yorulup kaldım

 

Hikmet kemerin bele sağlam bağladım

 

Kendini seven aşıkları darmadağın eyler

 

Ey aşık gece gündüz dinmeden ağla

 

Yanıp pişip yürek bağrını ezip dağla

 

Ecel yetse merdcesine belini bağla

 

Böyle aşık varsa orada konuk eyler

 

Şeyh Mansur öz başını darağacında gördü

 

Nur gönderdi Hakk cemalini orada gördü

 

Şuursuz olup kendini bilmeden feryad eyledi

 

Vaşuka diye kendini bilmeden dolaşır

 

Seyh Şibli aşık olup bilmeden geçti

 

Şeyh Bayezid yetmiş yol kendini sattı

 

Bu dünyanın izzetlerini kaldırıp attı

 

Geçen içe pişmanlık diye feryad eyler

 

Eyle erlerin sohbetini bulan kişi

 

Elest ve hayran olup yürür yaz ve kışı

 

Seherlerde dört döğünmek onun işi

 

Zahir neşeli bâtınlarını gizli eyler

 

Böyle olmadan Hakk vuslatına ermek olmaz

 

Rüsva olmadan sırdan mânâ almak olmaz

 

Hû zikrini deyip daima dilden bırakmaz

 

Hayali ile dillerini lerzan eyler

 

Kul Hoca Ahmed bu hikmeti kime söyledin

 

Arifim diye ahaliye okuyup yaydın

 

Tesir eylemez alimlere söylediğin öğüdün

 

Arif odur beden mülkünü viran eyler...

Hoca Ahmed Yesevi

Share this post


Link to post
Share on other sites

O mübarek şahsiyetler bizim için bir ışık olmalı.Allah onların himmetini ve şefaatini üzerimize ihsan eylesin(amin)

Share this post


Link to post
Share on other sites

Nesimi Kuddise Sirruhun şöyle bir şiiri var:

 

Taş u kesek oldu verd ü nesrin,

 

Ferhad ile Hüsrev oldu Şirin.

 

Ferhad ile Şirin ve Hüsrev ile Şirin diye iki hikaye vardır İran edebiyatında.İkisininde bayan karekteri Şirindir.Leyla ile Mecnun hikayelerine yazdığım şeyde bunla ilgili herhalde.Bunlar esrarlı yollar ama bir Zatın kitabında Enel Hak demek anca hazretin Kuddise Sirruh makamında caiz olur diye duymuştum, burada hangi manası kasttı bilemiyorum.

Share this post


Link to post
Share on other sites

A. Mârifetin İfadesi Noktasında Sûfîlerin Yaklaşımları

Tasavvufî tecrübe doğrudan yaşandığı için bütünüyle, olduğu gibi ifade edilmesi imkânsızdır. Sûfiyâne ifadeler düşünceden çok hislerin ifadesidir. Sûfî, sâhip olduğu dînî şuurun muhtevasının ancak bir yorumunu bize aktarabilir, bu şuurun bizzat muhtevasını olduğu gibi aktaramaz.1347 Dolayısıyla yaşanılan tecrübenin ifadesi bir yorum ya da bir tercüme ameliyesi mesabesindedir.

Yaşanılan tecrübenin, elde edilen irfânın ifade edilmesi noktasında sûfîlerin genel olarak üç kısma ayrıldıklarını görmekteyiz: Yaşadıkları halleri ve mârifeti ızhar edenler, gizlenmesi hususuna özellikle vurgu yapanlar, irfânı ifade etmede sembollere müracaat edilmesi gereğini söyleyenler.

Vecd ve cezbe hallerini, mârifetlerini ızhar edenler öncelikle, Allah (cc.)’ın kula bahşetmiş olduğu bir nimetten bahsetmenin bizzat Kur’an’ın bir emri olduğu noktasından hareket ederler: “Rabb’inin (ihsân ettiği) nîmetten bahset” (Duhâ 93/11). Diğer taraftan bu sûfîler, tâlim ve irşâd kastıyla bütün bu tecrübelerden bahsedildiğini söylerler. Zîrâ müridin bizzat dalacağı engin tecrübeler ve varacağı nihâî gâye hakkında bazı bilgilere sâhip olmaya ihtiyaç duyar. Bu bilgileri ise ancak mürşidinin yaşadığı hallerden ve irfânından bahsetmesi sayesinde öğrenebilir. İşte Allah (cc.)’a yakınlık makamının esintilerinden bahseden her bir sûfîyi bu grupta sayabiliriz. Başta Hallâc-ı Mansur, Bâyezîd-i Bistâmî ve Rabiatü’l-Adeviyye gibi büyük mutasavvıflar olmak üzere, hallerini doğrudan ifadeye çalışan sûfîler, tarih boyunca anlaşılamadıkları için tâkîbâta uğramış, fizîkî tazyik ve şiddete maruz kalmış, hattâ Hallâc, İbn Berrecân, Aynu’l-Kudât Hemedânî gibi bazı sûfîler de bu yolun şehitleri

 

olmuşlardır.1348

Mârifetin ehli olmayanlardan gizlenmesi gereğini savunanlar, müşâhede ve mükâşefe neticesinde hâsıl olan haller ve mârifetlerin Rabbânî sırlar olduğunu ve muhafaza edilmesi gereğini ileri sürmektedirler. Ehil olmayanların muttalî olmaması gereken bu sırlar açıklandığında emanete ihanet edilmiş olur. Ayrıca sülûkunun henüz başında olan müridin kalbine gelen her varidâttan bahsetmesi, iddia ve gurura sebebiyet verdiği, onun mânevî urûcuna engel olduğu için doğru değildir. Dolayısıyla tasavvuf yolunda yaşanılan tecrübeden ve kalbe gelen vâridâttan bahsetme izne bağlanmıştır. Böyle olmakla beraber, her hangi bir nefsanî haz ve iddia söz konusu olmaksızın onlar, bazen derinden hissetttikleri ruhânî bir etki sebebiyle mecbûren ve irticalen konuşurlar.1349 Öyleyse sırların saklanması hususunda bir çok sûfî ısrarla vurgu yapmasına rağmen, kimi zaman kendi iradeleri dışında, kimi zaman da irşad ve terbiye amacıyla yaşadıkları hallerden bahsettikleri için tasavvufî tecrübenin ve mârifetin saklanması mutlak anlamda değildir. Zîrâ, meselâ “Ben ve Hüseyin b. Mansur aynı idik. Fakat o ızhar etti ben gizledim”1350 diyen Şiblî’nin yaşanılan hallere ve mârifete taalluk eden sözlerine, hattâ şathiyyâtına tasavvuf klasiklerinde sıkça yer verilmektedir.1351 Fakat yine de, şekli nasıl olursa olsun, ister sükûtu tercih etmek, ister sembollere ve anlaşılması zor teknik bir dile başvurmak sûretiyle olsun sırların ehil olmanyanlardan saklanması sûfîlerce ittifak edilen bir meseledir. Hattâ bu hususa işâreten, “Ahrâr’ın kalbi sırların kabristanıdır” denilmiştir.1352 Bu düşünceyi paylaşan sûfîler genellikle, oldukça latîf mânâlar ihtivâ eden meârifin yayılmasının avam açısından ancak, inkârı ve fitneyi artırabileceğini söylerler. Çünkü onlara göre ibâre bu sırrların ancak gizliliğini artırmaktadır. Zevkî meselelerin ibâre ve ifadelerle anlatılıp anlaşılması zor olduğu için ibâre, bu ilimlerin inkâr edilip kötülenmesinden, hafife alınmasından ve fitneye düşülmesinden başka bir işe yaramaz. Ayrıca sözü söyleyen sûfînin cahilce, zındıklık ya da dâlâletle ithâm edilmesine, hattâ kanının helal sayılmasına sebebiyet verir. Çünkü bu sırlar ve hakikatler avâmın idrâkinden daha büyük ve daha yücedirler.1353

 

 

Bu hususta Nifferî (ö. 354/965), Allah (cc.)’ın şöyle hitab ettiğini söyler: “Ben’im hakkımda harflerin söylediğiyle yetinme ve Benim haberimi harflerden alma. Harfler kendilerinden haber vermekten acizdir, Ben’den nasıl haber versin."1354 Yine bu minvâlde olmak üzere Nifferi, Hakk’ın şu hitabını zikreder: “Sen makamları hakkında konuşmayanlardansın, eğer konuşursan bu makamdan çıkarsın, eğer bu makamdan çıkarsan onun ehlinden olmazsın. Sâdece bu makamı ziyaret edenlerden ve bu makam hakkında mâlumâtı olanlardan olursun.1355

Yine mârifetin ehil olmayanlardan saklanması gereğini Şârânî şöyle ifade eder: “Tarîkımız ehilinden olmayanların biz sûfiyye tâifesinin kitaplarına bakması haramdır. Aynı şekilde bizim sözlerimizin ancak yolumuza inananlara aktarılması caizdir. Her kim sözlerimizi bize inanmayan bir kimseye naklederse kendisi de naklettiği kimse de inkâr cehennemine sürüklenirler... Bu sebeple ehlullah ‘her kim sırrı ızhar ederse katledilmeyi hakeder.”1356

Bu doğrultuda bazı sûfîler, mârifetin nihâî noktası olan mutlak tevhid hakkında konuşmayı, hattâ imâda ve işârette bulunmayı bile sakıncalı sayarlar. Bu hususta Şiblî söyle demiştir: “Tevhid nedir sorusuna ibâre ile cevap veren mülhid, işâretle cevap veren senevî, imâ ile cevap veren ise putperesttir... Bu konuda, en mükemmel mânâda aklınızla idrak ettiğiniz, vehminizle ve mütehayyilenizle tasavvur ettiğiniz her şey, sizin gibi hâdis ve mahluktur, size geri çevrilir.”1357 Gazalî de benzer bir şekilde ârifin ulaştığı nihâî makamı ifade etmeye çalışmasının onu kaçınılmaz bir şekilde hulûl, ittihad gibi açık hatâlara götürebileceğini söyler.1358

İbnü’l-Arabî’de benzer bir şekilde sırların saklanması gereğini sıkça vurgular ve selefi büyük şahsiyetlerin bu husustaki tavırlarını zikreder. Çünkü ona göre bu sırlar dipsiz bir deryâ olduğu için mahir yüzücü olmayanların helakına sebebiyet verir. Bu noktada Hasan Basrî’nin şu tavrını örnek verir: Hasan Basri, avam için gerekli olmayan sırlardan bahsedeceği zaman Malik b. Dinâr ve Ferkâd es-Sebhî gibi zevk

 

sâhiplerini yanına çağırır, kapısını kitler ve onlarla bu meseleleri konuşurdu. Yine bu hususta İbnü’l-Arabî, Ebu Hureyre (r.)’nin şu sözünü nakleder: “Hz. Peygamberden iki kap (ilim) aldım, birinden size bahsettim, diğerine gelince bunu haber verip yaysaydım beni boğazlardınız.” Ayrıca İbn Abbas’ın, “Yedi kat göğü ve yerden de bir o kadarını yaratan Allah’tır. Allah’ın emri bunlar arasından iner...” (Talak 65/12) ayeti hakkında, “şayet bu ayetin tefsirini size zikretseydim, benim kâfir olduğuma hükmeder, beni taşlar ve öldürürdünüz” sözünü zikreder.1359 İbnü’l-Arabî’ye göre ehlinden başka kimselerin idrak edemeyeceği bu sırları açıklamaya imkân yoktur, zîrâ bu konuda sûfîlerin sapasağlam bir ahitleri vardır.1360 Açıktır ki İbnü’l-Arâbî, diğer sûfîler gibi mânevî tekâmül yolunda açılan bazı sırların saklanması taraftarıdır. Fakat İbnü’l-Arabî, mârifetin ifadesi noktasında mutlak sükut taraftarı değildir. Aksi halde bu kadar zengin bir tasavvufî mîrâsa sâhip olamazdık. Kaldı ki diğer sûfîlerin çoğunun tavrı da bu yöndedir. Onlar mutlak sükût ile değil semboller, veciz ifadeler, bir takım benzetmeler ve oluşturdukları teknik ıstılahât yoluyla sırları ehil olmayanlardan saklama yoluna gitmişlerdir. Zaten İbnü’l-Arabî, âlemde sükûtun aslî olmadığını, sükûtun adem olduğunu ve kâinâtta kelâmın aslî ve sürekli olduğunu vurgulamaktadır.1361 Ayrıca ruhânî tekâmül yolunda oldukça yüksek makamlara çıkıp da irşad için geri dönerek yaşadıkları hallerden bahsedemeyen vâkıfun’un kimseye bir faydalarının dokunamayacağını vurgular. Ona göre muhabbetin saklanması bir hicâptır. Çünkü muhabbet ahvâlinin saklanabilmesi onun kulun üzerindeki otoritesinin kuvvetli olmadığının göstergesidir. Halbuki gerçek muhabbetin insan üzerindeki otoritesi diğer bütün otoritelerden kuvvetli olduğu için ve muhabbetin lisanı kuru bir sözden ibâret olmayıp hâl lisanı olduğu için onun gizlenmesi mümkün değildir.1362 Kısacası aşk ahvâlini gizleyen akıl ve nazar sahibidir, bazı hususları düşünüp tartıyordur. Bu ise aşk hususunda bir nakısadır. Zîrâ sûfîlere göre aklın çekip çevirdiği aşkta bir hayır yoktur.1363 Bu îtibârla mutlak anlamda bir sükût söz konusu değildir ve sûfîlerce sıkça dile getirilen sırrın saklanması meselesi ise bir faydaya istinadendir: Bu sırları ehil olmayanlardan saklama. İbnü’l-Arabî, rûhânî tekâmülün ve mânevî arınmanın gereklerini bilmeyenlerin bu sırlara muttalî olmalarından kaynaklanan sakıncaları da şöyle dile getirir: “Tarîkımız ehlinin kitapları bu sırlarla doludur. Fikir

 

ehli fikirleriyle, zâhir ehli ise kelimenin muhtemel anlamlarından ilkine hükmetmek sûretiyle bu sırlara musallat olurlar ve onlara saldırırlar. Sûfiyyenin üzerinde uzlaştığı ıstılahlardan mücerred bir tanesinin anlamını sorsanız bu hususta hiçbir bilgisi yoktur. Aslına hükmedemedikleri bir konuda nasıl olur da konuşurlar.”1364

İşte bütün bu sakıncalardan dolayı sûfîler sırların zevk sahibi sûfîler arasında kalması, idrak seviyesi bu sırları anlamak için yeterli olmayan kimselerden saklanması için bir takım sembollere baş vurmuşlardır. Sûfîlerin çoğu, elde ettikleri mârifetlerini, vecd ve cezbe hallerinin gereği olarak bazen de ifşâsı kaçınılmaz olan sırlarını, ancak benzer tekâmül sürecinin belirli makamlarını elde etmiş olanların anlayabileceği özel bir dil ile, semboller vasıtasıyla insanlığın idrakine sunmuşlardır. İşte mârifetin ifade edilmesi noktasında zikredilen üç tavırdan bu üçüncüsü benimseyen sûfîlerden olarak, İbnü’l-Fârid, Şihâbuddin Sühreverdî, Ferîdüddîn Attar, İbnü’l-Arabi ve Mevlânâ Celâleddin er-Rûmî...,gibi bir çok sûfîyi zikredebiliriz. Bu noktada İbnü’l-Arabî zengin külliyâtıyla bu sûfîler arasında en velûd olanıdır.

İşte bu şekilde İbnü’l-Arabî’nin yanısıra bir çok sûfî, doğrudan ifadesine muktedir olamadıkları latîf mânâları, yüce halleri ve makamları ifadede sembollere baş vurmuşlar ve sırları saklamaya çalışmışlardır. İbnü’l-Arabi bu sûfîler arasında, ifadelerindeki sembolik örgü, komplekslik ve anlamı gizleme bakımından muhtemelen zirvededir. Bu açıdan sadece meşhur sûfî filozof İbn Seb’în (ö. 669/1270)1365 ona yakın görülmektedir.1366

 

1346 İbnü’l-Arabî, Fütûhât (byr.), c. V, s. 160; Ebuzeyd, Felsefetü’t-Te’vil, s. 264.

1347 Iqbal, The Reconstruction, s. 20, 21.

 

1348 Sâre bint Abdulmuhsin, Nazariyyetü’l-İttisâl inde’s-Sûfiyye fî Dav’il İslam, (Dârü’l-Menâr), Cidde, 1991, s. 214; eş-Şutûrî, İtticâhü’l-Edeb, s. 458.

1349 Azzâm, Mustalahu’s-Sûfî, s. 62.

1350 Bkz., Hatib Bağdâdî, Ebubekir Ahmed b. Ali, Târîhu Bağdâd, nşr. Muhammed Emin el-Hânecî, (Mektebetü’l-Hânecî), Kahire 1931, c. VIII, s. 121.

1351 Meselâ bkz. Serrâc, el-Lumâ’, s. 478 ve devamı.

1352 Sâre, Nazariyyetü’l-İttisâl, s. 215.

 

1353 Sâre, Nazariyyetü’l-İttisâl, s. 215, 217

1354 Nifferî, Mevâkıf, s. 60.

1355 age., s. 98.

1356 Şâ’rânî, Yevakıt ve’l-Cevâhir, c. I, s. 17.

1357 Bkz., Kuşeyri, Risale, s. 333.

1358 Gazâlî, Munkız, s. 62.

 

1359 İbnü’l-Arabî, Kitâbu’l-Fenâ fi’l-Müşâhede, (Resâil), s. 6.

1360 Bkz., İbnü’l-Arabî, Mevakiu’n-Nücûm, s. 149.

1361 İbnü’l-Arabî, Fütûhât (thk.), c. VI, s. 361.

1362 Bkz., İbnü’l-Arabî, Kitâbu’l-Hucub (Mecmû’ur-Resâil), s. 48.

1363 age., s. 49.

 

T.C.

ANKARA ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

TEMEL İSLAM BİLİMLERİ (TASAVVUF)

ANABİLİM DALI

 

MUHYİDDİN İBNÜ’L-ARABİ’YE GÖRE DİL-HAKİKAT İLİŞKİSİ

MARİFETİN İFADESİ SORUNU

Doktora Tezi

M. Mustafa ÇAKMAKLIOĞLU

Tez Danışmanı

Prof. Dr. Ethem CEBECİOĞLU

 

İnternet kaynak: http://www.ibnularabi.com/default.asp?icerik=22

Share this post


Link to post
Share on other sites

Ebu Hureyre Radıyallahu Teala Anh: “Hz. Peygamberden(Aleyhi ve Alihisselam) iki kap (ilim) aldım, birinden size bahsettim, diğerine gelince bunu haber verip yaysaydım beni boğazlardınız.”

Share this post


Link to post
Share on other sites

HALLAC-I MANSUR

 

Masumlar unutulmaz.

 

Zâlimler unutulur.

 

 

Era kademî :Ayaklarımı görüyorum.

Erake demmî : Kanım akıyor.

Ehane demmî :Yazık oldu kanıma.

Eha netmî :Yazık oldu kendimi anlatamadığıma.

 

Bu sözler Mansur’un sözleridir...

 

Bu günden 1095 sene evvel hicri 309 da “İlâhi sırları, Ledunnî âlemi...” bilmeyen din ulemasının ve hatta halkın, Evliyâ mertebesine çıkardığı büyük kimselerin büyük bir yobazlık ile verdikleri “Fetva” ile sahneye konan bir vahşetten bahsedeceğim.

Bu sahneyi yaratan ulemanın hırs ve anlayışı; şeriat kanunlarını tahrif ederek cinâyetlerin işlenmesine yol açmıştır.

Lafları şu: “Limahfazâtü’l- Şer’i”

İnsanlık tarihinde:

Ne, Firavunların, ne Nemrudların, ne vahşi yamyamların, ne de Engizisyon mahkemelerinin, harblerde bile tesadüf edilmemişi, hatta vahşi hayvanların bile şikârlarına yapmadığı, yapamadığı vahşet sahnesinden bahsediyoruz.

Vahşi hayvan bile şikârını hemen öldürür.

Sonra onu yer...

 

Dicle nehri kıyısındaki Bağdat’ta mahkeme kurulmuş.

Ulema toplanmış...

Meşhur “Cüneyd”, Başkan...

“Fetva” Verdi.

“Mansur” için...

Ne imiş suç?..

Ortalığı sarsan, müthiş bir haykırış: “Ene’l-HAKK!” demiş...

Vay vayy!..

Nasıl söylermiş?..

 

“Ben ALLAH’ım” demedi...

Bunu kimse söyleyemez.

“Münkir ve Nekir bile ALLAH’ın kimdir?” diye sormaz, soramaz.

“RABB’in kimdir?” diye sorulur.

Zira mutlak hakikat ALLAH’tır.

Herşey O’ndan...

Fakat hiçbir şey O değil.

“Bende tecellî eden her kudret, can, herşey haktır!

Doğrudur!

Bunu tasdik ederim!

O hâlde benim varlığım “HAKK” dır!

Ben HAKK’ım!..” dedi.

ALLAH, RABB, HAKK hep başka başkadır.

ALLAH herşeyin HAKK’ıdır.

 

Yaratıcısıdır.

Ustası, Sani’idir.

Bu bakımdan herşeyin RABB’ı dır.

Mansur kendinde;

ALLAH’ın bu verdiği esmâları, kuvvetleri gördü:

“Bana akıl verdi.

 

İrade verdi.

Her şeyi O verdi.

Bunların hepsi doğrudur!” dedi.

“Ben HAKK’ım!” dedi.

“Bu mevcut olmam HAKK’tır!

En büyük bir tastikdir!”

Hz. Hureyre’ye sahabeler sormuşlar:

“Resûlallah’ın sana verdiği Ledunnî sırlardan bize de söyle!”

“Söylersem kâfir oldu diye başımı vurursunuz”.

Cevap kat’i ve doğru...

Sonra yine bu yobaz ulemâ söylerler:

“Sekir hâlinde, cezbe hâlinde söylenen sözlerden kul mesul değildir!”

Cezbe öteden çekilmedir.

Hikâyeler, uydurmalar nasıl suç olmazmış?..

Ledunnî âlemin sırlarını anlamak bile herkesin kârı değildir.

Başta Hz. Hureyre ne demiş düşün!..

Zulmü, zâlimi, işkence yapanı ALLAH sevmez.

Kelâmında bunları kötüler:

İşkence islâm dininde küfürdür.

HAKK’a isyandır.

 

Vahşet sahnesinin icrası için “Fetva” veriliyor.

Halk bile hınç ve tehevvür içinde binlerce insan toplanmış çocuk, kadın, erkek ihtiyar Bağdat meydanına...

Küfür, taşlamalar, lânetler, meydanı sarmış hınç uğultu hâlinde...

 

Mansur koltuk altlarından asılıyor.

Halk taş atıyor.

 

Mansur’da hiç bir acı ve ızdırap emaresi yok..

Başka âlemde kendisi.

Evvelâ ayakları bileklerinden kesiliyor, sonra eller bileklerinden...

Mansur mütebessim...

 

Âdetâ memnun...

Semâya dikili gözlerini oyuyorlar yine ses yok...

 

Dilini kesiyorlar o anda ruhunu teslim ediyor.

Fakat hınç doymuyor devam ediyor.

Boynunu vuruyorlar, cesedi parçalıyorlar.

Sonra ateşde yakıyorlar külünü savuruyorlar...

 

İşte asıl bundan sonra olanlar.

Bağdat, halkı ile ulemâsı ile yobazlarıyla lânetleniyor.

O günden bu güne kadar devam ediyor.

Edecektir de...

Kerbelâ Fırat kolunun bir yerinde…

Hülagü, Bağdat’ı tahrip ediyor.

400 bin kişinin kafasını kesiyor.

Haccac orada 70 bin kişinin kafasını uçuruyor.

Hâlâ bu devam ediyor.

Daha devam edecek kıyamete dek....

Yakındır tamamiyle yok olacak...

O zaman Mansur’un hırkası kurtardı Bağdat’ı Dicle’den...

Şimdi yok o Hırka ve ne de o hırkayı taşıyan sırt...

Bu hadise niçin oldu?...

 

ALLAH:

 

“Benim dostlarımla uğraşmak, Zât-ı Ahadiyetimde en büyük hata!” olduğunu anlatmak için....

İnsan oğlunun zulüm, yobazlık, İnsan’a Hayvan’a Nebat’a eziyet edenlere bir misal vermek için bunu murad etti...

Mansur O’nun için i’dama götürülürken kendine bunu reva görenleri, fetva verenleri, seyire gelenleri, taş atanları affetti. HAKK’ın bu muradı için...

 

“Yâ ALLAH! Yâ RABB! Yâ HAKK! Yâ RAUFU’d-DEYYÂN!

 

Bana açtığın sırları onlara da açsaydın veya onlardan gizlediğin sırları benden de gizleseydin başıma bu gelmezdi!”

Mansur affetti amma, ALLAH affetmedi bunları yapanları...

Bu sözlerde yukarıda anlattığımız muradın kapalı ifadesi gizlidir.

 

İnsan her şeyi doğru yapamaz.

 

Görünürde bazen de çâresiz kalır.

İnsan mezarı önemli değildir.

 

O insanın anılması önemlidir:

 

İnsanlar yaşarken O’nu bekleyen toprak onu bağrına basar.

 

Topraktan yaratıldığını unutma!..

Topraktan temiz geldin temiz gitmeye çalış!..

 

Eba Müslümi Horasanı 3000 kişi ile 50.000 kişilik Kerbelâyı yaratanları kılıçtan geçirdi.

Malazgirtte Alp Arslan 50.000 kişi ile 600.000 kişilik Rum ordusunu yerle bir etti.

 

Her dua’nın kabulü ind-i ilâhiyyede muayyen bir müddet için geçerlidir.

Hz.Hasan’ın kayın babası Türk’dü.

Kûfe’ye girdiği zaman Hz. Hasan kucağında ölürken:

“ALLAHümme Yuzafferekümmü’l- Etrakî ille’l- ebedi!”.

Duası Türkler’i yaşattı...

 

Dünyada hiç namaz kılmadan.

Bir defa secde etmeden.

Büyün bile oruç tutmadan.

Başka bir hayır yapmadan.

Doğrudan doğruya cennete giren kimdir?

Ömer İbni Sabit...

Uhud harbinde müşrik ordusundan kaçıyor.

Resûlü Ekrem’in yanına geliyor:

“Ben bizimkilere karşı harb edeceğim! İlk defa harb edip sonra mı muslüman olayım yoksa evvelâ mı muslüman olayım!” diyor.

Resûlü Ekrem:

 

“Evvelâ Müslüman ol!” dedi.

Şahadet getirdi ve hemen harb’e daldı, ağır yaralandı.

Kendi akrabaları kucakladılar, aldılar götürdüler.

“Ne oldun!” dediler...

“Harb ettim!

Hem de size karşı!

Hem de Müslüman oldum!” dedi ve ruhunu teâlim etti.

Doğrudan doğruya Cennete gittiğini Resûl buyurdu...

7.7.1984 Cumartesi

 

Merhum Opr. Dr. Münir Derman

 

Fetva : Bir hâdise, bir muâmele hakkındaki hükm-ü şer'îyi ehli olanın haber vermesi ve o hükme dair verilen mâlumat, bilgi.

 

Tahrif : (Harf. den) Harflerin yerini değiştirmek. Bozmak. Kalem karıştırmak. * Kendi menfaati veya başkasının zararı için bir ibârenin mânasını değiştirmek. * Başka tarafa meylettirmek.

 

 

 

Limahfazâtü’l- Şer’i : Şeriatı muhafa etmek adına, onun için, o yüzden.

“ALLAHümme Yuzafferekümmül etrakî illel ebedi : ALLAHım! Türkleri ebedi muzaffer kıl!

Şikâr : av.

Cezbe : Tas: Meczubiyet, istiğrak. Allah'ı hatırlayıp Allah sevgisi ile kendinden geçer bir hale gelme.

Sekr : (Sekir) Sarhoşluk.

Sırt : Omurgalı veya omurgasız hayvanlarda boyundan kuyruk sokumuna kadar uzanan üst bölüm.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...
Sign in to follow this  

×
×
  • Create New...