Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
SusQuN

İskender Pala

Recommended Posts

Sevgili!

Sen gitmiştin...

Koyup bir başımıza, bırakıp pak ellerimizi, gurbetlerine salmıştın bizi.

Yetim kaldık, öksüz kaldık ve ellerimiz kirlendi yokluğunda...

Sen gitmiştin...

Ayrılıkların dilini hece hece ağlıyoruz şimdi.

Akşamlar iniyor dağlara ve hasretimiz yankılanıyor yamaçlarda.

 

Sevgili!

Nasıl iltica edelim sana ;

huzuruna nasıl varalım, yalvaralım?!.

Ve duyurabilsin mi sesini!?.

Efendim, duyar misin sesimizi?..

 

Sevgili!

Sen aşk ikliminde sultan, sen güzellik şahikasında dolunay, sen vefa göğünde

hilal.

Biz bir bakışının dilencisi,

biz dolunay tutkunları,

biz bayramı gözleyen oruçlar.

Güzellik ordusunun hakanı sen, gam ruzigârinda gedalar biz.

Sen imrenme, biz ayıplanma.

Sen özüsün varlığın ve biz varlık iddiasında küstah yoksullar.

Sen sabah yıldızlarının ışığı, biz gaflet uykusunda kervancı.

Dert ve keder denizinde çığlık çığlığayız biz,

kumrular ve bülbüller seni bestelemekte oysa.

Çığlıklarımızı bestelere karıştırıver efendim,

düşkünlerine, savrulmuşlarına kulak ver.

İtivermezsin elinin tersiyle bizi, değil mi efendim?..

 

Sevgili!

Sen gitmiştin...

Yokluğunda kaybettik önce varlığımızı ve sonra yok eyledik aklımızı da.

Hasretinle akan zamanlarda cevherimiz özden, madenimiz mıknatıstan ayrıldı.

Sen gitmiştin...

Gönüllerimiz billur kadehler gibi çalındı sengsarlara;

ırmaklarımız mecralarında susuzluğa mahkum edildi.

Sen gitmiştin...

Çelik mermere çarptı, iradeye ateş düştü yokluğunda.

Hasretinden akıllar yitirildi efendim,

gönüller gölgelere düştü.

Kucak kucağa güneşlerimiz söndü,

dudak dudağa denizlerimiz kurudu

ve sen gitmiştin efendim.

Sen gitmiştin...

Seninle birlikte her şeylerimiz gitti.

Şehitlerimiz kefenlerinden sıyrıldı senden sonra;

kanlarımız sahralar doldurdu.

Kelimelerimiz anlamlarını yitirdi,

kutlu erlerimiz tutsak oldu nefis ordularına...

Hiçbir şey kazanmadık ayrılığında, efendim,

hiç kâr elde edemedik.

Aldandık, hep aldandık.

Delilimizi yitirdik, delillerimizi yitirdik.

Dillerimiz dilim dilim edildi efendim.

Bize sevmeyi unutturdular ilkin;

sonra sevginin ne olduğunu...

Kendi gönlüne ihanet edenlerimiz, gönlün kendisine ihanet ediyorlardı artık.

Vurgunlar yedik pes pese efendim...

Ve sen gitmiştin.

 

Sevgili!

Sen gitmiştin...

Biricik sığınağımız, varlığımızın övüncü, yüz akımızdın.

Hayırları söyleyip gitmiştin,

biz ser işler olduk.

Uzun uzun emellere kapıldık,

kapılanıp kaldık umutların kapısında.

Yolunda yürümekten üzerimize düşen,

baş kaldırdık önce ve sonra yıkılışlar gördük hep efendim.

Ellerimiz vardı açıldıkça dolan, uzandıkça verilen;

böğrümüzde kaldı ellerimiz.

Hanım idik halayık olduk;

bay idik köle edildik.

Sen gitmiştin...

Yanmış igsilerle kara bahtımıza kara resimler çizdiler.

Aşk dervişleri avare, pejmürde, hercâyî rüzgârlara kapıldılar,

dönüşlerinin ahengini kırdılar.

Bölük bölük kadınlarımız,

grup grup erlerimiz,

demet demet çocuklarımız,

kimi güler, kimi ağlarken yitirdiler kendilerini.

Ve sen gitmiştin efendim...

Sevgili!

Hani bir aşk idin, bir güzellik idin sen, güzellikle askın kesiştiği

prizmada.

Güzelliğin cihanı gösteren bir ayna;

aşkın o aynanın cilası idi hani.

Güzelliğin olmasa efendim,

aşkı hiç bilmeyecekti cihan;

aşkın olmasa güzelliği hiç anlamayacaktı.

Aşk pazarında mezat hep güzelliğine; güzellik yurdunda yollar hep aşkına

durmuştu efendim...

Ve sen gitmiştin...

Sevgili!

Derd ile ağlayandın; hem derde salandın!..

Gönül yurdunda çaresizlerin çaresi, hastaların merhemiydin.

Saadetle yasamış, saadet çağını yaşatmıştın.

Suretleri ve canları iman ile sen şekillendirmiş,

"Lâ" ile "Illa"yi i'câz ile sen dillendirmiştin.

Sen gidince, ey sevgililer sevgilisi, güvercinlerimiz tuzaklara esir düştü;

Hüdhüdlerimizin mil çekildi gözlerine.

Artık düşmanlarımız dostlar arasında;

dostumuz düşman içinde.

Divanelere döndük, yaya kaldık yolunda.

Kendimizi unuttuk, seni bilmez olduk...

Sana muhtacız!..

Sana en fazla muhtacız.

En fazla sana muhtacız.

Uyandır bizi uykumuzdan...

Gel ey sevgili!

Bir gelişle gel, bir gülüşle gel.

Doğ ufkumuza, sar dünyamızı, gir gönlümüze yeniden...

Sana muhtacız...

 

Sana en fazla muhtacız...

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

Gel Ey Gül-İ Rana …

 

 

Kerem kıl,tesellim ol,düş içime cemreler gibi…Bir gelişle gel,bir gülüşle gel,güle düş de gel,hayalde gel,düşte gel…

 

 

 

 

Ayı ikiye bölen kutlu ellerinle gel,şirki kara yere karan tatlı dillerinle gel,saadet muştusunda bahtlı kullarınla gel…Ve ıtır,ıtır tomur tomur güllerinle gel…

 

 

 

 

Gel Efendim,Gül Kokuşlum…

 

 

 

 

Yetiştir suyu çorağa,tutuştur gülü yaprağa…Gül dikilsin yeniden toprağa…

 

 

 

 

Senin bir damla kokuna,bütün aşklarımı fedaya hazırım…!

 

 

 

Ve bir kırıntısına nazarının,bütün yüreğimi kanatmaya…

 

 

 

 

 

Bir gülü koklamak gibi seni anmak…

 

 

 

 

Gel Ey…!

 

 

 

Avucumda hep dikenler…Kanıyor…Kanıyor

 

 

 

İskender Pala

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

İnsan kalbi kırıksa ve bütün kapılar yüzüne kapatılmışsa açık olan tek kapıya il...ticası fazla oluyor.

Ve

o vakit herşey birden değişiyor.

İskender Pala

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

"Beni aşkın yağmur olup yağdığı , zamanın aşka kurulduğu , aşkın zekat olarak verildiği coğrafyalara götürsünler istiyordum.Aşk ile yoğrulmak , aşktan yorulmak istiyordum.Leylanın hasreti,hicranı,firkati içimi yaksın , yaksın ve ahımın kıvılcımından gökler tutuşsun istiyordum .İçimdeki aşk ateşini söndürmeye gözümden su serpeyim istiyordum , ama yangınım çok büyümüştü , gözyaşlarım söndürmeye yetmiyor , bilakis alevlerini çoğaltıyordu.Bir mum gibiydim .Başımda sevda ateşi , gözlerimde yaş bedenim durmadan eriyor , can ipliğim durmadan yanıyordu..."

İskender PALA -Babilde ölüm İstanbul'da aşk

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

Hayatınızın ağırlığı ne kadar?

Gelişen teknoloji, kalabalıklaşan şehirler, gündelik hayatın ağırlaşan yükü, trafik çilesi, ekonomik kaygılar, iç dünyamızdaki savaşlar ve çatışmalar, dış dünyanın kavga ve gürültüleri... Karamsar bir peyzajın içindeki kara deliğe düşmüş kadar ürkütücü.

 

Güzele, güzelliğe, gülümsemeye, sanata, estetiğe giriş kapısı bırakmayan bir kaos koşturmacası. Bir an durup nefes alamaz hale getirmiş planlar, ihtiraslar... Sanki çevremizi kuşatmış, çengellerini eteğimize takmış, bütün yürüyüşlerimizi yavaşlatan, bütün hedefleri öteleyen ve erteleyen bir karabasan. Adına hayat diyoruz.

 

Bir filmden bir replik hatırlıyorum; "Bir sırt çantası edinin ve sahip olduğunuz her şeyi onun içine koyup yaşayın!" diyordu. Doğrusu hiç fena fikir değil. Pazardan bir sırt çantası alıyorsunuz ve sahip olduğunuz her şeyi onun içine yerleştiriyorsunuz. Siz içini doldurdukça genişleyen bu çantaya neler koyardınız?

 

Sahip olduğumuz küçük şeylerden başlayarak koymayı deneyelim isterseniz. Kalemlerinizi, not defterinizi, anahtarlarınızı, cep telefonlarını kesinlikle taşımalısınız. Sonra küçük eşyaları toplamaya başlardık herhalde. Madem sahibiyiz, onlara da çantada yer açmalıyız. Elbiseler, ayakkabılar, tabaklar, tencereler, sehpalar, televizyon ve beyaz eşyalar. Durun daha bitmedi!.. Sırada asıl eşyalar var. Evlenirken sıkıntılara girip, borç edinerek mutlaka aldırdığımız, sonradan kullanmakta ihmal göstersek de olmazsa kendimizi yoksul ve hatta çıplak hissettiğimiz, dolayısıyla evde mutlaka bulunması gerektiğine inandığımız asıl eşyalar. Koltuk takımları, yatak odası mobilyaları, salon konsolları, süsler, çerçeveler... Yer kalmadı diyenler için hatırlatalım, çantanız her an genişleyebiliyor ve dolmak bilmiyor. Üstelik ne kadar dolsa da siz körükleri açar, yan cepleri kullanır, birkaç şey daha sığıştırırsınız. Unutmayın ki sahip olduğunuz şeyler bu kadarla bitmiyor. Arabanızı bırakacak değilsiniz mesela... Yazlık neyse de evinizin hiç olmazsa bir odasını (okuma odası / oturma odası / yatak odası vs.) tercih etmelisiniz. Koyun, çekinmeyin koyun, sıkıştırın!.. Ne de olsa edinmek için çaba sarf ettiniz, para harcadınız, bedel ödediniz. Helal malınız değil mi?

 

Artık yeter mi diyorsunuz? Öyle olsun. Ama bizden hatırlatması, hani sonra aklınız geride kalmasın. Son bir kez bakın; "Çantanıza sahip olduğunuz her şeyi koyduğunuza inanıyor musunuz? Bir şey unutmadınız değil mi?"

 

Pekala, rahat bir nefes alın. Çok yoruldunuz... Sırtınızı bu çantaya yaslayıp birazcık dinlenin. Çünkü az sonra onu taşımaya başlayacaksınız. Ve ne kadar ağırlık taşıdığınızın farkına varacaksınız. Hayatınızın ağırlığı ne kadar, göreceksiniz. Korkmayın canım, bunların hepsi size ait. Ama sorun kendinize bakalım; bu denli yük ile hangi mesafeyi kat edebileceğinizi, ne kadar ilerleyebileceğinizi, hangi hedefe varabileceğinizi sorun. Hayatınızın ağırlığını sorun. Bu ağırlığı taşıyan dizleriniz, gözleriniz, sözleriniz ve yüzlerinizin aslında sizden ne istediğini sorun. Bu yüklerden hangisini bırakırsanız sizden ayrıldığı için üzüleceğini veya arkanızdan gözyaşı dökeceğini sorun. Sorun sorun, çekinmeyin, cevap verirler... Hiçbiri mi? O halde neden taşıyorsunuz? Neden yükleneceğim diye bunca çırpınıyor, kendinize eziyet ediyorsunuz? Bizim Yunus "Bunca varlık var iken gitmez gönül darlığı" demiyor muydu? Peki bunca ağırlığınız var iken huzuru yakalayabileceğinize inanıyor musunuz? Bunca yük sizin belinizi bükmüyor mu sahiden? Ve asıl soru şu: Birisi size, "Çantayı boşaltın ve hepsini yakın gitsin!.." diyecek olsa itaat eder misiniz? Şeyh Galib karşınıza dikilse ve "Tedbirini terk eyle takdîr Hudâ'nındır" dese mesela!..

 

Eğer Galib'e itaat edip kibriti çaldıysanız, yukarıdaki soruyu size tekrar sormamız gerekiyor. Bu sefer yanılmayın, iyi düşünerek cevap verin lütfen! Soru şuydu:

 

"Çantanıza sahip olduğunuz her şeyi koyduğunuza inanıyor musunuz? Bir şey unutmadınız değil mi?"

 

Düşünün bakalım!

 

Yoksa unutmuş musunuz?

 

İnanmıyorum, "Benim için çarpan kalpleri çantama koymayı unutmuşum!" diyen şu ses size ait olamaz!..

 

*

 

Bir gün eşi, terziye sokulmuş, "Taşınıyoruz bey, bavulunu hazırla!" diye fısıldamış. Hayır, hayır, terzi kumaşlar, dükkân, elbiseler, paket, hamal vs. kaygısına hiç düşmemiş. Yalnızca iğnesini yakasına takıp kadının koluna girerek gülümsemiş:

 

"Haydi gidelim sultanım!.."

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

Şehid

 

"Kefenler gelinliğin / Duvaklar sana doğru //Gökler, yıldızlar senin / Şafaklar sana doğru // Dallar senden yanadır / Yapraklar sana doğru // Fatihalar sanadır / Adaklar sana doğru // Gözler türbene çevrik / Dudaklar sana doğru // Başlar önünde eğik / Bayraklar sana doğru"

 

Bu dizelerin harfleri Ayhan İnal'ın kaleminden çıkmış bir yazı olarak görülebilir ama sesi ve manası bütün Türk milletinin yüreğinden coşar. Çünkü şehitten bahseder ve ucu kelime-i şahadete çıkar. Şehit ki adı anılınca diller faziletini sıralamakta lal kalır, şehit ki tebessüm ile gider de geriye bir melal kalır. Toprağın bağrında şerefle şanla durur şehit, onurlu bir insanlık sicili gibi; tarihin kalbine vurur şehit, tevhit nurunun yalımı gibi, dili gibi. Kuru çöllere düşen bir damla sudur şehit; göz gözü görmeyen yorgunluklarda yağmur uykusudur şehit. Maveradan esenlik düşürür ruh iklimine, sadakat için vatan uğruna ettiği yeminine... Şehit, Allah katında diri olandır, Şehit çokluktan kurtulup Bir'i bulandır. Her şeyi çürüten topraklar, şehidi can diye saklar. Her şeyi yok edecek olan Sûr, şehidi emanet gibi korur.

 

Harfsiz ve kelimesiz konuşur şehit, jestsiz ve mimiksizdir sözü; melekleri imrendirecek güzellikte masum ve nurludur yüzü. Sevenlerinin gözyaşlarıdır düşüren alınlarına nuru, kavrulan yüreklerin ateşidir geride kalanların gururu. Şehitler ki, kanlı gömlekleriyle semaların parlayan kızıl gülleridir; şehitler ki vatan aşkına can veren mavera bülbülleridir. Tertemiz alnından vurulmuş yatarken çorak topraklarımıza rahmet damlaları düşürendir onlar; ruhları dirilten, toprağı bereketlendiren, ölümde hayat bulup yeşerendir onlar. Şehit, kutlu sevdaları yüreğiyle tartmış bir bahadır; şehit, can terazisinde meleklerle tartılır bî-bahadır. Yürekleri yüreklerden daha özel, gittiği yer terk ettiğinden daha güzel... Her kelimesi tevhit nuruyla dolan, yiğitliği kat kat semalarda yankı bulan... İtirazsız, tereddütsüz, bedelsiz bir teslimiyet; riyasız, kibirsiz, kedersiz bir samimiyet... Allah yolunda canıyla mücahede edendir o; Allah gel deyince koşarak gidenler o... Tercihi öteden yana yapıp dünyayı terk edenlerdendir, güzelden güzel atlara binip en önce gidenlerdendir... Kalbi İlahi sevgiden aydınlanıp itaatini korumuşlardan; dünyayı fani bilip ebedi aleme yürümüşlerden...

 

Ey şehid!.. Sen gülerken biz sana ağlayacağız elbette... Sen Rab ile şen, biz yürek dağlayacağız elbette... Sen bahtiyar, biz yasta; sen hayatsın biz hasta... Senin nişanın yüzündeki izdendir; seni şehit eden hata bizdendir... Sen ölmedin, bizleriz ölen; giden hayat bulur da ölür geride kalan... Ey şehit, ağlıyorsam sana hasretimden değil seni kıskandığımdandır; sen Hak katında bahtiyarsın diye sevinirken çaresizliğime yandığımdandır. Bil ki ey şehit, yurdum senden iyisini ne gördü ne görecek; bil ki ey şehit, vatan seni emanet diye ta kalbine gömecek. Işık oldun sen tarihe ve yiğitliği bize miras bıraktın; nura döndü çehren de maveradan maveraya kahramanca aktın... Melekler Arş'tan inmekte tebrik için canını; ipek kanatlar okşamakta can verdiğin zamanı. Seni andıkça aşka gelir kainat ve yer sarsılır; zalimlerin rağmına gönüller coşar, diller zikre dalar baş secdeye varır.

 

Ey şehit!.. Güzel yurdumun ak sabahlarını karartan zalimlere karşı duruşundan; ve imanla dolu kalbinin her vuruşundan sonra, bir tarih, belki efsane oldun, yüceldin ve Arş'a yükseldin... Yücelerden yüce olan Arş'a... Sen ülkemin zorluklarında umutları yeşertip de gittin, insanlık tarlasına yiğitlik tohumları ekip de gittin... Sen olmasaydın kurulamazdı köprüler yüreklerimizde, sen olmasaydın bunca güç bulunmazdı bileklerimizde... Sen ey medeniyet bozkırlarında açan çiçek, sen ey hain pusulara düşürülmüş masum kelebek... "Kefenler gelinliğin / Duvaklar sana doğru //Gökler, yıldızlar senin / Şafaklar sana doğru // Dallar senden yanadır / Yapraklar sana doğru // Fatihalar sanadır / Adaklar sana doğru // Gözler türbene çevrik / Dudaklar sana doğru // Başlar önünde eğik / Bayraklar sana doğru"

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

İçimde

duygular vardı ve onun ellerinin sıcaklığıyla sonsuza kadar yanabilir,

götürdüğü yere her gün yeniden gidebilirdim. Var idim, ama ne idim;

anlayamıyordum. Gelişimini tamamlıyamamış organizmalar, küveze konulmuş

bebekler gibiydim; ama çok çabuk büyüyordum.

( Babil'de aşk İstanbul'da Ölüm / İskender PALA )

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...

×
×
  • Create New...