Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Sign in to follow this  
sevdayolcusu

Yahya Kemal Beyatlı

Recommended Posts

Ezan

 

Emr-i bülendsin ey Ezan-ı Muhammedi.

Kafi değl sadana Cihan-ı Muhammedi.

 

Sultan Selim-i Evvel'i ram etmeyip ecel,

Fethetmeliydi alemi Şan-ı Muhammedi.

 

Gök nura garkolur nice yüzbin minareden

Şehbal açınca Ruh-u Revan-ı Muhammedi

 

Ervah cümleten görür Allah-ü Ekber'İ

Akseyleyince arşa Lisan-ı Muhammedi

Share this post


Link to post
Share on other sites

bu şiiri lise 2de ezberlemiştik:) gerçekten çok nezih bir şiir

Share this post


Link to post
Share on other sites

Sessiz Gemi

 

 

Artık demir almak günü gelmişse zamandan

Mechule giden bir gemi kalkar bu limandan.

 

Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;

Sallanmaz o kalkışta ne mendil, ne de bir kol.

 

Rıhtımda kalanlar bu seyahetten elemli,

Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli,

 

Biçare gönüller! Ne giden son gemidir bu!

Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu.

 

Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler;

Bilinmez ki giden sevgililer dönmeyecekler.

 

Bir çok gidenin her biri memnun ki yerinden,

Bir çok seneler geçti; dönen yok seferinden.

 

 

Yahya Kemal Beyatlı

Share this post


Link to post
Share on other sites

Akıncılar

 

Bin atlı, akınlarda çocuklar gibi şendik;

Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik!

 

Ak tolgalı beylerbeyi haykırdı: İlerle!

Bir yaz günü geçtik Tuna'dan kaafilelerle...

 

Şimşek gibi bir semte atıldık yedi koldan.

Şimşek gibi Türk atlarının geçtiği yoldan.

 

Bir gün dolu dizgin boşanan atlarımızla

Yerden yedi kat arsa kanatlandık o hızla...

 

Cennette bugün gülleri açmış görürüz de

Hala o kızıl hatıra titre gözümüzde!

 

Bin atlı, akınlarda çocuklar gibi şendik;

Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik!

Share this post


Link to post
Share on other sites

İstanbul'u Fetheden Yeniçeriye Gazel

 

 

Vur Pençe-i Âlî'deki şemşîr aşkına

Gülbang-ı âsmânı tutan pîr aşkına

 

Ey leşker-i müfettihü'l-ebvâb vur bugün

Feth-i mübîni zâmin o tebşîr aşkına

 

Vur deyr-i küfrün üstüne rekz-i hilâl içün

Gelmiş bu şehsüvâr-i cihângîr aşkına

 

Düşsün çelengi Rûm'un, eğilsün ser-i Firenk

Vur Türk'ü gönderen yed-i takdîr aşkına

 

Son savletinle vur ki açılsın bu sûrlar

Fecr-i hücûm içindeki tekbîr aşkına

Share this post


Link to post
Share on other sites

ENDÜLÜS'TE RAKS

 

 

 

Zil, şal ve gül. Bu bahçede raksın bütün hızı...

Şevk akşamında Endülüs üç def'a kırmızı...

 

Aşkın sihirli şarkısı yüzlerce dildedir.

İspanya neşesiyle bu akşam bu zildedir.

 

Yelpâze çevrilir gibi birden dönüşleri,

İşveyle devriliş, saçılış, örtünüşleri...

 

Her rengi istemez gözümüz şimdi aldadır;

İspanya dalga dalga bu akşam bu şaldadır.

 

Alnında halka halkadır âşüfte kâkülü,

Göğsünde yosma Gırnata'nın en güzel gülü...

 

Altın kadeh her elde, güneş her gönüldedir;

İspanya varlığıyle bu akşam bu güldedir.

 

Raks ortasında bir durup oynar, yürür gibi;

Bir baş çevirmesiyle bakar öldürür gibi...

 

Gül tenli, kor dudaklı, kömür gözlü, sürmeli...

Şeytan diyor ki sarmalı, yüz kerre öpmeli..

 

Gözler kamaştıran şala, meftûn eden güle,

Her kalbi dolduran zile, her sîneden: 'Ole!'

 

 

Yahya Kemal'in garip bir şiiri...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Yahya Kemal Beyatlı

 

 

Yahya Kemal Beyatlı (2 Aralık 1884 - 1 Kasım 1958), Türk şair ve yazardır. 1884 yılında Üsküp 'te dünyaya gelmiştir. Asıl adı Ahmed Agâh'tır. İlk öğrenimini Üsküp'te gördü. İstanbul Vefa Lisesi mezunudur. Başlangıçta Sultan II.Abdülhamit yönetimine karşı muhaliflerin safında yer alarak Paris'e gitti. Fransa 'da siyasal bilgiler okurken hocası Albert Sorrel'in etkisinde kalarak düşüncelerinde değişmeler oldu.

 

Fransa'da 9 yıl kaldı. Fransız Edebiyatı'nı ve edebiyatçılarını yakından tanıma imkânı buldu. Onlardan etkilendi. Doğu Dilleri Okulu'na devam ederek Arapça ve Farsça 'sını geliştirdi. Divan şiiri üzerinde yoğunlaştı.

 

1913 yılında İstanbul'a döndü. Darüşşafaka, Medresetü'l-Vâizin ve Darülfünûn'da tarih ve edebiyat dersleri okuttu. Gazete ve dergilerde yazılar yazdı. Lozan Konferansı'na katıldı. 1923'te Urfa Milletvekili seçildi. Çeşitli ülkelerde diplomatik görevler alarak Türkiye'yi temsil etti. Yozgat, Tekirdağ ve İstanbul Milletvekilliği yaptı. Pakistan Büyükelçiliği görevindeyken emekli oldu (1949) ve yurda döndü.

 

 

 

Tedavi için Paris'e gitti. Bir yıl sonra da öldü (1958). Cumhuriyet dönemi Türk şiirinin en büyük temsilcilerinden birisidir.Edebiyata ilk atıldığı vakiter Bakî'nin bir taklitçisi olarak lanse edilmiştir ama onun sanat dehası daha sonra bu çevrede kendisinin çağında kendine özgü bir şair olduğunu kanıtlamıştır.Edebiyat tarihi ve edebiyat tarihçileri Dört Arzucular olarak adlandırılan içinde Tevfik Fikret,Mehmed Akif ve Ahmet Haşim'in bulunduğu kavram ayırımı içine koymuştur.Şiirlerinde aruz ölçüsünü kullanmış olmasına rağmen tek bir şiiri bu konu da istisna olmuştur: O da 11'lik hece vezniyle yazdığı Ok şiiridir.Klasik şiirimizin temel özelliklerine bağlı kalarak, kendine özgü bir şair olmuştur.Sanatta ve edebiyatta millî ve manevî değerlere bağlı kalmıştır.Şiirlerinde görülen ritim ögesi daima aynı sürer.Kurduğu bu ritimde anlatmak düşünce ya da his yavaş yavaş dizelere yayılmaya başlar ve her anlam ayırımında araya müziği bir perde gibi koyarak ses ve anlam kavramınının her ikisinin de biribiri içinde yitip gitmesini önler.Bunda o kadar başarılıdır ki Süleymaniye'de Bayram Sabahı adlı şiirinde okuyucu tarihi bir iklimin yanı sıra müzikal ve ruhî bir havaya sokar,bu havayı takiben de tarihi dekor ve değinişler okuyucuda manevi bir güç yaratır.Şiirlerinde zaman zaman hayranı olduğu Charles Baudaleire etkisi görülmekle beraber Arthur Rimbaud,Faruk Nafiz Çamlıbel etkisi görülür.Çoğu edebiyat otoritesi tarafından Türk şiirinde Ahmet Muhip Dıranas ve Necip Fazıl Kısakürek 'ten sonra şiiri en rahat söyleyen,hecelerde zorlanmayan bir şair olarak anılır.Ne var ki,bu konuda Yahya Kemal'in şiirlerinde ne kadar zor bir çalışma verdiğinin bilinmesi gerekir.Hatta bazı şiirilerini 30 yıl gibi bir zamanda yazdığını söylediğinde bu konunun nedenini şiirlerinin vermek istediği anlamı tam vermesinin gerekli olduğunu söylemiştir.Edebiyat dünyasında Tevfik Fikret'le yaptığı kalem kavgası önemli yer tutar.Tevfik Fikret'in gerek İstanbul'a kızdığı ve nefret ettiği için gerekse 20.yüzyıl başlarındaki baskılı ve sıkıntılı dönem yüzünden için İstanbul'u anlattığı ve ağır bir sövgü içeren Sis adlı şiiri şiirine karşılık Yahya Kemal buna çok sert bir şiiri olan Siste Söyleniş' adlı şiiri yazarak aydın çevresine ve halka umut vermiştir.Yahya Kemal Beyatlı, ölümünden bir süre önce şu beyiti söylemiştir:

 

Ölmek kaderde var; yaşayıp köhnemek hazin,

Buna bir çare yok mudur ya Rabbilâlemin?

 

Kaynak

Share this post


Link to post
Share on other sites

SÜLEYMÂNİYE'DE BAYRAM SABAHI

 

 

Artarak gönlümün aydınlığı her sâniyede,

Bir mehâbetli sabâh oldu Süleymâniye'de.

 

Kendi gök kubbemiz altında bu bayram saati,

Dokuz asrında bütün halkı, bütün memleketi

 

Yer yer aksettiriyor mâvileşen manzaradan,

Kalkıyor tozlu zaman perdesi her ân aradan.

 

Gecenin bitmeğe yüz tuttuğu andan beridir,

Duyulan gökte kanad, yerde ayak sesleridir.

 

Bir geliş var!.. Ne mübârek, ne garib âlem bu!..

Hava boydan boya binlerce hayâletle dolu...

 

Her ufuktan bu geliş eski seferlerdendir;

O seferlerle açılmış nice yerlerdendir.

 

Bu sükûnette karıştıkça karanlıkla ışık

Yürüyor, durmadan, insan ve hayâlet karışık;

 

Kimi gökten, kimi yerden üşüşüp her kapıya,

Giriyor, birbiri ardınca, îlâhi yapıya.

 

Tanrının mâbedi her bir tarafından doluyor,

Bu saatlerde Süleymâniye târih oluyor.

 

Ordu-milletlerin en çok döğüşen, en sarpı

Adamış sevdiği Allâh’ına bir böyle yapı.

 

En güzel mâbedi olsun diye en son dinin

Budur öz şekli hayâl ettiği mimârinin.

 

Görebilsin diye sonsuzluğu her yerden iyi,

Seçmiş İstanbul’un ufkunda bu kudsi tepeyi;

 

Taşımış harcını gaazîleri, serdâriyle,

Taşı yenmiş nice bin işçisi, mimârıyle.

 

Hür ve engin vatanın hem gece, hem gündüzüne,

Uhrevî bir kapı açmış buradan gökyüzüne,

 

Tâ ki geçsin ezeli rahmete rûh orduları..

Bir neferdir bu zafer mâbedinin mimârı.

 

Ulu mâbed! Seni ancak bu sabâh anlıyorum;

Ben de bir vârisin olmakla buğün mağrûrum;

 

Bir zaman hendeseden âbide zannettimdi;

Kubben altında bu cumhûra bakarken şimdi,

 

Senelerden beri rü'yâda görüp özlediğim

Cedlerin mağfiret iklimine girmiş gibiyim.

 

Dili bir, gönlü bir, imânı bir insan yığını

Görüyor varlığının bir yere toplandığını;

 

Büyük Allâh’ı anarken bir ağızdan herkes

Nice bin dalgalı Tekbir oluyor tek bir ses;

 

Yükselen bir nakarâtın büyüyen velvelesi,

Nice tuğlarla karışmış nice bin at yelesi!

 

Gördüm ön safta oturmuş nefer esvaplı biri

Dinliyor vecd ile tekrâr alınan Tekbîr'i;

 

Ne kadar sâf idi sîmâsı bu mü'min neferin!

Kimdi? Bânisi mi, mîmâri mı ulvî eserin?

 

Tâ Malazgird ovasından yürüyen Türkoğlu

Bu nefer miydi? Derin gözleri yaşlarla dolu,

 

Yüzü dünyâda yiğit yüzlerinin en güzeli,

Çok büyük bir işi görmekle yorulmuş belli;

 

Hem büyük yurdu kuran hem koruyan kudretimiz

Her zaman varlığımız, hem kanımız hem etimiz;

 

Vatanın hem yaşıyan vârisi hem sâhibi o,

Görünür halka bu günlerde tesellî gibi o,

 

Hem bu toprakta buğün, bizde kalan her yerde,

Hem de çoktan beri kaybettiğimiz yerlerde.

 

Karşı dağlarda tutuşmuş gibi gül bahçeleri,

Koyu bir kırmızılık gökten ayırmakta yeri.

 

Gökte top sesleri var, belli, derinden derine;

Belki yüzlerce şehir sesleniyor birbirine.

 

Çok yakından mı bu sesler, Çok uzaklardan mı?

Üsküdar’dan mı? Hisar'dan mı? Kavaklar'dan mı?

 

Bursa'dan, Konya'dan, İzmir’den, uzaktan uzağa,

Çarpıyor birbiri ardınca o dağdan bu dağa;

 

Şimdi her merhaleden, Tâ Beyazıd'dan, Van'dan,

Aynı top sesleri birdir geliyor her yandan.

 

Ne kadar duygulu, engin ve mübârek bu seher!

Kadın erkek ve çocuk, gönlü dolanlar, yer yer,

 

Dinliyor hepsi büyük hatıralar ruzgarını,

Çaldıran topları ardınca Mohaç toplarını.

 

Gökte top sesleri, bir bir, nerelerden geliyor?

Mutlaka her biri bir başka zaferden geliyor:

 

Kosva’dan, Niğbolu'dan, Varna'dan, İstanbul’dan..

Anıyor her biri bir vak'ayı heybetle bu an;

 

Belgrad'dan mı? Budin, Eğri ve Uyvar'dan mı?

Son hudutlarda yücelmiş sıra-dağlardan mı?

 

Deniz ufkunda bu top sesleri nerden geliyor?

Barbaros, belki, donanmayla seferden geliyor!..

 

Adalar'dan mı? Tunus’dan mı, Cezâyir'den mi?

Hür ufuklarda donanmış iki yüz pâre gemi

 

Yeni doğmuş aya baktıkları yerden geliyor;

O mübarek gemiler hangi seherden geliyor?

 

Ulu mâbedde karıştım vatanın birliğine.

Çok şükür Tanrıya, Gördüm, bu saatlerde yine

 

Yaşayanlarla berâber bulunan ervâhı.

Doludur gönlüm ışıklarla bu bayram sabahı.

Share this post


Link to post
Share on other sites

RİNDLERİN ÖLÜMÜ

 

 

Hâfız'ın kabri olan bahçede bir gül varmış;

Yeniden hergün açarmış kanayan rengiyle,

Gece, bülbül ağaran vakte kadar ağlarmış

Eski Şiraz'ı hayâl ettiren âhengiyle.

 

 

Ölüm âsûde bahar ülkesidir bir rinde;

Gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter,

Ve serin serviler altında kalan kabrinde

Her seher bir gül açar; her gece bir bülbül öter.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Yahya Kemalin şiirinin kemale ulaştığının en müstesna örneklerindendir Rindlerin Ölümü...

 

Bu şiirin her mısrası devasa bir mana barındırır. Y.Kemal, bunları mükemmel bir sanatkarlıkla peçeleyerek sunmuştur..

 

Özellikle ikinci dizede geçen 'serin serviler' terimi için 8 yıl kadar beklediği rivayet edilir...

Bu da şair ile müteşair arasındaki farkın en bariz örneklerinden biri olarak önümüzde duruyor :)

Share this post


Link to post
Share on other sites

MOHAÇ TÜRKÜSÜ

 

 

Bizdik o hücumun bütün aşkıyle kanatlı;

Bizdik o sabâh ilk atılan safta yüz atlı.

 

 

Uçtuk Mohaç ufkunda görünmek hevesiyle,

Canlandı o meşhûr ova at kişnemesiyle!

 

 

Fethin daha bir ülkeyi parlattığı gündü;

Biz uğruna can verdiğimiz yerde göründü.

 

 

Gül yüzlü bir âfetti ki her pûsesi lâle;

Girdik zaferin koynuna, kandık o visâle!

 

 

Dünyâya vedâ ettik, atıldık dolu dizgin;

En son koşumuzdur bu! Asırlarca bilinsin!

 

 

Bir bir açılırken göğe, son def'a yarıştık;

Allâh'a giden yolda meleklerle karıştık.

 

 

Geçtik hepimiz dört nala cennet kapısından;

Gördük ebedî cedleri bir anda yakından!

 

 

Bir bahçedeyiz şimdi şehitlerle berâber;

Bizler gibi ölmüş o yiğitlerle berâber.

 

 

Lâkin kalacak doğduğumuz toprağa bizden

Şimşek gibi bir hâtıra nal seslerimizden!

Share this post


Link to post
Share on other sites

Aheste Çek Kürekleri

 

 

Âheste çek kürekleri, mehtâb uyanmasın,

Bir âlemi hayâle dalan âb uyanmasın.

 

Âğuş'u nev-bahâr'da, hâbîdedir cihân;

Sürsün sabâh-ı haşr'e kadar, hâb uyanmasın.

 

Dursun bu mûsikî-i semâvî içinde sâz,

Leyl-i tarâb'da bir dahî mızrâb uyanmasın.

 

Ey gül, sükûtâ varmayı emr-eyle bülbüle,

Gülşen'de mest-ü zevk olan ahbâb uyanmasın.

 

Değmez kemâl, uyanmaya ikmâl-i ömr içün,

Varsın bu uykudan dil-i bîtâb uyanmasın

Share this post


Link to post
Share on other sites

aheste çek kürekleri şiirini koymak için girmiştim bu başlığa ama geç kalmışım :)

 

 

SES

 

- Fazıl'a -

 

Günlerce ne gördüm ne de kimseye sordum,

 

'Yârab! Hele kalp ağrılarım durdu!' diyordum.

 

His var mı bu âlemde nekahat gibi tatlı?

 

Gönlüm bu sevincin helecâniyle kanatlı

 

Bir tâze bahâr âlemi seyretti felekte,

 

Mevsim mütehayyil, vakit akşamdı Bebek'te;

 

Akşam!.. Lekesiz, sâf, iyi bir yüz gibi akşam!..

 

Tâ karşı bayırlarda tutuşmuş iki üç cam;

 

Sâkin koyu, şen cepheli kasriyle Küçüksu,

 

 

 

Ardında vatan semtinin ormanları kuytu;

 

Bir neş'eli hengâmede çepçevre yamaçlar

 

Hep aynı tehassüsle meyillenmiş ağaçlar;

 

Dalgın duyuyor rüzgârın âhengini dal dal,

 

Baktım süzülüp geçti açıktan iki sandal;

 

Bir lâhzada bir pancur açılmış gibi yazdan

 

Bir bestenin engin sesi yükseldi Boğaz'dan.

 

Coşmuş yine bir aşkın uzak hâtırasıyle,

 

Aksetti uyanmış tepelerden sırasıyle,

 

Dağ dağ o güzel ses bütün etrâfı gezindi:

 

Görmüş ve geçirmiş denizin kalbine sindi.

 

 

 

 

 

Âni bir üzüntüyle bu rü'yâdan uyandım.

 

Tekrâr o alev gömleği giymiş gibi yandım,

 

Her yerden o, hem aynı bakış, aynı emelde,

 

Bir kanlı gül ağzında ve mey kâsesi elde;

 

Her yerden o, hem aynı güzellikte, göründü,

 

Sandım bu biten gün beni râmettiği gündü.

Share this post


Link to post
Share on other sites

BİR BAŞKA TEPEDEN

 

 

 

Sana dün bir tepeden baktım azîz İstanbul!

 

Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer.

 

Ömrüm oldukça, gönül tahtıma keyfince kurul!

 

Sâde bir semtini sevmek bile bir ömre değer.

 

 

 

Nice revnaklı şehirler görünür dünyâda,

 

Lâkin efsunlu güzellikleri sensin yaratan.

 

Yaşamıştır derim, en hoş ve uzun rü'yâda

 

Sende çok yıl yaşayan, sende ölen, sende yatan.

Share this post


Link to post
Share on other sites

ölmek değildir ömrümün en feci işi,

müşkil odur ki, ölmeden evvel ölür kişi.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Özleyen

 

Gönlümle oturdum da hüzünlendim o yerde,

Sen nerdesin, ey sevgili, yaz günleri nerde!

Dağlar ağarırken konuşurduk tepelerde,

Sen nerde, o fecrin ağaran dağları nerde!

 

Akşam, güneş artık deniz ufkunda silindi,

Hülya gibi yalnız gezinenler köye indi

Ben kaldım, uzaklarda günün sesleri dindi,

Gönlümle, hayalet gibi, ben kaldım o yerde.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Mehlika Sultan

 

Mehlika Sultan'a aşık yedi genç

Gece şehrin kapısından çıktı.

Mehlika Sultan'a aşık yedi genç

Kara sevdalı birer aşıktı.

 

Bir hayalet gibi dünya güzeli

Girdiğinden beri rü'yalarına;

Hepsi meshur, o muamma güzeli

Gittiler görmeye Kaf dağlarına.

 

Hepsi, sırtında aba, günlerce

Gittiler içleri hicranla dolu;

Her günün ufkunu sardıkça gece

Dediler: "Belki bu son akşamdır"

 

Bu emel gurbetinin yoktur ucu;

Daima yollar uzar, kalp üzülür:

Ömrü oldukça yürür her yolcu,

Varmadan menzile bir yerde ölür.

 

Mehlika'nın kara sevdalıları

Vardılar çıkrığı yok bir kuyuya,

Mehlika'nın kara sevdalıları

Baktılar korkulu gözlerle suya.

 

Gördüler: "Aynada bir gizli cihan...

Ufku çepçevre ölüm servileri..."

Sandılar doğdu içinden bir an

O, uzun gözlu, uzun saçlı peri.

 

Bu hazin yolcuların en küçüğü

Bir zaman baktı o viran kuyuya.

Ve neden sonra gümüş bir yüzüğü

Parmağından sıyırıp attı suya.

 

Su çekilmiş gibi rü'ya oldu!..

Erdiler yolculuğun son demine;

Bir hayal alemi peyda oldu

Göçtüler hep o hayal alemine.

 

Mehlika Sultan'a aşık yedi genç

Seneler geçti, henüz gelmediler;

Mehlika Sultan'a aşık yedi genç

Oradan gelmeyecekmiş dediler!...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Veda Gazeli

 

Ömrün şu biten neşvesi tam olsun erenler

Son meclisi câm üstüne câm olsun erenler

 

Şükranla veda ettiğimiz câm-ı fenâya

Son pendimiz ahlâfa devam olsun erenler

 

Dünyada bu iksir ile mes’ûd olan ervah

Ukbâda da sermest-i müdâm olsun erenler

 

Câizse harâbât-ı ilâhîde de her şeb

Yârân yine rindân-i kirâm olsun erenler

 

Tekrar mûlâki oluruz bezm-i ezelde

Evvel giden ahbâba selâm olsun erenler

 

 

neşve: neşe, sevinç

câm: kadeh, ayna, kalp, gönül

pend: nasihat, öğüt

ahlaf: halefler, sonradan gelenler

ervah: ruhlar

sermest: sarhoş

müdam: daima, sürekli olarak

harabat: maddi varlıkta fani olma, iradesi dışında marifet ve irfan zuhur eden kişi

şeb: gece

rindan-ı kiram: ulu, asil, soylu, şerefli (rindler)

mûlâki olmak: kavuşmak, buluşmak

rindan: rindler

rind: gönül eri

Share this post


Link to post
Share on other sites

Ufuklar

 

Ruh ufuksuz yaşamaz.

Dağlar ufkunda mehabet,

Ova ufkunda huzur,

Deniz ufkunda teselli duyulur.

Yalnız onlarda bulur ruh ezeli lezzetini.

Bu ufuklar avutur ruhu saatlerce, fakat

Bir zaman sonra derinden duyulur yalnızlık.

Ruh arar kendine bir ruh ufku.

Manevi ufku pek engin ulu peygamberler

- Bahsin üstündedir onlar-lakin

Hayli me'ud idiler dünyada;

Yaşıyorlardı havarileri, ashabiyle;

Ne ufuklar! Ne güzel ruh imiş onlar! Yarab!

 

Annemin na'şını gördümdü;

Bakıyorken bana sabit ve donuk gözlerle,

Acıdan çıldıracaktım.

Aradan elli dokuz yıl geçti.

Ah o sabit bakış el'an yaradır kalbimde,

O yaşarken o semavi, o gülümser gözler

Ne kadar engin ufuklardı bana;

Teneşir tahtası üstünde o gün,

Bakmaz olmuşlardı artık bu bizim dünyaya.

 

Yaşıyan her fani

Yaşıyan ruh özler,

Her sıkıldıkça arar,

Dar hayatında ya dost ufku, ya canan ufku.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Rüya gibi bir akşamı seyretmeye geldin

Çok benzediğin memleketin her tepesinde.

Baktım: Konuşurken daha bir kerre güzeldin,

İstanbul’u duydum daha bir kerre sesinde.

 

Irkın seni iklimine benzer yaratırken,

Kaç fethe koşan tuğlar ufuklarla yarışmış,

Târihini aksettirebilesin diye çehren,

Kaç fâtihin altın kanı mermerle karışmış.

 

Özellikle son kıta sanki 500 yıllık tarihimizin özeti,

Üstad Yahya Kemalı rahmet anlıyorum..

Share this post


Link to post
Share on other sites

RİNDLERİN HAYATI

 

-Halide Edib'e, sanatta ve fikirde ulvî varlığına derin hürmetle.

 

Bazen kader, gelen bora hâlinde zorludur ;

 

Dağlar nasıl bakarsa siyâh ufka öyle bak.

 

Ba'zan da cevreden nice bir âdem oğludur,

 

Görmek değil düşünmeğe bigâne kal! Bırak!

 

 

Dindâr adam tevekkülü, rikkatle, herkese

 

İsa'yı çarmıhında, uzaktan, hatırlatır.

 

Bir arslan esniyor gibi engin vakar ise

 

Rind'in belâya karşı kayıtsızlığındandır.

Share this post


Link to post
Share on other sites
Veda Gazeli

 

Ömrün şu biten neşvesi tam olsun erenler

Son meclisi câm üstüne câm olsun erenler

 

Şükranla veda ettiğimiz câm-ı fenâya

Son pendimiz ahlâfa devam olsun erenler

 

Dünyada bu iksir ile mes’ûd olan ervah

Ukbâda da sermest-i müdâm olsun erenler

 

Câizse harâbât-ı ilâhîde de her şeb

Yârân yine rindân-i kirâm olsun erenler

 

Tekrar mûlâki oluruz bezm-i ezelde

Evvel giden ahbâba selâm olsun erenler

 

 

neşve: neşe, sevinç

câm: kadeh, ayna, kalp, gönül

pend: nasihat, öğüt

ahlaf: halefler, sonradan gelenler

ervah: ruhlar

sermest: sarhoş

müdam: daima, sürekli olarak

harabat: maddi varlıkta fani olma, iradesi dışında marifet ve irfan zuhur eden kişi

şeb: gece

rindan-ı kiram: ulu, asil, soylu, şerefli (rindler)

mûlâki olmak: kavuşmak, buluşmak

rindan: rindler

rind: gönül eri

 

 

En son rind diyebileceğimiz şahsiyet.Arkadaşları anlatır; hergün alkol tüketirmiş ama çok dindarmış Cumhuriyet kuruldugunda karsı bir şiir yazmış, bu şiirde rindliğini gösteriyor, birde Aşık Veyselle yine bir içki meslisinde anıları var.Onu da sonra anlatırım(Lütfen mutassıblık damarlarınız kabarmasın, onların itikadı öyleydi yargılamayın itikadlarından ötürü)

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...
Sign in to follow this  

×
×
  • Create New...