Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Achar

Çöle İnen Nur

Recommended Posts

aleyküm selâm;

ve hoşgeldiniz ayn-el-hayat..

çok sakıncalı bir söz etmişsiniz kardeşim şöyle ki;

"dar kafalı" olanların üstadın kitabını okumak,onun yoluna girme girişiminde bulunmak,ve onun yazdıkları üzerine kafa yormak harcı değildir.bırakın o sıfat layıklarını bulsun.size ve buradaki hiç kimseyi niteleyemez o söz.öncelikle bu hatanızı düzeltip inş. sorunuza "çöle inen nur"dan cevap vermeye çalışayım:

Allah kur'ân'da hiç bir defa sevgilisine hâs ismiyle,nida edatıyle "Ya M....!" diye hitap etmedi.bunu biliyor musunuz? eritici bir edep ve hayâ tecellisi...halbuki en eski çağlarda bile,derin aşk ve yüksek ilim devrine yakın tefsircilerden çoğu şu müstesna gaamızayı,inceliği görememiş,ham ve kaba kalmış ve bazı ayet başlarında "De ki ..." hitabından sonra "Ya M.....!" diye,o'nun hâs ismini kullanmak cü'retini göstermiştir."De ki..." emrinden sonra bizzat Allah'ın kullanmadığı ismi nasıl kullanırlar ve sırrı çiğnemiş olmaktan nasıl ürpermezler?..

anlayın,kur'ân tefsirine mahsus ehliyet ne demektir!

"çöle inen nur sf.547"

selametle..

Share this post


Link to post
Share on other sites

Selamun Aleyküm,

Beni bilgilendirdiğiniz için teşekkür ederim.Kullandığım tabirler bazen yersiz oluyor."Dar Kafalılık"yerine çok ince düşünmüyorum diyeyim.Tekrar teşekkürler.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Eser : 55 / Din Ve Tasavvuf / 608 sh.

 

<< Eserimi...

Her yıldızla her yıldız arası yollar ve yönler kadar çok ve dolaşık...

Dünya yolları ve yönlerinden...

Biricik ulaştırıcı yolu ve eleştirici yönü bana gösteren...

Otuz yaşımdan sonraki hayatıma temel atan...

<<Altun Halka'nın asrındaki en büyük kutbu...

Efendim, irşad edicim, can kurtarıcım...

Esseyid Abdülhakim Arvasi Hazretleri'nin yüce ruhaniyetine ithaf ediyorum...>>

 

26 Mayıs1972 / N.F.K

 

...

 

<<Tefsir, Hadis, siyer ve nakil olarak en emin kaynaklardan tek tek göstermek tasasından uzak bu eser, <<BAŞLANGIÇ>> yazısında da belirtildiği gibi, sadece iman sahiplerine hitab edici, hiçbir akli teftiş, tespit ve ispat gayretine düşmeyici, mutlak <<doğru>> üzerine hissi ve reessüri bir çatı kurucu ve eğer bir kıymeti varsa onu bu noktada toplayıcı bir denemedir; ve akla verdiği pay, onu bazı noktalarda yine akılla iptal etmekten ibarettir. Bu bir ilim değil, sanat eseridir ve ilmin içini ve dışını tahkik selahiyetinde olmadığı mukaddes kapıya, ancak inanmış ve teslim olmuş sanat tavriyle sokulmaktan başka çare yoktur>> N.F.K

Share this post


Link to post
Share on other sites

'Eserimi... Her yıldızla her yıldız arası yollar ve yönler kadar çok ve dolaşık... Dünya yolları ve yönlerinden... Biricik ulaştırıcı yolu ve eriştirici yönü bana gösteren... Otuz yaşımdan sonraki hayatıma temel atan... 'Altun Halka'nın asrındaki en büyük kutbu... Efendim, irşad edicim, can kurtarıcım... Esseyyid Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri'nin yüce ruhaniyetine ithaf ediyorum...' 26 Mayıs 1972 / N.F.K.

 

Allah Resulünün mübarek hayatları… Eserin yazılışı bir hayli maceralıdır. İlk olarak 1950 tarihinde kaleme alınmış,1952 Büyük Doğu'larında 'Allahın Sevgilisi' ismiyle pek kısa bir bölümü tefrika edilmiş,1956'da bu kez 'O' başlığıyla yayınlanmaya başlamış, fakat yarım kalmış ve arada birkaç eksik kalan teşebbüsten sonra,1969'da nihai şekline ve ismine kavuşmuştur. Çöle İnen Nur, Siyer kitaplarının alışılmış anlatımlarından farklı bir üslubu yansıtıyor. Eserin takdiminde bu farklılık şöyle ifadelendirilmektedir: 'Tefsir, Hadîs, siyer ve nakil olarak en emin kaynaklardan devşirili ve kaynaklarını tek tek göstermek tasasından uzak bu eser, 'Başlangıç' yazısında da belirtildiği gibi, sadece iman sahiplerine hitap edici, hiçbir aklî teftiş, tespit ve ispat gayretine düşmeyici, mutlak 'doğru' üzerine hissî ve teessürî bir çatı kurucu ve eğer bir kıymeti varsa onu bu noktada toplayıcı bir denemedir; ve akla verdiği pay, onu bazı noktalarda yine akılla iptal etmekten ibarettir. Bu bir ilim değil, sanat eseridir ve ilmin içini ve dışını tahkik selâhiyetinde olmadığı mukaddes kapıya, ancak, inanmış ve teslim olmuş sanat tavriyle sokulmaktan başka çare yoktur. ' / N.F.K.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Öğretmenim okumamızı istemişti bu kitabı. Kalınlığına bakınca 'ben bu kitabı nasıl okuyacağım? ' demiştim. Ama ilk 50 sayfasını aşınca gerisi öyle bir geliyor ki, kitabı istesen de bırakamıyorsun. Peygamberimizin kısa kısa öyküleri, hiç duymadığımız olayları, hadisleri, o kadar güzel ele alınmış ki... İyi ki de okumamızı istemişsiniz hocam. İnsan hayatına iz bırakan, önemli izler bırakan, bütün müslümanların okuması gerek.

BİR YORUM...

Share this post


Link to post
Share on other sites

harika bi kitap... Efendimizi(sav) çok güzel anlatmış. e yazan necip fazıl olunca söylenecek söz yok..O'nu anlayıp O'nun ölçüleriyle yaşamak için herkes mutlaka okusun...KİTAPLA İLGİLİ BİR YORUM

Share this post


Link to post
Share on other sites

O'nu sevmek için, O'nu anlamak için, O'na ağlamak için,O'nu özlemek için, O'nun gibi olmak için okunası bir kitap...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Desmondx anlaşılan kitap seni hayli etkilemiş. Eser, en çok satanlar listesinde diyorsun. İnşallah öyledir ve bu çok sevindirici bir durum. Bu çok satanlar listesine nereden ulaştın ? Bize bunu belirtirsen müteşekkir oluruz.

Share this post


Link to post
Share on other sites
Desmondx anlaşılan kitap seni hayli etkilemiş. Eser, en çok satanlar listesinde diyorsun. İnşallah öyledir ve bu çok sevindirici bir durum. Bu çok satanlar listesine nereden ulaştın ? Bize bunu belirtirsen müteşekkir oluruz.

öncelikle kinayeli tarzından dolayı teşekkür ederim ankara'nın en büyük kitapçılarından birinde en çok satanlar rafında...gözümle gördüm yani.....saygılar

Share this post


Link to post
Share on other sites

ben Allah resulünü bu kadar güzel anlatan bir kitaba daha denk gelmedim üstad bize öyle bir anlatmış ki bir kez daha susadık resul-ü ekrem (sav) efendimize tekrardan susattı üstad bizi... onun şefaati üstada ve bizlere olsun

Share this post


Link to post
Share on other sites

'NUR'onu hatırlatan onu anlatan en güzel kelime....Ve 'Çöle İnen Nur' Onun için yazılmış ve yazılacak en güzel kitaplardan biri Rabbim kendine layık kul 'Nur'umuza layık ümmet ve üstada layık talebelerden eylesin....

Share this post


Link to post
Share on other sites

Okuduğum ilk siyer eski adıyla Martin Lings, yeni -ve güzel olan- adıyla Ebubekir Siraceddin'in siyeridir.

Akabinde bir iki siyer daha okudum ama "Çöle İnen Nur"u bu sene (M:2008, H:1429) Ramazan ayında okumak nasip oldu.

Böyle anlaşılır ve akıcı bir siyer daha önce okumadım.

İlk defa siyer okuyacaklara şidetli bir tavsiye Çöle İnen Nur.

Adeta siz de O'nunla (s.a.v.) birlikte çöle varıyor, kendinizi O'nunla çölde seyahat ediyor hissediyorsunuz.

Selam ve dua ile...

Share this post


Link to post
Share on other sites
BÜYÜK DOĞU YAYINLARININ BASKISINDA ÇÖLE İNEN NUR 'DA HZ. MUHAMMED M.... ŞEKLİNDE GEÇİYOR BUNUN SEBEBİ NEDİR?

acele yanıt verirseniz sevinirim

 

Selamlar,

Bu sualin cevabı daha önceden bu başlık altında verilmişti, aşağıdaki linke tıklayıp okuyabilirsiniz.

 

http://www.n-f-k.com/nfkforum/index.php?s=...ost&p=24020

Share this post


Link to post
Share on other sites

'' ......Ve yine üstad derki...; Allah resulünün en büyük mucizesi vardır... o diğerlerini gölgede bırakan en büyük mucize.....

...işaret parmağını kaldırarak Ay'ı ikiye bölmesinden daha büyük bir mucize..;

...Yine mübarek parmaklarını kuma batırıması ile çıkan sudan bütün ordunun içmesinden daha büyük bir mucize...;

... O güneşin söndürülünce ne olacağını gösteren bir mucize.........

...Onun adı tersinden mucize.!!!

...Onun sünnetinden, yolundan, izinden ve eteğinden ayrılan bir milletin ne hale geleceğini gösteren bir mucize... ''

Biz bu mucizeye nail olmakla başımızı ne kadar taşlara vursak azdır kardeşler.. ama olacak Allah'ın izniyle o günler tekrar geri gelecek bu olay fert fert eğitimden geçiyor.. biraz daha gayret; biraz daha

 

SEN BİR DEVSİN YÜKÜ AĞIRDIR DEVİN

KALK AYAĞA !!, DOĞRUL VE SEVİN..

Share this post


Link to post
Share on other sites

 

Ölmemişken ölenlerin kazandığı sonsuz âlemde ayrıca şehitlikten gelen öyle bir mertebe var ki, başta en büyüklerin en büyüğü, bütün büyüklere Allah bu mertebeyi verdi.

 

Evvelâ, hakikî ve ebedî hayatın rehberi ve her derecenin üstü Allah'ın Sevgilisi bizzat şehit...

 

Hayber'de tattığı zehirli etin yıllarca süren Sinsi tesiriyle şehit... Ebu Bekr de aynı sebebten ve onunla beraber... Ömer, Osman, Ali ise, doğrudan doğruya vücutlarında, Allah için güneş güneş al kan yaralar açan hançerler ve kılıçlarla şehit...

 

Bunlar evvelâ şahit, sonra şehit.. Gayelerin Gayesi yoliyle, ölmeden ölmüş olmanın nimetine, Allah'ta fâni ve baki olmanın sırrına şahit ve sonra Allah yolunda şehit...

 

Onun içindir ki, yaratılış hikmetinin getirdiği bâtın yolundan büyük oluşa erenler, ayrıca şehitliğe de can attılar.

 

 

 

Peygamber efendimizin şehit olduğuna dair ben başka bir yerde rastlamamıştım. Acaba rastlayan var mı?

Share this post


Link to post
Share on other sites

"Günümüzün hezeyanlarından biri:

 

— Allah'tan korkulmaz; Allah sevilir.

 

Bunu söyleyenler o ahmaklardır ki, aşkın bizzat korkulu bir şey olduğunu ve sevilenden bir o kadar korkulduğunu bilmezler, sezmezler. Sezebilselerdi ödleri patlardı. Bahsettikleri korku da Allah'a karşı duyulması gereken korku değil, kaba ve insanî ceberute duydukları zoraki his..."

 

Sevginin korkuyla iç içe olduğu ve sevgiyi korkunun doğurduğu hususunda üstadın kitaplarında başka bir yer var mı hatrınızda?

 

Allah'tan neden korkulması gerektiğini anlatabilecek birkaç cümle arıyorum.

Share this post


Link to post
Share on other sites

...

 

Felsefe — ki tek bildiği, hakikati, tekte değil, çokta; ve nihayet hakta değil, bâtılda aramanın sanatıdır ve ancak sistemler arası biribirinin yanlışım bulmaktan başka ulaşabileceği hiçbir menzil yoktur — binlerce yıl zavallı aklı yora yora nihayet Yirminci Asrın Filozofu (Bergson) da kendikendisini dize getirmiş ve büyük imana yo! vermiş gibidir:

 

«— Akıl değil, onun üstünde bir şey, seziş...»

 

Bu filozof, aklı akılla mat ettiğini ileri sürüp yine akla bir pay çıkarmak isteyenlere şöyle der:

 

«— Demek ki, aklın son merhalesi, kendi kendisini inkâr etmek demekmiş.»

 

...

 

Sarı, siyah, siyah, sarı, bazan da yeşilimtrak steplerde bir akış... Burası birkaç mankafa puttan başka hiçbir ruh tasası çekmiyen, beş hasse plânında yaşıyan ve mabudunu bu plânda anlayan, atların cidago kemiklerine mıhlı, önlerine ne çıkarsa yakıp yıkıcı çiğ adamların vatanı... Turan...

 

...

 

Evvelâ her şey mucize... Her şey Allah'ın mucizesi.. Yekûn halinde varlık ve tek tek her şey mucize... Göz mucize, kulak mucize, akıl mucize, ruh mucize... İki parmak ucu arasında bir çiçeğin ipek nescini lif lif tadan duygu nedir? Ne sayalım! İnsanın içine ve dışına doğru her şey mucize... Hacim mucize, şekil mucize, renk mucize...

 

Sonra bütün bunlar basit ve tabiî sayılıp da meccani bir bedahet hissi içine girildi mi, artık bunlardan ötesinde olmaz sanılan şeyler ayrıca mucize...

 

İnsan ne aptaldır! Mucize içindeyken mucize bekler.

 

Ondan da; bütün hâdiselerin basite irca edildiği zemin üzerinde bile her haliyle mucize olan Allah'ın Sevgilisinden de, mehtaplı bir gecede mucize istediler.

 

...

 

Tasavvufun dine sonradan girdiğini, şuradan ve buradan devşirildiğini, hiç değilse dini yurfıuşatmak ve derinleştirmek için. doğduğunu, yoksa sert ve çetin ölçülerden ibaret dinin böyle bir ruha malik olmadığını sananlar vardır.

 

Güneşin, ışığını aydan aldığı fikrinden daha bedbaht bir zan...

 

Yarasalara mahsus bir görüş...

 

Böyleleri, genişliğine, uzunluğuna ve derinliğine tam ve mutlak hacim belirten dinin derinlik buudunu görmeyenler ve onu ruhlarında satıh haline getirenlerdir. O'nu anlamayanlar. Halbuki şeriat O'nun, Allah Resulünün zahiri,'tasavvuf da bâtınıdır. Biri, içinde nur cümbüşü kopan, perdeleri kapalı elmas sarayın dışı, öbürü de içi ve ziyafet sofrası... Ve her şey O'nunla ve O'ndan...

 

...

 

Ham ve kaba softa, günahı hikmet cephesiyle görmeden şiddet cephesiyle eie alıp kalbleri tılsımiamanın san'atından anlamaz, rahmete nazar etmez; üstelik günah uydurur, ibâdet kibri içinde kesip kavurur ve bütün bu ölçüleri dinden değil, kör nefsinden devşirir.

 

...

 

Bir velî şöyle dedi:

 

«— Hiçbir günah, günahsızlık gururundan, günahsızlık iddiasından daha büyük olamaz.»

 

Bir başkası da şöyle dedi:

 

«— Günahkâra kibir gözü ile bakmaktan ve günahkârı hakir görmekten büyük günah yoktur.»

 

Ve İslâm büyükleri şu ölçüyü şiirle heykelleştirdilen

 

«Günah ki, sahibine, nefsini hor görme ve Allah'a sığınma hissini verir;

Nefse izzet ve kibir veren ibâdetten daha hayırlıdır.»

 

Ümmetin en büyüğü Ebu Bekr Hazretleri açıkta zina eden bir çift gördü ve üzerlerine cübbesini atıp onları gizledi ve dedi:

 

«— Yarabbi, gizlenecek yerleri de yok!» Ve başında nurdan bir taç, uzaklaşıp gitti.

 

Bütün İlâhî emirlerin fermanına memur Peygamberler Peygamberi de buyurdular:

 

«— Günahlarınızı gizleyin! Onları açığa vurursanız bize Allah'ın hadlerini (ceza ölçülerini) tatbik etmek düşer.»

 

 

Allah'ın bildiğini kuldan saklamanın mânâsız olduğunu sanan şeytanî teselli, uydurma bir samimiyet rolü içinde dünyanın en misilsiz, ahmaklığına yuvarlandığını bilmez. Bu teselliyle cemiyet meydanına çıkarılan günahın, günahtan başka, bir de günah cür'eti ve hattâ saadeti belirttiğini ve işte bunun günahtan beter olduğunu anlamaz. Günah başka, günahın alenîlik plânında belirttiği cür'et ve bir nevi iftihar edası başka... Birinde- da-yanılamıyan bir nefs zoru, ötekisinde günahla varılan keyf edası var. İkincisi, derecesine göre, günahı aşar.

 

Açıkça orucunu yiyen birine ihtarda bulunursanız diyecektir ki:

 

— Allah'ın bildiğini kuldan niçin saklıyayım? Ona deyiniz ki:

 

—> Allah senin vücudunda bâzı mahrem uzuvlar olduğunu da biliyor ve görüyor. Allah biliyor ve görüyor diye onları çıkarıp gösteriyor musun?

 

 

Mutlak ölçüler karşısında ne bir indirme, ne bir çıkarma mümkündün ve yasakların mutlaka, tam ölçüsü, hîkmeti ve ruhiyle bilinmesi lâzımdır. Bir de riayetsizliğin, her şeyden evvel büyük bir haya ve hicap dâvası olduğunun takdiri..

 

Eğer, Allah, gözümüzü bir noktaya dikip, kemiklerimiz eriyinceye kadar aynı yere bakmamızı emretmiş olsaydı, hak ölçüsü ve saadet mizanı bu olurdu.

 

Fakat Yaradan:

 

«— Hiçbir nefse takatinden fazla yük yüklemem.»

 

Buyurmuş ve bütün emir ve yasaklarını sımsıkı çerçevelemiş ve çerçevelenmiştir.

 

Bu çerçevelere, dinin içinden ve dışından hiçbir el uzanamaz; ve ister şiddetlendirme, ister hafifletme oyunları yapamaz... İşte,tam yasak!..

 

...

 

Emirlerle yasaklan iki kanat gibi takınan, bunlardan nokta feda etmeyen, sonra ibâdetini hiçe sayan, nefsine Allah'ın rahmetinden başka hiçbir dayanak görmiyen ve kendisini dünyanın en sefil günahkârlarından aşağı bilen insandır ki, gerçek müslümandır.

 

...

 

Cenk başlarken şanlı Sahabî Âmir Hazretleri, bütün gücüyle salladığı kılıcın kendisine değmesini önleyemedi ve kendi silâhiyie şehid oldu.

 

Bâzıları dediler:

 

— Âmir'in iyi âmelleri heba olup gitti. Allah'm Resulü iki parmağını bitiştirip buyurdu:

 

— Yanlış! Âmir'e sevap hâsıl old.u, Ham çile, ıstırap, hem de cihad...

 

Böylece, dinin yarısı değerinde sayılan muazzam bir hadîsin hikmeti tecelli ediyordu: «— Ameller niyetlere göredir.» Murad, neyse hüküm ona göre...

 

Bir başka büyük ölçü, bir başka büyük tecelliye kavuştu.

 

Çengin başında Allah Resulünün:

 

— Şu adam Cehennemliktir!

 

Diye gösterdiği bir sözde müslüman, muharebede bütün kuvvetiyle çalıştı ve nihayet yaralandı. Sahabîlerden bir kaçı:

 

— Böylesi nasıl Cehennemlik olur?

 

Diye düşünürken bu adam, yaralarının acısına dayanamadı, tirkeşinden bir ok aldı, yayına taktı, bütün kuvvetiyle gerdi, sonra kalbine çevirdi, attı ve kendi kendini öldürdü.

 

Sahabîleri, Allah'ın Sevgilisine hitap ettiler:

 

— Hak, senin dediğini gerçekleştirdi.

 

O zaman Peygamberler Peygamberi emir buyurdu: «— Ayağa kalk, ey filân adam ve halka nida et:

 

Cennete yalnız mü'min olan girer. Allah bu dini fâsık ve tacirlerin eliyle de kuvvetlendirir.»

 

Yâni ölenin, ne evvelâ gayret göstermesini, ne de sonra intiharını esas tuttular: Her şeyin esası iman...

 

Ve buyurdular:

 

«—Öyleleri vardır ki, âleme karşı Cennetliklerin amelini işler, fakat Cehennemliktirler. Öyleleri de vardır ki. Cehennemliklere mahsus işler içindedir; fakat Cennetliktir.»

 

Sonsuz hikmet... Hâdiselerin dış yüzüne bakıp hüküm savlırmakta acele yok... Her işin anahtarı kalb...

 

...

 

Arap illerinde kuşun bile korkusuz uçamıyacağı dehşet ve cahiliyet devrinin hemen arkasından, Allah Resulünün çizdikleri huzur ve emniyet levhası:

 

Bizzat buyuruyorlar:

 

«— Artık San'a'dan Mekke'ye kadar yapayalnız seyahat edecek bir kadın bile, kalbinde Allah korkusundan başka bir kaygı taşımayacaktır.»

 

İdrâkiniz çatlıyabilir; mutlak inkılâp, bıyıkları kan pıh-tılı sırtlanı süt kuzusu yapmıştır.

 

...

 

Eski yırtıcı ve müşahhaslaştırıcı, putlaştırıcı seciye, şimdi Allah'ın birliğine ve mutlak münezzehliğine, namütenahi mücerretliğine inanıyor; secdeye kapanıyor, oruç tutuyor, zekâtını veriyor. Hac mevsiminde Allah'ın Evini ziyarete koşuyor. Ve bütün bunların esrar ve hikmetini derinden derine sezerek yapıyor.

 

Masum kanının sarhoşu eski kaplan bünye, şimdi, üstün insan ahlâkı içinde, bir güvercin öksürse gözyaşlarını tutamıyor.

 

Bu hâl Müslümanlıktır.

 

Ve mutlak inkılâp...

 

...

 

Dâva nefsi öldürmek değil, yola" getirmek olduğu içindir ki, İslâmiyette ruhbaniyet mevcut değildir. Nefsin yemeğini, uykusunu, kadınını ve daha binbir meşru zevkini kökünden kesen ve daha ona' nice çileler çektiren bâtıl metodların da, İslâmiyetteki gerçek erdiriş usûliyle hiçbir benzerliği yok. Her şey ölçüye bağlı... Bellibaşlı itidal hadleri içinde ve mizanlı... Yoksa öbür türlü, her taraftan gene nefs tecelli edecektir. O daima üste çıkan bir canavar...

 

...

 

Şimdi dördünün birden farikalarını toplayalım:

 

Sadakat, rikkat, rahmet, esrar anlayışı... Celâdet, adalet, heybet ve bütün bâtın incelikleriyle bir arada zahire nüfuz...

 

Yumuşaklık, haya, edep ve ismet...

 

Büyük akı!, hikmet, şecaat ve ulviyet...

 

Biri derinlikte, biri genişlikte, öbürü gizlilikte ve daha öbürü erginlikte ve her biri bunlardan her birinde. Peygamber emanetinin çatısını taşıyan dört büyük sütun...

 

Geriye insan ve mâna diye bir şey kalıyor mu?

 

Bunların kurduğu esrarlı bir dörtköşedir ki. bu dört köşenin her çizgisi üzerinde, her biri kendi mizacına göre O'ndan, O nurdan renk veren birer pencere...

 

Yani yine onlar yok, O var...

 

O'nsuz, bunlar, şu bildiklerimiz mi olurdu?

 

Ebu Bekr, Ömer, Osman ve Ali O Nurun etrafında dört cepheli bir fenerdir ki, kendi öz renkleri üstün yaratılışları içinden yine O'nu ifadeye memur...

 

...

 

 

Bunlar, hiçbir inceliğe, sır İdrakine ve ölçü hikmetine ruhları yatmayan, şeytan oyuncağı kafalardır. Allah Resulünün bu kadar açık ve aydınlık emri altında, Muaviye kini güdenleri bizzat Kâinatın Efendisi ve O'nün sevgili ruh -ve madde vârisi Ali ne düşünür diye en küçük nefs murakabesine girişmeksizin, güya Peygamber Evini ve Neslini koruma gayretiyle atıp tutanlar. Bilmezler ki, kalblerinde-ki «suret-i hak,» perdesini idare eden bizzat Şeytandır

 

Sahabî meselesinin en nazik miyarı olan bu mevzuda ölçü şudur:

 

— Hazret-i Ali mi haklı, Muaviye mi?

 

— Hazret-i Ali mutlaka haklı...

 

— Ya Muaviye?

 

— O da haksız değil.!. Ve bütün fark bu kadar...

 

— Bu nasıl ölçü? Hem biri kafiyen haklı, hem de öbürü haksız değil?

 

— Çünkü bir sahabîye haksız diyemiyeoeğimiz için ancak bu hadde kadar uzanabiliyoruz.

 

Aralarındaki ihtilâf, sadece içtihad farkından ibaret.. Böyle olunca, birinci plânda bulunan tam haklı, ikincisi de haksız değil olur. Çırçıplak ve yırtıcı haksızlık, asıl, sahabîlerin en büyüklerinden birine dayanarak öbürünün sahabîlik vasfım unutmaktır. İşte sır idrakini örseleyici kabalık.

 

....

 

Günümüzün hezeyanlarından biri:

 

— Allah'tan korkulmaz; Allah sevilir.

 

Bunu söyleyenler o ahmaklardır ki, aşkın bizzat korkulu bir şey olduğunu ve sevilenden bir o kadar korkulduğunu bilmezler, sezmezler. Sezebilselerdi ödleri patlardı. Bahsettikleri korku da Allah'a karşı duyulması gereken korku değil, kaba ve insanî ceberute duydukları zoraki his...

 

...

 

İlâhî cilve, topyekûn Garbı, bilmeksizin Kur'ân emrini tatbik eden ruhsuz bir ülke, Şarkı da, gördüğü halde anlamayan akılsız bir diyar olarak meydana çıkardı. İkisinin de hasreti öbürüne...

 

...

Share this post


Link to post
Share on other sites
Peygamber efendimizin şehit olduğuna dair ben başka bir yerde rastlamamıştım. Acaba rastlayan var mı?

 

Selamlar,

İmam-ı Kastalani hazretleri'nin Mevahib-i ledünniyye kitabından:

*Resulullahın Hayberde yediği zehirli et, ölüm hastalığında etkisini gösterdi ve şehid olmasına sebep oldu. (Mevahib-i ledünniyye)

*Kaynak

 

--*--

 

Sevginin korkuyla iç içe olduğu ve sevgiyi korkunun doğurduğu hususunda üstadın kitaplarında başka bir yer var mı hatrınızda?

 

Allah'tan neden korkulması gerektiğini anlatabilecek birkaç cümle arıyorum.

 

Üstadın sadeleştirdiği, Abdulhakim Arvasi hazretlerinin Tasavvuf Bahçeleri isimli kitabında yer alan aşağıdaki bölüm, bu sualinizin cevabını ihtiva etmektedir:

 

HAVF

"Havf - korku", ya çirkin bir şeyin işlenmesinden veya sevginin şiddetinden sakınmakla olur. "Ancak benden korkun", "... Rablerinden korkarlar", "Rablerine korku ve ümitle dua ederler" mealindeki âyetlerde de işaret edildiği gibi, korku, ancak Allah'dan olur.

Havf in, yani korkunun üç derecesi vardır.

Birincisi, İmanın şart ve gereği olan, "eğer inananlarsanız, korkarsınız" mealindeki âyetin İşaret buyurduğu korkudur.

İkincisi, ilmin gerektirdiği korku olan haşyettir: "Şüphesiz, kullarından âlim olanlar, Allah'dan haşyet duyar..." ilâhî İfadesi buna işarettir.

Korkunun üçüncü derecesi de; marifetin şartı olan heybettir: "Allah, sizi kendisinden sakındırır" mealindeki âyet, ezelî kudret sahibi Zât'ın sebebi olduğu heybet ve azamete işaret eder.

Korku iki kısımdır. Biri "rehber", diğeri "haşyet"tir. Rehbet sahibi olmak, ilâhî yasaklamalardan korkup kaçmak, haşyet sahibi olmak da, topyekûn mahlûkatı yaşatıp besleyen Allah'a sığınmaktır.

Korkan, gözlerinden yaş boşalan ve gözlerini silen değil, belki azabı hakettiren şeyleri terkedendir.

 

--*--

 

Üstadın, Mümin-Kafir isimli kitabında yer alan 'Vecdimin Penceresinden' isimli bölümde de bu mevzuyla ilgili kısım aşağıya iktibas edilmiştir:

 

SEVMEK

Bazıları "Ben Allah'ı severim; O'ndan korkmam!" der. Bilmez ki, korku, sevginin ta merkezine yerleştirilmiştir. Sevgi korkunçtur. Dağın tepesini seven; uçurumdan nasıl korkmaz!..

 

Bütün eczahane, pastahane, muayenehane, dershanelerin duvarlarına yazmalı: "Ölüme çare Allah'ı sevmek ve Resulünün izinden gitmektir!.."

 

Piyanoda tokmakların teller üzerine vuruşunu hesap ve ona kuru bir nispetle bağlanan akıl, nağmeyi nasıl anlasın?

 

Bir tabloda mevcut renklerin (gramaj)'ını ölçen tahlilci akıl şu kadar gram, şu kadar renkten doğan terkimi nasıl kavrasın?..

Share this post


Link to post
Share on other sites
Bazıları "Ben Allah'ı severim; O'ndan korkmam!" der. Bilmez ki, korku, sevginin ta merkezine yerleştirilmiştir. Sevgi korkunçtur. Dağın tepesini seven; uçurumdan nasıl korkmaz!..

Elinize sağlık, müteşekkirim.

 

..şu kadar renkten doğan terkimi

"terkim" den kasıt nedir ?

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...

×
×
  • Create New...