Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

NFK-Fan

Admin
  • Content Count

    2,361
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    67

Everything posted by NFK-Fan

  1. SULTAN ABDÜLHAMİD HAN'IN RUHANİYETİNDEN İSTİMDAT Nerdesin şevketlim, sultan hamid han? Feryâdım varır mı bârigâhına? Ölüm uykusundan bir lâhza uyan, Şu nankör milletin bak günâhına. Tahkire yeltenen tac-ü tahtını, Denedi bu millet kara bahtını; Sınad-ı sillenin nerm ve sahtını, Rahmet et sultanım suz-i âhına. Târihler ismini andığı zaman, Sana hak verecek, ey koca sultan; Bizdik utanmadan iftira atan, Asrın en siyâsî padişâhına. "Pâdişah hem zâlim, hem deli' dedik, İhtilâle kıyam etmeli dedik; Şeytan ne dediyse, biz 'belî' dedik; Çalıştık fitnenin intibahına. Dîvâne sen değil, meğer bizmişiz, Bir çürük ipliğe hülyâ dizmişiz. Sade deli değil, edepsizmişiz. Tükürdük atalar kıblegâhına. Sonra cinsi bozuk, ahlâkı fena, Bir sürü türedi, girdi meydana. Nerden çıktı bunca veled-i zinâ? Yuh olsun bunların ham ervâhına! Bunlar halkı didik didik ettiler, Katliâma kadar sürüp gittiler. Saçak öpmeyenler, secde ettiler. Bir asi zabitin pis külâhına. Bugün varsa yoksa .............., Şöhretinde herkes fuzuli dellal; Âlem-i mânâ'dan bak da ibret al, Uğursuz taliin şu gümrâhına. Haddi yok, açlıkla derde girenin, Sehpâ-yı kazâya boyun verenin. Lânetle anılan cebâbirenin Bu, rahmet okuttu en küstâhına. Çok kişiye şimdi vatan mezardır, Herkesin belâdan nasîbi vardır, Selâmetle eren pek bahtiyardır, Bu şeb-i yeldânın şen sabahına. Milliyet dâvâsı fıska büründü, Ridâ-yı diyânet yerde süründü, Türkün ruhu zorla âsi göründü, Hem peygamberine, hem Allâh'ına. Sen hafiyelerle dem sürdün ancak, Bunlar her tarafa kurdu salıncak; Eli,yüzü kanlı bir sürü alçak, Kemend attı dehrin mihr-u mahına. Bu itler nedense bana salmadı, Bahalıydı başım kimse almadı, Seyrandan başkaca iş de kalmadı; Gurbet ellerinin bu seyyahına. Hoş oldu cilvesi Cumhuriyetin, Tadı kalmamıştı Meşrutiyetin, Deccal'a dil çalan böyle milletin, Bundan başka çare yok ıslahına. Lâkin sen sultânım gavs-ı ekbersin Âhiretten bile himmet eylersin, Çok çekti şu millet murada ersin Şefâat kıl şâhım mededhâhına. Rıza Tevfik BÖLÜKBAŞI
  2. Cahit Zarifoğlu 1940 yılında Ankara'da doğdu. Babasının memuriyeti dolayısıyla ilk ve orta öğrenimini yurdun çeşitli yerlerinde yaptı. Liseyi memleketi K.Maraş'ta tamamladı. İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Alman Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü bitirdi. Çevirmenlik yaptı. Avrupa'yı dolaştı. Makina ve Kimya Endüstrisi Kurumu ve TRT'de çevirmen olarak çalıştı. Son olarak TRT İstanbul Radyosu'nda denetçilik yaptı. İlk şiir ve hikâyelerini K.Maraş'ta mahalli gazetelerde yayımladı. Yine K.Maraş'ta Açı adında bir dergi çıkardı. Başta Diriliş ve Edebiyat olmak üzere birçok dergide yazdı. Mavera dergisi ve Akabe Yayınlarının kurucuları arasında yer aldı. Çeşitli gazetelerde müstear isimlerle günlük yazılar yazdı. Şiirden başka, öykü, roman, günlük, oyun ve çocuk edebiyatı alanlarında ürünler verdi. 1987 İstanbul’da vefat etti. ESERLERİ İşaret Çocukları, Yedi Güzel Adam, Menziller, Korku ve Yakarış adlı kitaplarında yeralan şiirleri, kitaplarına girmemiş şiirleriyle birlikte vefatından sonra Bütün Eserleri I/Şiirler adı altında yayınlandı.Günlüklerini Yaşamak adıyla topladı. Biyografi.Net
  3. NFK-Fan

    Utansın

    UTANSIN Tohum saç, bitmezse toprak utansın! Hedefe varmayan mızrak utansın! Hey gidi küheylân, koşmana bak sen! Çatlarsan, doğuran kısrak utansın! Eski çınar şimdi Noel ağacı; Dallarda iğreti yaprak utansın! Ustada kalırsa bu öksüz yapı, Onu sürdürmeyen çırak utansın! Ölümden ilerde varış dediğin, Geride ne varsa, bırak utansın! Ey binbir tanede solmayan tek renk, Bayraklaşmıyorsan bayrak utansın!
  4. NFK-Fan

    Süleymanname

    SÜLEYMANNAME Sen gül diyarının yapma gülüsün! Aynı yapmacıkla Çoban Sülü'sün! Yoktur izlediğin bir dâva yolu; Bir bu yan, bir şu yan, büküntülüsün! Türk'e zıt sermaye merkezlerinden, Bu zikzaklı yolda hep, güdülüsün! Millî yekpârelik gelmez işine; Bu yüzden parçalı, bölüntülüsün! Ve devlete mason biraderlerin, Tam da maslahata denk ödülüsün! Ne sırdır sendeki bedava oluş! Problemler içinde en müşkülüsün! Fikir dağlar boyu kocaman kitap; Sen de o kitabın bir virgülüsün! Böyleyken ustasın gözbağcılıkta; Cüceler sirkinin baş Herkülüsün! Gözyaşı ve çığlık vatanında sen, Hüzün bahçesinin şen bülbülüsün! Büzülmüş susarken mahzun hakikat, Davuldan ziyade gümbürtülüsün! Teokratik rejim olmaz deyip de, Peşinden müslüman görüntülüsün! Kolera, vergiler, zamlar, enflâsyon; Bir felâketsin ki, binbir türlüsün! Gelirsiz giderli bütçelerinle, Her yıl, milyar milyar köpürtülüsün! Okka okka vicdan satın alırsın; Topuzu altından oy baskülüsün! Bir gökdelen sanır seni gören göz; Bilmez ki, temelden çöküntülüsün! Büyük Kongre, dikiş tutturduğun yer; Meclise gelince söküntülüsün! Bağlısın hak bilmez yeminlilere; Hakkı bilenlerden çözüntülüsün! Üçbuçuk mebusa kaldı diye fark, Kimbilir, ne kadar üzüntülüsün! Millet gökten adam dilensin, dursun! Ümit fakirinin baş keşkülüsün! Kuzum, senin neren Anadolludur? Türk'e Amerikan püskürtülüsün! Farkın şu ki, eski Başbakanlardan, Sen o belâların son püskülüsün! (NFK/1971)
  5. Selamlar, Bu bölümde güncel haberleri ve bu haberlerle ilgili köşe yazılarını paylaşabilir, bu hadiselerle veya yorumlarla ilgili fikrinizi beyan edebilir, gerekirse düşüncelerinizi paylaşabilir, tartışabilirsiniz. Güncelliğini kaybeden konular zaman içinde silinecek, veya güncel olmaktan ziyade genel bir durumu ifade etmek bakımından değer taşıyorsa başta bölümdeki "Arşiv" forumu ve "Serbest Kürsü" olmak üzere diğer ilgili forum bölümlerine nakledilecektir. Saygı ve selamlarımla
  6. KOP DAĞI'NDA BİR DÜKKÂN Farz edin ki ben deli divane bir milyonerim. Kafamı okşayacak, bana hoş görünecek, en saçma bir fikir uğruna varımı yoğumu dökmekten çekinmem. Anadolu'nun sessizlikte, ıssızlıkta, kimsesizlikte, cansızlıkta eşi olmayan bir yerini bulup orada bir dükkân açmak istiyorum. Issızlıkların arasından bir ormandan geçer gibi geçerek en koyu hiçliğin ve en dipsiz yokluğun yuva kurduğu noktayı arıyorum. Nihayet herhangi bir tarafta, meselâ Kop Dağı'nın tepesinde, üzerinden insan değil, çakal değil, kuş değil, bulut bile geçmeyen, üzerinde ağaç değil, çalı değil, ot değil, yosun bile bitmeyen, siyah, keskin, cılk, kabir azabı şeklinde donmuş korkunç bir kayalık buluyorum. Dükkânımı hemen oracıkta, masmavi gökle kapkara yer arasında kuruveriyorum. Bu dükkânda ne satacağım biliyor musunuz? On milyonluk şehirlerde bile sayısı on kişiye varmayan en şık, en mükemmel kadınlara mahsus ipekli çoraplar... Bundan sonra yapacağım iş pek kolaydır. Plânını dünyanın en büyük mimarına yaptırdığım ve içini en usta mobilyecisine döşettiğim dükkânımda yan gelerek kıyamete kadar, Yecüc'le Mecüc'ün denizlerle dağları yutacağı güne kadar müşteri beklemek... Sanat önü kalabalık bir çeşmedir. Kimi bu çeşmenin bilek kalınlığında dökülen kevseriyle avuçlarını doldurup içer, kimi dolu avuçlardan fışkıran damlacıklarla dilini ıslatır, kimi çeşmenin yalağındaki artık sulara başını gömer, kimi de bu artık suların toprak üzerinde akan ve ayaklar altında ezilen bulanık ve çamurlu yollarına yüzükoyun kapanır. Aradaki eskilik ve yenilik, soyluluk ve piçlik, ciddilik ve gülünçlük farkıyla Homere'den Filorinalı Nazım'a kadar bu tılsımlı suya imrenmiş kaç kişi gelmişse bunların içinde suyu menbaından içebilmiş tek bir sanatkâr yoktur ki Kop Dağı'nda ipekli kadın çorabı satan zavallının azabından bir şeyler duymuş olmasın... Acaba böyle kaç tane sanatkâr gelmiştir. Her hâlde dünyanın kıt'a bölümünden fazla değil... Ey sanatkâr! Arının balı damağımıza, ağacın yemişi midemize ve ipek böceğinin sihirli iplikleri derimize göre yapılmış değildir. Onlar bu eserleri iki üç çiçekle üç dört dut yaprağı buldukları, bir damla suyla bir zerre güneşi yakaladıkları her yerde, kendi kendilerine ve bizi düşünmeden verirler. Eğer damağımızda bala ve derimizde ipeğe karşı bir hassasiyet mekanizması olmasaydı arı, ipek böceği ve elma ağacı, Kop Dağı'nda birer dükkân açmaya gideceklerdi. Kim bilir damağımızda bala ve derimizde ipeğe karşı bir hassasiyet uyanıncaya kadar kaç bin sene bekledik. Dudağa göre lezzet değil, lezzete göre dudak... Sanatkâra muhatap olan herkes ve bu herkesin kurduğu her cemiyet, sanatkârı kendi kanunlarına ve seviyesine göre doğurduğu kadar sanatkârın da kanunlarına baş kesmeye ve seviyesine tırmanmaya mahkûmdur. Çünkü o fert hâlinde kendi remzinden başka bir şey değildir. Kumaşını ilk rast geldiğin müşterinin şartlarına göre ördüğün ve onu oturduğun dağın karmakarışık yollarına tırmanmak zahmetinden kurtardığın gün, heykeltraşsan nalbanttan, ressamsan badanacıdan, şahsen "eskiler alayıma"dan farkın kalmayacaktır. Sen daima Kop Dağı'nın tepesinde otur ve dükkânında o cinsten şeyler sat ki o eşyanın kıymeti, Paris'ten yola çıkıp Kop Dağı'nın tepesindeki cevheri aramanın zorluğuyla ölçülsün. TDK'nın Hazırladığı, "Güzel Yazı Dizisi" şeklinde, ne demek istediği anlaşılmayan bir isme sahip serinin "Denemeler" başlıklı kitabından alınmıştır.
  7. Selamlar, Bu başlıkta üstadın vecizelerini toplayacağız. Toplanan vecizeler zamanla ana sayfada her giriş yapıldığında rastgele herhangi birisi çıkacak şekilde yayınlanacaktır. Ben, üstadın en bilindik ve en güzel sözlerinden birisiyle başlamak istiyorum. "Tomurcuk derdinde olmayan ağaç, odundur..." Saygı ve selamlarımla
  8. NFK-Fan

    Akıl

    AKIL Akıl, akıl olsaydı ismi gönül olurdu; Gönül gönlü bulsaydı bozkırlar gül olurdu. (NFK/1980)
  9. Değerli üyelerimiz, Bu bölüm altında: * Üstad hakkında yazılmış incelemeleri, * O'nun üzerine yapılmış yorumları paylaşabilir, kendi yorumlarınızı da site sakinlerine açıklayabilirsiniz. Amacımız Üstad'ı anlamak ve anlatmak olduğuna göre, her iki basamağa da önemli katkısı olan bu alıntılar ve yorumlar site için büyük önem taşımaktadır. Saygı ve selamlarımla...
  10. NFK-Fan

    Efendim

    Efendim Benim efendim ! Ben sana bendim ! Bir üfledin de Yıkıldı bendim. Ben ki, denizdim, Dağbaşı bendim. Şimdi sen oldun, Âleme pendim. Benim efendim ! Benim efendim , Feza levendim ! Ölmemek neymiş; Senden öğrendim. Kayboldum sende, Sende tükendim! Sordum aynaya: Hani ya kendim? Benim efendim ! Benim efendim ! Emri yüklendim! Dağlandım kalbden Ve mühürlendim. Askerin oldum, Başta tülbendim; Okum sadakta, Elde kemendim. Benim efendim. (NFK/1978)
  11. Değerli ziyaretçi ve üyelerimiz, Bu forum kategorisi altında: *Üstadın eserleri hakkındaki fikirlere, *Eserlerin özetlerine, *Eserler üzerine yapılmış inceleme ve yorumlara ulaşabilirsiniz. Bilgi almak istediğiniz Üstad eseri hakkında sorular sorabilir, üyelerimizin bilgilerinden istifade edebilirsiniz. Eserleri tanıtmak amacıyla alıntılar yapabilirsiniz. (Fakat belli bir konu üzerinde yazılmış makale türünde veya eser dışında bir konuya dikkat çekmek amacıyla yayınlanacak yazıların "Üstaddan" başlıklı forum kategorisinde dile getirilmesi önemle rica olunur.) Bilgilerinize... NFK-Fan
  12. NFK-Fan

    Feza Pilotu

    FEZA PİLOTU Yirminci Asrın ablak yüzlü feza pilotu! Buldun mu Ay yüzünde ölüme çare otu? Bir odun parçasına at diye binen çocuk! Başında çelik külah, sırtında plâstik gocuk. Uzaklıkları yenmiş fâtih edasındasın! Dipsizliğin dibini bulmak sevdasındasın!.. Allah'a dil çıkarır gibi küstah bir yarış... Farkında değilsin ki, Ay dünyaya bir karış Fezada milyarlarca ışık, yol, mesafe; Seninki, saniyelik zafer, ilmî hurafe! Kavanozda, kendini deryada sanan balık; Ne acı vahşet, mağrur ilimdeki kabalık; Fezada "Allah diye bir şey yok" iddiası!!! Gel gör, kaç füzeye denk, bir müminin duası; Rafa kaldırmak için ruhlarını dürdüler; Güneş diye kalbteki güneşi söndürdüler. Bilmediler; kalbtedir, kalbtedir asıl feza; Kalptedir, ölümsüzlük kefili kutsî imza. Sayıdan sonsuzluğa sınıf geçirtecek not; Bizdedir, ve bizdedir Arş'a giden astronot, Ve mekândan arınmış ve zamandan ilerde, Fezayı teslim alma sırrı bizimkilerde. Bizimkiler ışığa gem vurur da binerler; Yerden göğe çıkmazlar, gökten yere inerler... 1972
  13. CANIM İSTANBUL Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar; Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar. İçimde tüten bir şey; hava, renk, eda, iklim; O benim, zaman, mekân aşıp geçmiş sevgilim. Çiçeği altın yaldız, suyu telli pulludur; Ay ve güneş ezelden iki İstanbulludur. Denizle toprak, yalnız onda ermiş visale; Ve kavuşmuş rüyalar, onda, onda misale. İstanbul benim canım; Vatanımda vatanım... İstanbul, İstanbul... Tarihin gözleri var, surlarda delik delik; Servi, endamlı servi, ahirete perdelik... Bulutta şaha kalkmış Fatih'ten kalma kır at; Pırlantadan kubbeler, belki bir milyar kırat.... Şahadet parmağıdır göğe doğru minare; Her nakışta o mâna: Öleceğiz ne çare? Hayattan canlı ölüm, günahtan baskın rahmet; Beyoğlu tepinirken ağlar Karacaahmet... O mânâyı bul da bul! İlle İstanbul'da bul! İstanbul, İstanbul... Boğaz gümüş bir mangal, kaynatır serinliği; Çamlıca'da, yerdedir göklerin derinliği. Oynak sular yalının alt katına misafir; Yeni dünyadan mahzun, resimde eski sefir. Her akşam camlarında yangın çıkan Üsküdar, Perili ahşap konak, koca bir şehir kadar... Bir ses, bilemem tanbur gibi mi, ud gibi mi? Cumbalı odalarda inletir "Kâtibim"i... Kadını keskin bıçak, Taze kan gibi sıcak. İstanbul, İstanbul... Yedi tepe üstünde zaman bir gergef işler! Yedi renk, yedi sesten sayısız belirişler... Eyüp öksüz, Kadıköy süslü, Moda kurumlu, Adada rüzgâr, uçan eteklerden sorumlu. Her şafak Hisarlarda oklar çıkar yayından Hâlâ çığlıklar gelir Topkapı Sarayından. Ana gibi yâr olmaz, İstanbul gibi diyar; Güleni şöyle dursun, ağlayanı bahtiyar... Gecesi sümbül kokan Türkçesi bülbül kokan İstanbul, İstanbul... (1963)
  14. Üstad... Her damlasında bir fikir, bir çile, bir bilgi barındıran, 20. yüzyılın gördüğü en büyük ve en az anlaşılabilmiş mütefekkirlik, şairlik, yazarlık, manevî babalık okyanusu... Geriye dönüp baktığımda, şu güne kadar geçirdiğim, kaybolmuş, yok olmuş onca sene içerisinde, beni etkileyen en başarılı kelime sihirbazı... Son model, defolu ürün vermeyen zekâ makinelerini sürekli çalıştıran faal bir fikir fabrikası... Onunla haşırneşir olmaya başlayalı yolunu bulmanın yoluna giren kişiliğim, inşallah onun sayesinde zirveye ulaşır... 9 yaşındayım... Ailemden bir kişinin katıldığı bir kampın ardından dağıtılan "Necip Fazıl'ın kendi sesinden şiirleri" kaseti elimde... Dinliyorum... Derinlerden gelen bir ses, özenle seçilmiş müzikler... Fakat hepsinden önce, beni celbeden ve özellikle, "...meclisinin duvarında 'Hakimiyet Hakkındır!' düsturuna hasret çeken,, gerçek adâleti bu inanışta ve hâlis hürriyeti, hakka kölelikte bulan bir gençlik!..." cümlesiyle beni göklere yükselten mükemmel bir hitabe... Ve bu yaşımda, mânâsını pek iyi kavrayamasam da, yüreğimde, geleceğe dönük ve her an bitmeyi bekleyen bir Üstad sevgisi tohumunu filizlendiren Destan, Sakarya Türküsü ile Zindandan Mehmed'e Mektup... Derken Necip Fazıl'sız geçen uzun bir ara... Kopuyorum Necip Fazıl'dan... 9. yaşımdaki o deneyimimden sonra sevgi beslediğim Üstad'ımdan kopuyorum... Ondan, eserlerinden, "kendi sesinden şiirleri"nden uzaklaşıyorum... Fakat sevgisinden asla!.. Ve derken tesadüfen açık bulunan bir radyo... Yaşım 13... Birisi, ismini bir yerlerden duyduğum Büyük Doğu ve onun ideoloğu Necip Fazıl'ın, vefâtının x. yıl dönümünden bahsediyor... Daha önceden aşina olduğum, fakat muhtevasını bilmediğim "Büyük Doğu" ismini duyunca soruyorum: Büyük Doğu'yu kuran Necip Fazıl mı? Peki büyük Doğu ne?.. 2 cümlelik basit bir izah... Fakat benim içimdeki Üstad muhabbetini körükleyen bir 2 cümle... Soruma cevap olabilmekten çok uzak bulunsa da, beni Üstad'ın kollarına doğru iten son görünmez tezahürdür bu... Bundan sonrakileri ise gâyet açık... Bir zaman daha geçer aradan... Ben Üstad'dan uzaklaşmamışımdır bu sefer... Belki yaklaşmamışımdır, fakat ona ait en ufak bir söze büyük bir ilgi göstermeye başlamışımdır... Nihayetinde, bilgisayarda gelişebilmek için, benden yaşça, bilgice, sahip olduğu arşivce üstün olan bir büyüğümden, içerisi genellikle bilgisayar eğitimiyle ilgili dökümanlarla dolu olan bir CD alıyorum... CD'yi açıyorum... Zipli paketin içinden çıkan, Teleport Pro ile indirilmiş, çoğu bilgisayarla ilgili olan siteleri inceliyorum... Ve free bir site çekiyor dikkatimi... Önce pek giresim gelmiyor o geniş arşivde... Fakat bir şeyler beni bu siteyi incelemeye itiyor. Açıyorum index'i... O da ne? HTML, DREAMWEAVER, JavaScript derslerinin arasında, Üstada ayrılmış bir bölüm de var!.. Kaçırmıyorum... Tabiri caizse abanıyorum... Üstad beni gittikçe kendine çekiyor... Varıldığında, "kurban"ını saadetler içinde boğacağa benzeyen bir karadeliğe tutulmuşcasına, zevkle çekiliyorum O'na doğru... Ve bu güne kadar büyük şairliği dışında tanımadığım özellikleri çekiyor dikkatimi, eser listesini okuduğumda... "Meğer Üstad sadece şiir yazmıyormuş!" diyorum... Evet, onun adı artık "Necip Fazıl" değil benim için... O, "ÜSTAD"!... Plânlamakta olduğum, belki de 10. site projesine, Üstad'la ilgili bir bölüm eklemek geliyor aklıma... "Elimde sadece şiirleri var ama, ileride ben onun bir iki kitabını da alırım ve onları da yayınlarım!" diye düşünüyorum... Derken vasiyeti ve o ilk dinleyişimde beni başka bir âleme götüren Gençliğe Hitabe'yi de, şiirlerden ayırmak geliyor aklıma... Çörekleniyorum bilgisayarın başına... Günlerce uğraşıyorum... Ve yapıyorum o bölümü... Üstad bölümünü hazırlıyorum!.. Fakat o onlarca projemde olduğu gibi aksiyon bulamayan atılımımı benden başka kimse göremiyor... Göremesin de zaten, şu anlık bunun hiçbir önemi yok... Ben görebiliyorum ya, o yeterli!.. Sonunda, hakkında, "bir-iki kitabını alırım" dediğim, "ileri" olarak nitelediğim zaman geliyor. Soluğu, Bir kaç arkadaşımla SultanAhmet kitap fuarında alıyorum... Kararım, "Ulu Hakan II. Abdülhamid Han" ve, ismini hatırlayamadığım, "Türkiye'nin içinde bulunduğu durumu açıklayan bir kitap"... Bir Ramazan ayı, ve iftara yakın... Soruyorum, soruşturuyorum, Büyük Doğu Yayınları'nı buluyorum. İlk önce, "Ulu Hakan II. Abdülhamid Han"ı istiyorum, daha sonra o ismini hatırlayamadığım kitaba geliyor sıra... Görevli bana birkaç isim sayıyor.. Aman Allah'ım!.. Bunların hangisi reddedilebilir ki?.. Hiçbiri... Fakat... Ortalığı mahveden kelime, "fakat"... Maddî durum yeterli değil o anda!.. Hepsini almam imkânsız... Kalınlığını göremediğim Ulu Hakan isimli eser 11 milyonsa, yandım ben!.. Sonuçta o kitabı da söylüyor görevli kişi /(Türkiye'nin Manzarası).. Ve alıyorum... Param artıyor, "Öfke ve Hiciv"i de alıyorum. Eve geliyorum.. İlk fırsatta tarıyorum, okuyorum. Üstad beni kendine çekmeye devam ediyor... Karadeliğe yaklaştığınızda hızınız artar ya, aynen öyle bir değişim, gelişim oluyor bende de... Büyük bir iç huzuru ve arzu ile, başındaki "kara" sıfatı ile kazandırdığı, 180° farklı bulunan o karadeliğe koşuyorum... Okuyorum, okuyorum, derslerime dahi çalışmaz oluyorum ve okumaya devam ediyorum... Okudukça Üstad'a yaklaşıyorum. Farkına varıyorum ki, benim ifade etmekte çaresiz kaldıklarımı, yani yaşadıklarımı Üstad ifade etmiş, o da yaşamış... Gittikçe kendimi buluyorum onda... Üstad, bir ayna oluyor bana... Aylar yılları kovalıyor... 10'larca kitabını okuduğum Üstad'la ilgili birşeyler yapmak, onu, ondan bîhaber olan, veya onu anlayamayan kimseye tanıtmak için üzerime görevler düştüğünü düşünüyorum... Tam o sırada... Görev aldığım büyük bir sitede, bana gelen bir PM hayalimi gerçekleştirmemde bana kolaylık sağlayacak, bana kelimenin tam mânâsıyla bir "arkadaş" kazandıracak ve dünyada en çok değer verdiğim kişilerin, önde gelenlerinden birisiyle tanışmamı sağlayacak... Belki o da bilmiyor o özel mesajı atarken, bunların olacağını... Ve mail trafiği başlıyor aramızda... Öyle bir mail trafiği ki, kitaplaştırılsa yeridir!.. Müthiş bir fikir alışverişi, müthiş bir dostluk destanı... Ve sonunda Üstad için bir site açmak fikri oluşuyor bende... Paylaşıyorum bu fikrimi, asil ve asıl dostumla... seve seve kabul ediyor.. Çalışmalara başlıyoruz.. Yardımları dokunanlar oluyor... Ve... Siz benim bu yazımı, n-f-k.com da okuyabiliyorsunuz şu anda... Allah muvaffakiyet versin... NFK-Fan
  15. VASİYETİ 1- Bu vasiyet, çoluk-çocuğumun ve şahsi yakınlarımın dar ve hususi kadrosundan ziyade,onların da içinde olduğu geniş ve umumi zümreyi muhatap tutuyor. Başta gerçek Türk'ün ruh köküne bağlı yeni gençlik, şu kadar yıllık mücadele hayatımda beni okumuş veya dinlemiş her fert, kısaca Allah ve Resulüne perçinli herkes...Onlara hitap ediyorum ve dileklerimin yerine getirilmesi için gerekli çalışmayı işte bu yeni gençliğe ısmarlıyorum! Eğer üzerilerinde bir hakkım varsa, Hesap Gününde tek tek sorumludurlar. Emanetim, beni seven ve İslam davasında bir hak sahibi olduğumu kabul eden herkese... 2- Fikir ve duyguda vasiyete lüzum görmüyorum. Bu bahiste bütün eserlerim,her kelime,cümle,mısra ve topyekün ifade tarzım vasiyettir. Eğer bu kamusluk bütünü tek ve minicik bir daire içinde toplamak gerekirse söylenecek söz "Allah ve Resulü;başka herşey hiç ve batıl" demekten ibarettir. 3- "Büyük Doğu Yayınları" kitabevi kuruluncaya kadar şunun bunun neşrettiği eserlerim arasında mukaddes ölçülere karşı küçük ve hafif çapta laubali,dikkatsiz ve ciddiyetsiz,hürmet ve haşyetten mahrum ve ne varsa - isterse nokta veya virgül olsun-onları reddediyor, malım olmaktan çıkarıyor ve bütün sorumluluğumu,bundan böyle kendi idare, murakabe ve firmam altında çıkaracağım eserlere bağlıyorum.İnşallah Hak bana onları dünya gözüyle bütünleşmiş ve tamamlanmış gösterir,arkamdan gelecekler de bu örneklere göre devam ederler, virgül oynatmaktan bile çekinirler. İslama pazarlıksız ve sımsıkı bağlanmadan önceki şiirlerim ve yazılarım arasında hatta küfre kadar gidenler ise, çoktan beri eser çerçevem dışına çıkarıldığı, herbirinden ayrı ayrı istiğfar edildiği ve çöp tenekesine atıldığı için nereden nereye geldiğimi göstermekte bile kullanılmamalı ve onlarla müminleri benden çevirmek isteyeceklere -çok denenmiştir- şu cevap verilmelidir: "Koca Hz.Ömer bile Allahın Resulünü öldürmeye davranmış ve peşinden bütün sahabilerin,derecede ikincisi olmak gibi bir şerefe ermiştir. Hiç ona bu ilk davranışından ötürü sonradan dil uzatan olmuş mudur? Belki o noktadan bu noktaya gelmekte faziletlerin en büyüğü vardır." Eserlerim mevzuunda vasiyetim kısaca şu: İlk yazılarımdan birkaçı asla benim değil;sonrakiler de en dakik şeriat mihengine vurulduktan,yani nasip olursa tarafımdan bütünleştirildikten sonra benim... Bir kısmını şimdiden tamamlamış bulunduğum eserlerim üzerinde bu ölçüyü devam ettirmek ve en titiz murakabeyi sürdürmek borcu ise, mirascılarımın ve manevi mirasçım gençliğin... Ben öldükten sonra kim ve ne suretle eserlerimin üzerinde gizli bir tasarrufa kalkar da ölçüyü hafifçe bile olsa örselerse, tezgahını başına yıkınız! En büyük korkularımdan biri,nice müellifin başına geldiği gibi, ölümümden sonraki tahriflerdir. 4-Beni,ayrıca hususi vasiyetimde gösterdiğim gibi,İslami usullerin en incelerine riayetle gömünüz! Burada,umumi vasiyette de belirtilmesi gereken bir noktaya dokunmalıyım:1935 yılında,Mürşidim ve Kurtarıcım Esseyyid Abdülhakim Efendi Hazretlerine, bir yazımı okumuştum. Bu yazı, kendilerini tanıdıktan sonraki dünya görüşüme ait olarak, zamanenin bize aykırı, meşhur bir gazetesinde çıkmıştı ve Türkün tarih muhasebesini İslami tefekkür noktası etrafında çerçeveliyordu. Yazıyı ellerine aldılar,kalem istediler ve üstüne öz elleriyle "altın ile yazılacak yazı"buyurdular. İşte hususi zarfında duran bu kesilmiş makaleyi, bütün eserlerimin tasdiknamesi olarak kefenime iliştirsinler.. 5- Nasıl, nerede ve ne şekilde öleceğimi Allah bilir. Fakat imkan aleminde en küçük pay bulundukça, biricik dileğim Ankara'da Bağlum nahiyesindeki yalçın mezarlıkta, Şeyhimin civarına defnedilmektir. Elden gelen yapılsın... 6-Cenazeme çiçek ve bando muzika gönderecek makam ve şahıslara uzaklığımız ve kimsenin böyle bir zahmete girişmeyeceği malum. Fakat bu hususta bir muziplik zuhur edecek olursa,ne yapılmak gerektiği de beni sevenlerce malum...Çiçekler çamura ve bando yüzgeri koğuşuna... 7-Cenazemde,namazıma durmayacaklardan hiç kimseyi istemiyorum! Nede,kim olursa olsun,kadın...Ve bilhassa,ölü simsarı cinsinden imam! Ve "bid'at" belirtici hiçbirşey!...Başucumda ne nutuk, ne şamata, ne medh, ne şu,ne bu...Sadece Fatiha ve Kur'an... 8- Mezarımda ilahi ve ulvi isim ve sıfatlardan ve benim beşeri ve süfli isim ve sıfatlarımdan hiçbir iz bulunmayacak...Mevlid de istemem! Onu, uhrevi rüşvet vasıtası yapanlara bırakınız! Sadece Kur'an... 9-Şimdi sıra en büyük dileğimde... Müslümanlardan, Eğer bu davada hizmetim geçtiğine inanan varsa,şunları istiyorum: Her ferdin, herhangi bir kifayet hesabına yanaşmaksızın, benim için "Necip Fazıl'ın kaza borcuna karşılık" niyeti ile bir günlük (Beş vakit)namaz kılması ve yine birgün oruç tutması... Mevtanın ardından,onun için kaza namazı Şafii içtihadında caizdir ve aynı içtihat Hanefilerce de rahmettir. Her ferdin,en aşağı yüz Tevhid kelimesi okuyup sevabının mislini bana hediye etmesi...70 bine dolması lazım...Bir de,üzerimde hakkı olanların bunu Allah rızası için helal etmeleri... Ölünceye dek,üzerimdeki Allah ve kul haklarından mümkün olanını ödeyebilmek için elimden geldiği kadar cehdetmek azmindeysem de ne olacağını, nereye, hangi noktaya varabileceğimi bilmiyorum ve yardımı müslümanlardan bekliyorum. "Şey'en lillah"tabiriyle bana Allah için birşey veriniz !Yardımınızı esirgemeyiniz! 10-Allah'ı,Allah dostlarını ve düşmanlarını unutmayınız! Hele düşmanlarını!... Olanca sevgi ve nefretinizi bu iki kutup üzerinde toplayınız! 11-Benide Allah ve Resul aşkının yanık bir örneği ve ardından bir takım sesler bırakmış divanesi olarak arada bir hatırlayınız! Necip Fazıl Seni unutmak mümkün mü Üstad'ım?!?!... Allah sana gani gani Rahmet, ve Bizleri, Cennet-i Âlâ'da, sana komşu eylesin inşallah... Saygı ve selamlarımla...
  16. Değerli arkadaşlar, Kendini birşey sanması, dönmeliği, cesaretsizliği, kabadayı mizacı, ahlak ve din düşmanlığıyla tanınan eski Bab-ı Ali şeflerinden Ahmet Emin Yalman'a, Üstadın, hakkında üstü kapalı ithamlarla dolu bir yazının neşredilmesinin ardından verdiği tokat gibi cevabı aşağıda okuyabilirsiniz ÇIFITA CEVAP! Kâfirin Abdullah, ahmağın Zeki, erzelin Afif ismini alması gibi kendisini (Vatan) diye isimlendirmiş ufunet bezinin, bize bundan onbeş gün kadar evvel çıkmış bir nüshasını gösterdiler. Bu paçavrayı, hakkımızdaki deni ve şenî tahrike iştirak etmemek suretiyle Türklüklerini, mukaddesatçılıklarını, insanlıklarını gösteren ve büyük Türk okuyucusu kütlesine tamamen malik bulunan gazetelerin hiçbir şartına sahip telâkki etmemekle beraber, üzerimize ondan bir hücum gelmesi ihtimalini hayal bile edemezdik. Zira, o gazeteyi temsil eden, ona renk ve seciye veren insanlık lekesinin bütün cemaziyülevvel ve âhirine, dosyalık çapta bir bilgi, görüş ve anlayışla vâkıf bulunuyorduk. O da bu kuvvetimizi herkesten iyi bilenlerdendi. Zira bundan evvel Fatih'in muazzez ruhaniyeti huzurunda patriklere fâtiha okuttuğu, Türk ocaklarına burnunu soktuğu, Nâzım Hikmet vesilesiyle resmen ve alenen komünizmayı müdafaaya kalkıştığı zaman maskesini o tarzda düşürmüş ve öyle bir söz söylemiştik ki, bir insanın bu sözü duymamazlıktan gelmesi için ancak "bütün ahlâki kayıtlarla alâkasını kesmiş" olması lâzımdı. Fakat duymamazlıktan geldi. Zira korktu. Zira o günlerde aleyhimizde bir hava görmemekte, gerçek âmme vicdanı ve gençlik kütlesinin saflarımızda olduğunu bilmekte; ve bembeyaz "Müslüman -Türk" tenimize arkadan sokmağa yelteneceği pıhtı kusan kıskacını kullanabilmek için gereken hain şartları ittifakına alamamış bulunmaktaydı. Nihayet, fırsat bu fırsattır sandı; ve zehirini, metodların esfellik ve erzellikte yektâ bir nümunesiyle dökmiye yeltendi. Ne yaptı, biliyor musunuz? Gûya mücerret ve umumî, bizimle ve şahıslarla alâkasız bir başmakale içine ayrı bir fasıl ekleyerek, böylece hakikî kastını cesaret ve sarahatle belirtmek erkekliğini gösteremeyerek, sadece birkaç okuyucusuna ve hükûmete karşı bize çattığını belli ederek, fakat bunu bizim gözümüzden saklıyabilecek olursa bir kat daha mes'ut olacağını ve bu suretle yerin dibine geçirilmekten kurtulacağını düşünerek, hâsılı cihanda en pespaye bir insanın dahi tenezzül etmeyeceği bir sinsilik derekesine düşerek, bize, kundakçılık, hayâsızlık, pervasızlık, fesat ve irtica isnat etti. Hakkımızda, koskoca bir başmakalenin içine gömülü ve dışından belirsiz olarak da "her türlü ahlâki kayıtla alâkasız" tabirini kullanmaya kadar gitti. İşte adam, işte usul, işte hayâ, işte hüner! Bu denî taktiğinde de kısmen muvaffak oldu. Çünkü hâdiseden, tam onbeş gün sonra haberdar olabildik. Yukarıda insanlık lekesi diye sıfatlandırdığımız ve daima böyle sıfıtlandıracağımız bu adam, eğer hakkımızdaki iğrenç tahkirin, hiçbir fezahat ve redaet yuvasında eşine rastgelinmez serseriler ve şantajcılar arasından elde ettiği, Polis ikinci şubesindeki dosyalarından başka kimsenin tanımadığı tiplerden olsaydı, derhal bu yazısiyle onu kanun huzuruna çeker, kendisiyle orada hesaplaşmayı tercih ederdik. Fakat bu insanlık lekesi, gûya bir başmuharrirdir, yılan vücutlu bir gazetenin tepesinde başkuş kafasıdır, son derece hain ve gizli bir metodun sahibidir, içtimaî bir suikast eserinin seri müelliflerinden birisidir, binaenaleyh kendisiyle hesaplaşacak yer, mahkeme değil, âmme huzurudur, kalem ve kelâm kürsüsüdür, dâva meydanıdır, babıâli kubbesidir!!! Gel berû, iman ve ahlâk kayıtlarının (K) harfini bile rüyasında bir kere görmemiş olan sefil! Sen ne cesaretle müslüman Türkler memleketinde konuşabilirsin ki, bir dönmesin; büyük baban Sabatay Sevi'nin zakkum kanını taşıyor; ve İslâm diyanetini, Türk milletini parçalamak gayesini güdüyorsun! Sen, birtakım bulanık şartlara güvenip nasıl kuruyası dudaklarını kıpırdatabilirsin ki, bir zamanlar, Türk İstiklâl Hareketinin mâsûm günlerinde resmen ve alenen Amerikan mandasını istemek suretiyle vatan hainliğini göstermiş ve bu babda hakkında broşürler neşrolunmuş müseccel bir nâmertsin! Sen nasıl ve ne yüzle "ahlâk" kelimesini kanalizasyon lezzetli ağzına alabilirsin ki, "ahlâk" kelimesinin baş harfi diye (a) işaretini gördüğün her yerde sıhhi imdat çağırması icap eden bir tipsin! (Büyük Doğu) sahibinin "Bir Adam Yaratmak" piyesi temsil edilirken "oradaki kadınla kimi kastettiniz?" sualinden, tâ Elhamra sineması ve klüp hikâyelerine kadar, istersen ve dilersen, bu mevzua senin için baş vurmaya lüzum görmediğimiz Türk hâkiminin huzurunda ve senin müracaatınla konuşalım! Eğer ister ve dilersen, bize edeceğin tek mukabeleyle, bu işi Linotipler ve baskı makineleri huzurunda da konuşabiliriz. Her şey senin istek ve dileğine bağlıdır. Elverir ki, bir zamanlar, muazzez ve mübarek bir soydan gelen "Ehli Sünnet" gazetesinin ismet ve nezaket örneği sahibine yaptığın ve bütün zayıf müslümanlara tevcih ettiğin gibi, hakikatte bize değil, Allaha ve Resûlüne düşman olan suikastçı kalemini (Büyük Doğu) ya yöneltmek cesaretini göstermeyesin; ve hesabını görecekleri güne kadar menfur ve melûn köşende "sus, pus" oturasın!... Sen bilirsin, tercih hakkını sana bırakıyoruz. NFK (25 Kasım 1949) Saygı ve Selamlarımla...
×
×
  • Create New...