Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

MÜNZEVİ

Üye
  • Content Count

    465
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    30

Posts posted by MÜNZEVİ


  1. Bismillahirrahmanirrahim

    Hem, meselâ, gurur ve kibirde öyle bir ağır bir yük var ki, mağrur adam herkesten hürmet ister; ve istemek sebebiyle istiskal gördüğünden, dâimâ azap çeker.

    Evet, hürmet verilir, istenilmez.

    ...

    Hem, meselâ, tevâzuda ve terk-i enâniyette öyle lezzetli bir mükâfat var ki, ağır bir yükten ve kendini soğuk beğendirmekten kurtarır. (Lem'alar, Yirmi Sekizinci Lem'a


  2. Türkiye nasıl kurtulur?

    Yakın tarihimizde adalet, hukuk, millî irade, millî kültür, bilgelik, tarihî devamlılık ayaklar altına alınmış, büyük haksızlıklar, zulümler, zorbalıklar yapılmış; ülke, halk ve devlete karşı çok cinayetler işlenmiştir.

    Yanlış ve kötü işlerin bir kısmı uyduruk mahkemelerin zalimane kararlarıyla yapılmıştır.

    Stalin Rusyasında da sözde hukuk vardı, sözde adalet vardı, sözde mahkemeler vardı...

    Bütün fenalıklar vesayet rejiminin,resmî ideolojinin gölgesinde sahneye konulmuştur.

    Bizde, kalkınmak ve güçlenmek için yapılanlar Japonya'da yapılanların tersi ve zıddı olmuştur.

    Japonlar tarihî devamlılıktan kopmamışlar, millî kimlik ve kültürlerine bağlı kalmışlar ve Batı dünyasına açılmalarından kırk sene sonra dev Çarlık Rusyasını yenecek bir güce ulaşmışlardır.

    Son yüz yıl içinde bizde yapılan radikal değişikliklerin faydası değil, zararı olmuştur.

    Ülkemizde köklü değişiklikler, derin inkılaplar yapan zihniyet, halkların da bireyler gibi kendilerine mahsus kan grupları olduğu gerçeğini hesaba katmamışlardır.

    Japonya bütün imkansızlıklara, ülkesinin küçüklüğüne; demir, kömür ve petrolü bulunmamasına rağmen şu anda dünyanın üçüncü iktisadî gücüdür. Biz ise, Japonya'dan daha fazla imkana sahip olmamıza rağmen çok gerilerdeyiz.

    Bizdeki Mason, Dönme, Kripto Yahudi, Kripto Hıristiyan inkılapçılar; ilim, üniversite, eğitim, teknik, temizlik ve şeffaflık, adelet, iç barış bakımından dünyanın ilk beş ülkesi içinde yer alması gerekirken Türkiyeyi çıkmaz yollara sokmuşlar, genel bir dağılma, çözülme, kokuşma oluşturmuşlardır.

    Yazılı, edebî, medenî Türkçeyi yitirdiğimiz ve gayr-i milli eğitimimiz iflas ettiği için artık doğru dürüst düşünemez ve dertlerimize çare ve çözüm bulamaz hale gelmişizdir.

    Bu safhada Türkiye için çıkış, kurtuluş, yükseliş imkanı var mıdır?

    Vakit kaldıysa, hiç gecikmeden şu evsafta (vasıflara sahip) Türkiye hizmetkarları yetiştirilmelidir:

    (1) Millî kültürü çok iyi seviyede bilecek.

    (2) Türkiye Müslüman bir ülke olduğu için çok iyi, çok vasıflı, çok güçlü, çok ahlaklı, çok faziletli Müslüman olacak.

    (3) Teknokrat da olsa yazılı, edebî kültür Türkçesini yüksek seviyede bilecek.

    (4) Dış dünyaya açılabilmesi için en az iki Batı dilini, kültür ve düşünce kitaplarını okuyup anlayacak seviyede bilecek.

    (5) Para, mal, şehvet, lüks, konfor tutkunu olmayacak.

    (6) Siyasete atılacaksa, bir ceketle işe başlarsa bir ceketle (bazen onu da kaybetmiş olarak) ayrılacak.

    (7) Nefs dereceleri itibarıyla en aşağı nefs-i levvâme derecesinde olacak.

    (8) Kendisinde münafıklığın hiçbir alameti bulunmayacak.

    (9) Ondaki faziletleri (üstünlükleri) düşmanları ve karşıtları da kabul ve teslim edecek.

    (10) Bu değerli kimseler, siyasî mânada değil, kültürel ve sosyal açıdan bütün kötülüklere muhalif olacak; kesinlikle yağcılık, yalakalık, dalkavukluk yapmayacak, kuyruk sallamayacak.

    Bugünkü Türkiye'de böyle üstün vasıflı elemanlar yetiştirecek hiçbir eğitim kurumu yoktur.

    Böyle kimseler yetiştirmek için özel, paralel, alternatif eğitim sistemleri kurulmalıdır.

    Bu anlattıklarım öğretilemez, kazandırılamaz mı?

    Hepsi de öğretilebilir, kazandırılabilir.

    Yeter ki, ehliyetli ve liyakatli öğretmenler, üstadlar bulunsun.

    Zeki ve kabiliyetli bir gence bir iki sene içinde mükemmel Türkçe/Osmanlıca öğretilebilir.

    Mantık okutulabilir.

    Hukuk genel kültürü verilebilir.

    Bilgelik öğretilebilir.

    Hukuk öğretilebilir.

    Sanat, mimarlık, şehircilik kültürü verilebilir.

    Bu dediklerimi rasgele hocalar öğretemez.

    Bu anlattığım vasıflara sahip bir Türkiyeliyi yüksek sınıfa mensup bir İngiliz gördüğü vakit onun kültürüne, irfanına, nezaketine, görgüsüne, efendiliğine, aklına, centilmenliğine hayran kalmalı, aşağılık duygusuna kapılmalıdır.

    Türkiye sıradan Müslümanlarla kurtulamaz.

    Dıştan Müslüman görünecek ama bozuk, kötü, çarpık düzenin haram rantlarına, menfaatlerine, yağlı kemiklerine köpek gibi talip olacak... Böyleleriyle köy olmaz, kasaba olmaz.

    Bize Ömer ibn Abdülaziz, Nureddin Zengi, Selahaddin Eyyubî, Şeyh Şâmil, Emîr Abdülkadir ahlakında adamlar lazımdır.

    Şu Selahaddin Eyyubî ki, öldüğünde on ülkenin sultanıydı ve terekesinden cenaze masraflarına yetecek parası çıkmamıştı.

    * (İkinci yazı)

    İslam Mektepleri Açılmadan Kurtuluş Olmaz!

    Çoğunluğu oluşturan Müslümanlar, eğitim meselesini çözmedikçe, İslam okulları açıp genç nesilleri gerçek dindar olarak yetiştirmedikçe kendi vatanlarında köle ve ikinci sınıf vatandaş statüsünde esir ve zelil olarak yaşamaya devam edeceklerdir.

    Müslümanlık cami binalarıyla, minarelerle, hoparlörlerle, şadırvanlarla, lüks ve israflı umre turizmiyle yücelmez. İşin başı İslamî eğitimdir.

    İmam-Hatip okulları var ya...

    Onlar yeterli değildir.

    Mutlaka ve mutlaka İslam dinine uygun eğitim yapacak, vasıflı Müslüman yetiştirecek İslam mektepleri açılmalıdır.

    Bu okulların (İngiltere kolejlerinin şapelleri gibi) camileri olacak ve öğrenciler namaz vakitlerinde öğretmenleriyle birlikte cemaatle namaz kılacaktır.

    İslam mekteplerinde, bugünkü laik okullarda okutulan bütün dersler doğru dürüst okutulacak, onların yanında çok güçlü ve sağlam din kültürü verilecektir.

    İslam mekteplerinde kız erkek karışık eğitim yapılmayacaktır.

    İslam mektepleri dünyanın en parlak, en güçlü, en kaliteli, en beğenilen, en ciddî okulları olacaktır.

    Böyle şey olur mu?

    Niçin olmasın?.. Ülkemizde Lozan anlaşmasına uygun olarak faaliyet gösteren hayli Katolik özel okul bulunmaktadır. Mesela: İstanbul Karaköy'deki Sain Benoît okulu... Mesela: Pangaltı'daki Notre Dame de Sion (Hz. Meryem) Katolik kız lisesi.

    Bu Katolik okullarında Müslüman çocuklar okuyor.

    Müslümanların Saint Benoît, Notre Dame de Sion okullarına benzer İslam Mektepleri açmaları niçin çağdaşlığa ve laikliğe aykırı olacakmış.

    Laik Fransa'da Katolik Kilisesi'nin hayli özel okulu var ve orada laik rejim devlet bütçesinden bu okullara yardım ediyor.

    Türkiye Müslümanları, ülkenin 80 bin caminin kubbelerini altınla yaldızlatsalar, minarelerden 150 bin desibel ezan okutsalar, her yıl bir milyon kişi umreye gitse, şadırvanlardan sıcak menba suyu akıtsalar; yukarıda anlattığım İslam Mektepleri kurulmadıkça kurtulamazlar.

    Böyle mektepler lafla açılmaz.

    Bunları açıp, vasıflı Müslümanlar yetiştirebilmek için öncelikle şunlar lazımdır:

    1. Şehir ve medeniyet kültürü. Böyle işler bedevîlerin becereceği hizmetler değildir.

    2. Yüksek seviyede İslamî şuur.

    3. Çok kaliteli idareciler ve öğretmenler.

    4. Halis niyet ve aksiyon.

    İslam mektepleri öyle uyduruk çirkin binalarda hizmet veremez.

    Bu işler sıradan öğretmenlerle de olmaz.

    İslam mektepleri cemaat ve tarikat asabiyeti ile yürümez.

    Bu okullarda temel ve esas Ehl-i Sünnet olacaktır ama bu dairenin içindeki bütün olumlu çeşitliliklere kucak açılacaktır.

    Vasıflı olmak şartıyla müdür Mevlevî olabilir. Müdür yardımcılarının biri Kadirî, biri Nakşî, biri Risale-i Nur talebesi...

    Öğle ezanı okundu... Başta müdür beyefendi, muavinleri, öğretmenler olmak üzere bütün okul, okulun camiinde, mihraptaki sarıklı cüppeli imamın ardında cemaatle namaz kılacaktır.

    Cemaat fanatizmi, militanlığı, holiganlığı bir tür (mecazî mânada) ırkçılıktır. İslam Mekteplerine ırkçılık giremez.

    İslam mektepleri öyle güçlü, öyle vasıflı, öyle parlak, öyle başarılı okullar olacaktır ki, gayr-i müslimler, ecnebiler bile çocuklarını orada okutmak için sıraya gireceklerdir. Müslüman olmayan öğrencilere dinî zorlama yapılmayacaktır.

    Türkiye Müslümanları acaba benim şu İslam mektepleri projeme ne diyeceklerdir?

    Kaç kişinin bundan haberi olacaktır?

    13.03.2012

    M.Ş.EYGİ


  3. Madem dünya fanidir

    Hem madem ömür kısadır

    Hem madem gayet lüzumlu vazifeler çoktur

    Hem madem hayat ı ebediye burada kazanılacaktır

    Hem madem dünya sahipsiz değil

    Hem madem şu misafirhane i dünyanın gayet Hakim ve Kerim bir Müdebbiri var

    Hem madem ne iyilik ve ne fenalık cezasız kalmayacaktır

    Hem madem ‘Allah kimseye gücünün üstünde bir şey teklif etmez’ (Bakara/286) sırrınca takat getirilemeyecek bir mükellefiyet yükletilmez

    Hem madem zararsız yol zararlı yola tercih edilir

    Hem madem dünyevi dostlar ve rütbeler kabir kapısına kadardır

    Elbette en bahtiyar odur ki dünya için ahireti unutmasın ahiretini dünyaya feda etmesin Ebedi hayatını dünya hayatı için bozmasın Malayani (manasız boş) şeylerle ömrünü telef etmesin Kendini misafir telakki edip misafirhane sahibinin emirlerine göre hareket etsin selametle kabir kapısını açıp ebedi saadete girsin

    16.mektup.


  4. وَمِنْ آيَاتِهِ أَنَّكَ تَرَى الْأَرْضَ خَاشِعَةً فَإِذَا أَنزَلْنَا عَلَيْهَا الْمَاء اهْتَزَّتْ وَرَبَتْ إِنَّ الَّذِي أَحْيَاهَا لَمُحْيِي الْمَوْتَى إِنَّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ

    Ve min âyâtihî enneke terel arda hâşiaten fe izâ enzelnâ aleyhel mâehtezzet ve rebet, innellezî ahyâhâ le muhyîl mevtâ, innehu alâ kulli şey’in kadîr(kadîrun).

     

    O'nun ayetlerinden biri de, kupkuru gördüğün yeryüzünün Biz ona su indirdiğimiz zaman harekete geçip kabarmasıdır. Ona can veren Allah, elbette ölüleri de diriltir. Muhakkak ki O; her şeye kadirdir

    fussilet -39


  5. Dükkân-ı anâsırda ettirme sivâ bey’in

    Kurtar beni hüsrândan bâzârımı aşk eyle.”

    (Şemseddin Sivasî)

    [(Yâ Rab! Beden denilen şu) unsurlar dükkânında alışverişimi aşk eyle.

    (Senin aşkından) başka şeyleri alıp sattırma.

    (Böylece) beni zarara uğramaktan kurtar.]


  6. enesler yetiştirmek mümkün.

    Enes (ra)'ın kendisi anlatıyor: "Resûlullah (sav) insanların en güzel ahlaklısı idi. Bir gün beni bir ihtiyaç için göndermişti. "Vallahi gitmem!" dedim. İçimden geçen ise Resûlullah'ın emrettiği yere gitmekti. Çıktım. Çarşıda oyun oynayan çocukların yanına uğradım. Çok geçmeden ben de onlara kapılarak dalıp gitmiştim. Birden Resûlullah (sav) başımı arkadan tuttu. Döndüm ona baktım; gülümsüyordu. "Enescik! Söylediğim yere gittin mi?" diye sordu. Kendilerine; "Evet hemen gidiyorum ya Resûlullah!" dedim. [Müslim]

    Enes'in anlattıklarının tahlili

    Şimdi Enes'in anlattıklarını birlikte tahlil edelim: Allah Resulü (sav) bir büyük olarak onun; "Gitmem!" dediği zamanki duygularını da biliyor söz ve davranışlarını yaş ve durumuna göre değerlendiriyordu. Oyuna daldığı zamanki durumunu da yanına geldiğinde; "Şimdi gidiyorum!" dediği zamanki durumunu da biliyordu. Onu azarlamıyor yaralamıyor zihninde acı hatıra gönlünde acı duygular bırakmıyordu. Yıllar sonra her hatırlayışta Enes'in gönlünde yer eden sevgisini artıracak zihninde sonraki nesillere de örnek olacak tatlı bir hatıra bırakıyordu. Enes de önüne duygularını dile getiren güzel kelimeler ekleyerek bu hatırayı yâd ediyordu.

    Allah Resulü bana 'öf' bile demedi!

    Enes (ra) hem Buhârî'de hem de Müslim'de yer alan bir hadiste de; "Allah Resulü'ne on sene hizmet ettim. Bir kere bile bana; 'Öff' demedi. 'Şunu niye şöyle yaptın?' veya 'Şunu niçin yapmadın?' diye beni azarlamadı. Beni hiçbir zaman kınamadı ayıplamadı" demektedir. [buhari Müslim]

    Allah Resulü'nün ahlâkı buydu... O kırmadan yaralamadan acı söz söylemeden hatayı doğrultabiliyor tatlı söz ve güzel üslup kullanarak doğruları zihinlere ve kalplere yerleştirebiliyordu... Enes'lerin yetiştirilmesi ancak böyle bir ahlakın taklidiyle mümkündür.

    Allah Resulü yüksek bir ahlaka sahipti

    Allah Resulü (sav) gerçekten hayran olunacak derecede yüce bir ahlak olgunluk sabır ve nefis hâkimiyetine sahip idi. O bize gönderilen Resuldü. Bize ilâhî emirleri tebliğ eden yaşayan nasıl yaşanacağını gösteren ümmeti olmakla şeref duyduğumuz peygamberimizdi. Bu sözler onun terbiyesi altında yetişen bir gencin sonraki yıllarda bizlere naklettiği hatıra ve duygularını ifade eden sözlerdi...

    Şefkatli olmak boş vermek değildir

    Ancak önceden birkaç kelime ile işaret ettiğimiz yeniden üzerinde kısaca da olsa durmakta fayda gördüğümüz bir gerçek daha var: Anlayışlı hoşgörülü şefkatli merhametli davranmak başka şeydir; gevşek davranmak çocuğun her isteğine boyun bükmek -iyi olsun kötü olsun- onun her yaptığına katlanmak durmadan nazını çekmek ve onu buna alıştırmak ayrı şeydir.

    Bir çocuğun doğruyu bilmeye olan ihtiyacı kadar yanlışı bilmeye de ihtiyacı vardır. Annesinin babasının ve diğer büyüklerinin kendisinin iyiliğini iyi bir insan olmasını istediğini bilmeye yanlış yapınca veya yapmak isteyince kendisini durdurulacağını kötülüklerden ve kötü davranışlardan korunacağını da bilmeye ihtiyacı vardır.

    'Çocuklarınıza değer verin'

    Allah Resulü (sav); "Çocuklarınıza değer verin onlara ikramda bulunun onların terbiyelerini güzel yapın!" buyurur. [İbn Mace]

    Her insan çocuğuna kendi çocuğu olması hasebiyle değer verir. Ancak buradaki değer vermeden murat daha çok onların duygularına düşüncelerine sözlerine şahsiyetlerine değer vermek ve bunu kendilerine hissettirmektir. Onların terbiyelerine dikkat etmek onları İslâm edep ve terbiyesiyle yetiştirmek onlara güzel hasletler aşılamak onları hem kendilerine hem ailelerine hem ülkelerine hem de inandıkları davaya faydalı olacak takdire değer hizmetler sunacak şekilde yetiştirmektir. Bu onlara ayrı bir değer kazandıracaktır. Bir anne ve babanın çocuğuna yapacağı en büyük iyiliklerden biri de şüphesiz bu olsa gerektir.

    Bir anne ve baba çocuğunu güzel ahlâk edep ve terbiye çerçevesinde yetiştirmek ona güzel hasletler aşılamak istiyorsa kendisi de güzel ahlâka bu hasletlere sahip olmalı iç dünyasında güzel duygular beslemeli bunu dış dünyaya yansıtmalıdır.

    Şüphesiz insan kusursuz değildir! Hatasız olması da mümkün değildir; ancak hatalarının hata olduğunu idrak etmeli öfkesi yatışınca veya kendisini hataya sevk eden dış baskılar ortadan kalkınca esen fırtınalar dinince hatayı itiraf edebilmeli doğru davranışın ne olduğunu uygun bir lisanla dile getirebilmeli ailenin diğer fertleri gibi çocuk da onun iyi niyetini samimiyetini anlayabilmeli hissedebilmelidir... Fırtınalı anlardan sonraki günlere acı hatıralar bırakılmamalıdır.

    Normal şartlarda bir çocuk ebeveynin edeb ve terbiyesine güzel hasletlerine hoş davranışlarına iyi niyetine şahit olmalı geçici hallerini affedebilmeli bu tür geçici haller onun hakkındaki asıl kanaatlerini yıkmamalıdır


  7. sünnetsiz müslümanlık olur mu?

    İslam tarihi içinde sünneti kaynak olarak kabul etmeyip inkar eden herhangi bir mezhep mevcut olmamıştır. Sünnetin şer'î delillerden olduğu herkes tarafından kabul edilmiştir. Ancak sünneti prensip olarak kabul etmekle beraber onun yazılı belgeleri demek olan hadislere yer yer itiraz eden kişi ve gruplara rastlanagelmiştir. Bu itirazlara gerekçe olarak da Kur'an-ı Kerîm'in ön plana çıkarıldığı görülmektedir. Mesela ashab-ı kiramdan İmran ibni Husayn radıyAllahu anh Hz. Peygamber'in sünnetinden bahsetmekteyken adamın biri:

    - Ey Ebü Nüceyd! Bize Kur'an'dan bahset! demiştir. Bunun üzerine İmran:

    - Sen ve senin gibiler Kur'an'ı okuyorsunuz (değil mi?). Bana namazdan namazın içindeki davranışlardan bahsedebilir misin? Bana altının sığırın devenin ve diğer malların zekatından bahsedebilir misin? Fakat sen yokken ben peygamberle beraberdim diye çıkışmıştı.

    Daha sonra İmran adama Hz. Peygamber'in zekat konusundaki açıklamalarını anlattı. Adam bunun üzerine:

    - Beni ihya ettin Allah da seni ihya etsin! dedi.

    Olayı bize nakleden Hasan-ı Basrî demiştir ki "Bu adam daha sonra müslümanların fakihlerinden oldu".1

    Bu ve benzeri münferit olaylar ta eskiden yani sahabe döneminden beri görülegelmiştir. İmam Şafiî bu istikametteki görüş sahipleriyle tartışmaya girerek onları cevaplandıran ve susturan ilk müelliflerdendir. Bu sebeple şimdilerde modernistler tarafından tenkide tabi tutulmaktadır.

    Zaman içinde uzun süre hiç seslendirilmeyen bu yöndeki itirazlar batı sömürgeciliğinin etkisiyle son bir-iki asırdır İslam dünyasında yeniden gündeme gelmiştir.

    Mısır'da Tevfik Sidkı Ahmed Emin İsmail Edhem ve Ebü Reyye gibi kişiler ve bunları belli bir dönem için de olsa destekleyen bir kaç kişi Hindistan'da Ehl-i Kur'an Cemiyeti çevresinde kümelenen kişiler ve onların öteki İslam ülkelerindeki uzantıları şimdi yeniden "Kur'anla yetinme" çağrıları yapmaya başlamış "sünnetsiz İslam arayışı" içine girmişlerdir. Her konuda ayet aramakta ayet dışında kendilerini bağlı hissedecekleri bir başka "la raybe fih" delilin bulunmadığını ileri sürmektedirler.

    Bu anlayışın varacağı nihaî noktayı Ehl-i Kur'an Cemiyeti'nin kurucusu Gulam Perviz Ahmed'in hayatında izlemek mümkündür. Bu kişi "Kur'an dışında herhangi bir söz ile amel edenlerin -isterse bu söz Hz. Peygamber'e ait ve mütevatir-sahih bir hadis olsun- "Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler kafirlerin ta kendileridir" 2 ayetinin hükmüne girerler" demek cür'etini göstermiştir. Buna karşılık devrin alimleri de kendisinin küfre girdiğine dair fetva vermişlerdir.3

    Varacağı nokta bu olayla daha baştan belli olan bu akımın -maalesef- memleketimizde de şu veya bu şekilde gündeme getirilmekte olması yeni yeni yerleşmekte olan İslam bilincini ve birikimini temelden yaralayabilecek tehlikeli bir gelişme olarak görülmektedir.

    Burada konuya ait iddiaları tek tek cevaplandırma durumunda değiliz. Ancak şu kadarına işaret etmek yerinde olacaktır.

    Nasıl içimizden seçtiği peygamberler aracılığı ile emir ve yasaklarını kullarına duyurması Allah Teala için bir acizlik ve eksiklik değilse sünnetin varlığı da Kur'an-ı Kerîm'in eksik ve yetersizliği anlamına gelmez. Vahyi alıp öğrenmede peygamberlerin aracılığına insanların nasıl ve ne ölçüde ihtiyacı varsa Kur'an'ı anlamakta da Peygamber'in yorumuna yani sünnete öylece ihtiyaç vardır. Tabiî ve doğru olan budur. Bunun dışındaki iddialar ne adına yapılırsa yapılsın nasıl takdim edilirse edilsin temelden yanlıştır. Bu tür iddia ve tavır Hz. Peygamber tarafından önceden teşhis ve teşhir edilmiştir: "Benim emrettiğim veya nefyettiğim bir konu kendisine iletildiğinde sakın sizden birinizi koltuğuna yaslanmış olarak "biz onu bunu bilmeyiz Allah'ın kitabında ne bulursak ona uyarız işte o kadar" derken bulmayayım!".4

    İslam ümmetinin kimlik ve kişiliğini dokuyan yorum Hz. Peygamber'in yorumu yani sünnetidir. Bu sebeple sünnet İslam'ı anlama kavrama ve yaşamada vazgeçilmez en doğru ölçü ve yorumdur. Onun verilerine yani hadislere yöneltilecek hiçbir tenkid sünnetten uzak kalmayı haklı kılamaz. Bir başka ifade ile ne sünnetsiz müslümanlık olur ne de sünnete rağmen müslümanlık..

    1.Hakim el-Müstedrek 1109-110

    2 Maide süresi (5) 44

    3 Bilgi için bk. Mübarekfüri Tuhfetü'l-ahvezî VII 425

    4 Ebü Davüd Sünnet 5; Tirmizî İlim 10; İbni Mace Mukaddime 2

    • Like 1
×
×
  • Create New...