Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

By_X

Üye
  • Content Count

    52
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    3

Posts posted by By_X


  1. Ben bir ceviz ağacıyım gülhane parkında. :)

     

    CEVİZ : ( TUTKU )

     

    Garip ve zıtlıklarla dolu biridir.

    Egoist ve agresiftir.

    Beklenmedik tepkiler gösterir.

    Asil bir ruhu vardır. Spontandır.

    Çok hırslıdır ve hiç esnekliği yoktur.

    Zor ve alışılmışın dışında bir eşitir.

    Çok zor beğenir.

    Çok kıskanç ve tutkuludur.

    Sadece takdir eder.

    Uyum göstermek için fazla fedakarlık etmektende hoşlanmaz.

    İlginç stratejiler üretmeyi sever.

     

    Sıralanan özellikler beni pek yansıtmıyor doğrusu. Garip olduğum kesin olmakla birlikte zıt bir insan değilimdir agresif hiç değilimdir tanıyanlar bilir mesela; trradomir, Ceket-i Siyah, pala remz, mahlas, Cihandar paşa ve diğerleri. Benim kadar mülayim ve pozitif bir insan yeryüzüne gelmiş midir? Ceviz ağacı analizi beni huysuz, agresif, esnekliği olmayan biri olarak tanımlamış. Ve sonra asil olmadığını kim kabul edebilir müspet değerlendirmeleri hepimiz kabul ederiz zira. :) Zor beğenir az kıskanırım, takdir etmekten çekinmem strateji üretme konusunda da haklılık payınız var.

    • Like 1

  2. 67495.jpg

     

    Türkiye'nin En Büyük Uzay Evi

     

    Türkiye'nin en büyük Uzay Evi Eskişehir'de hizmete açıldı.

     

    Türkiye'nin en büyük Uzay Evi üç kurumun işbirliğiyle Eskişehir'de açıldı.

     

    Bilim Kültür ve Sanat Parkı'nda hizmete giren teknoloji üssü, dünyadaki diğer uzay evleri örnek alınarak tasarlandı.

     

    14 metre iç çapı ve 360 derecelik kubbesiyle Türkiye'nin en büyük Uzay Evi Eskişehir'de açıldı.

     

    Kubbe, ziyaretçilere uzaya, galaksilere, yıldızlara ve gezegenlere canlı bir seyahat tecrübesi yaşatıyor.

     

    Uzay Evi, aynı anda 95 kişiye evrenin merak edilenlerini izletebiliyor.

     

    Teknoloji üssü, üç kurumun işbirliğiyle 5 buçuk milyon lira harcanarak yapıldı.

     

    trthaber


  3. 67486.jpg

     

    32 Yıl Sonra Siyah Gömleğini Çıkardı

     

    12 bin gündür siyah giyinen 74 yaşındaki Karakoç,"siyahlı" protestosunu bitirdi.

     

     

    12 Eylül darbesine ilişkin dava, ilginç bir protestoyu da sona erdirdi. Gördüğü işkenceleri ve cuntayı protesto etmek amacıyla 32 yıldır siyah renk kıyafet giyinen 74 yaşındaki Malatyalı Şeyho Karakoç, davanın başladığı gün özgürlüğü simgeleyen mavi gömlek giydi.

     

    12 bin gündür şapkasından çorabına kadar karalara bürünen Karakoç, Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya mahkemeye gelip sanık sandalyesine oturursa bu kez de baştan ayağa beyazlara bürüneceğini söyledi.

     

    Darbe sonrası Darende'ye bağlı Ağılbaşı köyünde gözaltına alınan Karakoç, dayak yediğini cezaevinde 60 gün işkence gördüğünü anlatıyor.

    Soğuk havada, çırılçıplak halde kendilerine yat-kalk yaptırıldığını ifade eden Karakoç, "O günden sonra 'Kenan Evren' zihniyetini protesto etmeye ve 'bu zihniyet son bulana kadar beyaz giymemeye karar verdim." açıklamasını yapıyor.

     

    32 yıldır hiç renkli kıyafet giymeyen Karakoç, Ankara Özel Yetkili Cumhuriyet Savcılığı'nın darbenin başladığı gün protestosunu kısmen sona erdirerek siyah gömlek yerine özgürlüğü simgeleyen açık mavi gömlek giydi.

     

    "Sanık Sandalyesine Oturduklarında Baştan Aşağı Beyaz Giyeceğim"

     

    Şeyho Karakoç, "Kenan Evren ile Tahsin Şahinkaya sanık sandalyesine oturursa baştan ayağa beyaz giyeceğim" diyor.

     

    Darbenin birçok insanı mağdur ettiğini kaydeden Karakoç, "Tabii dava artık çekilen acıları dindirmeyecek. Ancak hiç olmazsa bundan sonra darbelere teşebbüs edilmeyecektir." diye konuştu. (CİHAN)

     

    trthaber


  4. Necip Fazıl'ın yasağı kalkacak mı?

     

    735720111201024634248.jpg

     

    Erdoğan'ın Dersim olaylarını anlatırken alıntılar yaptığı Necip Fazıl Kısakürek'in yazdığı Vatan Dostu Vahidüddin kitabı 29 yıldır yasaklılar listesinde.

     

    Ünlü yazar Necip Fazıl Kısakürek in ilk kez 1968 yılında basılan, hakkında açılan ilk iki davadan beraat etmesine rağmen 12 Eylül askeri yönetimi döneminde açılan dava üzerine yazarına 1,5 yıl hapis cezası getiren kitabı Vatan Dostu Vahidüddin 29 yıldır yasaklı. Kısakürek'in oğlu Mehmet Kısakürek, kitabın ilk kez 1968 yılında basıldığını, bir kaç baskı yaptığını, babası hakkında davalar açılmasına rağmen mahkemelerin beraat kararı verdiğini anlattı.

     

    ANLAMSIZ BİR YASAK

     

     

    Ancak 1980 ihtilalinden sonra, babasının 80 yaşlarında olduğu dönemde yeni bir dava açıldığını anlatan oğul Kısakürek, yargılama aşamasında 3 değişik bilirkişi heyetinden rapor alındığını ve raporlarda, suç unsurun rastlanmadığı belirtildiği halde mahkemenin 1,5 yıl hapis cezası verdiğini kaydetti. Kısakürek, babasının mahkum olarak vefat ettiğini belirterek, şunları söyledi: "Kitabın üzerinde hala yayın yasağı var. Fakat Allah ömür verirse, ne pahasına olursa olsun ben bunu basacağım. Böyle bir rezalet olamaz. Zaten mahkeme kararını görseniz, çok trajikomik bir karardır. Çünkü, yakın tarihimiz üzerinde uzmanlaşmış bilirkişilerin olumlu raporlarına rağmen bu sonuç çıkıyor. Biz, kitabın yayın yasağının kaldırılması için hiç bir hukuki girişimde bulunmadık. Çünkü biraz çetrefilli, karmaşık bir iş. Ama sonuç ne olursa olsun biz bunu hem yayınevinin başındaki yetkililer, hem de evlat olarak basmakla mükellefiz. Neticede düşüncedir bu, düşünceye de kelepçe vurmak mümkün değildir. İnsana, düşünme demek mümkün değildir.

     

    Düşünceye kelepçe vurulmaz

    Mehmet Kısakürek, babasının 1968 yılında bastırdığı Vatan Dostu Sultan Vahidüddin kitabını yeniden yayınlatmak istiyor. Kısakürek, kitabı basmak isteme gerekçesini şöyle açıklıyor: "Neticede düşüncedir bu, düşünceye de kelepçe vurmak mümkün değildir. İnsana düşünme demek mümkün değildir."

     

    Kaynakça

    • Like 2

  5. İhtimaller üzerine fikir bina eden insanlar ne derecede ciddiye alınır bunu sizin insafınıza bırakıyorum. Bu meseleler gayet ciddi ve bir o kadarda hassas bu nedenle afaki konuşmuyorum kayda ve itibara değer kaynaklar doğrultusunda fikir serdediyorum. Cemaatlerin, daha doğrusu ucundan kıyısından dahil olmuş müntesiplerinin görüşlerini genele yada o cemaatin bütününe hamletmemek gerekir. Cemaatin önde geleni bir tespit yapmışsa bu durum müstesna. Hakiki manada bir Mürşid-i Kamilden kolay kolay isme matuf bir eleştiri duyamazsınız yada onlar ağızlarına bir isim almışsa muhakkak Hak katında mühürlenmiş kimselerdir. İlahiyatçılar hocalar vesair kişilerin dokunulmazlığı mı var? Akılcı yaklaşan bir insan için ne tuhaf bir görüş. Onları ve söylediklerini akıl süzgecinden geçirmeden, ölçmeden, biçmeden, tartmadan kabul edebilir miyiz? Bir Zekeriya Beyaz'ı düşünün mesela düşündükçe nevri dönüyor insanın. Bu adamı ve benzerlerini eleştirmeyelim mi? Bakın yaşar nuri İmam-ı Azamı eleştirmeye cüret edebiliryorsa avamdan bir kimsede onları rahat rahat eleştirebilir…

     

    Şimdi okumaya ve araştırmaya meyyal bir şahıs olduğunuz için şu iktibası sizin için yapıyorum. Bende kitabı mevcut okudum sizin için de internetten indirdim. Kafanızda oluşmuş yada oluşması muhtemel soru işaretlerini giderecek nitelikte bir akademik araştırmayı takdim edeceğim. Muhtevası şu; Yaşar Nuri’nin hadisi reddi bu redde mukabil neyi ve neler kendisine mesnet edindiği ve ana saikleri, İmam-ı Azam ve Buhari’nin neden karşıkarşıya getirildiği hadis ekolü ve hadise riayetin önemi vb. konuların kemal-i hassasiyetle ele alındığı bir eserden kesit. Uzun fakat okunmaya değer tatmin edici bir yazı buyurunuz:

     

    "Hadis Eğlencesi ve bir Kur'ân Mucizesi"

     

    Burada Örnek olarak sunacağımız makale "Kur'andaki İslâmı" savunan bu yazarların önde gelen isimlerinden Yaşar Nuri Öztürk'e âit olup aynen bu başlığı taşıyor.119 Üzülerek ifâde edeyim ki, ben bu makaleyi okuduğumda islâmî bir sahada "Prof unvanı almış bir insanın bu denli yanılgısı ve baştan başa ihanet kokan ifâdeleri karşısında şaşırıp kalmıştım. Tabiî beni şaşırtan ve hayretler içinde bırakan hadisleri uydurma sayıp reddetmesi değil s bu husustaki hareket noktasıydı. Hattâ bu yazıyı yayınlayan ve yazarla aynı pareîeîde olan İktibas dergisinin sahibi ve yazı işleri müdürüne bu konudaki tepkimi ve teessürümü şifahen de ifâde etmiştim. Kendisi de bu konuda cevap vermemizi ve cevap verdiğimiz takdirde yazımızı aynen yayınlayacağını bildirmişti. Ancak biz bu hakkı söz konusu dergide değil, geç de olsa, yeri gelmişken burada kullanmak istedik. Aslında söz bu noktaya gelmeseydi ve yazarın bu makaledeki görüşlerini şu veya bu şekilde kitaplarında da yansıttığını görmeseydim belki burada buna ihtiyaç duymayabilirdim. Zîrâ makale biz bu kitabı yazmaya başladığımız sırada yayınlandığı için, kitap yayına girdiği zaman üzerinden hayli zaman geçmiş ve unutulmuş olacaktı. Fakat ilmî seviyeden yoksun oluşundan dolayı muhatap alınmak istenmemesinden ötürü olsa gerek ki, hiç kimsenin de bu konuda (bildiğim kadarıyla) bir cevabı yayınlanmadığı için hâlen cevâba; daha doğrusu müslümanlara teşhir edilmeye ve sünneti hangi mantıkla reddettiklerini göstermeye değecek bir ilginçliğe sahiptir. Şimdi sözü uzatmadan bu ekolün, hadisleri reddederek savundukları "Kur'an'daki îslâmı" ve hakikatleri nasıl saptırdıklarını bu makale eşliğinde görmeye çalışalım.

     

    Yazar bu makalede ard niyetli bir senarist görüntüsüyle Allah Teâlâ'nın "İnsanlardan kimi de varki, bilgisizce insanları Allah'ın yolundan saptırmak ve onunla alay etmek için lâf eğlencesi'ni satın alır. İşte onlara küçük düşürücü bir azâb vardır120 kavlini çarpıtmak suretiyle, Peygamber (s.a.v)'in hadislerine uyarlayarak Allah'la Peygamberini karşı karşıya getiriyor ve aynen şöyle diyordu: "Başlığımızdaki 'Hadis eğlencesi' (LehvelHadis) deyi-misKur'an'ın Lokman sûresi 6. âyetinden alınmış ve deyimin özünü oluşturduğu için 'hadis' kelimesi terim anlamıyla aynen korunmuştur. Anılan sûrenin 6. ve 7. âyetleri, hadis eğlencesi satın alarak insanları hiçbir ilme dayanmaksızın Allah'ın yolundan saptırıp dîni alay konusu hâline getirenleri korkunç bir sonun beklediğini duyurmaktadır. Âyetlere göre, hadis eğlencesi satın alanların bir özelliği de Kur'an'dan rahatsız olmak, onu dinlememek için bahaneler aramaktır. Bu âyetlerin sergilediği ürpertici haberi iyi kavramak için Yusuf sûresinin son âyetini de dikkate almak gerekiyor. Kur'an orada, kendisiyle ilgili mucize bir tesbit sunar:"Bu Kur'an, uydurulmuş bir hadis değildir. 121 Kur'an yine hadis kelimesini kullanarak, iki yerde de şunu soruyor :" Kur'andan sonra hangi hâdis'e iman ediyorlar ?" 122

     

    Dikkat edilecek olursa, yazarın bu ifâdelerine göre, sanki Al-İah Teâlâ Peygamberini göndermiş ama herşeye rağmen, Resulünün risâletine güvenmeyerek onun sözlerine karşı insanları uyarmak ve sakın "hadis eğlencesi" türünden, onun boş ve gereksiz sözlerine uyarak bilgisizce benim yolumdan sapmayınız ve başkalarını da saptırmayınız demek istemiştir.

    Kur'andan söz ederken sık sık "mucize" kavramını tekrar etme ihtiyacını hisseden yazar, bu cümlelerin hemen arkasından meramını net bir dille ortaya koymaktan kendisi de haya etmiş olmalı ki bütün hadisleri mi yoksa sâdece ehli kıble olan herkesin bildiği sonradan vaz' edilen uydurma hadisleri mi? kasteddiğini birbirine karıştırma ustalığını da elden bırakmamıştır.

    "Görülüyor ki Kur'an, kendisinin başına dert açacak, üstelik de Allah elçisine isnad edilecek uydurma hadisler yıkımına dikkat çekerek bağlılarını mucize bir ihtarla uyarmıştır. Gerçekten de, Kur'an'm berrak ve erdirici yaratılış dîninin başına en büyük sıkıntılar, ilk günden itibaren hep bu uydurulmuş hadisler yüzünden gelmiştir...Târih içinde bütün tevhid erlerinin parmak bastığı bu gerçeği saklamak için, uydurma hadis sözündeki "uydurma " kelimesini yutarak "hadis ve sünnete karşı çıkılıyor" şeklinde yalanlar düzüle dursun..", ifadeleriyle sanki genelde hadisleri kabul ediyor da, sâdece herkesin anladığı ve karşı koyduğu ma'nâdaki uydurma hadislerden bah sediyomuş gibi ma'sum bir hava vermesine rağmen, âyette lügat anlamıyla kullanılan "hadis" sözcüğüne terim anlamını yüklemesi ve Hz. Ömer (r.a) ile îmam-ı A'zâm Ebû Hanîfe'ye nisbet ettiği bazı ifadeleri maksatlarının dışına taşıması hedefinin hiç de öyle olmadığını, daha doğrusu bize kadar ulaşan bütün hadisleri uydurma saydığını ortaya koyuyor.

    "Uydurma kelimesini yutarak hadis ve sünnete karşı çıkılıyor şeklinde yalanlar düzüle dursun" diyerek hadis ve sünnet karşısındaki tavrını gizleme mecburiyyetini hisseden yazar, acaba şu cümleleri aktarırken neyi kastediyordu?:

    "Kur'ânı tek ve şaşmaz din kaynağı yapmak uğrundaki kararlı tutumunun gerekçesini Hz. Ömer şöyle özetliyordu: 'Allah'ın ki-tabı yanında din kaynağına vücut veremeyiz; böyle bir şey, eski i ümmetlerin başına geleni bizim de başımıza getirir. Ve Kur'andan koparız. Allanın kitabı dışındaki kitaplar, Peygamberimize isnad edilen sözlerden de oluşsa, yok edilmelidir. Ve Ömer, valilerine genelge göndererek, bu tip kitapların tümünü imha ettirmiştir."

    Hz. Ömer'e nisbet edilen bu ifâdeleri sunuş şekliyle âyete yüklediği ma'nâ birlikte mütâlâa edildiği zaman, yazarın maksadının sâdece uydurma hadislerle sınırlı kaldığı söylenebilir mi?. Bilakis Peygamber (s.a.v)'in ağzından çıkan bütün hadisleri muhatap aldığı gün gibi ortadadır. Ama yazar ne söylediğini ve ne yazdığını bilemeyecek durumdaysa ona sözümüz yoktur. Çünkü bu durumdaki insanlar söylediklerinden ma'zurdurlar!

    Herşeyden önce yazara sormak lazım: Hz. Ömerin bu sözlerinin sıhhatini ne ile tesbit etti acaba? Hz. Ömer'le ilgili bu rivayetler sahîh yollarla geliyor, âyet onları ve onları satın alanları kapsamı dışında tutuyor da, sâdece uydurma belâsına mübtelâ olanlar ve âyetin kapsamına girenler Resulüilah (s.a.v)' in sözleri mi oluyor ?! Yazar araştırıp öğrenme zahmetine katlandı mı bilemem ama, Hz. Ömer (r.a.)'a nisbet edilen bu haberler Kasım b. Muhammed ve Yahya b. Cudeh tarafından rivayet edilmiştir. Bu iki râvînin söz konusu rivayetleri ise munkatı' olup bundan dolayı da zayıf ve itibar edilmeyecek seviyede görülmüştür.123 Hal böyle olunca, daha sahîh yollarla rivayet edilen hadisleri töhmet altına alırken, böyle bir haberle amel etmesi, yazarın kendi kendisiyle çelişki içinde olduğunu göstermez mi? Eğer da' vâsında samîmî ise bu haberlere dayanarak Peygamber 'in hadislerini şaibe altına almadan önce onların aslını araştırması ve herkesten ziyâde bunları kendisinin reddetmesi gerekmez miydi.? Ama sünneti ve hadisleri reddeden müsteşriklerin ve onların mektebinde yetişen seleflerinin görüşüne tabi olmak gibi kolay bir yol varken bunu niye yapsın ki?!

    Hz. Ömer iddia edildiği gibi, hiçbir zaman insanları hadis rivayetinden menetmemiş, sâdece rivayetlerinde dikkatli olmasını istemiştir. Nitekim O'nun, hadis rivayetini büsbütün yasaklama-yıp bilakis insanların bu konuda temkinli hareket etmelerini istediğinin en güzel delili "İsti'zân" hadisini rivayet eden Ebû Mûsâ el-E§'ârî ile aralarında geçen olaydır. Ebû Mûsâ el-Eş'ârî söz konusu hadisi rivayet edince, Hz. Ömer, kendisinden bir şahit getirmesini istemiş, Ebû Mûsâ da Übey b. Ka'bi şahit olarak getirince: "Suphanallah! ben, seni yalancılıkla .itham etmek istemedim. Yalnızca bir şey işittim ve o konuda ihtiyatlı hareket etmek istedim, o kadar" demiştir. Buharı ve Müslim'in rivayetlerinde ise Hz. Ömer'in Ebû mûsâ'ya şöyle dediği nakledilmiştir: Ben seni itham etmek istemiyorum. Fakat insanların, Resulüilah (s.a.v)'e yalan isnat etmelerinden endişeleniyorum. 124 Yine Buhârî,el-Edebü'l-Müfred adlı eserinde, Ubeyd b. Hânîn'den yaptığı bir rivayette Hz. Ömer'in Ebû Musa'ya: Vallahi sen Resûlüllah'ın hadisleri konusunda güvenilir bir insansın. Fakat ben onu iyice tahkîîc etmek istedim." dediğini kaydetmiştir.125

     

    Şam'da veba salgını başgösterdiği sırada Hz. Ömer, Şam yakınlarındaki, "Serğ" denilen mevkîye kadar varmışken, Abdur-rahman b. Avf in, Resûîüllah (s.a.v)'in:" Bir yerde veba zuhur ettiği zaman oraya gitmeyin. Bulunduğunuz yerde belirirse, o zaman da oradan dışarıya çıkmayın" buyurduğunu hatırlatması üzerine Şam'a girmekten vazgeçmiş ve geri dönmüştür.

    Keza Misver b. Mahreme'nin rivayetine göre :" Hz. Ömer, kadının çocuğunun düşürülmesine sebeb olmanın hükmü hakkında halkla istişare etmiş. Muğîre b. Şu'be de: "Resûîüllah (s. a.v)'in bu konuda diyetin, ğurre, yâni, köle veya câriye olduğuna hükmettiğini haber vermiş. Ömer, senden başka buna şahit olan var mı ? diye sormuş, bunun üzerine Muhammed b. Mesleme ona şahitlik etmiştir126 Bu rivayetler Hz. Ömer'in insanları Kur'an'la yetinmeye ve onu tek kaynak yapmaya çağırmadığının en açık delilidir. Bu şekilde Kur'an'da hükmünü bulamadığı meselelerde, hadis ve sünnete baş vurduğu bilinip dururken, nasıl olur da O'nun yalnızca Kur'an'la iktifa etmeye çağırdığı iddia edilebilir? Bunun anlaşılması mümkün değildir. Üstelik, Hz. Ömer (r.a), sırf resmî mektuplar şeklinde 537 tane hadis rivayet etmiş, Kur'an ve sünnette hükmünü bulamadığı meselelerde Hz. Ebu Bekir'in tatbikatını dahi delîl olarak almıştır. 127

     

    Şu halde Hz. Ömer iddia edildiği gibi hadisle ilgili kitapları irnhâ ettirseydi hem de resmî yazılar halinde bu hadisleri rivayet etmiş olur muydu? Aynı şekilde Hz. Ömer, Kur'andan başka bir şeyi kaynak saymasaydı, Kur'an ve sünnette hükmünü bulamadığı meselelerde Hz. Ebu Bekir'in tatbikatım esas alır mıydı? Bütün bunlar, O'na isnat edilen bu tür haberlerin asılsız olduğunun apaçık bir isbatıdır. Eğer mücerred bir mantıkla ya da kasdı mahsûsa İle bu kadar sağlam belgeleri tekzîb edip yukardaki zayıf belgeleri daha güvenilir buluyorsa, bilsin ki bu görüşü sadece kendisini bağlar.

    Biz burada yazarın bu tür delillerinin detayına daha fazla inemeyeceğiz. Zira bu hem çalışmamızın maksadını aşar, hem de sünnet ve hadis münkirlerince Hz. Ömere izafe edilen bu iddialara yukarda bahsettiğimiz İslam da'vetçileri tarafından yeterli cevaplar verilmiş durumdadır. Dolayısıyla biz burada bu kadarla yetiniyoruz

    Hadisleri reddetmek çabasıyla, Hakk ile batılı tamamen birbirine karıştıran yazar' in, kendi safına çektiği isimlerden biride; hadislerin, sahîh ve hasen statüsündekileri yanında zaman zaman zayıf olanlarım bile mezhebinde bol miktarda delîl olarak kullanan imam Ebû hanîfe'dir. Yazar, işine geldiği için A'zam sıfatını ihmal etmemeye özen göstermek suretiyle İmam Ebû Hanîfe'yi de, maksadına âlet ederek daha doğrusu baston yaparak çok usta ve planlı bir üslupla Peygamber (s.a.v)'in hadislerini dövmek için kullanıyor ve şöyle diyor: " İmam A'zam da "Kur'ân'a ters düşen hiçbir söz, Hz. Peygamber'in ağzından çıkmış olamaz" prensibini esas almıştır. Bu büyük imam'in bu tavrı, onun küfürle itham edilmesine bile sebep olmuş ye devrinin bazı fakihleri tarafından "İslâmı tahrib etmekle" suçlanmıştır. Ne ilginçtir ki îmamı A'zam'a cephe alanlar listesinde yer alan önemli İsimlerden biri de Kütüb-ü Sitte müelliflerinin en ünlüsü Buhârîdir..." (!).

     

    Görüldüğü gibi yazar, îmam A'zâm'ın bu ifâdelerini tamamen kullanıldığı ortam ve maksadın dışında değerlendirerek düşüncesine âlet etmekte ve câhil halk nezdinde "Ebû Hanîfe hadisleri Kur'ân'a aykırı saymış" imajıyla hadislere gölge düşürmek, Buhârî ile Ebû Hanîfe'yi ve devrinin fakihlerini karşı karşıya getirmek gibi, bir taşla bir kaç kuşu birden vurmayı arzulamakta dır. Yoksa îmam A'zam'in bu İfâdesinde onun iddiasına delîl olabilecek herhangibir ma'nâ mevcut değildir. O, bu ifadesiyle sâdece Peygamber (s.a.v)'in ağzından çıkan bir ifâdenin Kur'âna ters düşmeyeceğini ve O'ndan Kur'âna aykırı bir haber nakledilir-se, bunun kabul edilemeyeceğini kastedmiştir. Aklı selim sahibi her insanın bu sözden çıkaracağı anlam budur. Bu ise sâdece onun değil bütün ulemânın görüşüdür. Ancak Peygamber (s.a.v)'in ağzından çıkan hadisleri yukardaki âyetlere muhatap kabul ederek Kur'ânı tahrif etmek, Hz. Ömer ile Ebû Hanîfe'nin de aynı çizgide olduğunu imâ ederek onları kendi safına dâhil etmek sâdece kendisinin kurumuşudur.

     

    Yazar o derece planlı hareket ediyor ki kendi gibiler şöyle dursun, bizim dahi kabul etmediğimiz bir çok zayıf hadisi, hatta Sahabe ve Tâbiûn kavillerini bile mezhebinde delîl olarak kullanan bir imamı hem hadislere karşıymış gibi bir pozisyona sokuyor, hem de son derece ta'zîme delâlet eden bir üslub kullanarak sahip çıkar gözüküyor. Buna karşılık, eserine zayıf hadisleri almamak için hertürlü insanî gayreti sarfetmekten çekinmeyen bir imamı, ona cephe almış göstererek töhmet altına sokuyor. Zira, yazarın ifadelerine dikkat edilirse, İmam Buhârî, sanki Kur'an'dan ve onu dinlemekten rahatsız olduğundan uydurma hadislerin dîne sokulması için uğraşmış, İmam Ebû Hanîfe ise bu hadislere karşı savaş açmış, hattâ Kur'an'a aykırı oldukları için Peygamber (s.a.v)'in hadislerine hiç mi hiç iltifat etmemiş, bu yüzden de Buhârî, kendisine cephe almıştır.

     

    Yazarın kastı gerçekten bu ise, böyle bir iddia, tek kelime ile her iki imam için de korkunç bir iftira olur. îmam Ebû Hanîfe'nin, yazar ve seleflerinin iddia ettiği şekilde hadislerin karşısında olmadığının, aksine mezhebinde çok miktarda hadis, sahabe ve tâbiûn kavlini delîl olarak kullandığının en açık delili İmam Ebû Yusuf un "Kitâb'ül-Âsâr", İmam Muhammed'in "Muvat'â"' ve "Kitâb'ül-Âsâr" adlı eserleri ile Hafız Zeylaî'nin "Nasbu'r-Râye" isimli dört ciltlik muhteşem eseridir. Zira bu eserler, Ebû Hanîfe'nin mezhebinde delil olarak kullandığı hadisleri, sahabe ve tâbiûn kavillerini bir araya toplamaktadır. Yazar'ın imâ ettiği gibi, İmam A'zam, hadise karşı çıksaydı ve mezhebini hadise da-yandırmasaydı bu kadar hadisle amel etmiş olur muydu.? İmam A'zamın hadise karşı bir tavrının olmadığı bilakis ona meftun olduğu biraz sonra müstakil olarak ele alacağımız başlıkta görülecektir.

    Yazar, gerek bu makalede, gerekse genel anlamda iddia sında samîmi ve iyi niyetli olsaydı, îmamı A'zam'ı savunduğu (ya da savunuyor göründüğü) kadar, hatta ondan daha ziyâde Buhârî'yi savunması gerekirdi. Zîrâ îmam Ebû Hanîfe'nin hadiscilik yönü profesyonel anlamda kendisine muhaddis detirtecek ölçüde değildir. (En azından Buhârî seviyesinde değildir). Buna karşılık İmam Buhârî hem bir muhaddis -ki kendisinin de itiraf ettiği gibi muhad-dislerin en ünlüsü- hem de büyük bir fakihdir. Onun fıkıh sahasındaki büyüklüğünü ve üstün kabiliyyetini görmek için kitabına koyduğu bab başlıklarına bakmak yeterlidir. Zira o, sadece hadisleri nakletmekle yetinmemiş, onlardaki fıkhî hükümleri de istinbât ederek bu istinbatlan bab başlıkları halinde ortaya koymuştur. Üstelik bütün ilim ehli, onun Câmiu's-Sahîh'inde bir tane bile mevzu, hattâ bir kısım ta' liklerin dışında zayıf hadis dahi bulunmadığı hususunda ittifak etmişlerdir. O halde hangi maksatla îmam Ebû Hanîfe'den bahsaderken Özellikle imam A'zam ismiyle bahsedip yanında görünmeye çalışıyor ve buna mukabil Buhân'yi ona muhalif biri olarak takdim edip karşısında yer alıyor?!

    Gerçi bâzı hanefîlerin nakline bakılırsa İmam Buhârî'nin imam Ebû Hanîfe'ye karşı şahsî bir husûmetinden söz etmek mümkündür. Ancak İmam Ebû Hanîfe'nin hicrî 150 yılında vefat ettiği, İmam Buhârî'nin de hicrî 194 senesinde doğup 256'da vefat ettiği göz önüne alınırsa, birisi doğmadan 44 yıl önce vefat eden iki kişi arasında nasıl bir şahsî husûmet olacağını anlamak mümkün değildir. Bu iki imam arasında husûmet değil, olsa olsa bir ilmî ten-kid söz konusudur. Nitekim îmam Buhârî kendisine ulaşan deliller ölçeğinde İmam Ebû Hanîfe'yi, hadis ilmi açısından tenkid ederek kendi usûlüne göre zayıf saymıştır. Buna parelel olarak, rivayete göre Sahihinin onsekiz yerinde "Kale ba'dunnâs" diyerek

    Ebû Hanîfe'nin ictihadlannı eleştirmiş ve zımnen onu hadislere aykın hüküm vermekle suçlamıştır. Bâzı Hanefî âlimler de onun bu tavrını husûmete, tarafgirlik ve taassuba hamletmişler ye bunu isbat için de bazı gerekçeler hazıriamişiardır. Kanaatimize göre asıl taassup ve tarafgirlik budur. Zîrâ biri hayatta, diğeri o doğmadan ölen iki imam arasında hiçbir maksatla husûmet olamaz. Bu eşyanın tabiatına aykırıdır. Husûmet ancak akranlar, meslektaşlar ve çıkar ortaklan arasında söz konusu olur. İmamlar arasındaki ilmî tenkitleri husûmete yormak çoğu zaman, bu tenkitleri yapan kişilerin maksadını saptırmak olur.

     

    Buhârî'nin eserlerine bakıldığı zaman îmam A'zam hakkında: "Ebû Hanîfe hadis konusunda kuvvetli değildir" 128 demekten öte bir üslub kullanmadığı görülür. Bu ise insaf sahibi herkesin kabul edeceği gibi, sırf ilmî bir tenkitten ibaret olup husûmet anlamına gelmez. Sonra İmam Ebû Hanîfe'yi hadis ilmi açısından tenkit eden sâdece Buhârî değildir. Aksine onu, İbnü mübarek, Ah-med b . Hanbel, İbnü Ebî Şeybe, İbnü Adiy, Dârakutnî, Hatip el-Bağdâdî ve daha başkaları da tenkit etmişlerdir. Hattâ mezhebinin üçte birlik kısmına yakın görüşlerinde sünnete aykın hüküm verdiği gerekçesiyle hanefî mezhebinin önde gelen İsimlerinden imam Ebû Yusuf, imam Muhammed, İmam Züfer ve daha başka talebeleri de hocaları Ebû hanîfeyi tenkit etmiş ve bu görüşlerini terketmişlerdir. 129 Meselâ İmam muhammed sâdece "el-Muvat tâ" adlı eserinde 20 kadar meselede imamına muhalefet etmiştir. 130

    Hanefî kaynaklara müracaat edildiği zaman Ebû Hanîfe'nin görüş serdettiği bir çok konuda, Ebû Hanîfe'nin görüşüne muhalif olduğu halde "müftâbih kavil, imâmeynin kavlidir" ifâdesine rastlamak herzaman mümkündür. O halde denebilir mi ki, imam A'za-mı tenkid ettiklerine ve görüşleriyle amel etmediklerine göre talebeleri ve onların görüşlerini müftâbih kavil sayanlar da taassupla hareket etmişler ve ona cephe almışlardır.?! Bilakis, ne bunu ne de ötekini söylemek asla doğru değildir. O halde, bu iki büyük imam arasındaki içtihadı ihtilaftan taassup, tarafgirlik ve husûmet gibi gösterenler, kim olursa olsun, asıl kendileri bu duygularla hareket etmişlerdir. Onlarınki sâdece içtihadı bir ayrılıktır. Bu ihtilâfı gündeme getirmenin, mecramdan kaydırmanın ve iki tarihî şahsiyeti birbiriyle karşı karşıya getirerek üstünlük yansına sokmanın iyi niyete hamîedilebilir bir tarafı yoktur.

    Yazar ne kastettiğini tam ortaya koymamaya Özen göstererek Nebevi hadisler'e karşı açtığı bu zehirli fikir savaşında muhatabının sadece uydurma hadisler olmadığını nihayet M. Ab-duh'a ait şu cümlelerle ortaya koyuyor ve maksadını büsbütün ele veriyor: "Müslümanlann bu asırda Kur'an'dan başka imamları yoktur... Ezherde okutulan ve benzeri kitaplar varolduğu sürece bu ümmet ayağa kalkamaz. Ümmeti ayağa kaldıracak ruh, ilk dönemde hâkim olan Kur'an ruhudur. Kur'an'ın dışında her şey* Kur'an'ı bilmek ve onu yaşamakla aramıza konmuş engeldir... Zihinleri-mizdekileri işe kanştırmadan inancımızı Allah'ın kitabına sunduğumuzda sapıtıp sapıtmayacağımız ortaya çıkacaktır... İslâmiyet, mensuplarının uydurduğu hurafe ler ve aşın gidenlerin bulaştırdıkları yalanlar kadar büyük bir musibete maruz kalmamıştır. Bunlar, müslümanlann akıllannı fesada uğratmış, yabancılann da islâmın temelleri üzerinde kötü düşünmelerine yol açmıştır."

    Bu ifâdelere bakılırsa M. Abduh yazann kendisiyle aynı paraleldedir ve âyetlerin ifâde ettiği (!) gibi terim anlamıyla hadis kelimesinin kapsamına giren herşeye savaş açmıştır. Halbuki Ab-duh'un bu ifâdelerinde, kendisinin Allah'ın âyetlerine yamamaya çalıştığı bu iftiraya destek olabilecek hiç bir nokta mevcut değildir. Çünkü Abduh ve ekolünün genel olarak savunduğu felsefe; Kur'an'ı, geçmişten gelen kültür mîrâsına; önceki müfessirlerin görüşlerine, tefsirlere sokulan mevzu hadislere ve isrâiliyyât'a dâir haberlere bağımlı kalarak anlamaya çalışmanın yanlış olduğudur. Abduh ve ekolü sahîh hadisleri kabul eder ve onlarla herhangi bir sıkıntı içinde değildir. Asıl sıkıntısı olan yazann kendisidir.

    Gerçi kendisine destek yapmaya çalıştığı isimler içerisinde bir dereceye kadar sâdece Abduh ve ekolü bu gerçeği yansıtıyor olsa da buna rağmen M. Abduh asla onun çizgisine düşmemiş ve Peygamber'in hadislerini Kur'ân'ın yukardaki âyetlerinin muhatabı yapacak kadar ihanet kokan bir görüş serdetmemiştir. O sâdece Tefsîri mezheblerin görüşlerinden, zayıf ve uydurma hadislerle isrâiliyyattan arındırmaya çalışmıştır. Bu arada mutezile imamları gibi akla geniş bir hürriyet bahşederek akılla çelişir gördüğü, Buhârî ve Müslim'de geçen bir kısım sahih hadisleri zayıf veya uydurma sayarak reddedmiş ve haberi âhâdı itikadda delil kabul etmemiştir. Bu yönüyle sünnete belli bir darbe vurmuş olsa da M. Abduh ve ekolü hadisleri ve sünneti hiçbir zaman reddetmemiş ve yazarla aynı görüşü paylaşmamıştır. Bunun delili, Abduh'un kendinden önce yazılan tefsirlere ihtiyaç duymayışının gerekçesini îzâh ederken söylediği şu sözleridir: "Allah teâlâ kıyamet gününde bize, insanların sözleri ve anlayışlarından sormaz. Ancak bizi hidâyet ve irşada sevketmek için indirdiği kitabından ve nazil olan şeyleri bize açıklayan Peygamber'in sünnetinden sorar." "Biz sana Kur'ânı indirdik, tâ ki, insanlara kendilerine ne indirildiğini açıkça anlatasın". Size risâlet vâsıl oldu mu? size tebliğ edilen şeyi düşündünüz mü? Emir ve nehyolunduğunuz şeyleri teak-kul ettiniz mi ? Kur'ân'ın irşâdıyla amel ettiniz mi ? Peygamber'in hidâyetîyle ihtida ve O'nun sünnetine tâbi oldunuz mu ? diye sorar.131

    Bu ifadelerden anaşılıyor ki, Abduh, Peygamber'in Kur'â n'ı beyân ettiğine ve onun bu beyânına uyup uymamanın âhirette sual konusu edileceğine îtikad ediyor. Şu halde hadisler sünnetin hazînesi olması sebebiyle sünnetten ayn düşünülemeyeceğine göre, onun, hadisle sırf hadis-olduğu için bir proplemi yoktur. O, nadis'in sâdece zayıf ve uydurma olanına îtibar etmemiştir. Din, zayıf temeller ve uydurma sözler üzerine bina edilemeyeceğinden bu nevî zayıf ve uydurma hadislere aklı selîm sahibi hiçbir kimse Öyle olduklarını bile bile zâten îtibar etmez. Şu halde bir insanın bâzı hadisleri zayıf veya uydurma sayarak reddetmesi başka, kendisinin deyimiyle hadis teriminin kapsanlına giren Peygamber (s.a.v)'in bütün hadislerini "İnsanlardan kimi de varki, bilgisizce insanları Allah'ın yolundan saptırmak ve onunla alay etmek için lâf eğlencesini satın alır. işte onlara küçük düşürücü bir azâb vardır" ve "Bu Kur'an, uydurulmuş bir söz değildir." şeklindeki âyetlere muhatap kabul edip toptan reddetmek ve bu hadislere uyanları da hadis eğlencesini satın alanlarla eş tutmak başka bir-şeydir. Hiç kimse Abduh ve ekolünün bu çizgide olduğunu söyleyemez. Bu çizgide olan birileri varsa onlar da, yukarda bahsettiğimiz müsteşrikler ile Batıda doktora yapan İslam kökenli talebeleri ve yazarın kendisidir.

    Sonra Abduh bütün hadisleri ve sünneti tıpkı kendisi gibi reddediyor olsa ne ifade eder? Sanki Abduh tek başına hakîkatin ölçüsü mü oluyor ki onu iddiası için delîl gösterme gafletine düşüyor? Şayet Abduh Öyle düşünüyorsa, bu, tıpkı kendisi gibi, pek azı hariç müslümanların kahir bir çoğunluğu tarafından görüşlerine itibar edilmeyen, hep ihtiyatla karşılanan ve hakyoldan ayakları kayan bir kimse öyle düşünüyor, demektir. Hal buki aklî ve naklî ilimlerde söz sahibi olan ve ümmetin tamamı tarafından otorite sayılan binlerce imam, sahîh ve hasen hadislerle amel edilmesinin zarurî olduğunda ittifak etmişlerdir. Abduh ve emsali onların yanında tıpkı kendisi gibi şâz kalır. Unutulmasın ki ma'sum olan Peygamber'den başka her insanın görüşlerinden bir kısmı alınır da, atılırda!..

    Aslında bunları daha fazîa irdelemeye ve başka söze hiç lüzum yoktur. Hadislere savaş açarak Kur'an'daki İslâmı savunan yazarın ne kadar iyi niyetli ve maksadının ne olduğunu ortaya koyacak en önemli delil, âyette geçen "hadis" ifâdesinin terim (ıstılah) anlamıyla kullanıldığını iddia etmesidir. Şimdi yazarın ihanet değilse, ne kadar cehalet içinde olduğunu ortaya koymak için âyette geçen "Lehvelhadis" ifâdesinin hangi anlamda, (yâni terim anlamıyla mı yoksa sözlük anlamıyla mı?) kullanıldığına, muhatabının ne olduğuna ve hangi ortamda indirildiğine kısa bir göz atarak asıl mevzumuza dönelim.

    LehveIhadis" terkibindeki" hadis" deyiminden maksat nedir? ve yazarın iddia ettiği gibi terim anlamıyla mı yoksa sözlük anlamıyla mı kullanılmıştır?

    Selef âlimleri, bu terkipte geçen "hadis" sözcüğünün ne ma'nâya geldiği hususunda iki ayrı kanaate sahip olmuşlardır. Bu sebeple onlardan bâzıları: "Bundan maksat, şarkı-ttirkü söylemek ve onu dinlemektir^ demişlerdir. Bu görüşte olan selef âlimleri görüşlerine şu haberleri delil getirirler:

    1-Said b. Cübeyr'in Ebu's-Sahbâ' el-Bekrî'den rivayetine göre el-Bekrî, Abdullah îbnü mes'ud (r.a)'a "İnsanlardan kimi de varki bilgisizce ihsanları Allah'ın yolundan saptırmak ve onunla alay etmek için 'hadislâf eğlencesi'ni satın alır." âyetinde geçen hadis'ten maksat nedir? diye sorulurken işittim. Abdullah İbnü Mes'ud (r.a); arka arkaya üç kez tekrar ederek kendisinden başka ilah olmayan Allah'a yemin ederim ki bundan maksat şarkı (mûsikî)dir cevâbını verdi" demiştir.132 İbrahim en-Nehâî'den rivayete göre ise, Abdullah İbnü Mes'ud: "Bu, kalpde nifak tohumlan yeşerten şarki-türkü'dür," demiştir. Mücâhid de bu görüşü savunarak şunları ilâve etmiştir: "Ayette geçen 'lehvelhadis'ten maksat birçok para karşılığında şarkıcı erkek veya kadın satın almak, yâhud onları dinlemek veya bunun gibi bâtıl şeylere kulak vermek ve her türlü eğlencedir. 133

    2-Saîd b. Cübeyr'in, İbnü Abbas (r.a)'tan rivayetine göre İbnü Abbas: "İnsanlardan kimi de varki ...lâf eğlencesi'ni satın alır." âyetindeki hadis'ten maksat;" şarkı ve benzeri şeylerdir," de Diğer bir rivayete göre İbnü Abbas Bundan maksat şarkı söylemek ve onu dinlemektir" 134demiştir. Keza İbnü Abbas (r.a)'tan "bundan maksad şarkıcı kadın satın almaktır" diye de rivayet edilmektedir. 135

    3- Abdullah İbnü Ömer'den rivayete göre o da: "Bundan maksat, şarkıdır" demiştir. 136

    4- İbnü Ebi Zıbyân'ın babasından, onun da Câbir b. Abdilîah (r.a)'tan rivayetine göre Câbir: " İnsanlardan kimi de var ki ...lâf eğİencesi'ni satın alır." âyeti hakkında; "Bundan maksat şarkı söylemek ve onu dinlemektir" demiştir. 137 Bu rivayetler esas alındığı zaman insanları Allah yolundan uzaklaştırıp zevk ve şehvet müptelâsı hâline getiren şarkı, türkü ve benzeri şeyleri dinlemenin ve bunun için alman kaset ve benzeri şeylere para vermenin haram olduğu da ortaya çıkmış olur.

    Bu âlim sahâbîlerden başka onların talebeleri olan tâbiun ulemâsından Mücâhid, Hasan-ı Basrî, Saîd b. Cübeyr, Katâde, Nehâî, îkrime, Meymun b. Mihrân , Mekhul, Amir b. Şuayb ve daha başka âlimler de bu görüştedirler. 138 Diğer Selef âlimleri İse, "Lehvelhadis" ile şirk kastedilmiştir, demektedirler.

    Nitekim İbnü Zeyd'den rivayete göre: "İnsanlardan kimi de varki, bilgisizce insanları Allah'ın yolundan saptırmak ve onunla alay etmek için lâf eğlencesi'ni satın alır." âyeti hakkında şöyle demiştir: "Bu âyette kastedilenler kâfirlerdir. Allâhu Teâlâ'nın; 'Ona âyetlerimiz okunduğu zaman sanki onlan hiç işitmemiş, sanki kulaklarında ağırlık varmış gibi büyüklük taslayarak arkasını döner' kavlini görmüyor musun.?! Halbuki müslümanlar böyle değildir.139

    Aynı şekilde Dahhâkda; "bununla kastedilen şirktir," demiştir. 140

    İbnü Cerîr et-Taberî, bu görüşleri naklettikten sonra şöyle der : "Bu hususta doğru olan görüş: 'Lehvelhadis' sözü ile, Allah ve Resûlü'nün dinlenilmesini yasakladığı türden ve Allah yolundan alıkoyan hertüriü saz-söz kastedilmiştir, denilmesidir. Çünkü Allah teâlâ "lehvelhadis" kavlini umûmî olarak sevk etmiştir. Zîrâ O, bir kısmını bırakıp, bir kısmını husûsî olarak zikretmemiştir. Dolayısıyla husûsî olduğuna delâlet eden bir delîl bulunmadıkça bu söz umûmî ma'nâsına hamledilir. O halde şarkı (mûsikî) ve şirk' in her ikisi de bu sözün umûmî ma'nâsına dahildir. 141

    Kurtubî, İbnü Kesîr ve daha başkaları ise birinci gurubun görüşünü tercih ederek şöyle derler: "Bu hususta söylenenlerin en güzeli birinci gurubun görüşüdür. Nitekim İbnü Mes'ud bu hususta üç kez, kendisinden başka ilah olmayan Allah'a yemin ederek, şüphesiz bu, şarkı ve türküdür, demiştir. 142

    Selef ulemâsının bu açıklamalarından anlaşılıyor ki, söz konusu hadis kelimesi "Peygamberin ağzından çıkan sözler" ma'nâsına terim anlamıyla kullanılmamıştır. Diğer bir ifâdeyle seleften hiç kimse bunu saygı değer yazarımızın metne uyarladığı gibi anlamamışlardır. Zâten öyle anlaşılması için imkan da yoktur. Zîrâ âyetin sebebi nüzulüne baktığımız zaman söz konusu âyetin muhatabı Peygamber (s.a.v) değil, Nadir b. Haris; âyette geçen eğlencesi" ifadesiyle kastedilende Peygamber (s.a.v)'in sözleri değil, Nadir b. Hâris'in, insanların dikkatini Peygamber'in da'vetinden başka yöne çevirmek ve tamamen kendi atmosferine çekmek için anlattığı masallar, asılsız hikâyeler, tarih kılıklı efsâneler, komik lakırdılar, sulu şakalar, saçma sapan gevezelikler ve tegannî (şarkı-türkü) türünden eğlendirici şeylerdir.143

     

    Mekke müşrikleri ellerinden geleni yapmalarına rağmen, Hz Peygamber'in mesajının yayılmasını engelleyemeyince Nadir b. Haris Kureyşliler'e şöyle demişti: " Bu adama karşı çıkma yolunuz sizi bir yere götürmez. O sizin aranızda yaşamakta. Şimdiye kadar ahlaken en iyi olanınızdı; aranızda yaşayan en doğru, en dürüst ve en emîn kişi oldu dâima. Siz tutmuş onun bir kâhin, sihirbaz, şâir ve mecnun olduğunu söylüyorsunuz. Kim inanır buna? Ahâli, bir kâhin nasıl konuşur bilmiyor mu? Bir şâirin, bir mecnûnun hâlini tefrik edemez mi? Bu ithamların hangisini Mu-hammed (s.a.v)'e yamayabilirsiniz ki halkın dikkatini ondan çevi-rebilesiniz. Bakın! ben size onunla nasıl başedeceğinizi söyleyeyim. ..Sonra Mekkeden ayrılıp Irak'a gitti ve oradan İran Kisrâ'la-n, Rüstemve İsfendiyâr'la ilgili masalları, hikâyeleri derlemeyi başanp halkın dikkatini Kur'andan ayırmak ve onlan masallarla uyutmak için masal anlatma partileri düzenlemeye başladı. 144Getirdiği bu masallan Kureyş'e okuyarak" Muhammed size Ad ve Şemûd kavminin hikâyelerini söylüyor. Gelin ben size Rüstem'in, İsfendiyâr'ın ve Kisrâ'ların hikâyelerini anlatayım" diyordu. 145 İbnü Abbas'in rivayetine göre Nadir bu amaçla şarkıcı kızlar da getirmişti. Bir kimsenin Peygamber (s.a.v)'in etkisi altına girdiğini işittiği zaman, şarkıcı bir kızı şöyle bir talimatla ona musallat ederdi: "Onu yedir, içir, şarkınla öyle ağırla ki diğer taraftan kopup seninle hemhal olsun!" 146

     

    Bu, küfür ve şer odaklarının her devirde baş vurmakta olduğu aynı araçtı. Fesadın bu elebaşıları sıradan insanlan sanat ve kültürel faaliyet adı altında eğlence, spor ve müzikle öylesine sarhoş ederler ki, hayatın ciddî proplemlerine eğilmek için hiç zaman ve istekleri kalmaz; zevk, sefa, nefse kulluk ve boş vermeşlik duygusu içinde sürüklenmekte oldukları bataklık ve felâketin farkına bile varamazlar. Onlar bu haldeyken diğerleri de sömürü çarklarım rahatça döndürmeye ve vurgunları vurmaya devam ederler.!

    tşte yukarıdaki âyet Mekke müşriklerinin elebaşılarından olan Nadir b. Haris ve onun, insanları Peygamber'in çevresinden uzaklaştırıp tamamen kendi atmosferine çekmek için anlattığı bu eğlence türü ahlaksız ve sapık sözler hakkında inmiştir. Dolayısıyla bu âyette geçen "Lehvelhadis" deyimi iddia edildiği gibi terim anlamıyla Peygamber (s.a.v)'in hadisleri için değil sözlük anlamıyla Nadir b. Haris ve yaranlarının sözü için kullanılmıştır. Şayet âyetleri iniş ortamı ile ilgili rivayetlerden ve sevk olundukları ortamdan (Siyak ve sibak'ından) bağımsız olarak anlamaya kalkarsanız bu şekilde yanlış bir sonuca varırsınız. Bu da hadisler olmadan Kur'anı anlayamayacağınızı gösterir.

    Esasen burada yapılanın, böyle bir hatadan kaynaklandığı da söyienemez. Bu tamamen kasıtlı ve ard niyetli bir çabanın ürünü gibi gözüküyor. Çünkü bu kadar bariz bir hataya düşmek, ancak Kur'an ve sünnet ilimlerinden haberi olmayan "ümmî" insanların yapacağı bir şeydir. "Kur'andaki İslam", "Kur1 anın Temel Kav-ramlan" ve daha başka iddialı eserlerin sahibi bîr yazarın işi değildir.!

    Kur'an'da hadis sözcüğü müfred (tekil) ve cemi (çoğul) olarak yirmi üç yerde kullanılmış ve hepsinde de farklı ma'nâlar kastedilmiştir. Daha doğrusu hiçbirisinde terim anlamıyla Peygamber (s.a.v)'in ağzından çıkan hadisler ma'nâsına kullanılmamıştır. Eğer hadis sözcüğünün geçtiği her âyette, terim anlamıyla Pey-gamber'in ağzından çıkan sözler kastedilmiş olsaydı ve yazann ifadesiyle bu ma'nâda mucize tesbitler sunmaya devam etseydi o zaman: Ohaîde bana barak, bu hadisi yalan sayanları. Onları bilmedikleri yerden derece derece azaba yaklaştıracağız.147 âyeti de yazann bu davranışı hakkmda mucize bir tesbit yapmış olurdu. Ve o zaman bu hadisi satın alanlar değil, kendisi gibi hadisleri reddedenler bu ilahi tehdit karşısında sığınacak yer ararlardı. Keza Kur'anda geçen her hadis kelimesinden terim anlamıyla Peygamberin hadisleri kastedilmiş olsaydı "Bu millete ne oluyor ki? neredeyse hiçbir hadîsi anlamıyorlar148âyeti yazar ve emsallerinin anlayış seviyeleri hakJanda bir parça ipucu vermiş olurdu. Biz de hadisleri niçin reddettiklerini rahatlıkla anlama imkânı bulmuş olurduk.

     

    Evet Kur'an'da geçen her hadis sözcüğü, yazann anladığı şekilde terim anlamıyla kullanılıp bu noktada mucize bir tesbit sunmuş olsaydı,"Böylece Rabb'in seni seçecek ve sana hadislerin te'vîlini öğretecek149 âyeti, yazann, bu îmâh tavrıyla sâdece hadisleri değil aynı zamanda ilâhî vahyi de inkar ettiğini gösterirdi!.

    Ancak biz, yazann, Allah'la Resûlü'nü, Kur'an'la hadisi ya da Kur'an'la hadis'e uyanları karşı karşıya getirmek suretiyle haddini aştığı gibi, kendisini bu âyetlerle karşı karşıya getirerek onun tahribçi ve ifratçi tavnna ortak olma niyetinde değiliz. Zîra ne kendisinin delil olarak sunduğu âyetlerde, ne bizim serdettiğimiz âyetlerde ve ne de içerisinde hadis kelimesinin geçtiği diğer âyetlerde, hadis sözcüğü asla terim anlamıyla, yâni Peygamberin ağzından çıkan hadis'ler ma'nâsına kullanılmamıştır. Aksine tamamen bundan başka ma'nalarda ve lügat anlamıyla kullanılmıştır. Eğer yazann dediği gibi bu âyetlerdeki hadis sözcükleri terim anlamıyla kullanılmış olsaydı, hadisler, Kur'ân'ın başına dert açmış olmayacak, yazar kendi eliyle kendi başına dert açmış olacaktı!

    Bilindiği üzere Kur'an'da geçen hadis sözcükleri genel olarak; dîni haber, mesaj, Kur' an, lâf, söz, tarihî kıssa, sır, güncel konuşma veya hikâye., gibi ma'nalarda kullanılmışlardır. Buna göre Peygamber'in ve hadislerinin teşrî'deki yerini inkar ettirmek için makalede delîl getirilen âyetler, asla yazarın tercüme ettiği ve avam halkın kabulüne sunduğu anlamlara gelmiyor. Buna göre söz konusu makalede geçen âyetlerin doğru meal leri şöyledir:

    "İnsanlardan kimi de varki, bilgisizce (insanları) Allah'ın yolundan saptırmak ve onunla alay etmek için 'lâf eğlencesi' ni satın alır. İşte onlara küçük düşürücü bir azâb vardır."

    "Bu Kur'an, uydurulmuş bir söz değildir." "Kur'andan sonra hangi söze iman ediyorlar ?"

    Yazar, Mu'tezîîî mantığı ve geçmişteki sapık fırkalarin yaptığı gibi "nokta tefsiri" yapmayı bırakır da Kur'ân'ı, istediği zaman kendisinin de çok İyi bildiği uygun şekliyle tefsîre çalışırsa savunduğu "Kur'an'daki İsİâma" daha ziyade yaklaşmış olur. Yoksa sünneti ve hadisleri inkar etmek için "Kur'an'daki İslam" diye diye Kur'ân'ı da tahrif edip tanınmaz hale getirir.. Tıpkı bu makalesinde yaptığı gibi.

     

    Maksadını net bir dille ortaya koyamamanın sıkıntısını çeken yazar, umarız sünneti ve hadisleri inkar ettiğini söylediğimiz için, bizi de hakkında "yalanlar düzen" kimseler halkasına dahil etmez. Çünkü biz, katiyyen ne onun ne de başkasının hakkında yalanlar düzme niyetinde değiliz. Bundan Allah'a sığınırız. Nitekim biraz sonra "Kur'anın temel kavramları" adlı eserinin "sünnet" başlığı altındaki ifadelerinden bazı önemli noktalan alıntıladığımız zaman kimin, kimin hakkında yalanlar düzdüğü, hiçbir te'vîle mahal kalmayacak biçimde ortaya çıkacaktır. Zira yazar orada sadece hadisleri ve sünneti inkarla kalmıyor, Resulüllah (s.a.v)'in farklı maksad ve makamlar için söylediği hadislerini birbiriyle dövüştürerek Peygamber (s.a.v)'in teş rî'deki yerini tamamen inkar ediyor.

    Şâtıbîbu düşünceyi savunanlar hakkında şöyle derken ne kadar isabet buyurmuş: "Sâdece Kur'ân'la yetinme düşüncesi ehl-i sünnetten olmayan nasipsiz kimselere aittir. Çünkü bunlar, bu aşın düşüncelerini 'Kitabın her şeyi beyan etmiş olduğu1 esası üzerine kurmakta ve sünnetin getirdiği hükümleri bir tarafa atmaktadırlar. Bu da onların Ehl-i Sünnet yolundan aynlmalan ve Kur'ân'ıjniş amacına uymayacak şekilde te'vîl etmeleri gibi bir tutuma girme sonucunu doğurmuştur.150

    Şâtıbî'nin bu ifâdelerinden anlaşılıyor ki sünneti reddederek insanları Kur'an'daki islâma çağıranlar pek yeni değil. Patent öncekilere âit ve çok eski. Tâ sahabenin hayatta olduğu günlere kadar uzanmakta. Nitekim, Beyhâkı'nin Şebîb b. Ebî Feddâlet'il-Mekkî'den rivayetine göre İmran b. Hüseyn (r,a) şefaatten bahsetmişti. Bunun üzerine cemâatten biri: "Ey Ebû Nüceyd! Muhakkak siz bize bir takım hadisler naklediyorsunuz, ama biz onlann aslını Kur'an'da bulamıyoruz" dedi. İmran b. Huseyn (r.a) sinirlenerek adama: "Sen Kur'ân'ı okudun mu?" dedi. Adam: "Evet, okudum" dedi. îmran (r.a) "Sen, sabah namazının iki, öğle, ikindi ve yatsı namazının dört ve akşam namazının üç rekat olduğunu Kur'an'da gördün mü? "dedi. Adam: "Hayır, görmedim" deyince İmran, "o halde bunlan kimden aldınız? Biz bunlan Resulüllah'tan siz de bizlerden almadınız mı? Siz Kur'an'da her kırk koyundan bir tanesinin zekat olarak veriieceğini ve her şu kadar devede şu kadar deve; ve her şu kadar dirhemde şu kadar dirhem zekatın verileceğini gördünüz mü?"dedi. Adam, "hayır" dedi. İmran: "Öyleyse siz bunları kimden aldınız? Siz bunları bizden, biz de Resulüllah (s.a.v) den almadık mı? Keza siz Kur'an'da Kabe'yi yedi defa tavaf ediniz, makamı İbrahim'in arkasında iki rekat namaz kılınız, emrini gördünüz mü? Yahut siz Kuran'da sürgün ve uzaklaştırma cezasının ve şiğar evliliğinin yasaklandığına dâir birşey buldunuz mu? Siz Allah Teâlâ'nın, Kitâbı'nda 'Peygamber size neyi verdiyse onu alın, size neyi yasakladıysa ondan da sakının. Allah'tan korkun. Çünkü Allah'ın azabı çetindir' buyurduğunu işitmediniz mi? Muhakkak ki biz Resûlüllah'tan bir takım şeyler öğrendik ki; sizin onlar hakkında hiçbir bilginiz yoktu." dedi. 151

    Görüldüğü üzere sünneti ve hadisleri inkar etme cereyanı sanıldığı kadar yeni olmayıp sahabe elinde paçavraya çevrilmiş nostaljik bir hareket! Nitekim İbnü Mes'ûd (r.a) bu sünnet karşıtlarına işaret ederek der ki: "Öyle kavimler göreceksiniz ki, kendileri arkalanna atmış olduklan halde, sizi Allah'ın kitabına çağıracaklardır. O zaman geldiğinde siz sünnete sanlın ve bid'at çıkarmaktan sakının, ifrata düşmekten kaçının, köklü ve güzel olana yapışın. 152 Hz. Ömer (r.a) ise: "Sizin hakkınızda iki tip insandan korkarım: Biri, olmayacak şekilde Kur'ân'ı te'vîle kalkışan kimsedir. Diğeri de kardeşiyle mülk yarışına girendir." demiştir. 153Şâtıbî der ki: "Bu ma'nâda daha başka sözler de var ki âlimler onlan sünneti bir kenara iterek Kur'an'ı te'vîl etme ve re'ye başvurma konusuna yormuşlardır. Alimlerden birçoğu da Peygamber (s.a.v)'in şu buyruğunu ve benzeri hadisleri bu ma'nâya anlamışlardır"

    "Yüce Allah, ilmi, insanlar arasından bir çırpıda çekip almaz. Aksine ilmi, âlimleri almak suretiyle alır. Nihayet hiçbir âlim kalmayınca, insanlar başlanna bir taİam câhil liderler edinirler. Bunlara sorular sorulur. Onlar da ilimsiz olarak cevap verirler. Sonunda hem kendileri sapar, hem de başkalannı saptırırlar.154

    Şâtıbî devamla der ki: "Gerçekten bid'at sahiplerinin pek çoğu bu şekilde davranmışlar; sünneti bir tarafa atmışlar, Kur'ân'ı yersiz bir şekilde te'vîle yeltenmişler ve sonunda hem kendileri sapmış, hem de başkalannı saptırmışlardır. 155 Bunlar Peygamberin lanetine muhatap olmuş bedbaht kimselerdir. Nitekim Resûlüllah (s.a.v), sünnetini inkar ve terk edenler aleyhine şöyle beddua ediyor; "altı sınıf insan var ki onlara Allah lanet etmiş ve Allah katında duaları kabul edilen nebîler de lanet etmişlerdir. Bunlardan biri de benim sünnetimi terkedendir. 156

    Güvenilir kaynaklara dayalı olarak hakikatleri bilmemeleri sebebiyle sünneti ve sahih hadisleri reddeden bu çevreler bir yana; bir kısım insanlar da var ki, sünneti kabul ettiği halde, sünnete ay-kın olduğu isbat edilse dahi, bağlı bulunduğu imamının görüşlerinde ısrar ederek sünnetten yüz çevirmekte ve sünnetin hazînesi durumunda olan hadisleri sâdece kültürel mirasımızın bir zenginliği gibi görmektedirler. Bunlara bağlı oldukları mezheb imamından herhangi bir görüş nakledildiği zaman hiç bir delil arama yahut bu görüşün aslının bulunup bulunmadığını sorma ihtiyacı duymadıktan (aksine imamımız böyle demişse muhakkak bir bildiği vardır mantığıyla hareket ettikleri ) halde, Resûlüllah (s.a.v)'den sahîh bir hadis veya sünnet nakledildiğinde onunla amel etmemek için bin dereden bir su getirirler. Onlan buna sev-keden âmil, kör bir taklîd ve mezhebî taassuptan başkası değildir. Halbuki onlar böyle hareket etmekle Allah ve Resulüne muhalefet ettikleri gibi, aynı zamanda mezhep İmamlarına ve mezheplerine de muhalefet etmiş oluyorlar. Zira bütün mezhep imamlan insanları Kur'an'a ve Resûlüllah (s.a.v)'in sünnetine uymaya çağınp ona muhalefet etmekten menetmişlerdir. O kutlu insanlar, Resûlüllah (s.a.v)'in sünnetinin hiç bir kimsenin görüşü sebebiyle terkedilemeyeceğini ve kendi görüşlerinin sünnete muhalif olduğu anlaşıldığı zaman, sünnete ve hadise uyarak görüşlerinin terke-dilmesini vasiyyet etmişlerdir. Buna mukabil aslını bilmeden görüşleriyle amel edilmesini haram saymışlardır. O halde mezhebinin herhangi bir görüşünün sünnete muhalif ya da asılsız olduğu sahih delillerle isbat edildiği zaman bir müslümanın bu görüşte ısrar etmesi kendisine helal değildir ve bu davranışında mezhebine uymakla ma'zur sayılamaz. Diğer taraftan mezhebinin sünnete muhalif olan bu görüşünü terketmekîe de mezhebinden çıkmış olmaz. Aksine imamının tavsiyesine uygun hareket ettiği için mezhebinde kalmış olur. Halbuki bu görüşte ısrar ederek sünnete muhalif hareket ederse,bir kısmını yukarda zikrettiğimiz pek çok âyet ve hadise aykın hareket ettiğinden Allah'ın azabına ve Peygamber (s.a.v)'in la'netİne muhatap olma tehlikesini düşerler. Kimden gelirse gelsin,sünnete muhalif olan ve sünnetle çelişen görüşleri terkedip sünnete uymanın şart olduğu sadece kendi düşüncemizin bir ürünü değildir. Bilakis biraz sonra ortaya konulacağı gibi mezheplerine ittibâ olunan müctehit imamlann tamamının vasiyyeti de böyledir. Ancak şunu da hemen belirtelim ki, bizim burada bu açıklamalarla hiçbir kimseyi tâbi olduğu mezhebinin görüşlerini kendi başına sorgulamaya, sünnete uyup uymadığını kontrol etmeye ya da onlan terkedip doğrudan doğruya Kur' an ve sünnetle amel etmeye çağırmak gibi bir niyyetimiz asla söz konusu değildir. Zira bunu yapabilmek için herşeyden önce Kur'ân'ın dili olan Arapça'ya hakkıyla vâkıf olmak, Kur'an ve sünnetle ilgili temel islamî ilimler yanında 'Usûl-ü Fıkh' alanında yeterli donanımı hâiz bulunmak ve ayrıca doğru bir anlayış ve iyi bir takdir gücüne sahip olmak gerekir. Bu ise bütün müslümanlara nisbetle imkansız bir şeydir. Herkesin din işlerinde âlim olması düşünülemeyeceği gibi, prensip olarak Kur'an da böyle birşey teklif etmemiştir. Nitekim Allah Teâlâ zımnen bu hususa dikkat çekerek "Mü'minlerin hepsinin toptan sefere çıkmaları doğru değildir. Onlardan her topluluktan bir grup dinde fıkıh sahibi olmak ve kavimleri döndüklerinde onları inzâr etmek için geride kalmalıdır.157 buyurmuştur. Bu âyet-i kerime bütün müslümanlann din tahsili yapmaya yönelmesinin mümkün olamayacağı; belki aralarından bir taifenin bu vazifeyi üstlenip sonra da din kardeşlerinin tâlim ve tedrisiyle meşgul olmaları gerektiği hususunda açık bir nastır. Şayet dînin fürûî meseleleri hususunda bütün müslümanlann derin anlayış sahibi, yâni fakih olmaları mümkün veya arzu ediliyor olsaydı Allah Teâlâ bunu, bu şekilde emretmezdi. Zira Allah Teâlâ'nın bu hitabı, hem bir milletin savaş zamanında dahi ilmi faaliyetlerini sürdürmesini, hem de onlardan dâima ilimle uğraşacak, sâdece bir zümrenin görevlendirilip bu işe tahsis edilmesini öngörmektedir. O halde bir milletin tamâmının, toptan sefere çıkması gerekmediği gibi, hepsinin din işlerinde ihtisas sahibi olması da gerekmiyor, demektir. Ama âyetle, her milletten de mutlaka bir zümrenin bu vazifeyi üzerine alması kifâye olmak üzere farz kılınıyor. Buna göre cemiyyet içerisinde dîni konularda ihtisasa çalışan ve dînî meselelerin çözümünü üzerine alan bir sınıf varsa bu sorumluk diğerlerinden kalkmış olur. Ancak hiç kimse yoksa o zaman bütün cemiyyet bundan mes'ul duruma gelir. 158

    Allahu Teâlâ bütün mü'minleri Ku'ran ve sünnete uymaya çağırırken bu hususta âlimleri referans olarak gösterip "eğer bilmiyorsanız ilim ehline sorunuz." (Nahl, 43-Enbiya,7) buyurarak, Kur'an ve sünnetle amel etmenin yolunu ortaya koymuştur. Bu hitap, şer'î hükümleri bilmeyen kimselere, ilim ehlinden, yâni bilen kimselerden sormaları için bir emirdir. Emrin en aşağı derecesi ise, ibâhe (mübahlık) ifâde eder. Bu durumda ümmî bir kimsenin âlimlerden sorması ve onların görüşleriyle amel etmesi mubah olur.

    Bu iki âyet birlikte mütâlâa edildiği zaman yukarıda ifâde ettiğimiz husus daha iyi anlaşılmış olur. Demek ki mü'minler Kur'an ve sünnete ulaşmak istediklerinde âlimlerle muhatap olacak, onların talimatlarına göre hareket edecek,âlimler ise direkt olarak Kur'an ve sünnete müracaat edeceklerdir. Aslında bu husus müstakil olarak ele alınıp incelenmesi gereken başlı başına bir inceleme konusudur. Ve günümüzde böyle bir inceleme mahsulüne şiddetle ihtiyaç vardır. Fakat burada konumuzun hacmi buna müsait değildir. Burada öz olarak söyleyebileceğimiz şey, ilmî ehliyete sahip olan kimselerin doğrudan Kur'an ve sünnete müracaat ederek onlarla; diğer müslümanlann ise, ilmî ehliyeti hâiz, îtikâdı sağlam, ilmiyle âmil, basiret sahibi ve takva ehli olan âlimlere sorup onlann görüşleriyle amel etmekle sorumlu olduklandır.

    Bu âlimler geçmişte yaşayan kimseler olabileceği gibi hayatta olan kimseler de olabilir. Yeter ki bu vasıflan taşıyor ve görüşleri Kur'an ve sahih sünnetle birebir örtüşüyor olsun... Aksi halde sahibi kim olursa olsun, Kur'an ve sünnete aykın düşen görüşlerle amel edilmesi caiz değildir. İşte bizim baştan beri söylemek istediğimiz şey budur. Yoksa içtihada ehil olmadığı halde her müslü-mandan süneti baz alarak mezhebinin görüşlerinin sağlamasını yapmasını ya da direkt olarak Kur' an ve sünnetle amel etmesini istemek değildir. Rahatsızlığı olan bir kimseye tedâvî olmasını önermek başka, kendi kendisini tedâvî etmesini söylemek başka bir şeydir. Bu hususu böylece vurguladıktan sonra şimdi konuyla ilgili müctehit imamlann tavsiyelerine geçebiliriz.159

     

    Kaynak: DEVLET SİYASET İBADET ÜÇGENİNDE CUMA NAMAZI / YAZAR: RECEP ÇETİNTAŞ

     

    Diğer sorularınıza peyderpey vaktim elverdiğince cevap vereceğim inşallah...


  6. Seviyeli bir tartışmayı huzur ile sukunetle okuyordum. Ta ki şu adamın ismi zikredilinceye dek. Ahh! Ebu Zerr bize getire getire bu adamı mı misal getirdin. Diline pelesenk olmuş taassup mefhumunu her yerde olduğu gibi burada da tekrar ber tekrar hatırlatarak bizlere bıkkınlık ve yılgınlık getirdin. Yani bizi bu taassup kelimesine boğarak bezdirdin.Çıkar lügatından bu mefhumu azad eyle zira senden çok sıkılmışa benziyor. Yeni bir fikrin empoze edilmesi yahut mürde gönüllerde yeni bir anlayışın inşa edilmesi için ve kendince zihnimizdeki istifhamların giderilmesi için bu yöntemi çok mu tesirli gördün. Ebu Zerr senin bu yaptığın iş çok tehlikeli bir iştir. Ve bu iş aşağısı uçurum olan bir yerde ip üzerinde parende atmaya benzer. Her an düşme tehlikesi ile karşı karşıyasın. Savunduğun fikrin babaları belki de cehennemin gayyasında feryad-u figan etmekteler.

     

    Allahın talihsiz bir kulu olmalıyım ki Yaşar Nuri ismini 1999 yılında İmam Hatibin orta ikinci sınıfında Kur’an-ı Kerim hocamızdan duydum. Pırıl pırıl bir şahsiyetti o. Kendisine hayran olmaktan başka bir yol bulumadığımız bu adam o tarihte gündemi sallayan kalemi keskin ve kavi olmasının yanı sıra gözü kara bir o kadarda hakikat aşığı. Sol cenahın kulakları sağır edecek kadar borusunun öttüğü ağırlıklarının ve gölgelerinin üzerimize düştüğü o demlerde avazı çıktığı kadar hakikati gürül gürül haykıran adam. İmam Hatiplerin kapatılacağı kararının ardından neredeyse ayaklarımıza kapanacak kadar kendini paralayan ve yapılan bu haksızlığa tahammül edemeyişinden ötürü bu zulmün ızdırabını hücrelerinde yaşayan adam.

     

    İşte bu adam zamanında bizi Yaşar Nuri’ nin öz kişiliği, karakteri, adamlığı hakkında bilgilendirmişti. Şöyle ki; Hocamız 95’li yıllarda bir eser telif etmiş zamanın akademisyenleri tarafından çok hacimli görülen bu eser takdir ve kabul görmüş ve bazıları bu eserden alıntı yaparak kaynak göstermiş ama Yaşar Nuri, hocamızın eserinden alıntı yaptığı halde bunun kaynakçasını göstermemiş sayfa adedini tam hatırlayamayacağım yirmi sayfalık bir araştırmayı alın terini kendisine mâl etmiş. Göz göre göre kul hakkına tecavüzün daniskasıdır bu. Başka izahı olabilir mi? Şimdi o adamdan misaller getirene şefkat nazarıyla bakamayacağım ve bir eserde bu terbiyesizliği yaptığı için bunu bütüne mal edip pire için yorgan yakacağım. Bize müsvette şahsiyetlerden beş paralık adamlardan misal getirmeyin ve kaale almamızı beklemeyin! Bu hüküm sadece hocamızın anlattıkları ile ortaya çıkmamıştır. Beş vakit namazı üç vakit olarak kabul etmesi ve anlatması, Kuran'a olan hürmetsizliği, İmamı Azam Hz. kendi zaviyesine göre anlaması ve anlatması, hadisleri reddetmesi daha bir çok sapkınlığa mahal verecek hal ve davranışlarda bulunması ile ortaya çıkmıştır.

     

    Bir milletvekilinin seçiminde o vekile itimat edilmesi için geçmiş de yaşadıkları ne kadar ehemmiyet arz ediyorsa din adamları için bu durum daha vahimdir ve daha da hassastır. Birisi dünyevi istikbaliniz için ehemmiyet arz ederken bir diğeri ahirete müteallik meselelerde yön tayin eder ve akıbetimizi belirler. Söyledikleri ile amel etmeyen insanlara biz itibar etmeyiz isterse sırtında ordinaryüs yaftası ile dolaşsın. Kitap yüklü merkep kefesine koyar ait olduğu çöplüğe onu itekleriz. Ehli sünnet alimlerine mugayir her hal ve hareket aynı muameleyle tabidir.

     

    Artık şu meseleye gelelim ve sizin sözlerinizle girizgah yapalım,

     

    “Kitabı okuduğunuzda, kitaptaki delilleri ve alıntıları incelerseniz Buhari ve pekçok alimin İmamı Azam'a o kadar ağır ithamlarda bulunduğunu görürsünüz ki "İmamı Azam'a keşke sadece güvenilmez adam deselermiş" dersiniz.”

     

    Durum o derecede vahim yani. Kim bilir o bilgiler alıntılar nereden hangi zihniyetteki şahısların eserlerinden devşirilmedir. Müsteşriklerin, Masonların ve localarının, Siyonistlerin fitneye sebebiyet vermek için yüzlerce eseri piyasaya sürdükleri malumumuz. Kaynak olarak bunlar tercih edilmişse kimin taassup içerinde hareket ettiği gün yüzüne çıkacaktır. Öncelikle şu bilinmelidir ki İmam-ı Azam R.Aleyh Gufran Hazretlerinin ismi desturla anılmalıdır. Büyük bir feraset ve takva sahibi olan imamımız herhangi bir şahıs muamelesine tabi tutularak avam seviyesine indirgenmemeli hele hele insanı şirazeden çıkaracak yakıştırmalarla “güvenilmez adam deselermiş” bu daha da yeğmiş gibi sözler sarfedilmemelidir. Kimden bahsediyoruz biz? O ulvi insanı tenzih ederim sarı çizmeli Mehmet ağadan bahsetmiyoruz kendimize gelelim kardeşim.

     

    Size ömrümüz vefa ettiğince, değil bir ay bin ay daha tahammül ederiz ancak sadece polemiğe zemin hazırlar ve bizi gereksiz yere cedel ilminin bataklığına çektiğinizi anlarsak hakkınızda hiç hayırlı olmaz. Bunu tehdit olarak değil de temkinli hareket etmenizi ihtar eden bir söz olarak kabul edin.

     

    Selam ile...

    • Like 1

  7.  

    Öncelikle belirtmek gerekir ki, Filistin'de yaşanan olaylar bir Arap-İsrail Savaşı'ndan çok daha öte anlamlar ifade etmektedir. Filistin her üç İlahi dinin mensuplarının bir arada, huzur içinde yaşayabilecekleri, ibadetlerini diledikleri gibi yerine getirebilecekleri bir toprak olmalıdır.-

     

     

    İslam dini haricinde hiç bir din ilahi değildir orada atıfda bulunulan dinler yani hiristiyanlık ve musevilik batıldır. İlahi olma ulviliğinden uzaktır. Beşerin sayesinde bu dinler ifsad edilmiştir. İlahi olarak telaffuz edilmesi sakat bir anlayışın göstergesidir.


  8. bu konuda takdir edilecek birileri varsa o da bayanlar...çok şükür alakamız yok futbolla...rahatız...smile.gif

     

    Göreceli bir konu sanırım. Bazı bayanlarda bu sporun sadece erkeklere mâl edilmesinden yana oldukça rahatsız. Hem sporun cinsiyetimi olurmuş! . :) Evet, futbol erkekleri hakimiyeti altına almış bir zafiyet sebebi olabilir ama bayanlar da sütten çıkmış ak kaşık değiller. Onlarda tamamen dizikolik olmuşlar. Vasati kırk diziyi hıfzetmişlerdir. Herhangi bir dizi sorsanız en büyüğünden en küçük karakterine kadar bilirler. Hani gelin erkeklerin ve bayanların zafiyetlerini kıyasa tabi tutalım desem sizi temin ederim erkeklerin zafiyetleri bayanlara nispeten devede kulak kalır. :)

     

    Şu sözde iddiamıza dolaylı yönden payanda olacak değerde bir söz; "Biz bayanlar maç tutkunu değiliz belki ama bizi de yarı yolda bırakan bizlere has zaafiyetlerimiz var. İstersen sıralamayayım ha. :)"


  9. Keser döner sap döner gün gelir hesap döner.

     

    Dündar twitter'da dalga konusu oldu.

     

    Dün akşam TV8’de Okan Bayülgen’in sunduğu Kral Çıplak programa konuk olan Uğur Dündar, kimsenin kendisine iş vermediğini belirtti. Konu sosyal medyanın öncelikli gündem maddesi oldu. Sosyal medyada Dündar'ın açıklamaları ciddiye alınmazken, birçok kişi mizah malzemesi yaptı.

    Bir twitte, “Binlerce faali meçhulün ve işkencelerin yaşandığı 90'larda fırın basan Uğur Dündar'a muhalif gazeteci demeyin hem ekmek hem Allah çarpar” ifadeleri kullanılırken başka bir kişi de şu yorumu yaptı; “Uğur Dündar, şutlandı diye 'muhalifler susturuluyor' diyorsunuz da bu adamı susturmak isteyen tek bi cenah vardır; onlar da hamamböcekleri

     

    Dündar programda haber sunacak kanal bulamadığını belirterek, işsizlikten de yakındı.

     

    STAR'IN REYTİNGLERİNİN DÜŞMESİNDEN MUTLU

    Star Haber’den ayrıldıktan sonra reytingilerin düşmesine sevindiğini söyleyen Dündar "Bu da halkın demokratik tercihidir, protesto hakkıdır. Ben çok mutluyum." dedi.

    Sansüre karşı tavır aldığını belirten Dündar, Tansu Çiller’in peşine maliye ordusu taktığını, Doğan Güreş’in kendisi hakkında ‘divanı harbe veririm’ dediğini, Ayhan Çarkın’ın kendisi hakkında ‘infaz kararı alındığını’ söylediğini belirtti.

     

    KILIÇDAROĞLU YERİNE DÜNDAR

    Deniz Baykal'ın İstanbul Belediye Başkan Adaylığı konusunda kendisine teklif getirdiğini öne süren Uğur Dündar "O görev Deniz Baykal döneminde Kılıçdaroğlu’ndan önce bana teklif edilmişti” dedi.

    Teklifi hiç düşünmeden geri çevirdiğini söyleyen Uğur Dündar, hiç bir zaman siyasete atılmayı düşünmediğini ve gazetecilik görevini objektif bir şekilde yapmaya çalıştığını, bu nedenle iktidarların hedefi haline geldiğini de sözlerine ekledi.

    Uğur Dündar’ın bu açıklamaları sosyal medyada büyük yankı buldu. Uğur Dündar twitter’da en çok konuşulan konuların başında gelirken, muhafazakarı da ulusalcısı da Dündar’ı sert bir şekilde eleştirdi.

    Uğur Dündar’la ilgili sosyal medyada çok sayıda mesaj yayınlandı. Mesajların büyük bir kısmı eleştirel olurken, Dündar’ı savunan çok az sayıda meaj yazıldı.

    Üniversiteye girişlerde uygulanan farklı katsayı uygulamasının kaldırıldığı güne denk gelmesi de twitter mesajlarının temeli olurken, kullanıcılar Dündar’a ‘İmamhatiple aynı gün TT olmak nasıl bir duygu?’ sorusunu yöneltti.

     

    İşte twitter’da Dündar’la ilgili yazılan masajlardan bazıları:

    faikcelikoflu faik çelikoğlu

    Aranızdan birisi Uğur Dündar'a iş versin de sağda solda ağlayığ, dilenmesin o karizmasıyla. Bunun tam zamanı.

     

    okayahmet ahmet okay

    Uğur Dündar İmam hatip ve imam hatipliler le aynı anda #tt olmak nasıl bir duygu ?

     

    tugceetogan Toochee

    Kesin Uğur Dündar hamam böceklerinin ahini aldığı için bunlar basına geldi... Oysa ne umutlarla gelmişti hamam böceği o muzun icinde...

     

    ResulSenses Resul Şenses

    Uğur Dündar, işsiz kalmış, yaşı kaç acaba... haa bu arada emeklilik yaşı kaç?

     

    DrSegulAy Ayşegül Erkaymaz

    Uğur Dündar dede olmayaydı biz hamam böceklerinin muzların içinde Afrika'dan ülkemize göçen bir mülteci olduğunu asla öğrenemeyecektik.

     

    DUMANSMAL İSMAİL DUMAN

    Uğur Dündar da ucu kendine değdiği zaman bağırıyor ozaman neden ses çıkaramıyordu geçmiş olsun....

     

    Medariiftihar MED

    Binlerce faali meçhulün ve işkencelerin yaşandığı 90'larda fırın basan Uğur Dündar'a muhalif gazeteci demeyin hem ekmek hem Allah çarpar:)

     

    yalcinkundera Yalçın ÖZTÜRK

    Dün e kadar onlarca solcu-kürt yazar gazeteci içerdeyken, gözaltında öldürülürken Uğur Dündar ne yapıyordu?eşek eti peşinde koşuyordu...

     

    Burak_Ozyigit Burak Ozyigit

    Uğur Dündar, şutlandı diye 'muhalifler susturuluyor' diyorsunuz da bu adamı susturmak isteyen tek bi cenah vardır; onlarda hamamböcekleri !

     

    elifravza Elif Ravza YILDIRIM

    Korkunç gözlerindeki "küçük dilimi yuttum" ifadesiyle ekranların tek gözlerine inanamayan gazetecisi Uğur Dündar sen sus da gözlerin konuşsun

     

    ersinceliq Ersin Çelik

    Katsayı kaldırıldı. Ortalık 7 sene sonra imam hatipli doktor dolacak ve 75 yaşındaki Uğur Dündar yeni bir testis haberiyle ekranlara dönecek :)

    (Haber 7)


  10. barla.jpg

     

     

    'Allah'ın Sadık Kulu: Barla' rekora koşuyor

     

    Türkiye, Bediüzzaman Said Nursi'nin çile ve mücadele dolu hayatının bir bölümünü anlatan Allah'ın Sadık Kulu: Barla filmine büyük ilgi gösterdi.

     

    Türkiye'nin ilk uzun metrajlı animasyon filmi olma özelliğini gösteren Barla, 19 günde 1 milyon 11 bin 995 izleyiciye ulaştı. Senaryo ve animasyon kalitesi ile göz dolduran "Allah'ın Sadık Kulu: Barla"nın 3 hafta olarak öngörülen vizyon süresi birçok ilde yoğun ilgi sebebiyle uzatıldı, seans sayıları da artırıldı.

     

    Film halihazırda gösterimdeki yapımlar arasında 1. sırada. Türkiye'de gişe rekorları kıran filmler sıralamasında da ilk 10 içerisine girdi. İlerleyen günlerde zirveyi zorlaması bekleniyor. Filmin yapımcılarından Fatih Gök, halkın filme gösterdiği ilgiyi kendileriyle de paylaştıklarını söylüyor. Gök, "Unuttuğumuz, mazide kalan bir devrin, tarihî bir dokümanın gözler önüne serilmesi, hatırlatılması adına çok tebrik aldık." diyor. Özellikle kadınların Risale yazımının bu kadar içinde olması ve Üstad'ın kız çocuklarına verdiği değerin dikkat çektiğini dile getiren Gök, "8 yaş altı çocuklardan dahi tahminimizi aşacak şekilde olumlu değerlendirmeler aldık. Bu kadar olumlu tepki bizim için de şaşırtıcı oldu. Animasyon deyince çocuk filmi gibi algılanmasının bu filmde doğru olmadığı gözlenmiş oldu." ifadelerini kullanıyor.

    • Like 2

  11. 2011 yılı içerisinde kullanılan ve muhtemelen en çok kırılan hesapların şifreleri açıklandı. Eğer siz de bu listedeki 25 şifreden birini kullanıyorsanız hesabınız büyük tehlikede!

     

    Mobil alanda güvenlik hizmeti veren SplashData firması, ürünleri aracılığıyla yaptığı araştırma sonucu 2011′de kullanılan ve en çok kırılan hesapların şifrelerini açıkladı. En kolay bulunabilecek 25 şifre diye yayınladığı listede hakikaten kolay şifreler var. Özellikle şifre koruması olan bir bilgisayar ya da cihaz başına geçtiğimizde bizim de denediğimiz şifreler var.

     

    Bizim tavsiyemiz, eğer bu 25 şifre içinde sizin de şifreniz varsa hemen değiştirin. Yoksa başınız her an derde girebilir. Şifrelerin kolay olmasını istemeyen birçok firma kullanıcılarına şifrelerini değiştirmelerini ve şifre belirlerken de bazı kirterlere dikkat etmelerini istiyor. Bu sene Apple ve Sony, böyle bir kural uygulamaya sokarak kullanıcılarını korumaya çalışıyor.

     

    İşte kırılması çok kolay olan 25 şifre

    • password
    • 123456
    • 12345678
    • qwerty
    • abc123
    • monkey
    • 1234567
    • letmein
    • trustno1
    • dragon
    • baseball
    • 111111
    • iloveyou
    • master
    • sunshine
    • ashley
    • bailey
    • passw0rd
    • shadow
    • 123123
    • 654321
    • superman
    • qazwsx
    • michael
    • football


  12. Eski savcı Gültekin Avcı'dan, Kozinoğlu'nun şüpheli ölümüyla ilgili, bir suikast tekniğini aktardı. Yapılan yorum ise şu: 50 savcı ve adli tabip gelse ölüm sebebini bulamaz!

     

    Öldürme teknolojileri ve Kozinoğlu

     

    Yıl 2004.

    Cumhuriyet Savcısı olarak görev yaparken, saygı duyduğum 50 yaşlarında siyasal menşeli bir istihbaratçı ağabeyimle bir mevkide hasbıhal ediyordum.

    Konuşurken ona "Bir kitap yazma hazırlığı içindeyim" dedim. (Bu kitaptan sevenlerimin yoğun ısrarları üzerine vazgeçtim.)

    İnfialle bana dedi ki:

     

    -"Sakın ağabeycim, böyle bir şey yapma!"

    Israrla sebebini sorduğumda fevkalade müteessir bir şekilde şöyle dedi:

    -"Yapma! Bak sen savcısın. Farklısın. Seni bir gece görev yaptığın yerden bir ekip alır. İl merkezinde ..... mevkiinde bir yapı var. Oraya götürürler."

    (Orayı hatırladım.)

    -İşte orası Batı Çalışma Grubu'nun sorgu merkezidir. Seni sorgularlar. Sonra da diğer kimyasalları bir tarafa bırak en basitinden ..... dedi ve sustu.

    Yüzünde "bunu söylemeli miyim" kararsızlığını izhar eden derin çizgiler belirmişti.

     

    Et haşlama suyu

     

    Heyecanla "Evet ağabey" diyerek devam etmesini istedim.

    -"Et haşlama suyunu bilir misin" dedi.

    Şaşırmıştım.

    "Evet" dedim.

    Devam etti.

    -"Sorguladıktan sonra beline et haşlama suyu şırınga ederler. 50 tane savcı ve adli tabip gelse ölüm sebebini bulamaz!"

    Şoke olmuştum.

    "Böyle mi ve hâlâ mı" diye sordum.

    Başını öne eğdi.

    4-5 yıl önce yayınlanan Genelkurmay Cumhuriyeti isimli kitabımda mevcut bir hatıraydı bu.

    Yüzlerce ölüm şekli ve ceset inceleyen birisi olarak "otopside bulgu vermeyen" böyle farmakolojik bir tasfiye operasyonunu hiç duymamıştım.

    Et haşlama suyu bele veya omuriliğe enjekte edildiğinde böyle bir etki doğurur mu bilmiyorum doğrusu.

    Ama kesin olan şu ki, öldürme teknolojileri bilimin ve istihbaratın gelişmesine paralel ilerliyor.

     

    Adli mekanizma istihbarattan geridedir

     

    Şunu unutmayın.

    Teknolojik bir gelişme halkla paylaşılıyorsa, istihbarat teknolojisi onun en az 10 yıl ilerisindedir.

    Bilimsel alanlardaki tüm teknolojiler öncelikle askeri ve istihbari tezgâhtan geçerler.

    Derin yapıların tümü de istihbarat teknolojisiyle kucak kucağadır.

    Merhum Prof. Haluk Nurbaki, faks cihazının icadıyla halkın kullanımına sunulması arasında insan ömrü kadar bir zaman dilimi vardır diyordu.

    Komplo teorisi falan değil.

    1974 yılında bilim adamı Kaznacheyev, ölümün uzak bir mesafeden ultraviyole ışınlarının nakledilmesiyle gerçekleştirilebildiğini ispatladı.

    Yine aynı yıl Çek mühendis Robert Pavlita, böcekleri uzak bir mesafeden (1000 km) psikotronik cihazlarla öldürebildiğini gösterdi.

    CIA, Pavlita'nın çalışmalarıyla ilgili rapor da hazırladı.

    Dikkatinizi çekerim yıl 1974.

    Bunları anlatırken Kozinoğlu bu şekilde bir operasyona maruz kaldı demiyorum.

    Ama otopside bulgu vermeyen kimyasal maddelerin varlığı bir hakikatse, Özal ve Kozinoğlu'nun ölümü kaçınılmaz olarak farmakolojik tasfiye operasyonunu düşündürür.

    Gerek elektromanyetik dalga harekâtı, gerekse ileri seviyede farmakolojik operasyonlarla yapılan tasfiyeleri çözebilecek bir adli teknolojimiz yok.

    Kozinoğlu, özel harp geçmişiyle, MİT'teki ve devletteki Ergenekon/mafya networkunu çok yakından tanımasıyla Oda soruşturmasının en kilit adamıydı.

    Yalçın Küçük ve Soner Yalçın'dan çok daha önemli bir adam.

    Taşıdığı derin sırlarla Balyozcular'dan da kritik bir adam.

    Bunlara bir de duruşmaya 10 gün kala ölmesini eklediğinizde şüphelerin yoğunlaşması kaçınılmaz oluyor.

    Kozinoğlu'nun konuşması, en az 1, belki 2 Ergenekon iddianamesi daha demekti.

    En önemlisi Ergenekon'un hâlâ diri olan askeri istihbarat ayağının çökmesi demekti.

    Ama ileri yaşlarda psikolojik çöküntüyle ağır ve uzun süreli spor faaliyeti birleştiğinde enfarktüsün gelişebileceği adli tıbbın gerçeklerinden biri.

    Hatırlarsanız Ergenekon tutuklusu Levent Ersöz'ün kanında, 'et yiyen virüs'ün tespit edilmesini önleyen ve kalp krizine neden olan ilaç kalıntıları bulunduğu belirtilmişti.

    Bu en azından bulgu veren bir kimyasal.

    Sonuçta klasik otopsi sonucu yapılan organ analizlerinde bir şey çıkmazsa, Kozinoğlu'nun ölümü de "acaba" sorularıyla tarihteki yerini alacaktır.

     

    Kaynak


  13. Hacegan, doğru ve güzel yazmışsın.

     

    Sosyal ağlar, doğru kullanılmadığı müddetçe insan karakterini yozlaştırıyor. Diğer taraftan geniş kitlelere hitap etmesi sebebiyle ciddi bir insan potansiyelini buradan güdüleyebiliyorsunuz. Örneğin Libya'da ayaklanmalara neden olan ilk kıvılcımın facebook ve twittwer kanalıyla gerçekleştirildiği saptanmıştır. Uzun vadeli baskılarla ve yönlendirmelerle halkı galeyana getirmeyi başarmışlar. Sonuç? Otokrasi out, demokrasi in. Face, bizde kültür erozyonuna sebep olurken, başkaları da farklı amaçlar için kullanmış.

     

    Facebook kullanıcılarının çoğunluğunu gençler oluşturuyor ve bu çoğunluğu dizginleyici yada yön verici herhangi bir denetleyici mekanizma yok. Dolayısıyla herkes başına buyruk ve netice lakayıt bir ortam. Tehlikeyi sezinleyen yetişkinler müdahele etmeli geriden geriden takibat altına alarak gençleri kanalize etmelidirler. Burada ebeveynlere çok fazla görev düşüyor, çünkü doğruyu yanlışı ayırt etme inisiyatifene sahip olmayan ve başıboş bırakılan çocuklar, ortam gereği hertürlü haltı karıştırabiliyorlar. Azami ölçüde dikkat edilmesi lazım.

     

    Facebook'u 21. yy.da olağanüstü bir buluş olarak nitelendirebilirsiniz, kimileri için vazgeçilmez. Bir enterasan yönüde bak bu yorumu yada paylaşımı Ahmet, Mehmet, Sinan falan filan beğendi hadi sende beğen kuzum diye psikolojik baskı yapıyor site. :) İnsanların merak duygularını paraya çeviren sektör halini almıştır sosyal paylaşım siteleri istem dışı alet oluyoruz yani. :)

     

    Sulu şakaların yapıldığı hertürlü geyiğin döndüğü, asparasgas haberlerin cirit attığı insanların birbirlerine karşılıklı söyleyemediği sözlerin en afillisinin söylendiği, beğenilmesi için sözler onlara ait olmasada paylaşılan sözlerin altına NFK,Mevlana,YunusEmre, gibi değerli büyüklerin isimlerinin yazıldığı ve bütün bu olup bitenlerin sıradanlaştığı kim kime dum duma bir ortam.

     

    Seviyeyi düşürmek istemezdim ama Recep İvedik'in Facebook tespiti yüzde yüz doğru çıktı. :)


  14. Nihat Genç'i yakından tanıyalım. İlk çıktığı dönemlerde dikkatleri üzerine çeken ve takdir edilesi çizgisini muhafaza edemeyerek puruvadan çıkan Genç, çakılmanın eşiğinde irtifa kaybetmeye devam ediyor. Gün geçtikce yada konuşdukça batıyor demek daha doğru olacaktır.

     

    Nihat Genç'in Bittii An

     

    İnsan kıymet verdiği bir yazarın perişan hallerini görünce içi burkuluyor. Ne yazacağını, hangi kelimeyi nereye koyacağını bilemiyor. Noktayla virgülün yerini bile zihninde iyice oturtmaya çalışıyor. Zihninde iyi bellediği bir kalem erbabının çukurlara düşüşünü kabul etmek kolay olmuyor.

    Kimden mi bahsediyorum? Nihat Genç'ten elbette... Savrula savrula nereye gideceğini bilemeyen, kendi özünü yitirmiş bir zavallıya dönüştü Nihat Genç.

    Bu görüşümü Nihat Genç'in fikirlerinden ya da yazdıklarından ötürü söylemiyorum. Deli bir adamdır Nihat Genç. Aklına geleni pat diye söyler. Hesap kitap bilmez. Aklı, mantığı, vicdanı ve ruhu vardır. Daha doğrusu varmış. Artık olmadığı net bir şekilde görülüyor.

    Akşam yazarı Nagehan Alçı bir programda, "Atatürk diktatördü" dedi diye, aşağıdaki sözleri Türkiye'nin en karanlık sitesinde yazabildi. "Bayramlık kırmızı kız çocuğu ayakkabısına benzeyen suratıyla, Nagehan Alçı denen kadın, her akşam TV’lerde, her akşam. ‘Taze gelinim’ senin evin yok mudur diye sormaz mı kayınvaliden cicibaban. Milletin ağzı torba değil ki büzesin, her Allah’ın akşamı TV’lerdesin, bak buradan söylüyorum yarın bir gün hamile kaldığında, konu komşuyu kesinlikle inandıramazsın bebeğin kocandan olduğunu…"

    Bu satırlar cinayet sebebi olabilir. Ve cinayeti işleyen kişi nefs-i müdafaadan yırtar. Nihat Genç'in bittiği an bu andır. Şimdi kendinizi Nagehan Alçı'nın eşinin yerine koyun. Biri eşinize bu lafları dese ne yapardınız? Sakın kalkıp da bana hiçbir şey yapmazdım demeyin, çünkü yapardınız. Televizyonlarda, gazetelerde ahlâk, namus, dürüstlük konusunda herkese ders vereceksin, sonra da bir kadın gazeteciye böyle pervasız sözler söylemekten imtina etmeyeceksin.

    Eskiden olsa, "Olmadı Nihat Genç" derdim. Artık oldu, diyorum. Çünkü kendini kaybetmiş bir figüre dönüştü Nihat Genç. Merkez medyada kendine yer bulamayınca çılgına döndü.

    Merkezden kopunca marjinal olma hali bu olsa gerek. Vakti zamanında "Yahu bu Yenişafak ve diğer sağ tandanslı gazeteler bir kere bile olsun gel yaz demediler" diye dert yanıyordu. Bir günlük gazetede yazı yazmak için çok yırtındı. Bir ara Akşam'da böyle bir şans buldu da, ama orada da tutunamadı.

    Zamanında ben bile kendi kendime, "Nasıl olur da Nihat abiye yazı yazdırmıyorlar" diye sormuştum. Meğer onu benden daha iyi tanıyorlarmış. İyi de etmişler.

    İşin bir de Odatv boyutu var. Malum çok yazdık, çizdik. Soner Yalçın bu ülkenin karanlık gazetecisi ve sahibi olduğu odatv kirli tezgâhların üretildiği bir yapı. İnsanlar bu siteden her gün karalandı, aşağılandı. Darbe planları hazırlandı, İsrail'le bile işbirliği yaptılar. Bu kadar gözü dönmüş insanlar bunlar.

    Ve Nihat Genç hâlâ anlam veremediğim bir şekilde Soner Yalçın ve şurekasını destekliyor. Yahu bu adamlar her haltı yemiş, o yüzden cezaevinde tutuklular. Kolay kolay da gün yüzü göremeyecekler. Bu kadar mı kendini kaybettin Nihat Genç, bu kadar mı?

    Hadi Ergenekon'a yalan dedin, Balyoz darbe planı uydurma dedin, peki hangi akla hizmet Odatv iddianamesine polislerin tezgâhı diyebildin?

    Oğuz Atay bu ülkenin en büyük yazarlarından biri. Sağlığında kıymeti bilinmedi. Kitapları değer bulmadı. Oğuz Atay dertlendi buna, ama hep içine attı. Sonunda beyninde çıkan ur yüzünden 43 yaşında hayata gözlerini yumdu. Çünkü o aydındı. Kimseye pislik atmadı, halkı aşağılamadı, kirli oyunların parçası olmadı.

    Gerçek entelektüel Atay'dı, ama dönemin entelejansiyası onu yok saydı. Tıpkı Kemal Tahir'i, İdris Küçükömer'i yok saydığı gibi. Ama bugün herkes Atay'ı, Küçükömer'i, Tahir'i büyük bir minnetle anıyor ve kitaplarını yutarcasına okuyor.

    Sen bu şansı kaçırdın Nihat Genç. Aklını, duygunu, özünü kaybettin. Sırf Atatürk diktatördür dedi diye, bir kadın gazeteciye ağza alınmayacak laflar ettin. Belki de kasıtlı yaptın. Bilemiyorum.

    Ancak birçok sevenin gibi bu satırların yazarını da kaybettin. “Amerikan Köpekleri”, “Karanlığa Okunan Ezanlar” gibi kitapları yazan sen, gittin darbecilerle, cuntacılarla, leş kargalarıyla arkadaşlık ettin. Millete düşman olanlarla dost olunmaz. Her gün ar dersleri veren birinin şimdi ar dersine ihtiyacı olması çok acı.

    Hakan Albayrak senin için, "Mahalleye dönmesini bekliyoruz" demişti. Artık dönsen de mahallede sana yer yok. Yazık, çok yazık.

     

    Kaynak

    • Like 1

  15. Libya'da Bir Devrin Sonu: Kaddafi Öldürüldü

     

    Libya'nın devrik lideri Muammer Kaddafi'nin öldüğü bildirildi. Ulusal Geçiş Konseyi'nden bir üst düzey askeri yetkili, bugün Sirte'de ele geçirilen Kaddafi'nin aldığı ağır yaralar nedeniyle öldüğünü söyledi.

     

    Libya'nın devrik lideri Muammer Kaddafi'nin bir konvoyla Sirte'den kaçmaya çalışırken NATO uçakları tarafından vurulduğu öne sürüldü. Libya Milli Geçiş Konseyi yetkilileri, yoğun ateş altındaki konvoyda bulunan Kaddafi'nin bacaklarından ve başından yara aldığını, daha sonra da hayatını kaybettiğini bildirdi.

    Kaddafi'nin oğlu Mutassım ve üç üst düzey yetkili de yakalandı

    Libya'da Sirte'de düzenlenen operasyonda Kaddafi'nin oğlu Mutassım'ın da ele geçirildiği bildirildi. Libya televizyonu "Özgür Libya", Sirte'deki operasyonda Mutassım Kaddafi'yle birlikte iç güvenlik servisi şefi Mansur Dau ve Libya istihbarat servisi şefi Abdullah Senussi'nin de yakalandığını duyurdu. Operasyonda ayrıca, Kaddafi rejiminin savunma bakanı Ebubekr Yunus Cebir'in de öldürüldüğü bildirildi. Kaddafi'nin sözcüsü Musa İbrahim'in de ele geçirildiği UGK yetkilileri tarafından açıklandı.

     

    ÜLKEDEKİ OLAYLARIN GELİŞİMİ

    Ulusal Geçiş Konseyi'nin bir yetkilisi, Muammer Kaddafi'nin yaralı vaziyette Sirte'de ele geçirildiğini söyledi.

    Libya'da Muammer Kaddafi karşıtı gösterilerin başladığı şubat ayından bu yana olayların gelişimi şöyle oldu:

     

    15/16 Şubat: İnsan hakları savunucusu Fethi Tarbel'in tutuklanması Bingazi'de olayların çıkmasına neden oldu.

     

    24 Şubat: Hükümet karşıtı güçler, Kaddafi'nin askerlerini yendi ve kıyı kenti Misrata'nın kontrolünü ele geçirdi.

     

    26 Şubat: BM Güvenlik Konseyi, Kaddafi ve ailesine yaptırım uygulanacağını açıkladı.

     

    28 Şubat: AB ülkeleri Kaddafi'ye karşı yaptırım kararı aldı.

     

    5 Mart: Bingazi'de kurulan Ulusal Geçiş Konseyi (UGK), kendini Libya'nın tek temsilcisi olarak ilan etti.

     

    17 Mart: BM Güvenlik Konseyi'nde yapılan oylama sonucunda, Libya hava sahasında uçuşa yasak bölge ilan edildi ve sivillerin Kaddafi'nin ordusundan korunması amacıyla askeri harekat kararı alındı.

     

    19 Mart: Kaddafi güçlerine yönelik düzenlenen ilk hava saldırısıyla Kaddafi'ye bağlı askerlerin Bingazi'ye doğru ilerleyişi durduruldu ve Libya'nın hava savunma sistemleri hedef alındı.

     

    30 Nisan: NATO'nun Trablus'taki bir eve düzenlediği hava saldırısında Kaddafi'nin en küçük oğlu ve üç torunu öldü.

     

    27 Haziran: Uluslararası Ceza Mahkemesi, Kaddafi, oğlu Seyfülislam ve istihbarat şefi Abdullah El Senusse için insanlığa karşı suç işledikleri gerekçesiyle yakalama emri çıkardı.

     

    21 Ağustos: Muhalif güçler başkent Trablus'a girdi.

     

    23 Ağustos: Muhalifler, Kaddafi'nin Trablus'taki Babül Aziziye karargahını ele geçirdi ve Kaddafi yönetiminin sembollerini yok etti.

     

    29 Ağustos: Kaddafi'nin karısı, kızı Ayşe ve oğullarından ikisi Cezayir'e gitti. Ayşe Kaddafi sınırı geçtikten birkaç saat sonra burada bir çocuk dünyaya getirdi.

     

    1 Eylül: Libya'daki geçiş yönetimi, Paris'te ülkenin geleceğinin konuşulduğu bir konferansta dünya liderleriyle buluştu. İktidara gelişinin 42. yıl dönümünde Kaddafi, kendisini destekleyenlerden mücadeleye devam etmelerini istedi.

     

    8 Eylül: Geçiş yönetiminin Yürütme Kurulu Başkanı Mahmud Cibril, kendilerine bağlı güçler tarafından ele geçirlmesinin ardından ilk kez başkent Trablus'a gitti.

     

    11 Eylül: Libya, yeniden petrol üretmeye başladı. Nijerli yetkililer, Kaddafi'nin oğlu Sadi'nin ülkelerine geldiğini açıkladı.

     

    13 Eylül: Geçiş yönetiminin başında bulunan Mustafa Abdülcelil, başkent Trablus'ta yaklaşık 10 bin kişilik bir kalabalığa ilk kez hitap etti.

     

    15 Eylül: Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy ve İngiltere Başbakanı David Cameron Libya'yı ziyaret etti.

     

    16 Eylül: Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Libya'da Trablus ve Bingazi'yi zeyaret ederek, Libya'nın yeni yönetiminin temsilcileriyle görüştü. BM Güvenlik Konseyi, Libya'ya yönelik yaptırımları yumuşattı. BM Genel Kurulu, geçiş yönetiminin temsilcilerini, Libya'nın tek temsilcileri olarak gören bir karar aldı.

     

    20 Eylül: ABD Başkanı Barack Obama, ABD'nin Libya Büyükelçisinin Libya'ya döneceğini açıkladı.

     

    21 Eylül: Muhalifler, Kaddafi'ye bağlı güçlerin direniş gösterdiği 3 büyük kent olan Sabha'nın ele geçirildiğini duyurdu. Sirte ve Beni Velid'deki direniş devam etti.

     

    25 Eylül: Libya, aylar sonra ilk kez petrol sevkıyatına başladı.

     

    27 Eylül: NATO, UGK'nın ülkenin kimyasal silahlarının ve nükleer malzemelerinin tamamının kontrolünü sağladığını bildirdi.

     

    12 Ekim: Kaddafi'nin oğlu Mutasım, Sirte'den kaçmaya çalışırken yakalandı.

     

    13 Ekim: UGK güçleri, Sirte'nin "iki numara" denilen mahalle hariç neredeyse tamamen ele geçirildiğini duyurdu.

     

    Libya'da bir devrin sonu: Kaddafi öldürüldü

     

    14 Ekim: Kaddafi yanlıları ile UGK güçleri arasında başkent Trablus'ta çatışma çıktı. Yeni yönetim, Trablus'un alınmasından sonra başkentte ilk kez silahlı direnişle karşılaştı.

     

    17 Ekim: Kaddafi'nin son kalelerinden biri olan Beni Velid'in de düştüğü ilan edildi. Suriye'deki bir televizyon kanalı, Kaddafi'nin oğlu Hamis'in 29 Ağustos'ta yaşanan çatışmalarda öldüğünü doğruladı.

     

    18 Ekim: ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, Libya'ya sürpriz bir ziyaret düzenledi ve Kaddafi karşıtı güçlere birleşme çağrısı yaptı.

     

    20 Ekim: UGK güçleri, Kaddafi'nin memleketi ve son kalesi olan Sirte'ye iki aylık kuşatmanın ardından ele geçirdi.

×
×
  • Create New...