Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

omowale

Üye
  • Content Count

    31
  • Joined

  • Last visited

Posts posted by omowale


  1. Toprak olacak demesi benimde dikkatimi çekti. İnsan yaratıldıktan sonra böyle bir şey söz konusu olamaz. Zaten ayet var "her topluluğa bir uyarıcı gönderdik" diye. Allah c.c insan topluluğu yaratacak ve Peygamber göndermeyecek akli muhalif bir düşünce.

     

    "Peygamber indirmediğimiz kavme azab edici değiliz." ayeti var benim bildiğim. Demek ki bu ihtimal de var.


  2. O zaman İskender Pala tercih edilebilir. Mesela bir Katre-i Matem, Babılde Ölüm İstanbul'da Aşk. Yahut Cengiz Aytmatov'un Gün Olur Asra Bedel eseri sanırım dinlenmek adına ele alınabilir, sürükleyici edebi kıymeti olan eserlerdir.

    • Like 1

  3. Allah razı olsun. Gerçekten kesinlikle izlenmesi gereken harika bir video bu. Tarih'in, Osmanlı'nın yanlış bilinen doğrularının aydınlanmasında kilometre taşı mesabesinde bir tartışma programı olmuş.

     

    Prof. doktorun dediği, "Osmanlı'nın kanlı tarihi!"


  4. İnşallah güzel çalışmalara imza atarsınız arkadaşlar. Pek çok dernek, kuruluş kurulur. Önemli olan kalıcı olmak, önemli olan kalite kokan işler yapabilmek. Umulur ki şu gökkubbede kalıcı ve gönüllet fetheden işler başarırsınız. İşin en zor kısmı tamamlanmış, teşkilat tamam sıra aksiyonda.

     

    Allah yardımcınız olsun.

    • Like 2

  5. Gafiller ve Uyuşuklar!

     

    BUGÜN Türkiye'de namaz kılan, oruç tutan, kendini dindar sanan öyleleri var ki, bendeniz hayatım boyunca bunlar kadar gaflet ve uyuşukluk içinde olan başka bir topluluk görmemişim.

    Bunlar ve babaları hem sofu Müslüman geçindiler, hem de oğullarının bir kısmını subay, öğretmen, din görevlisi yetiştirmeyerek İslam'a zarar verdiler.

    Suriye Sünnîleri de aynı gaflete düşmüş, aynı hatâyı yapmış ve cezalarını çekmiştir ve halen çekmektedir...

    Zengin Hacı beyin çocuğu Robert Koleje, ardından tıp ve mühendislik fakültesine... Fakir tabakanın imkânsız ve rantsız çocukları İmam hatip mektebine... İşte bu kafa bizi bugünkü esaret ve rezalete mahkûm etmiştir.

    Müslümanların en zeki, en kabiliyetli, en istidatlı, en imkânlı erkek çocuklarının askerî okullara gidip subay olmaları, muallim mekteplerine gidip öğretmen olmaları, yüksek din tahsili yapıp din görevlisi olmaları gerekir.

    Subaylığı, öğretmenliği, din hizmetlerini küçümseyen bir Müslüman toplumun başına zillet, esaret, zebunluk, kölelik kara bir bulut gibi çöker.

    Yahu Allah'tan korkun!.. Sizin servetiniz var, kendinize değil, yedi sülalenize yeter. Niçin üç oğlundan birini subay, öğretmen, din hizmetlisi yapmadın?

    O mesleklerde para yok değil mi?

    Onların dünya prestiji ve itibarı az değil mi?

    Ya öyle mi?.. Al sana zillet, al sana esaret, al sana ezilmek ve tahkire uğramak!..

    Bu zihniyet şimdi ne yapıyor?

    Ne yapacak, yan gelip yatıyor.

    Artık eskisi kadar baskı ve zulüm yok ya, selamet sahiline çıktıklarını sanıyorlar.

    Gafiller!..

    Bugünkü sistem ve düzeni İslamî sananlar bile var.

    Gafletin böylesi...

    Bozuk düzenin haram rantlarını yiyenler haindir, merduttur.

    Tekrar ediyorum: Zengin, imkânlı, fırsatlı, rantlı kesimin çocuklarının en zekileri, en kabiliyetlileri, en istidatlıları subay, öğretmen, din hizmetlisi olarak yetiştirilmeliydi, yetiştirilmelidir.

    Onların her birine zengin ebedî Türkçeyi öğretmek için bir servet harcanmalıdır.

    Onlar mükemmel İngilizce bilmelidir.

    Onlar paralel ve alternatif bir eğitimle millî kültürü ve genel kültürü çok iyi öğrenmelidir.

    Onlar çok yüksek ahlaka ve karaktere sahip olmalıdır.

    Ordu, eğitim, Diyanet kadroları böyle vasıflı, faziletli, güçlü, üstün, ahlaklı ve karakterli, idealist elemanlarla doldurulmalıdır.

    Bunların aileden rantları olmalıdır. Devletten ayda iki bin lira maaş alıyorsa, aileden beş bir lira geliri olmalıdır.

    Bugünkü gaflete, atalete, plansızlığa, programsızlığa, umursamazlığa, vurdumduymazlığa, ufuksuzluğa bakınız.

    Bugünkü bozuk düzene iyi diyen şu dengesizlere bakınız.

    Evet, ben böylesine gafil bir topluluk görmedim.

    (Vazifelerini hakkıyla yapan doğru dürüst, vasıflı, şuurlu, uyanık Müslümanlara bir şey dediğim yoktur. Hepsine selam ve hürmetlerimi sunar, küçük büyük ellerinden öperim.)

    * (İkinci yazı)

    Halka Domuz Yedirenlere Beddua

    SADE bir vatandaş olarak gıda kontrolü konusundaki vazifelerini ya hiç yapmayan, yahut iyi ve tam yapmayan resmî makamları ve belediyeleri protesto ediyorum.

    (Tam yapanlara teşekkür ederim...)

    Niçin?

    Halkımıza büyük miktarda yaban ve evcil domuz eti ve yağı yediriliyor.

    Ülkemizin batı bölümü domuz çiftlikleriyle doludur.

    Avcıların vurdukları yaban domuzları da cabası.

    Dışarıdan ithal edilen gemiler dolusu domuz yağı.

    Belediyelerin vazifelerinden biri de et mamullerini tahlil etmek, kontrol altında tutmak ve Müslüman halka domuz yedirmemektir.

    İlim ve fen çok ilerlediği için bir et ürününde (sucuk, sosis, salam, köfte vs) domuz eti ve yağı bulunup bulunmadığını tesbit etmek çok kolaydır.

    Müslüman halka domuzlu gıdalar yediren belediyelere hakkımı helal etmiyorum.

    Ya vazifelerini doğru dürüst, adam gibi yapsınlar yahut da gazaba uğramayı beklesinler.

    Müslümanlara domuz eti yedirmenin vebali büyüktür.

    Allah böyle bir şeyden razı olmaz.

    Allah ihmal etmez imhal eder (mühlet verir).

    Vatandaşlar büyük belediyelerin gıda tahlil merkezlerine müracaat ederek, piyasadan satın aldıkları et ürünlerinin analizini yaptırabilmelidir.

    Böyle tahlil merkezleri var mıdır?

    Geçenlerde İstanbul dışında bir marketin vitrininde şöyle bir ilan gördüm: "Elli adet hazır köfte 3,5 lira!..

    Yahu etin bu kadar pahalı olduğu bir ülkede bu kadar ucuza köfte olur mu? Hem de elli adet...

    Devlet ve belediyeler böyle anormal şekilde ucuz gıdaları kontrol ve tahlil ediyor mu?

    Bu kadar ucuz köftelerin normal etten yapılamayacağı matematik olarak kesindir.

    Peki, içlerinde neler var da bu kadar ucuz?

    Bu sorunun cevabını benden değil, devletten ve belediyelerden sorunuz.

    Bazı yerlerde kilosu 9 liraya sucuk satılıyor.

    Dokuz liraya sucuk mu olurmuş. O sucuğun içinde ne var acaba ki, bu kadar ucuz.

    Beddua etmek iyi bir şey değil ama bıçak kemiğe dayandığı için mecbur kaldım.

    03 .12 . 2011


  6. "Din adamı değil dininin adamı

    Dursun Ali Taşçı da “Çöle İnen Nur Ekseninde Necip Fâzıl’ın Dinî Hassasiyeti” başlıklı bir tebliğ sundu. Taşçı, “Necip Fazıl bir din adamı değildi ama dininin adamıydı. Onun bütün derdi İslâm’dı. Bunu en çağdaş bir dille anlatıyordu bize. O çağdaş dilde biz çağın çocukları, onu hissediyorduk. Çünkü Hz. Ali’nin bir sözü aklıma geliyor; ‘Çağını bilmeyen âlim değildir’ diyor” şeklinde konuştu.

    Klasik Türk şiirindeki naat geleneğine işaret eden Taşçı, “Çöle İnen Nur”un başlangıç kısmını Necip Fazıl’ın naatı olarak kabul ettiğini söyledi.

    Necip Fazıl ve kibir

    Necip Fazıl’ın İslâmî hassasiyetinden bahsederken ona yöneltilen ‘çok kibirliydi’ eleştirisini de değerlendiren Taşçı, şunları söyledi:

    “Gururla söylüyorum, kibirli bir insandı o. Kime karşı? Bazı insanlara karşı kibr etmenin sadaka olduğunu bildiği için o kibirli insandı. O dönemde kibr edilmeyecek tırnak içinde ‘düşünce adamı, yazar’ var mıydı ki kibr etmesindi bu adam? Öyleyse, onun kibrinde bile bir güzellik vardı. Onu yerine getiriyordu. Şimdi bakınız, bu kadar ‘kibirli’ diye gördüğümüz bir adam, ‘Sonsuzluk kervanı, peşinizde ben, üç ayakla seken topal köpeğim’ diyor yahu, Allah aşkına!.. Bu nereye sığdırılacak? O zaman, o biliyordu kimden neyi nasıl alacağını. Bu ‘klas’ duruş, bizim için müthiş bir duruştu. Bize kimlik veriyordu.”

    Miyasoğlu’dan Taşçı’ya şerh

    Taşçı, konuşmasının sonunda, “Ben Reşat Nuri’yi de sevmedim, Orhan Veli’yi de sevmedim, Attila İlhan’ı da sevmedim. Neden? Benim inandıklarıma inanmıyorlardı da onun için. Üstad da sevmiyordu bunları. Büyük Doğu’da yapmış olduğu ankette ‘Allah’a inanıyor musunuz?’ ‘Hayır’ diyorlardı bu adamlar. Bana neyi vereceklerdi bu insanlar? Veremediler, veremeyecekler. Bugün onu görüyoruz” diye konuştu.

    Oturum Başkanı Mustafa Miyasoğlu ise, “Ben bir yanlış anlamayı önlemek için meslektaşımın bir sözünü izniyle tashih edeyim” diyerek şunları söyledi:

    “Üstad’ı anlamak için de hem çağdaşlarından hem öncekilerden birilerini okumak gerekir. Reşat Nuri okumazsanız, Üstad’ın halisiyeti anlaşılmaz. ‘Daktilo kızlar romancısı’ diye nitelendirdiği cümleyi anlamak için Reşat Nuri’nin bazı kitaplarına bakmak lâzım. Attila İlhan’ı o delişmen haliyle biraz antolojilerden de olsa okumalı ki, Üstad’dan nasıl bir şeyleri çalmış, trajik şehir duvarlarını nasıl Üstad’dan almış ve bunu saklamış. Orhan Veli’yi, eski kültürümüzü nasıl bilip de bozmaya, yozlaştırmaya çalıştığını anlamadan Üstad’ın halisiyetini anlayamayız. Üstad, tabiî ki ehli tevhid merkez olmalı ama kültür biraz daha hinterlandı geliştirerek ele alınır.”

    Miyasoğlu, Necip Fazıl’ı çok okudukları halde, “Çöle İnen Nur” hakkında hiçbir akademik çalışma yapmayan ilahiyatçılara da sitem etti. """

     

    Leyl gönüldaşımın bir kısmını iktibas ettiği sempozyumun kaleme alınmış halinin eksik tarafını da tamamlamış olalım.

     

    http://www.kultursanat.org/haber.php?id=401


  7. Ben şahsen Sayın Çelakılın çalışmalarını takip eden, ve de kendisini takdir eden biriyim. Bir kitap çıkarmak istedi, hiçbir yayınevi yanaşmayınca gitti kendisine sponsor olan ateist bir kitapeviyle anlaştı. Bu onun suçu mu? Değil tabi ki, böyle gençlere, akedemisyenlere çalışmalarını teşhir için sağlam finansman lazım. Sayın Erdoğan ekonomiyi uçuruyorsun da bu alana da el atınız n'olur? Neyse konuyu saptırmayalım. Bu ismin çıkardığı kitap üzerine Hocam Aydüz'ün bir makalesi var. Kısmen katılmasam da akademik zaviyeleri, hataları hocamız saptamış, buyrun okuna.

     

    ŞİFRE İDDİASI

    Prof Dr. Davut AYDÜZ

     

    Bir anda popüler olan, Ömer Çelakıl adlı genç bir tıbbiye öğrencisinin yazdığı ‘Kur’an–ı Kerim’in Şifresi’ adlı kitabı nasıl değerlendirmeliyiz?

    Yazarın samimiyeti ve tebrik

    Yazar, gerek kitabındaki üslûbu, gerekse televizyonlardaki konuşmaları itibarıyla samimi, art niyeti olmayan bir Müslüman görüntüsü vermektedir. İşin doğrusunu elbette ki Allah bilir. Fakat bir ilâhiyatçı olmadığı halde Kur’an’a ilgi duyması, üzerinde ciddî kafa yorması ve bunları faydalı olur düşüncesiyle kaleme alıp neşretmesi tebrike şayan davranışlardır. Yazar bu çalışmasıyla, İlâhiyat veya Diyânet câmiasından olmayan kimselerin de Kur’an üzerinde çalışma yapabileceklerini göstermiştir.

    Yazar ve yayınevi ikilemi

    Yazarın Kur’an’a karşı samimî yaklaşımını, maalesef yayınevinde aynı şekilde göremiyoruz. Yazarın ifadesiyle, hazır olmayan notlarını yayınevine vermiş, yayınevi de kendi duygu ve düşüncesine göre önsöz yazmış, başlıklar atıp yayına hazırlamış. Böylece, yazarın da katılmayacağını zannettiğimiz bazı olumsuzluklar ortaya çıkmış. Meselâ, kitabın II. Bölüm’ünün başlığı: “Kur’an–ı Kerim’in Gerçekleşen Kehânetleri”dir. Bu başlıkla, Kur’an adeta bir kehânet kitabına benzetilmiştir. Kehânet kitabının yazarı da dolayısıyla –Mekkeli müşriklerin Peygamber Efendimiz (sas) için dediği gibi haşa– kâhin olacaktır. Hem Peygamberimiz kâhin olmaktan, hem de Kur’an kehânetten uzaktır. Aynı şekilde s. 281’de, “..çeşitli ezoterik bilgiler ve kahinlerin söyledikleriyle bizim Kur’an–ı Kerim’in içinden çıkarttığımız yakın geleceğimizle ilgili bilgiler arasında büyük bir paralellik bulunmaktadır.” ifadesi de, Kur’an’ı kehânet kitabı seviyesine indirmektedir ki, hiçbir Müslüman’ın kabul edemeyeceği bir iftiradır. Bu kehânet tabirleri de yazara ait gibi görünmüyor.

    Önemli bir diğer nokta da, yazar, Kur’an üzerine bu kadar kafa yorduğuna göre, Kur’an’ın Allah kelâmı olduğuna inanan bir insan olduğunu gösteriyor. Bu çalışma boyunca yazarın Kur’an’a hayranlığı artmış olması gerekmektedir. Netice itibarıyla da, öyleyse bu Kur’an olsa olsa, ancak Allah’ın kelâmı olabilir demesi beklenirdi. Fakat kitapta böyle bir ifadeyi bulmak mümkün değil.

    Kitap, okuyucuların imanlarının artmasına mı yoksa azalmasına mı vesile olur?

    Her şeye rağmen, birkaç okuyucunun; “Kur’an, madem bu kadar hadiseden bahsediyor, içinde bunlar var, öyleyse bu kitap Allah’ın kelâmıdır.” diyerek, Allah’a olan imanları ve Kur’an’a olan bağlılıkları artmışsa, o zaman bu kitap takdire şayandır diye düşünebiliriz. Fakat, Kur’an’ı kehânet kitabına benzetip, Kur’an’ın söylemediği şeyleri ona söyletip, Kur’an’a göre ileride şunlar şunlar olacak deyip, daha sonra da söylenen şeyler gerçekleşmediğinde, işte o zaman birkaç değil, birçok insanın Kur’an’a olan imanı sarsılabilir. Çünkü tarih şahit ki, Kur’an istikbal adına ne demişse, hepsi olmuştur, olacak dediği şeyler de, zamanı gelince gerçekleşecektir (Kıyâmetin kopması, sorgu suâl, cennet–cehennem vs.) Kur’an yalan söylemez. Kur’an’ın söylemediği şeyleri Kur’an’a söyletmek isteyenler ise hep yanılmışlardır. Onun için büyük müfessirler hep ihtiyatlı davranmış ve Kur’an’ın müteşâbih âyetlerinin tefsirinde, ihtimalli konuşmuşlardır.

    Şifreli Kitap(!)

    Kitaba, “Kur’an–ı Kerim’in Şifresi” ismi verilmekle; Kur’an, şifreli bir kitaptır, onun için de bu şifreyi bilmeyen veya çözemeyen bu kitabı anlayamaz gibi bir yanlış anlamaya yol açılmaktadır. Halbuki Kur’an, şifreli bir kitap değildir, o, “mübîn” apaçık bir kitaptır. Başta Arapça olmak üzere, belli başlı bazı ilimleri öğrenen herkes Kur’an’ı kendi ölçüsünde anlayıp istifade edebilir. Kur’an’ı anlamak için şifre çözmeye veya bulmaya ihtiyaç yoktur. Hem, bu şifre şimdiye kadar gizli kalmış ve bugün bulunmuşsa; demek ki Kur’an’ın kendisine indiği Peygamber Efendimiz (sas) başta olmak üzere Kur’an’ı kimse anlamamış demektir. Çünkü ne Peygamberimiz (sas), ne de daha sonraki asırlarda gelen müfessirler böyle bir şifreden bahsetmişlerdir.

    Kitabın ticarî amaçla şişirilmesi

    Kitabın hacminin büyük olması, ona göre de daha pahalı olması için elden gelen her türlü gayret sarf edilmiştir. Bu gayretlerden birisi de, sadece ilgili ayetlerin meâli verilebilecekken, ayetlerin geçtiği sûrenin tamamının meâli verilmiştir. Bu durum, kitaba kabaca bir bakmakla rahatlıkla görülecektir.

    Tevrât’ın Şifresi isimli kitabı taklit mi?

    Kur’an–ı Kerim gibi, Tevrât’ın aslı da ilâhîdir. Fakat yine Kur’an’ın ifadesiyle daha sonra Tevrât tahrif edilmiştir. Tahrif edilmiş bir kitap için belki bir şifre söz konusu olabilir; ama Kur’an için böyle bir şey söz konusu olamaz. Kitaba “Kur’an’ın Şifresi” ismi verilmek suretiyle, bu kitap hem ismen taklit edilmiş, hem de milyonlar satan bu kitap gibi çok satma amaçlanmıştır.

    Sûrelerin, nüzûl (iniş) sırasına göre numaralandırılması Kur’an sûreleri, iniş sırasına göre değil, bugün elimizde olan tertibe göre sıralanıp numaralandırılmıştır. Nüzûl sırasına göre de numaralandıranlar vardır; fakat bunda çok ciddî ihtilaflar meydana gelmiştir. Yani kesinlik yoktur. Kitapta bu hususta istifade edilen kaynak olmadığı için, kimin sıralamasının esas alındığı bilinmemektedir. Dolayısıyla bu sıralamayı yapanların yaptığı doğru mu, değil mi, tartışmalıdır. Tartışmalı bir sıralamayı şifrede kullanmak doğru değildir.

    Şifre birçok yerde tutmuyor

    Şifrenin esası, genellikle bir sûrede tekrar eden ayetlerden oluşuyor. Fakat birçok sûrede tekrar eden ayetler olmasına rağmen, buralarda şifre tutmadığından olacak, bunlara hiç temas edilmemiş. Öyleyse ya şifrede bir yanlışlık var, ya da –haşa– bu sûre ve ayetlerde. Çünkü, 19 mucizesi ile ortaya çıkanlar, bunu bütün Kur’an’a tatbik etmişler; fakat Tevbe Sûresi’nde tutmayınca son iki ayeti inkâr cihetine gitmişlerdir. Buradan hareketle, şifrenin tutmadığı yerlerde, yeni bir şifre mi bulunacak, yoksa –haşa– ayetlerde bir eksik kusur mu aranacak?

    Bazı devletlerin kuruluşuna işaret etmesi

    Bazı devletlerin kuruluşuna Kur’an’dan işaretler getirme veya bulma, meşru olmayan şeyleri meşru gösterme gayreti olabilir mi, düşüncesini akla getiriyor. Ayrıca, yarın herkes kendi kafasına göre, bazı şeyleri meşru göstermek için Kur’an’ı kullanmaya yeltenebilirler. Aslında tarihte bazı batıl mezhepler, ayetlere yanlış mana vererek ve desteksiz yorumlar yaparak batıl görüşlerine Kur’an’dan destek aramışlardır. Zorlama şifreler de aynı neticeye götürebilir.

    İslâmî altyapının olmaması ve ciddî hatalar

    Kur’an’a duyduğu ilgi ve alaka ve göstermiş olduğu gayretten dolayı tebrik edilecek olan yazarın, İslâmî altyapısının olmaması, İslâm tarihini ve üzerinde çalışma yaptığı Kur’an’ın dilini, yani Arapçayı bilmemesi onun bazı hatalar yapmasına sebep olmuştur. Mesela, Mekke’nin fethi, hicri 13. yılda değil (s.120–124), 8. yıldadır; Hz. Yusuf (s), Mısır’ın hükümdarı değil (s.161), hazineden sorumlu bakanı olmuştur; furkân kelimesi ölçü manasında değil (s.200), ayıran, hakkı batıldan ayıran manasındadır. Bu hataları daha da çoğaltabiliriz.

    Ayrıca, tefsir kitaplarına baktığımızda, bazı âyetlerin tefsirinde büyük müfessirlerin farklı yorumlar ortaya koyduğunu görüyoruz. Buna rağmen, “Kur’an–ı Kerim’in Şifresi” isimli kitapta, özellikle farklı yorumlara müsait ayetlerde bile ciddi bir tefsir kaynağına müracaat edilmemiştir. Sadece Türkçe yazılmış bir tefsire müracaat edilmiş ki, bu tefsir birçok yönüyle tenkit edilmiş ve reddiyeler yazılmış bir tefsirdir. Arapça bilmediği için Arapça kaynaklara müracaat edemeyen yazar, en azından Türkçe tefsirler arasında ehl–i ilim tarafından hüsn–ü kabul görmüş merhum Elmalılı M.H. Yazır’ın tefsirinden istifade edebilirdi. Böylece birçok konuda hataya düşmezdi.

    Sonuç

    Kur’an’da her şey vardır; fakat çapına, azametine, önemine, mâhiyet ve kıymetine göre vardır. Fakat Kur’an’da en önemli mesele; tevhîd, nübüvvet, haşir, kulluk, ebedî saadeti kazanma, azaptan korunma... Bunlardan başka, Allah’ın kâinattaki icraatı, san’atlarının teşhiri, sıfât ve esmâsının tecellileri, sistem ve kürelerin muhteşem bir nizam ve âhenk içinde bunu ifâde etmesi... Bütün bunlar en ince ayrıntılarına kadar açık seçik anlatılmış ve şimdiye kadar Müslümanlar bunlardan istifade ettiği gibi, bundan sonra da istifade etmeye devam edecektir.

    Ayrıca, belli devrelerde ortaya çıkacak ilmî gelişmeler ve teknik buluşlar da, ehemmiyet ve kıymetine göre açıkça olmasa da, ya işâreten veya remzen Kur’an’da vardır. Fakat, herkes her şeyi onda olduğu gibi göremeyeceğinden, çalışma, tefekkür ve ilhamla erbabının anlayabileceği nişanlar, işaretler, alâmetler ve ipuçları halinde vardır.

    Kur’an’ın indiği günden beri bu işin mütehassıslarından kimsenin anlayamadığı bir şifreyi bulmuş bir eda ile ortaya çıkan “Kur’an–ı Kerim’in Şifresi” isimli kitap, –eğer okunacaksa– yukarıdaki değerlendirmelerimiz çerçevesinde okunmalıdır.


    • Hangi Alimlere Fakihlere Tabi Olunmalı?

     

     

    Ulema ve fukahanın türleri, sınıfları, tabakatı, rütbeleri vardır. İyi alimler, kötü alimler... Gerçek alimler, sahte alimler...

    İyi alimlerin özelliklere nelerdir?

    (1) Sahih bir icazetleri vardır. Bu icazet onları sağlam bir silsile ile Resullerin Seyyidi Efendimize (Salat ve selam olsun ona) ulaştırır ve bağlar.

    (2) Onlar ihlaslı alimlerdir. İlmi Allah rızası için okumuşlar, yine Allah rızası için okutmuşlar, Allah rızası için sahih din kitapları yazmışlardır.

    (3) Onlar Şeriat'a ve Sünnet'e uyarlar.

    (4) Din ilimlerini ve fıkhı zengin olmaya, dünya serveti edinmeye, voli vurmaya, köşeyi dönmeye, zenginleşmeye âlet etmezler. Geçimlerini sağlamak için ücret ve maaş alabilirler ama din yoluyla zengin olmak niyetini beslemezler.

    (5) İlmî hizmetlerinin ücretini yaratıklardan değil, Yaratan'dan isterler; dünyada değil, ahirette isterler.

    (6) Kur'an-ı Kerimi ve hadîsleri re'y ve heva ile yorumlamazlar.

    (7) Hanefî ulema ve fukahası yedi tabakadan hangisinde olduğunu bilir ve ona göre hizmet verir.

    (8) Para, telif ücreti, dünya malı, makam ve mevki, ün, alkış için dünya büyüklerine yağ çekmez, yalakalık yapmaz, vakarını muhafaza eder.

    (9) Mutlak müctehid seviyesinde olmayanlar kesinlikle ictihad yapmazlar.

    (10) Allah'ın âyetlerini ucuza yahut pahalıya satmazlar.

    (11) Onlar Resulullah Efendimize mânen biatlıdır ve onun emrinden, Sünnetinden dışarıya çıkmazlar.

    (12) Hapse atılmayı, kırbaçlanmayı, hattâ ölümü göze alırlar ama kafir zalimlerin, kezzabların, deccalların, Ekber Şah'ların Kur'ana, Sünnete, Şeriata zıt isteklerine boyun eğmezler.

    (13) İlim ve irfanları ile gururlanmazlar.

    (14) Lisan ve yazı ile emr-i mâruf ve nehy-i münker yaparlar.

    (15) Halkı müjdeler ve uyarırlar.

    (16) Halka örnek olurlar.

    (17) Müslümanların zekat, sadaka ve mallarına göz dikip onları zimmetlerine geçirmezler.

    (18) Hak bir tarikata veya hak bir cemaate mensup olabilirler ama asla tarikatçilik ve cemaatçilik yapmazlar, sekter asabiyete kapılmazlar.

    (19) Onlar Ümmet şuuruna sahiptir, Müslümanları bölmezler, parçalamazlar, birlik ve beraberliği sağlamak için gayret gösterirler.

    (20) Halka nasihat ederler.

    (21) Sahih itikad için çalışırlar, inanç konusundaki bid'atleri tenkit ederler.

    (22) Beş vakit namaz ve cemaat için çalışırlar.

    (23) Dolaylı şekilde bile olsa Tağut'a hizmet etmezler.

    (24) Bütün halkın hidayeti için çalışıp çabalarlar.

    (25) Kesinlikle lükse, israfa, sefahate kapılmazlar, Kur'ana ve Sünnete uygun mütevazı bir hayat sürerler.

    (26) İlimleri ne kadar kuvvetli olursa olsun, mâneviyat konusunda bir mürşid-i kâmile intisab eder yahut muhib olurlar.

    (27) Allah'tan çok korkarlar.

    (28) Görme kabiliyeti olanlar onlardaki nur hâlelerini görür.

    (29) Kur'an ve Sünnetteki müteşabihatı, Tevhid ve Tenzih akidesine aykırı bir şekilde te'vil etmezler.

    (30) Ne kadar çok ibadet ve hizmet etseler de, hayırlı amelleriyle ve hizmetleriyle değil, Allahın lütuf ve keremi ile kurtulacaklarını ve ebedî saadete nail olacaklarını bilirler.

    Böyle hayırlı alimlerin vce fakihlerin mükafatı Allah'ın yüce rızasına nail olmak, Ümmet-i Muhammed'in dualarını kazanmaktır.

    Ne mutlu onlara.

    Kötü alimlere gelince:

    Onlar dünyaya, dünya mallarına, paraya, zenginliğe, yüksek te'lif ücretlerine meftun ve yöneliktir.

    Tefsir yazarlar, para için.

    Hadîs külliyatı hazırlarlar, para için.

    Fıkıh ve başka din kitapları yazarlar, para için.

    Akılları fikirleri yüklü te'lif ücretleridir.

    Onlar Ehl-i Sünnet ve Cemaat'in sınırları dışına çıkıp, kendi re'y ve hevalarıyla bozuk ictihadlar yapar, bozuk fetvalar verir, böylece hem dall, hem mudil olurlar.

    Zamanlarındaki Ekber Şah'lara yağcılık, yalakalık, dalkavukluk yaparlar.

    Zalimlerden korktukları kadar Allahtan korkmazlar.

    Namaza ve cemaate önem vermezler. Bazısı büsbütün târik-i salattır.

    Doğru dürüst fetva verecek ilim ve ehliyetleri olmadığı halde, mutlak müctehidlik taslar, naylon ictihadlar yapar, mevrid-i nassa aykırı bâtıl fetvalar verirler.

    İslamı, Kur'anı, Sünneti, Şeriatı gereği gibi müdafaa etmezler.

    Onlar gurur ve kibir küpüdür.

    Din yıkılır, Ümmet sarsılırken onlar kendi menfaatlerini, kendi ikballerini, kendi zevk u sefalarını düşünür.

    Onlar Süfyanlara, Deccallara, Tağuta, Kezzabîne bazen bilerek, bazen bilmeyerek hizmet eder.

    Vah böyle kötü alimlere...

    Aklı ve firaseti olan Müslümanlar sâlih, kâmil, ehil, icazetli, râsih, taqvalı, ihlaslı, yüksek ahlaklı, faziletli gerçek alimlere ve fakihlere tâbi olsun.

    Ulema-i sû'dan bucak bucak kaçmak gerek.

    * (İkinci yazı)

    Demokrasi Sihirli Değnek Değildir

     

    SADECE demokrasi kesinlikle yeterli değildir. Demokrasinin yanında bilgelik olmazsa işler düzelmez, ülke iyi idare edilmez.

    Sadece bilgelik mi?.. Hayır, onun yanında, sandıktan çıkmayan başka değerler ve kurumların da olması gerekir.

    Bir ülkede eğitim iyi değilse demokrasi de iyi olmaz.

    Halkın ahlak ve karakteri iyi ve sağlam olmazsa o ülkeye iyilik hakim olmaz.

    Van depremzedelerine yardım gönderilmiş, bir vatandaşa nevresim kaplı bir battaniye verilmiş, nevresimin içinden bir zarf çıkmış, zarfın içinde 5 bin TL varmış, bunu bulan felaketezede vatandaş sahibini aramış ve parayı ona ulaştırmış... Ne güzel değil mi? Lakin madalyonun arka tarafından vahşice yağmalanan çadırlar ve diğer yardım malzemesi var.

    Bir halk, yararına ve zararına olan şeyleri bilmiyorsa, demokrasi orada fazla bir işe yaramaz.

    Demokrasi var ama medya iyi değil, yine işler düzelmez.

    Demakrasi var ama yiyicilik, kokuşma, rüşvet, alavere dalavere, haram yeme, gayr-i meşru komisyonlar, rezaletler gırla gidiyor. Ne yapsın fukara demokrasi böyle bir ortam içinde.

    Hem demokrasi var, hem de onun yanında resmî vesayet ideolojisi, durum yine fena demektir.

    İyiler korkak, pısırık, etkisiz; kötüler gözükara, cesur mu cesur... Böyle bir ülkede sabah olmaz.

    Demokrasi bir din değildir.

    Demokrasi mutlak ve evrensel bir değer değildir.

    Halkı Müslüman olan bir ülkede ancak bir İslam demokrasisi olabilir. Müslüman ülkede İslam'a zıt, İslam'a düşman demokrasi olmaz.

    Müslüman halkın büyük kısmı İslam'ı iyi bilmiyorsa ve hükümlerini hayata uygulamıyorsa orada dirlik, düzen, huzur, barış olmaz.

    Sosyalizmin 360 çeşidi olduğu gibi demokrasinin de bir sürü türü vardır.

    Türkiye'nin uluslararası temizlik ve şeffaflık notu, 10 üzerinden en az 7 olmadıkça işler yoluna girmeyecektir.

    Böyle bir şey birilerinin işine hiç gelmez.

    Bundan birkaç yıl önce Yunanistan'ın durumu pek parlak görünüyordu. Avrupa Birliği'ne girmiş, yardım ve destek paraları akıyor, her yer güllük gülistanlık, öğleden sonra herkes yatıp dinleniyor, geceleri keyif çatılıyor; içki, zevk u sefa, gel keyfim gel, sosyal yardımlar, primler, avantalar... Yunan demokrasisi... Sonra ne oldu? Şimdiki hallerine bakınız.

    Demokrasinin yanına sandıktan çıkmayan değer ve kurumları koymazsanız geleceğe güvenle bakamazsınız.

    İyi bir eğitim sistemi...

    İyi bir medya...

    Korunan, geliştirilen, ayakta tutulan millî kimlik...

    Yaşatılan millî kültür...

    Yazılı şehir ve medeniyet zihniyeti...

    Bilgelik...

    Yüksek ahlak ve fazilet...

    Ülke idaresinde söz sahibi olan ve kendilerine danışılan bilge ve âqil insanlar...

    Adalet...

    Demokrasi var ama, binalar çürük yapılıyor ve ilk depremde bunların bir kısmı çöküyor. Yapan müteahhitlere gereken ceza verilemiyor... Nasıl bir demokrasidir bu? Sakın berbat ve b....n bir demokrasi olmasın...

    Demokrasi var ama hapishaneler tıklım tıklım dolu; halkın yüzde ellisi birbiriyle nizalı; dev adalet sarayları inşa ediliyor; halka bozuk gıda maddeleri ve meşrubat tükettiriliyor; Müslümanlara domuz eti yediriliyor; ilaç sanayi devleşmiş, tıb ve tedavi yaman bir sektör olmuş; ahlak tepetaklak... Demokrasi kutlu olsun!

    Adam karısını aşığı ile yatakta yakalıyor. Polise müracaat ediyor. Cevap: Yeni Ceza Kanunu'nda zina suç değildir, biz bir şey yapamayız, kendin başının çaresine bak... Al sana demokrasi!...

    Herif on beş sene içinde büyük bir kara para zengini olmuş. Ona kimsecikler "Nereden buldun?" diye soramıyor.

    Demokrasi her şeyi düzelten, ıslah eden sihirli bir değnek değildir .

     

    06 Kasım 2011


  8. Üstad'ın vecizelerinden oluşan ikinci bir videoyu izlemek için tıklayınız.

     

    http://www.dailymotion.com/video/xe3tt4_ustad-dan-vecizeler_creation

     

    Fotoğraflar oluşturulurken, imzalar için imza çalışmasını kullandığım munir rumuzlu arkadaşımıza teşekkür ediyorum.

     

     

    Bu çalışma da çok güzel olmuş. Emeklerini vakti zamanında esirgemeyen bu insanların adlarından ziyade emekleri her zaman diri kalacak. Yıllar sonra gelecek bir ziyaretçinin kalbine yahut kafasına atılan bir tohuma işçilik yapmak. Bu kutsal vazife değil de nedir?

     

    Velhasılı sağ olsunlar var olsunlar.. Özlüyoruz vesselam.


  9. Ulu-Orta

     

    I

    .

     

    sorma,

    elim kırılsın bir daha

    dokunursam güneşe.

     

     

    II

     

     

    sorma,

    üstü açık araba

    dünya dediğin.

     

     

    III

     

    sorma,

    yangın sönseydi suyla

    denizler her akşam böyle yanmazdı.

     

     

    IV

     

     

    sorma,

    siliniyor her şey, hatta uçurtma

    takılıp kalıyor göğe.

     

     

    V

    .

     

    sorma,

    kaldım altında

    devirince kitabı.

     

     

     

    İbrahim Tenekeci

×
×
  • Create New...