Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

idrak

Üye
  • Content Count

    43
  • Joined

  • Last visited

Posts posted by idrak


  1. |Size bir Doğu 'masalı' getirdim. Belki birkaç kişinin bu değeri tanımasına vesile olurum.|

     

    Kahramanlığı bir kenara bırakın dostum. İnanın ki sadece ağaçlar

    kahramandır, ondan başka kahraman yok. (s. 102)

     

     

     

    Abdurrahman Münif'i, Yeni Hayat Kütüphanesi yayınlarından bundan tam on yıl önce Ocak 2002'de yayımlanan romanı İhtiyar'a Suikast ile tanımış, Edebiyat ve Eleştiri dergisinde de bir yazı yayımlamıştım. İhtiyar'a Suikast, Yeni Hayat Kütüphanesi'nce yayımlanırken yazarın adı Abdelrahman Munif olarak yayımlanmıştı. Aradan on yıl geçtikten sonra yazarın 1973 yılında yayımlanan ilk romanı Ağaçlar ve Merzuk Cinayeti Nisan 2012'de YKY'ce yayımlandı ama bu kez yazarın adı Abdurrahman Münif olmuştu.

     

    Doğrusu da sanırım bu.

     

    Bildiğimiz gibi alfabeleri bizimle aynı olmayan, (Arap, Kiril vb.) dillerdeki adların yazılışlarını kendi dilimizde yazdığımız ve söylediğimiz biçimde kullarıyoruz. Abdelrahman Munif kullanışıysa yazarın adının İngilizce söyleyişi olsa gerek. Ağaçlar ve Merzuk Cinayeti'nin çevirmenleri İbrahim Demirci ve Hasan Harmancı bence önemli bir tashihi düzeltmiş. İhtiyar'a Suikast'ın değerli çevirmeni Semih Özal ise romanın yayımlandığını göremez çünkü 1995 yılında sürgün yaşadığı Suriye'de bir cinayete kurban gider. Kısacası Abdelrahman Munif tercihi çevirmene değil yayınevine aittir diye düşünüyorum. Benim de birkaç yıl Münif'in romanlarını ülkemizde yayımlamak için çabalayan bir insan olarak Şam'da yaşayan eşi Suat Hanımla e-posta ile görüşme fırsatım olmuştu. O zamandan bu yana geçen sürede Münif, yayımlanmasını sabırla beklediğim bir yazardı benim için ama bu gerçekçi ve antiemperyalist büyük yazarın ülkemizde yayımlansa bile eserlerinin İhtiyar'a Suikast'a yapıldığı gibi bir suskunluk suikastına uğrayacağı endişesini de hep taşıdım. Ayrıca İhtiyar'a Suikast'ın yazarın tanıtıldığı sayfalarında Münif'in Nobel'e aday gösterildiği de yazıyordu.

     

    Aradan birkaç yıl daha geçti ve 2007 yılında, Abdulrrahman Münif'in romanlarının ana sorunsallarından biri olan Batı ve Doğu kültür çatışmasını çağrıştıran önemli bir suikast yapıldı Türk edebiyatına ve Orhan Pamuk'a edebiyat Nobel'i verildi. Bu Türk edebiyatını da aşan ve Ortadoğu coğrafyasıyla bağlantılı önemli bir mesajdı. Ama her zamanki gibi Türk eleştirisi ve edebiyatçıların, bu ana mesajı okumaktan çok ödülün Türk edebiyatına verildiğini ve bunu eleştirenlerin Türk edebiyatının yabancı ülkelerde tanınmasını istemeyen kıskançlar olduğunu anlatan safsatalarına boğulduk. Bunun üzerine ödülün önünü, arkasını, girdisini, çıktısını irdelemek üzere bildiğiniz gibi Kaan Arslanoğlu, Ali Mert ve Ergin Yıldızoğlu ile birlikte 5. Sanattan 5. Kola: Orhan Pamuk adlı kitabı hazırladık. (İthaki Yay, 2007)

     

    Bütün bu anlattıklarım ödülün ülkemize yansıyan yanı elbette çünkü ödül Batı dünyasında da oldukça tartışıldı. Bu kitap için yazacağım makaleye hazırlanırken yayımlanan Pasaj dergisinde (Sayı: 1, s. 160) İngiliz bir eleştirmen Editistopher Hitchens'ın Orhan Pamuk'a verilen Nobel'i sorgulayan bir eleştirisini gördüm. Makalemde de alıntıladığım bölümü buraya da yazıyorum: 2001 yılı başından beri Batılı okur ve eleştirmenlerin Doğu konusunda kendilerine rehberlik yapabilecek Müslüman âleminden bir romancı arayışları devam ediyordu. Necip Mahfuz'un ölümünden sonra, Abdelrahman Münif (Suriye N.A.) ve Emil Habibi (İsrail N.A.) gibi sivri dilli ve laik yazarlar pek rağbet görmemişlerdir. Pamuk'un edebi konularda aracılık yapabilecek yorumcu olabileceği bir süredir düşünülmektedir. Orhan Pamuk, Benim Adım Kırmızı ile İslam ve Batı tarzlarını konu edinerek ve bunu metin, resim ve tasvirlere gereken önemi veren postmodern bir biçimde gerçekleştirerek sözünü ettiğim konuma aday oldu. (Batı adına yorumculuk konumu N.A.) (5. Sanattan 5. Kola: Orhan Pamuk, s. 102)

     

    İşte Abdurrahman Münif 2003 yılında tam olarak adlandıramadığım konumuyla karşımda duruyordu. (Bu arada alıntıyı yaptığım derginin yazarın adını Abdelrahman Münif olarak yazdığını dikkatinizi çekerim.) İhtiyar'a Suikast'ın yazarı Münif Nobel'e adaydı ama Doğu adına Batı ona bu ödülü vermeyecekti. Batı, Hitchens'ın belirttiği gibi Doğu'yu kendisine, kendi istediği biçimde anlatacak (yorumlayacak) postmodern bir yorumcu, bir Doğulu yazar arıyordu ve ilerlemeci, antiemperyalist, gerçekçi ve Aydınlanmacı Münif, Batı'nın Doğu'da görmek isteyeceği en son değerler olan bu değerlerin romancısı ve savunucusuydu. Yıllarca profesyonel olarak petrol şirketlerinde çalışmış bu değerli yazar bugün bütün bu değerlerin ayakta tutulmaya çalışıldığı son Arap kalesi olan Suriye'nin başkenti Şam'da hayata gözlerini yumdu.

     

    Pamuk, Batı'nın okumak istediği Doğu'yu iyi kurmuştu. Doğu'nun ne olduğunun, nasıl olduğunun bir önemi bulunmuyordu önemli olan Batı'nın aklını ortaya çıktığı andan itibaren inmeli bir duruma getirmiş oryantalist heterodoks, bilinemezcilik arasında okumak istiyordu. 21. yüzyılda bile Batı hâlâ raks eden cariyeler, gizli Müslüman mezhepler, İstanbul'un tünellerini okumak istiyordu. Bugün yine Şam'ın sokakları bombalanıyorsa bu okumayı da doğru dürüst yapamadığını gösteriyordu.

     

    Evet Batı, Pamuk ve Münif arasında bir tercih yaptı ve Doğu'nun kendi için oryantalist bilgisinin Said'in enfes kavramlaştırmasıyla söylersek oryantal içindeki oryantalistlerden gelebileceğini çok iyi gördü ve kabul etmek gerekir ki Necip Mahfuz tercihinde de bu etken rol oynadı diyebiliriz.

     

     

    Münif'in gerçekçiliği

     

    Peki Batı'nın okumak istemediği nasıl bir Doğu var Münif'in romanlarında? Ağaçlar ve Merzuk Cinayeti romanının başkarakteri Mansur Abdüsselam ülkesinde (bu Arap ülkesinin neresi olduğu roman boyunca söylenmez ama tarihsel arka planda geçen olaylar, yer adları gibi ipuçlarından bu ülkenin çıkarılması istenir.) siyasi kovuşturmaya uğrayan, işkence çeken ve en sonunda öğretim üyesi olduğu üniversiteden siyasi baskılar sonucunda kovulmuş, Batı'da öğrenim görmüş bir tarihçidir. İşsizlikten bunaldığı günlerde geçinmek için çevirmenlik yapmayı günlerde bile o kadar baskı altında satabilecek kitapları değil tutup Paris Komünü'nü çevirmiş olması nasıl dirençli bir karakter olduğunun da kanıtıdır. (s. 265)

     

    Batı'da okuduğu yıllarda sevgilisi olmuş Katrin'in ülkesine onunla gitmek ve hayatını birleştirmek istemesine karşı takındığı tavır ve Katrin'i vazgeçirmek için aktardığı düşünceler Münif'in neden Batı'nın görmek istemediği bir yazar olduğunu da gösterir. Örneğin Neyi istediğimi bilmiyorum ama neden nefret ettiğimi biliyorum. Ülkemizdeki yaşama ve ilişki biçiminden nefret ediyorum, her şeyi yıkan bir devrim olmadıkça bu böyle sürecek. (s. 200) Bu devrim düşüncesiyle yaşar ama yenilir ve dayanamayacak bir noktada mucizevi şekilde kendisine bir pasaport verilir. Başka bir Arap ülkesinde kazı yapan Fransız arkeologlara çevirmenlik yapacağı bir iş bulmuştur. İşte burada da Batılı arkeologlarla ilişkileri, daha doğrusu Batı'nın Doğu'yu algılayış biçiminin yansıtıldığı yakıcı satırlar okuruz. Bütün bunlar Mansur'u ruhsal ve ussal gitgellerin içine savuracaktır. O devrim düşüncesinden bütün dünyayı yok edeceği bir atom bombasına ihtiyacının olduğunu düşündüğü anlar olacaktır. (s. 154, s. 161 ve s. 269)

     

    Katrin'i düşüncesinden vazgeçirmeye çalıştığı bölüme dönelim şimdi. Çünkü burada anlattığı Doğu için yaptığı tespitleri önemli Mansur'un: Yalan söylüyoruz, bugünün işini yarına bırakıyoruz, karılarımızı dövüyoruz, öğleden sonra uyuyoruz, pezevenklere, simsarlara, üçkâğıtçılara boyun eğiyoruz. (s. 200) Öfkelenme... Sana sadece gerçeği söylüyorum. Sözünü ettiğim kral kısa boyludur, şişkodur... (...) Toprağın her karışında biten bütün buğdayı çalar, insanlara genç kızları gösterir. İnsanlar da teşekkür ve güzelliğe itiraf sadedinde başlarını sallarlar, hem de Kardinal Edvard'ın yaptığından da çok. Bütün bunlar ben seninle konuştuğumda diyeceksin ki: Sen siyasetle ilgileniyorsun!

     

    Evet görevi vardır devrimci Mansur'un ülkesine dönecektir ve siyaset yapacaktır. Devam ediyor:

     

    Seni üzmek istemem Katrin ama ülkemizdeki her şey tepetaklak olmuştur ve ayakları üstünde durdurmak için peygamberleri istemektedir ve o peygamber yoktur, ama her adam çalışmalıdır, evet çalışmalıdır ve bir peygamber olmayı umarak. (Bu çalışma vurgusu romanın birinci bölümündeki halk bilgesi İlyas Nahle'de de sıkça okuduğumuz bir vurgudur. Roman zamanına göre Mansur'un buradaki çalışma vurgusu ise Nahle'ninkinden daha öncedir.) Binlerce peygambere ihtiyacımız var bizim şu an itibarıyla bir tane bile peygamber yok, şu anda bağıranların hepsi Deccal, bağırışlarının bedelini toplamak istiyorlar. (s. 203) Mansur da peygamber falan değildir ama Batılı sevgilisi Katrin'in o bir Doğu ülkesini kendisi ülkesini sanan, kadının oradaki konumunu hiç anlamayan idealizmine karşı durmak zorundadır Mansur. Zaten Batı için Doğu ya Katrin'de anıştırıldığı biçimiyle içinde her şekilde var olabileceklerini düşündükleri, kendi gerçekliklerinden gördükleri, Doğu'nun gerçeklerine kör bir idealizmle hastalıklıdır ya da Mansur'un çalıştığı arkeologlardan birinin şu sözlerindeki gibidir: Sen de, senin Doğun da cehenneme gidin, yorulmadan tekrarladığın bu sıkıcı hikâyelerden başka bir şeyin yok mu senin? Hapis, işkence, işsizlik, zulüm. Her gece bu hikâyeleri dinledik, dört aydan beri şu ana kadar. Bu gece biz Paris'i anmak istiyoruz, öpücük ve gülüş taşan renkli kadınların Paris'ini. Her bir kadın senin Doğu'na denktir. (s. 281) (Bir kadın memesine ülke satan romancıların ülkesinde bu satırları okunca çok daha acı geliyor bu satırlar bana.)

     

    Evet her bir kadın Mansur'un kurtarmak istediği Doğusu'na denktir Batılı gözünde. Bir de bu Batılıların hiçbirinin sıradan insanlar olmadığına dikkatinizi çekerim. Katrin de arkeolog da tarih bilgisi edinmiş, okumuş yazmış kişilerdir.

     

    Abdurrahman Münif'in bize çizdiği, anlattığı Doğu, Mansur'un Katrin'e söylediği: Sana gerçekleri söylüyorum diyerek anlatılan Doğu'dur. Elbet bu Doğu yorumcu arayan Batı'yı cezbetmeyecekti. Münif'in anlattığı Doğu; gizemli, İstanbul ve Kahire'nin sokak altlarındaki dehlizlerde sırların arandığı, sisli, puslu bir İstanbul kışının sabahında ezanların boş sokakları yaladığı, güvercinlerin Şam pazarında haber götürüp getirdikleri, Kudüs'te Mescidi Aksa'nın altında gizli tünellerde aranan Tanrı'nın ruhunun saklı olduğu kutsal sandığın bulunduğu, Armagedon savaşının kültürler çatışmasıyla sonlanacak uygarlık savaşlarının temellerinin atıldığı Doğu değildi işte. Münif bize insanı, devrimci, Doğulu halkı ve emperyalizmin kuklası olmuş, diktatörlere dönüşmüş tiranların baskısı altında inleyen aydını, işbirlikçi olmayan, bağımsızlıkçı ve özgürlükçü aydını anlatıyor.

     

    Ağaçlar ve Merzuk Cinayeti, sıradan bir Arap Hıristiyan olan İlyas Nahle'nin Mansur'un işine başlamak için yaptığı tren yolculuğunda Mansur'a hayatını rakı eşliğinde anlatmasıyla açılıyor aslında. Yukarıda değindiğim gibi Nahle topraktan öğrenip kitapsız bilenlerdendir. Kadınları, hayatı, ağaçları bilir İlyas. Anlatır. Kadınların ve ağaçların tabiatı aynıdır (s. 58), der örneğin. Ben kimim ki konuşayım der. Ağaçların ve sevginin azabını çeken bir İlyas. Bir an sustu, sonra dedi ki: Şimdi de gümrük memurlarının (s. 142) İlyas'ın hayatını dinledikten sonra Mansur'un yaşadıkları birden gözüne renksiz ve sıradan gözükür. Örneğin şöyle betimliyor Münif bu kıyaslamayı: İlyas'ı uğraştıran ve acı çektiren kadınlar, Mansur Abdüsselam'a da acı çektirdiler ama farklı bir şekilde. Uzun zaman kadını düşünüp hayat etmiştir. Kalbine saplanan bin bıçak gibi başarısızlık hissetti ve bekledi. Ama o işlerin başladığını ve nasıl bittiğini bilmiyor. (s. 147)

     

    İşte Münif'in Doğulu insanı. Acı çekebilen, kadını ve hayatı düşünen, mutlu olabilen insan işte, gerçek insan. Oryantalist Batı zihninde böyle bir insanın Doğu'da yaşadığı düşünülebilecek bir iş midir? Soru saçma mı geldi? Trablus'a, Şam'a, Kahire'ye, Bağdat'a düşen, belkide yakında Tahran'a düşmeye başlayacak bombalardan sonra da mı saçma geliyor?

     

    Öyleyse Münif okumayın!

     

    Ülkesinden açlık sınırında kovulmuş, işsiz, kadınsız, evsiz Mansur çevirmenlik için yola çıkıp İlyas Nahle'yi dinledikten sonra başarısızlığının nedeninin kitapsız bilenlerden uzak düşmesinde olduğunu düşüyordu: Yeni bir İlyas Nahle olmaya çalış. Neden bir filozof olamıyorsun ey Mansur? Neden hayatta sana ait bir felsefe olmasın? İyi düşünürsen, büyük gerçekleri keşfedebilirsin. Gerçeklerin keşfi, harika bir başlangıçtır. İlyas Nahle'yi neden kovduklarını daha iyi anlayacaksın, ağaçları neden kestiklerini. Ve sen... kendi hayatını, neden kuru kafa olduğunu ve neden başkaları gibi yaşamayı reddettiğini anlayacaksın? (s. 271) Öneriyor Münif, Mansur'a ama Mansur bu öğüdü tutamayacaktır. Batılılarla kaldığı kampta giderek bulanıklaşan bilinciyle bir otel odasında bir el ateş edecektir ama kendisine değil aynadaki görüntüsüne...

     

     

    Sonuç

     

    Ağaçlar ve Merzuk Cinayeti gerçek insanların öyküsü. Doğulu ya da Batılı. İşte Münif'in başarısı burada ortaya çıkıyor. Kültürel sınıfsal belirleyicilik, insan yanımızla (karakterimizle, zaaflarımızla vb.) birleştiğinde bütün bir gerçekliğe ulaşabiliyoruz. O gerçeklik içinde var olup, kaderimizi kendi ellerimizle çiziyoruz. Doğu'dan verilen böyle evrensel ve insani bir mesaja ihtiyacı var mıydı Batı'nın? Yoktu. Öyleyse Nobel'i neden Münif'e versinlerdi ki?

     

    Tarihçi, aydın öğretmeni Ferit'in karşısında sözcükler ağzından dökülürken yutar kelimeleri Mansur. Otorite karşısında tutuktur sanki. Kelimeler ağzından başları kesilmiş olarak çıktı (s. 238) diye yazacaktır Münif; bizim kelimelerimiz ağzımızdan başları kesilmiş olarak çıkmasın, biz buna izin vermeyelim diye.

     

    Nihat Ateş

    Gerçekedebiyat.com


  2. Yola gelmis yiyiciler.

     

     

    Maliye Bakanlığı'ndan Mavi Marmara açıklaması geldi. Yapılan açıklamada, "Tazminatlar, ailelere en kısa sürede ödenecek. Bakanlık olarak hiçbir şekilde hayatını kaybeden vatandaşlarımızın ailelerini üzmek veya onları rencide etmek şeklinde bir amacımız asla söz konusu olamaz" denildi.

    HABER MERKEZİ 09 HAZİRAN 2017, 11:19YENİ ŞAFAK

     

    Maliye Bakanlığı "Mavi Marmara tazminatları ödenmeyecek" türünden haberlere ilişkin açıklama yaptı. Bakanlıktan yapılan açıklamada, "Kamuoyuna intikal eden savunmaya ilişkin cevap ve açıklamaların hukuki bir mülahaza amacı güdülerek hazırlandığı ancak maksadını aşan ve yanlış anlamaya mahal verebilecek bir sonucu da istemeden doğurduğu anlaşılmaktadır. Tazminatlar, ailelere en kısa sürede ödenecek" denildi.

     

    İşte açıklamanın tam metni

     

    Maliye Bakanlığı'ndan yapılan açıklama şu şekilde;

     

    "Dün sosyal medyada, bugün ise bazı gazetelerde yer alan ve Gazze halkına yardım malzemesi götüren Mavi Marmara gemisine yönelik İsrail birlikleri tarafından yapılan saldırı sonucu şehit olan vatandaşlarımızın yakınlarına verilecek tazminatın Bakanlığımızca ödenmediği ve devam eden davalarda hazine avukatları tarafından yapılan savunmalarda uygun olmayan ifadelerin kullanıldığı iddialarına ilişkin aşağıdaki açıklamaların yapılması zaruri görülmüştür.

     

    Öncelikle Mavi Marmara gemisine yönelik saldırı sırasında hayatını kaybeden bütün vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, kederli ailelerine başsağlığı ve sabır diliyoruz. Ayrıca aynı saldırıda yaralanan vatandaşlarımıza da şifalar ve sağlık temenni ediyoruz.

     

    "20 milyon dolar ödeme yapılması temin edildi"

     

    "Hükümetimiz, Mavi Marmara gemisine yönelik saldırı karşısında uluslararası hukuktan kaynaklanan haklarımızı kararlılıkla savunmuş ve bu çerçevede ülke olarak belirlediğimiz şartların İsrail tarafından kabul edilmesi sağlanmıştır.

     

    Nitekim Mavi Marmara gemisine yönelik İsrail birlikleri tarafından yapılan saldırı sonucu hayatını kaybeden vatandaşlarımızın ailelerine verilmek üzere İsrail tarafından 20 milyon dolar ödeme yapılması temin edilmiştir."

     

    Çalışmalar yürütülüyor

     

    "İsrail tarafından yapılan bu ödemenin ailelere aktarılmasını sağlamak üzere Adalet Bakanlığı ile çalışmalar müştereken yürütülmektedir.

     

    Ailelerce açılan davalarda farklı tutarlarda tazminat taleplerinde bulunulmuştur. Dolayısıyla, her bir aileye yapılacak ödeme tutarının belirlenmesi hususunda bir yandan açılan davalardaki talep ve isteklerin tek tek hukuki olarak değerlendirilmesi diğer yandan ailelerin bu husustaki görüşlerinin de istişare içinde alınıp nihai ortak bir çözüme kavuşturulması gerekmektedir."

     

    "Tazminat ödemelerinin yapılmaması söz konusu değil"

     

    "Çalışmaların yürütülmesinde ailelerin taleplerinin en kısa sürede karşılanmasına ve özellikle kendileri ile yakın bir istişare ve işbirliğine özel önem verilmektedir. Kendileri ile yakın bir zamanda yapılacak görüşmeler çerçevesinde çalışmaların tamamlanarak gerekli ödemelerin süratle yapılması temin edilecektir.

     

    Dolayısıyla, hiçbir şekilde tazminat ödemelerinin yapılmaması veya geciktirilmesi gibi bir yaklaşım asla söz konusu değildir.

     

    Açılan tazminat davalarına ilişkin olarak gerekli savunmalar Bakanlığımız avukatlarınca yürütülmektedir. Çalışmalar, söz konusu davaların hassasiyeti ve özel önemi göz önünde bulundurularak yerine getirilmektedir.

     

    Açılan tazminat davalarında talep edilen hususlara ilişkin ilgili mevzuat çerçevesinde gerekli cevaplar ve açıklamalar yetkili mahkemelere sunulmaktadır. Tazminat hukukuna ilişkin temel yasal düzenlemeler ile bu konularda oluşmuş genel içtihatlar dikkate alınarak izahatlar hazırlanmaktadır."

     

    "Görevliler daha dikkatli olmalı"

     

    "Kamuoyuna intikal eden savunmaya ilişkin cevap ve açıklamaların hukuki bir mülahaza amacı güdülerek hazırlandığı ancak maksadını aşan ve yanlış anlamaya mahal verebilecek bir sonucu da istemeden doğurduğu anlaşılmaktadır. Bakanlık olarak hiçbir şekilde hayatını kaybeden vatandaşlarımızın ailelerini üzmek veya onları rencide etmek şeklinde bir amacımız asla söz konusu olamaz. Söz konusu olayla ilgili olarak görevliler daha dikkatli olmaları ve konunun hassasiyetine uygun şekilde hareket etmeleri konusunda uyarılmıştır.

     

    Dolayısıyla, kamuoyuna olayın çok farklı bir şekilde aksettirilmesi ve farklı manalara çekilerek Bakanlığımız aleyhine haksız bir kampanyaya dönüştürülmesi, hiçbir şekilde kabul edemeyeceğimiz bir husustur.

     

    Netice olarak, Adalet Bakanlığı ile müştereken yürüttüğümüz çalışmalar süratle nihayete erdirilerek, tazminat ödemelerinin en kısa sürede yapılması sağlanacaktır.

     

    Kamuoyuna saygıyla duyurulur."


  3. Laflara bak laflara... Bari daha fazla yazma da zır cahil (Böyle yazıyorum, çünkü senin tarzın bu) olduğun çıkmasın ortaya...

     

    Zaten darbe komisyonu var. Bütün partilerden üyeler de var. Buna rağmen darbenin siyasi ayağı ile ilgili komisyon kurulması teklifini kim verdi, hangi parti vekili verdi? Bunu da yaz... Yazmazsın çünkü bilmiyorsun!!! Sloganvari sosyal medya lafları ile zihnindekileri kusuyorsun. Üstelik o teklifi veren vekil (ki kim olduğunu yazmayacağım, sen bul) bu teklifi verirken, medyaya neler dedi? bunu yazmanı istiyorum.

     

    Dur bi... Bak ne yazacağım:

     

    Darbeci komutan mahkemede kendisini nasıl savunmuş:''Darbede generallere yönelik girişimlerde bulunuldu. Ama bakanlara yönelik hiçbir girişim olmadı. Böyle darbe mi olur.''

     

    Peh peh peh...

     

    O değil de şu teklifi kim vermiş? Hadi yaz da üzerinde konuşalım.

     

    Ayrıca bu darbede siyasi ayağın olduğu gizli kalmış bir şey değil. Yani bunu biz bilmiyoruz da sen bize o keskin zekanla açıklıyorsun havasındasın. Bak canım benim, verilen o teklifin asıl niyetinin ne olduğunu, teklifi verirken basına konuştuğu lafları da oku da anla. Tamam mı kuzum. Akparti içinde fetöcü varsa da inan ki CHP ve HDP büyük çoğunluğuyla onların yörüngesinde. Adamlar darbeyi bir kurgu bir senaryo söylemine getirmeye çalışıyor. Tabi bunları görebilmek için siyasi akıl lazım da işte, neyseeee!!!

     

    Öncelikle üslubun ziyadesiyle sevimsiz bunu bil. Bu sana son cevabim. Komitenin varlıği hükmen olup fiilî hicbir varlik iddiasi kalmadiysa ve dahi yaptigi yapacagi bir rapor yayinlamak ise ve mevcut darbeyle mücadelenin rezaleti de varid oldugu üzere bu komisyon kendini coktan feshetmişe benziyor. Velev ki darbenin siyasi ayaginin arastirilmasi fikri hdpli bir vekilden ciksin sonuna kadar arkasindayim. Bunu söylemekten gocunmuyorum.

     

    Finans ayaginin sapır sapir salindigi, icerideki "tuzluklar"a hicbir sekilde dokunulmadigi bir manzarada hangi utanmaz cephenin arkasina sığınarak arastirmanin, incelemenin kamil bir sekilde varlığını iddia edebiliyorsun? Basit bir Atilla Taş'ı iceri tikmakla olmuyor o iş! Ve bunun hesabini veremeyecekler ne burada ne de öte dünyada. Savcilar bylock kullanan mv.ler hatta bakanlar var ama birsey yapamıyoruz diyorsa senin bu aymaz üslubun yerin dinine batmali! Hala ne basiret körlüğüdür ki bizzat sehit ailelerinin vergileriyle zikkim yiyen o serefsizler bunkarin oelerini altinda, sefaatiyle bizzat vurulan meclis altinda varliklarini devam ettiriyorlar. Saniliyor ki pelikan ile iplerini cektikleri Davutoglu sadece persilvanya muhibbi idi, he Bulent Arınç tek hain idi! Haysiyetsizler aklimizla aleni alay ediyorlar. Sizde hala ne bu fanatiklik, ben kendimin zamaninda savurdugum iddialarin altinda eziliuorim vallahi hayret!

     

    Zerre inanmıyorum adeletlerine, bu sadece parti isimlerinde kazılı bir tabir olarak kalmış. Hele en son olaya gel, mavi marmara sehitleri adina aldiklari tazminatlari ailelere teslim etmiyorlar ki haksiz kazanc saglama diye deli zirvasi bir gerekce var. Hele oku o dilekceyi istenen raporlari tedkikleri oku, zerresi kavurmaci saliverilirken istendi mi acaba?

     

    Kör olmus vallahi vicdanin senin gibi düşünen nice akpli varsa valla benim safim ayni olamaz! Lebalep adaletsizlik kayniyor ortam, kaygilarimiz, sancilarimiz islam adina iddialarina leke sürdürdükleri icin. Kimsenin sahsi olarak hasmi degilim. Ama yineliyorum fena cakilacagiz ve bizi bu sefer hicbir dua kurtaramayacak.

     

    Yürüyor dumenleri çok guzel yürüyor, ama ki Allah'in terazisi o gün eksiksiz tartacak. Kimsenin kacamayacagi o hesaptan alni ak kurtulacak mı bu sahtekarlar sen düsün sen de bulacaksin cevabı.

     

    Ben bitiriyorum. Bos cünkü. Ben su cereyan eden hadiseleri gördükçe daha sıkı calisiyorum. Liyakatsizlik, adaletsizlik, adam kayirma, sahtekarlık, riyâ, hak yeme diz boyu. Allah kimseyi rutbelere, papyonlara, makamlara yalaka etmesin maymuna dönüyor insan cokca görüyoruz.

    Istikamet ehli olana ne mutlu. Benden bu kadar. Vatanini milletini seviyorsan, elestir abi çunku gözübağlı, adaletsizligi bile sırf onlar yapiyor diye muspet karsilayan munafiklar cok.

     

    Selametle


  4. Darbenin siyasi ayağının ortaya çıkarılması için komisyon oluşturulması teklifi AK Parti'nin oylarıyla reddedilmiş.

    NİÇİN? NİÇİN? NİÇİN?

     

    Adem Özköse

     

    Ee bd aidiyeti nasıl gidiyor ciklet çiğneyicilerimiz? Ulan gümbür gümbür çöküyoz be!


  5. Benim yazmami bekleme hacegan abey, yine duyduklarin hosuna gitmeyecek. Biz bu referandumu konuşmayak bence bugun 15 temmuz durusmasi olsun o p.çler jilet kaydi takim elbiselerle hakim karsisina cikmis biliyor musun abi? Evet yüzume tükürmek farzdir ben de bilmiyorum abi. Öküz gibi, büyük bas hayvanları tasir gibi Kazlicesmelere atabalara tıkılip gotürülmustuk bunda niue tık olmadı abi? Kelle sayisini hesap ettikleri o alanlar bu davanin layik oldugu ehemmiyetten daha mi fazla abicim?

    Hacegan abi ben yine fena darlandim, yine okumuyorsun Halil kantarci'nin hanimini degil mi? Sehit Mustafa Cambaz'in oglu da var, durusmada kirk kisi yoktuk diyo abi ne yalnizlik hissetmisler, bizimkiler denilen o namussuzlar nerede abi? Meydanlarda buralari birakmayin diye yiyici akbabalar, köşelerde 15 temmuzun edebiyatini yapan paraci sirtlanlar nerede abi? Bi halt olmaz bizden bak yaziyorum buraya? Silivri'ye kac saat sürer ki abi? Hey gidi hey hedef 2023 iken 2017nin altinda kaldik.

     

    Avukat bile verilmemis abi sehit ailelerine, bu mudur davayi sahiplenmek? Lan tirnaklarindaki pislik olamayi solun? Ama hangi cihetten; adamlar mini etek giyen kiza tekme atan adamin davasini ana baba günü ettiler, gezilerde sarisuluk durusmalari hincahic 15 temmuz bizim neyimiz olur abi?

    Referandum mu? Cani cehenneme! Simdi anlatabiliyor muyum ben derdimi? Niye diyorum bizden görünüp bizden olmayanlar?! Herkesin gemisi yürüyor abi, çatir catir lafla peynir gemisi de yürüyor; abi olan yetim öksüz bu vatanin evlatlarına oldu abi. Yemin ederim bir kere daha çöktüm. Bu 15 temmuz sehitleri dernegi diye bir zimbirti actilar flamanin önünde gülerek pozlar verdiler bizim o mühim adamlarimiz abi bir mesaj bile mi atamiuorsun uzerinden tank gecen Sabri abinin bile haberi yok abi? Ama medyamiz maymunu olan Barlas'i konussun, reyizler pelikanlar, ha Arif Emre agabeyin ölümü derin yaradir abi o ayrı.

     

    Ne diyim abi, ben daha konuşamaz oldum. Canlanmasini brkledigimiz mazi ana avrat sövse yeri, daha dünün hesaboni soramiyoz ama Istanbulu da iyi fethettik bee. En büyük acziyetimiz tarihin zaferleriyle övünmemiz.

     

    Referanduma gelmiyorum abi. Beni bekleme de. Hergün daha ne kadar inancim ezilecek ben daha ne kadar diri tutmaya çalışırken bizim o ayilar tüketecek onun hesabini yaparak yaşıyorum abi. Adaletin elindeki teraziye yiginla kazurat doldurmuslar abi. Fena ağır basiyor. İbre kimden yana dersin.

     

    Ama dur, ver mehteri!!


  6. Abi bana sorduguna göre sen okumamisin ben de senin okumadigini iddia edeyim o zaman. O yorumumda yeterince vakit verdim. Yorumum da durduğum taraf da bellidir. Ve yineliyorum bize bu catismayi yaratan, bu ucuruma iten akp'nin kendisi oldu. Artik inanmadigimiz bir seyi sürüklüyoruz sirf karşı taraf itlere inat. Ama bu da uorulur be kardesim. Dilersen daha genis zamanda ama simdi degil. Meşgulüm abi.


  7. ]

    Dayim memleketten arayip "elin titremeden hayira gitmis ermeni" dedi. Sen de haklisin ağbi. Parti dagitinca biz de sirazeyi toparlayamadik zaar. Ama valla evet dedim yaw:))

     

    Bosverin siyaseti. Ben biraktim. Haber izlemeyi, koseyazisi falan okumayı. Alayı logar. Okudum yea niye inanmiyorsun. Yeminle.


  8. "Birileri hâlâ hukukta/hukuksuzlukta... oysa tehlike çok daha yakında: akp siyasetiyle medyasıyla pisliğe batmış vaziyette. bunu gördük."

     

    "halk AKP'yle sadece chp şerrinden sakınmış oluyor. ama akp -siyasileriyle kültürcüleriyle- halkın bu sıkışmışlığı üzerinden palazlanıyor."

     

    Rastladığım bir kac tweet. Ve son degerlendirme, SU ÇÜRÜDÜ.


  9. Mesele benim nezdimde gayet temellere dayanarak mantıklı bir şekilde konuşulacak düzeyde mesele degil. Yalniz buralarda bir özürlü dolanıyor da gölgesini basligimda gormek istemedim. Üstelik bu son iletiyi de henüz görmekteyim. Muhatabına usulsüz bir davranış idi sergiledigim bu konuda affiniza sığınıyorum.

    Oncelikle degiskenligim siyasi konumumun onceki konuma gore degismesidir, bu konuda bastan beri hayirci nazariye ile oldugumu en azindan bunun sabitesini şahsım bilmektedir. Muhatabima gore degisen kanaatim hic olmadı hangi masaya oturduysam bu konuda hep de işin ucu munakasaya gitmistir. Karsimdakiler tarafindan zira saygi duymak denen sey kutsal. Aklen, mantık olarak hicbir sekilde o maddeleri onaylamadigimi üstteki yorumlarimda da dile getirmistim. Benim ve cogu secmenin de eger gercek bir "faruk istidadina" sahip ise ciddi boyutta sancili olmasi lazim gelmekte idi.

     

    Fiilen coktan baskanlik sistemi icinde oldugumuz, agir bir sultanin altinda olundugu malum idi. En bariz orneklerini yakinen gorduk, feto basin ayaginin serbesti söz konusu oldugunda karari beren merci hemen azledildi be o gazetecilerin tutuklanmasina tekrar karar verildi. Peki kisa vakit önce saliverilen kıvırcık Kavurmacinin saliverilmesi hakkinda neden bir atılım olmuyor? Tas gibi adam birden raporlu hasta oldu. Akp icinden bir elin parmagini bile bulmadi aykırı ses. Bu ayıp size sanci cektirmiyor mu? Ne oldu reyiizzzler!

     

    Sehit Halil Kantarci'nin haniminin beyanini okudunuz mu? Okuyun derim. O gece vicdanimin sesi beni boğdu. Koltuklarin ayaklari saglam olsun diye yuzlerce insan ölüyor, bunun aciklamasi dolaylı olarak da olsa bu. Ama sehit cocuklari ölene kadar burs alacak tabi. Bu bize susmak icin yeterli gelmeli degil mi? Peki diger içerideki "tuzluklar" gitmezler efendim gitmezlik otoriteye zaaf yok degil mi parti, teskilat süt ve akkaşık. Gecelim.

     

    Onlarca meseleye alnimin akiyla deginebilirim. Gayet de neye evet neye hayir dedigimi bilerek. Ha şunda birleselim evet sadece 15 temmuzun anisina ve pkk nefretime istinaden tercihimi muspet vermeye mecbur hissettim. Hayir diyecek kadar yürekli olamadim!hayir Verenleri ama aidiyeti muhafazar cevre olan sahislari acik ve net kutluyorum.

    Kardesim kim olursa olsun gücün tekelleşmesi tehlikelidir. Ben bana bile bütün sinirlarina varmis bir doygunlugun verilmesinden/ulasilmasindan korkarim. Denetleme ve duzenleme mekanizmasinin kısık,pasip ve alcak oldugu noktada tehlike kacinilmazdir. Hazreti peygamberin aldigi karara "Ey Allah'in Resulu bu sizin kanaatiniz mi yoksa Allah mi emir biyurdular?" Diyen Hz. OMERLERI gördü bu fikir. Hakimler ve savcilar yüksek kurulunun, yasama yürütme merciilerin, ve dahi üst nice kurumlarin idare makamlarinin salt cogunlunu atama yetkisine sahip olan bir makam kim tarafindan denetlenecek? Siddetle muhalefet öldürülmeye çalışılıyor, bu topraklarin birinci dereceden iktidara degil saglam bir muhalefete ihtiyaci vardir. Bunu illa chp temelli dusunmeyin lütfen. Keske bu anlamda kavi bir sese sahip olabilseydik, hem de yine Erbakan atölyesinden. Siyaset erbabiyim diyemem, ama denetlenemez, saglam rekabet ortami saglanama, ne derse erisen ve olan bir makamin artik zehirlenmeye durmasinin mukadder oldugu kacinilmaz her ortalama zekanin cikarimi olmalidir. Bu noktada mahrumuz, malesef ki son radde de Bahceli de siyasi intiharini yapmıştır. Nitekim neticeye hiçbir tesiri olamadi. Kaldi ki akp bile icinde dipsiz bir kararsizlikta ve cekimserlikte iken ülkücü taban ziyadesiyle masumdur.

     

    Şunun cevabi hic kimse tarafindan evet olamaz; yarin birgun manyak bir belki de kripto bir fetönün ya da nato, abd usagi bir siyasetcinin o koltuga hani 'kazara' gecmeyecegi, bizim Allah affetsincilerin yanılmışız diyen perisancilarin yine aldatilmayacagi ne malum? Erdogan butun doğal sinirlarina ulasmis vaziyette, her tekmeyi halkin sırtına atlayarak uzerinden savdı. Peki ya sonra? Simdi o kadar acemisi olduklari bir seyi ya da dur macera demeliyim kalkisti ki tutmazsa yeni bir B plani. Ne de olsa tum ulke onun rus ruleti oynadigi oyun tahtasiyiz. Yine bozarlar yine yaparlar; tum manzara neydi biliyor musun azizim tum o ülke parcalanacak yaygarasi; akpye yeniden organik bagini temin etmesiydi. Bir adam arzuluyor biz da mal gibi gidip "he" diyoruz.

     

    Kimse duydugu güvenin bir gün yine "kandirildik"a varacagini bilmeden yasiyor. Butce denetleme onda, savasa girme onda, meclisi feshetme onda, secim karari alma onda, bakin komiklige ki mv sayisini artirip tepelerinde balyoz olma yine onda. Meclis salt sayi cogunlugu diye bir hikaye var ki nereye ceksen ampule carpacak elleri bir de oylama yapacakmis.. nereye dogru gülüyoruz? Cidden sizlerin var olan manzarada bir rahatsizliginiz yoksa dedigim gibi, faruk yetiniz ciddi zaafiyet altindadir. Ayrica kim bu baskan yardimcisi olacaklar kuzum, ne vasfi belli ne sayisi? Seçilmişlerden bile olmayacak, kimin ahırı o meclis der misiniz bir? Durun bence ş meshur eniste coktan koltuk hak etti.

     

    Abicim önüne gelen maddede cumhusbaskani kararnamesi diye gözüne çarpıyor, cumhurbaskani taragindan edilir, yapılır, atanir, atılır bu ne laann? Nerede akli selimeniz Allah aşkına? Hele ki alt tabaka teskilatin, havuz medyasinin (yemin ederim artik suphem yol boyle bir havuz var ve suyu b.k kuyusu gibi) igrenc seviyesizlik ile nasil da birbirlerinin tirnak aralarindan ekmek devsirmeye çalışıyorlar. Bastan asagi midem bulaniyor artik. Belki de son aktif siyasi bir tavrimdi bu, inanmadigim birseye dahlim olmasi kendi bütünlüğüme baltadir evet. Bu ayni zamanda da akpnin sag olsun secmenini sürüklediği uçurumun resmidir. Nitekim netice dr sukur ki bunu gösterdi. Istatistikten son derece memnun kaldim. Umarim halkı da tumpuna birakip bir sekilde safdisi bırakmazlar. 5 yilda bir gelecekler, yine Turkiye dagilmalar ile yuzyuze kalacak yine bakanlarimiz igrenc bir komploya malzeme edilio konsolosluklardan geri cevrilecek hepsi mesru hepsi cünkü oy gelmeli oy oy oy. Kimin anası ağlıyor, kim magdur heç mühim degil. Algilarimizi biz altin bir besi bir yerde diye koynumizda serefle tasiriz. Cunku bize cok tasittilar öyle be kardesim. Uine carigi kesik amcam ve yasmagi burnunun altinda teyzem sahneye cikar nasirli elleriyle ve kapisi sadece o anlarda calinan kimsesizligiyle rolünü oynar ve iner. Sonra yine abdye kul olmalar, abnin kapatması olma sevdasi, secim oncesi efelenmelerimizi secimi aldiktan so ra hani daha kabararak "hala mi almican bak bu kadar güçlüyüm bi daha dusun istersen" ve sinek kaydı traslar.

     

    Nasılsınız? Yeterince menü lezzetli mi? Tırnak uclarima ladar öfke doluyum. Kafadan akp düşmanı degilim ha. Ha nu arada bu cumle kalibi tanıdık geldi mi? At fava bekle.


  10. İlâhî bir lezzet alınıyor her birinden. Ben de bırakaýım şuracığa.

    Nadide bir hâtiramdır Fındıkzâde'ye Diriliş'e Üstad'ı ziyarete giderken tramvayda İsmet Özel'e rastlamak. İhtiyar bir dev ağaç, yolu İstanbul olan ve Istanbul'a düşen uğrasın Diriliş'e. Hayat o güzide anlarla mânâ sahibi. Tam olarak aşağıdaki anlamın mücerred mümessili.

     

    İnsanlığın Alınyazısı Bir Çocuk

     

    O çocuğu bekliyoruz.

    Dünyayı değiştirecek, yenileyecek, meşhur kelimemizle söyleyelim, diriltecek çocuğu.

    O çocuğu ki, reklam ve propaganda edilenleri değil, edilmeyenleri bilsin.

     

    Kendine verileni aşan bir çocuk olsun o çocuk.

    Verilmeyeni alabilen bir çocuk. Gizliyi, sır olanı kurcalayan, tarihin şifrelerini çözen bir genç.

    Derleyişleri dağıtan, dağılmışları derleyen bir genç adam.

     

     

    Kayıpların, kaybolanların ürperttiği bir ruh.

    Tayfları, gölgeleri heceleyen bir espri.

    Kabuk bilgilerin sağnağı altında ıslanmayan anlayış ve kavrayış kişiliği.

     

     

    Bir muştu olan bir çocuk. Muştu gibi gelen. Muştu getiren.

    Işıkla gelen çocuk. Umut ışığını getiren çocuk.

    Kapitalizmin ve komünizmin karanlığını delen umut ışıklarını taşıyan gönül eri.

     

     

    Erenlerden bir işaret olan er. Diriliş eri.

    Doğunun ve batının özlemini çektiği haberci.

    Yollarda gözlenen, tozların gerisinde hayal edilen yolcu.

     

     

    Uygarlıkları, tarihi ve tabiatı, insanı ve eşyayı yeniden tartı kefelerine yerleştiren eleştiri eri.

    Eleştiri içinde özeleştiri tohumlarını yeşertmesini bilen düşünce tarımcısı.

     

     

    Yuvalara, evlere yeniden fizikötesi bir anlam kazandıran hızırlık çabanın adamı.

     

     

    Tanrı eri. Semboller halinde kafaların ve ruhların içine dikilen ve dikilişleriyle insanları

    ve tüm insanlığı onursuz kılan putların kırıcısı inanç yiğitti.

     

    Aşağılık duygusu altında ezilen duyarlıkları sağlığına kavuşturan ve

    böylece sözünden çok ruhuyla doğacak özgürlüğün, gerçek özgürlüğün savaşçısı olacak kahraman.

     

     

    Bu çocuk elbet gelecek.

    İnsanlık, beklenmedik her vakitte olduğu gibi yeni bir atılım yapacaktır.

    Bu atılımın temel taşı olacak olan yeni insan zuhur edecektir elbet.

     

     

    Diriliş gerçekleşecektir.

    Göze görünmez evrensel tabut parçalanacaktır kuşkusuz.

     

     

    Kuşkusuz, bu, büyük çalışmalar ister.

    Aslında, çalışmalar, dağınık bir biçimde ve her yerde aynı bilinç yoğunluğunda olmaksızın, başlamıştır, sürüp gitmektedir.

     

     

    Bir gün derleniş toparlanış ve bilinçleniş de gözle görülür bir düzeye ulaşacaktır.

     

     

    İnsan kendi barikatlarının mahkumu ve kendi zincirlerinin tutsağı olmuştur.

    Ama bu kıyamete kadar sürüp gidecek değildir.

    Diriliş nesli, bu mahkumluğa, bu tutsaklığa başkaldırmanın cesaretini gösterecek

    ve bu başkaldırmayı yeni uyuma dönüştürmenin yöntemini kestirecektir.

     

     

    İnsan, yeniden erdem sınavının ateşi içine atılacaktır, cehennemleri yarıp

    cennetine ulaşacak üstün semender yaradılışındadır çünkü o

     

     

    Şartlar ne kadar ağır olursa olsun, ürkmeyiniz.

    İnsanın alınyazısı, ağırlığıyla, şartların ötesindedir.

     

     

    Toprağın vebamsı kaynayışına aldanmayınız.

    Gök, yüklü, esintiler, elverişli, ufuklar, eleğimsağmalarla beneklidir.

     

    Ruhun ilham seferi, Cebrail soluğuyla desteklidir.

     

     

    Ruhulküddüs yalnız geçmişte insanı yoklamadığını,

    geleceklerde de onu kutlu göğsüne bastıracağını ispat edecektir.

     

    Ruh, kutsal ruh tarafından sığınacaktır.

     

    Akşamla birlikte, sofraların üstüne yine kutsal ruhun kanatları gerilecektir.

     

     

    Çocuk, kuzey ve batı rüzgarlarını kılıcıyla ikiye bölecektir.

    Selleri ve çığları omuzlarıyla durduracaktır. Fırtınaları ters yüz edecektir.

     

    Zaten o, bütün bunlar için geliyor.

     

     

    Azgın bir kışı yaşıyoruz.

    Geleceğin erleri onun üzerine diriliş kemerlerini ve kubbelerini oturtacaktır.

     

     

    Ruhun ayasofyaları, süleymaniyeleri yükselecektir yeniden.

     

    Diriliş mehteri, dünyanın ufkunu, metafiziğin marşıyla çınlatacaktır.

     

    Pandorun kutusu kapanırken ruhun şifa mücevherleri, saklı oldukları mahfazalarının kapaklarını zorlayacaklardır,

    dışarı çıkma günü gelen civcivin yumurtanın kabuğunu gagasıyla tık tık döğmesi gibi.

     

     

    Kutlu şehirlerin ruhları, geceleri gözlere görünen yatırları gibi uyanacaklardır.

    Bursanın, İstanbulun, Konyanın, Diyarbekirin, Erzurumun, Şamın Bağdatın,

    Buharanın, Semerkandın ve beş safta Mekkenin, Medinenin

    ve hepsiyle birlikte Kahirenin, Kuala-Lumpurun, Bingazinin,

    İslam-Abadın, Darüsselamın ruhları dirilecektir.

     

     

    Elinde bir meşale, bu kış gecesinde dolaşacak olan o çocuğun ulaştığı her kent, dirilişe erecektir.

     

    Kentler, ölümün kırılışından tüten alevlerde yıkanacaklar

    ve kutlu sancağın altında diri kümbetler olarak toplanacaklardır.

     

    Bu şehirler mahşerinin önünde kim durabilir?

    Kalk ve Korkut sesiyle ayağa fırlamış ilahi sitelere karşı hangi çelik veya demir bent dayanabilir?

     

    Sezai Karakoç


  11. Benim ne verdigim mühim degil, bence daha cok oyladigimiz şey konuşulmalidir. Ve ben artik 'aman

    alınları secde gören adamlar' modundan coktan çıktım. Fenâ şekilde kullanildigimizi düşünüyorum. Bir seçim vakti geliyor hoop tepetaklak oluyor ülke. Vatan millet meselesine dönüşmemis bir seçim söyler misin bana Allah aşkına? Al gelsin bakalım dedikleri sistem ne değişecek? Ancak macera, arayışlar baktılar tutmadi sil baştan. Kaç tane "Yeni Türkiye" var merak ediyorum. Ne tasarlasalar mevcud durum anında 'eski Turkiye'ye dönüşüyor.

    Ayrıca kabul etmiyorum dedigim birşeyi elbette okumuş olmamı aklen çıkarmalı idin. Hem de ne sancilarla okudum, artik bir coşku ile yetmez ama evetlerimi 18li yaslarimda bıraktım. Ben onlara söyle sesleniyorum "bizden görünüp bizden olmayanlar" inan bana azizim hala ağırlığını fark etmiş değiller. Bir 15 temmuz ile hepsini temize cikaramam, evet büyük bir imtihandi tüm millet olarak ödedik, fakat bir realite varsa değerlendirmek durumundayız.

    Aladağ yangınını anımsa, yurt yok yavrucakları evlerine taşıyacak servis tahsis edilmiyor, uzak bir bucaktaki okula gitmeye mecbur kalıyor ana sicaklarigina muhtaç olanlar.. okul idaresiyle suleymancilarin o kıytırık yurduna mecbur bırakılıyorlar. Denetleme yok, gözetleme yok Anadolu'ya ancak oy lazımsa mecburlar cünkü. Benim dinmeyen sızimdir vu. Daha sosyal devlet olarak nice gediklerimiz, Soma'nin verilen gensorusunu sırf muhalefet isleyisimize ket vurmak istiyor sacmaligiyla bakma bir hafta sonra o facia yaşandı. Erdogan ise vu gensorulardan "kurtulmayi" marifet sanarak çadırda anlatıyordu hayırcilara. Cünkü vatan asagi sadece onlar ya.

    Gönüldaşim, benim aklen kabullenmemde ciddi sıkıntılarım var artik.


  12. Bismillah fî evvel ve'l âhir

     

    Kutlanamayan Zafer

     

    Bir gerçek, ezici bir galibiyetten bahsedemeyiz ve gayet beklenilen, yerinde bir istatistik %51

     

    Bir tarafa ürkek bir gurur diğer tarafa 'devam' aşılayan bir sonuç. Bir yorum okudum, mağlup gâlibiz diye; tespit budur.Bugun sandığa evet'e giden akpli seçmen (en azindan çoğu) duygusalliktan öte hiçbir mesnede dayanmamistir. Fanatikleri "Erdogan ne derse evet lan!"cıları hâric tutuyorum. Cekimserleri, hayırcı muspet tebaayi bir anda pkk teröristler ile aynı kategoriye koyabilen, meseleyi, vatana ihanete kadar indiren ama kendi bizzat teşkilatindaki yarıkların üstesinden gelemeyen, bildiği hâlde suya sabuna dokunmayan, seçime üç gün kala saçmalayan ( ama karınlarindaki gercegi kusan) danışmana bile dokunmayan, 15 temmuz vampirlerini (bakın da görün) yine uzaklaştirmayacak olan iktidar ama bütün mahsülu toplamaya ve ekmeye mecbur tutulan halk her defasinda bu "demirden yükü" taşımayacaktir. Sonuc aşikâr olunca 'evet hayır eşittir, öteki yoktur" he babam he.

     

    327 geçerli oyda 98 hayir ve gelmeyen 65 secmen; bir sınıf içi sandıkta korkutucudur. Sayım bittikten sonra tam olarak bunu dedim "ya kıl payı alırız ya kıl payı gider. Nitekim farklı olmadı. Şunu açıkça bilmeli ve kabullenmeliyiz, Ysk son manevrayi yapmasa bu referandum gitmişti.

     

    Sabahtan akşama sokağın nabzını tutacak işlevsellikte idim, sabah 8.30 durakta hayır broşürleri dagitan 65lik amcalar teyzeler, öğlen Perinçek grubunun hayir propagandalari, akşam duraklarda yine Chp. Bizim taife birak Üskür'da dombra çalsin, "ver mehteri" desin. Istanbuldan aldı alacağını. Tek işi ;asın bayrakları; olan teskilat, koltuğa yapışan aklıyla yer değiştiren o igrenc kibrinden ve rahatlığından taviz vermezse gelecek secimlerde (halâ akp diye birsey varsa) fiilen bir üstünlükten bahsedemeyeceğiz. Birakin portakal bicaklasinlar, birakin ak trolluk etsinler baştan asagi eylem ve muhteva derinligi, bir gaye tütmeyen, işi topuklarini birbirine vurmak ve düğme iliklemek olan gerizekalı sürüsü. Adam assinlar, adam kessinler giyotine versinler,

     

    ee kardesim sen ne yapacaksin buna alternatif olarak?

     

     

    Başgaaannn, reyiiizzzzz! Yok bi halt yok.

     

    Ciddi şekilde dinamit var kökümüzde. Ve bu "benden sonrasina Allah kerim" kaderciligiyle Allaha havale edilecek cok da dini bakış açısı ile açıklanabilecek, o teslimiyete teslim edilecek hafiflikte değildir. Menderesi ipten kurtarmayan Allah elbette sunnetullah gereği gelişen hadiselere durun diye tam da uçurumdan bir milleti ne atacak ne de geri tutacak değildir. Burayi kısa kesiyorum, anlaşılmıştır.

     

    Hâsılı şunu demeliyim, oyun yeni başlıyor. Taslağın kendisine deginmedim cünkü hiçbir şekilde onaylamiyorum. Yani "emanet bir evet" Ne olur canım olmadi dener iki üç yıl sonra degistiriverirler diil mi ama?

     

    Not:Ayasofya ve idam 'hikâye'den ibâret. Sıfırla vergileri Naim futbola kan lazım.


  13. Ramazan Dikmen telefon ediyor

     

    _Cahit abi nasılsın?

     

    Her zamanki yeri, Akabe'de.

     

    _Ne olsun Ahmet Sağlam'la oturmuş karşılıklı konuşuyoruz. (Ahmet Sağlam Zarifoğlu'nun müstear adı.)

     

    Ağaçtan düşmüş çocuğa döndüm diyor merhum Dikmen ve telefonu kapatır kapatmaz Cahit abinin yanına gidiyor. Yalnızlık çok zor Aleaddin abi.

     

    Oturduk konuştuk diyor uzun vakit.

     

    "Unutulmuşluklar", neyi nasıl ve ne güzel unuttuğumuzu çok acı bir şekilde yer yer sesli gülmeme sebep olacak tarzda bam tellerimi sökerek okuttu kendini.

     

    Yukarıda alıntıladığım o ufak diyalog..Cahit abinin ne de derin izleri ve garip mizacını gösteriyor. Ahmet Sağlam'la oturduk konuşuyoruz. Bir insan kendine bu kadar yakışır.

    Burada es geçilen bir isim varsa o da Ramazan Dikmen'dir. İri çerçeveli gözlükleri, yakışıklılığı, temiz bakışları üslubu hele o ipeksi, yerli ve hüzünlü sesi.. Genc yaşta öleceğini biliyor gibidir. Nacizane MUHAYYER eserini tavsiye ederim. Sımsıcak bir karakter, ve yine üzülüyor insan bir insanı daha kaybetmiş olmaktan.

     

    Bir kenara yazın bu ismi, insanlığa çok farklı ve bir o kadar da acı bir çağrıdir bu; Ramazan Dikmen

     

    not:kitap yurdundan temin edilebilir. hece yayınları


  14. İstanbullunun Özellikleri 1

     

    Birkaç hafta önce Kubbealtı Vakfında yaptığım konuşmada, İstanbul kültürüne, medeniyetine, görgüsüne, terbiyesine, âdâbına, inceliğine, mürüvvetine ve nezaketine sahip kimselerde 250 kadar hasletin ve meziyetin bulunduğunu söylemiş ve kısmet olursa bunların bir listesini yapacağımı beyan etmiştim. Aşağıda bunlardan 59'unu sıralamış bulunuyorum. Daha sonra diğerlerini de düşünüp arayıp bulup listeyi tamamlamaya çalışacağım. Şu hususu da arz edeyim: İstanbullunun tabakaları; avammı, havassı ve ehassü'l-havassı vardır. Aşağıda saydığım faziletlerin bazısı avama, bazısı havassa, bazısı ehassü'l-havassa ait olabilir. Bu fazilet ve meziyetleri kitaplardan ve gerçek İstanbulluları görüp tanıyarak öğrenmiş bulunuyorum. Bendenizde bu kemalâtın bulunduğunu iddia edecek kadar akılsız ve idraksiz değilim. Çok okuyan, hasbelkader hayli insan tanımış olan değersiz bir vatandaş olarak birikimimi arz ediyorum. İnşallah birkaç gence faidem dokunur, hizmetim olur. (Bazı maddelere itiraz eden çıkabilir. Lütfen tartışmayalım, fakirin cehaletine versinler.)

    1. Terbiyeli, kibar, medenî gerçek bir İstanbullu ben kelimesini çok kullanmaz, onun yerine bendeniz veya fakir der. İstanbul kültür ve âdâb-ı muaşeretinde sık sık ben demek çok ayıptır, büyük bir nakisedir.

    2. Benim evim demez, fakirhane der.

    3. Sizin eviniz demez, devlethaneleri der.

    4. Baban anan nasıl diye sormaz, pederiniz beyefendi, valideniz hanımefendi nasıllar diye sorar.

    5. Çeşitli konularda yazılı olarak (mektupla ve mail ile) teşekkür eder. Meselâ: "Dünkü nazik davetiniz ve ikramlarınız için çok teşekkür ediyorum. Sohbet çok faydalı ve zevkli oldu. Hiç unutamayacağım saatler geçirdim..." Davet sahibi de misafirlerine ayrı ayrı "Fakirhaneyi lutf edip teşrifinizden dolayı size minnettar ve müteşekkirim..." mealinde mektup yazar.

    6. İstanbullunun en çok kullandığı kelimelerden biri efendim'dir. Nasılsınız efendim?.. Teşekkür ederim efendim... Saat kaç efendim?.. Saat beşe çeyrek var efendim..."

    7. İstanbullu, iki öğün yemeği atlamış ve açlıktan başı dönmüş durumda olsa bile, sofraya sakin sakin oturur, sanki hiç aç değilmiş gibi ağır ağır sakin sakin yer. Gözlerini faltaşı, ağzını faraş gibi açıp çılgınca yemez. (İstisna: Bir yerde misafir ise ev sahibine hürmeten istiğnada ölçülü olur.)

    8. İstanbullu oturduğu evin caddeye veya sokağa bakan balkonuna çamaşır asmaz. Kadın çamaşırlarını başkalarının göreceği yerde kesinlikle kurutmaz.

    9. Genç İstanbullu toplu taşıma vasıtalarında yaşlılara, çocuklu kadınlara yer verir. Onlar ayakta iken kendisi kesinlikle oturarak seyahat etmez.

    10. İstanbullu sokakta, meydanda, çarşıda pazarda açıkta yemez ve içmez.

    11. Dondurmacıdan bir külah dondurma almış, sokakta herkesin arasında inek gibi yalayarak yiyor... İstanbullu böyle bir kabalık ve mürüvvetsizlik yapmaz.

    12. İstanbul terbiyesine sahip kadın ve kızlar sokakta, toplu taşıma vasıtalarında, yabancıların arasında çıngıraklı kahkahalarla gülmez, hattâ dışarıda hiç gülmez.

    13. Hakiki İstanbul görgü ve terbiyesinde sokak veya caddedeki kadın ve kızlara adres veya başka bir şey sormak çok ayıptır ve laf atmaktır.

    14. Hakikî ve görgülü İstanbullu evde veya dışarıda yediği yemekleri ve tatlıları başkalarına anlatmaz. Çok yakın dostu veya akrabası ise "Evvelki gün çok enteresan bir lokanta keşf ettim, inşallah birlikte gidelim..." şeklinde bahs edebilir.

    15. İstanbullu nasıl telefon eder? İlk defa bir yeri arıyorsa, numarayı çevirir, açılınca hemen, karşı taraf Müslümansa selamün aleyküm, çağdaş ise iyi günler der ve kendini tanıtır "Ben Âbid Yurdunusever, Kazım beyefendi (veya bey) ile görüşmek istemiştim..." der. Numarayı çevirdikten sonra "Ora nere?... Numarayı tekrar edin!.." gibi aptalca sorular yöneltmek kabalık ve bedeviliktir.

    16. İstanbullu bir kapının zilini bir kere çalar. Aynı anda birkaç kere zile basmaz. Kapı açılmazsa bir iki dakika bekler, tekrar çalar, yine açılmazsa geri döner. Durmadan zile basmak, kapıyı yumruklamak çok ayıptır.

    17. İstanbullu (bu telefon devrinde) randevu almadan ziyarete gitmez.

    18. İstanbullu, ziyarete gittiği yerde (binde bir zaruret olmadıkça) tuvalete gitmez, abdest tazelemez. Dindar bir kimse ise, abdestli olarak gider.

    19. İstanbul kültürünü ve ruhunu aksettiren iki özellikten biri eski sadaka taşlarıdır. Bir yol kenarında üstünde el sokacak kadar delik bulunan içi oyuk bir taş. Geçenler içine para atarmış. İhtiyacı olan fakir ve yoksul da elini sokar bir miktar alırmış. Tamamını almazmış... Eski taş binalardaki kuş yuvaları da İstanbul kültürünün ve merhametinin bir sembolüdür.

    20. İstanbullu bir Müslüman, dindar ve namazlı bir kimse ise başı açık namaz kılmaz, ibadet esnasında başında mutlaka İslamî bir serpuş, takke, imame bulunur. Başı açık olarak namaz kılmak bedevîliktir. Başın örtülü olması sünnet ve edebtir.

    21. Bir lokantada yemeğe davet edilen İstanbullu, yemek listesindeki en pahalı yemeği söylemez. En ucuzunu da istemez. En pahalısı olmamak şartıyla iyi yemeklerden birini söyler. Tatlısının üzerine kaymak istemez. Her hâl ü kârda mutedil olur. Yemek esnasında hem ayran, hem şerbet içmez.

    22. Ramazanlarda, orucu açıp birkaç lokma aldıktan sonra akşam namazı cemaatle eda edilir, ondan sonra yemek yenir.

    23. İstanbullu edebî, yazılı, zengin Türkçe bilir. Konuşurken ve yazarken yanlış yapmaz.

    24. İstanbullu faydasız, boş, mâlâyâni konuşmaz. Söylerse hikmetli ve lüzumlu şeyler konuşur ve söyler. Asla zevzeklik ve gevezelik yapmaz.

    25. İstanbullu gıybet etmez, nemime yapmaz, insanların gizli ayıp ve günahlarını araştırmaz, istemeden öğrenirse bunları fâş etmez, gizler. O, ayıpları setr eder, başkalarının günahlarına karşı karanlık gece gibi olur.

    26. Kibar İstanbullu ulan, yuh, be, aha oha, kral gibi kaba kelimeleri ve ünlemleri kullanmaz.

    27. İnce ruhlu ve mürüvvetli bir İstanbullu kendine bir ziyafet çekmek üzere bir halk lokanta ve kebapçısına gitti. Parası var, niyeti karışık bir kebap yemek. İçeriye girdi, boş masa yok. Bir kişinin oturduğu bir masaya geldi, "Afiyet olsun efendim, müsaade eder misiniz?" diyerek izin istedi. "Rica ederim, buyurun" cevabını aldı oturdu. Göz ucuyla o kişinin yediğine bakar, kurufasulya ve pilav... Bizim ince ruhlu İstanbullu, o vatandaşın yanında, lüks sayılabilecek pahalı karışık kebaptan vaz geçer, daha mütevazı ve orta bir şey yer.

    28. İstanbullu lâf olsun diye saçma sapan, dam üstünde saksağan, vur beline kazmayı cinsinden aptalca sorular sormaz. Soruları incelik doludur. Bana bir soru yönelt senin kim olduğunu söyleyeyim... Bir adamda veya kadında İstanbul terbiye ve kültürünün olup olmadığı, konuşmasından ve yönelttiği sorulardan anlaşılır. Bazı soruları sormak çok ayıptır.

    29. İstanbul İslam kültür ve edebinde selamı önce küçük büyüğe verir. Hal hatır sormak, nasılsınız demek önceliği büyüğe aittir.

    30. Kibar bir İstanbullu ziyarete gittiğinde yer gösterilmeden oturmaz.

    31. İstanbullu yapmacık, câli hareket ve sözlerden, aşırılıklardan kaçınır.

     

    (devam edecek)

    31. 10. 2012

     


  15. ANNECİĞİM

     

    Ak saçlı başını alıp eline,

    Kara hülyalara dal anneciğim!

    O titrek kalbini bahtın yeline,

    Bir ince tüy gibi sal anneciğim!

     

     

    Sanma bir gün geçer bu karanlıklar,

    Gecenin ardında yine gece var;

    Çocuklar hıçkırır, anneler ağlar,

    Yaşlı gözlerinle kal anneciğim!

     

     

    Gözlerinde aksi bir derin hiçin,

    Kanadın yayılmış çırpınmak için;

    Bu kış yolculuk var, diyorsa için,

    Beni de beraber al anneciğim !..

     

    (1926)


  16. Bunu da taramalarım esnasında buldum. Herhalde esamesi okunan yerler daha iflah olmamıştır :)

     

    Necip Fazıl’ı Fena Kızdırmışlar

     

    1345973485-50cd9d62b310e6a2465e938383af3565.jpg

     

     

     

    Büyük Doğu Dergisi’nin parasını ödemeyen bayileri dergide açıklıyor..

    Kötü bayiler arasında Samsun Vezirköprü de var..

    Bu haber Akasyam.com'dan yazdırılmıştır.

     

     

    Star Gazetesi’nin her hafta cumartesi günleri ek olarak vermiş olduğu Büyük Doğu Dergileri ilgi görmeye devam ediyor..

     

    Büyük Doğu Dergisi’nin altıncı yıl, 27 ocak 1950 tarihli 16. Sayısında Necip Fazıl Kısakürek “Bir Dava Organının Çilesi” başlıklı yazısında, “Belli başlı bir gaye ve davaya bağlı bir neşir vasıtasının, meydana gelmek ve sesini devam ettirebilmek için, bu memlekette, nefsini müdafaya mecbur olduğu hedefler tam 7 tanedir.” diyerek bunları şöyle sıralıyor;

     

    1-Muaharrir

    2-Matbaa

    3-Kağıt

    4-Okuyucu

    5-hükümet

    6-Suikastçi zümreler

    7-Bayi

     

    Üstad bu sıralamanın ve sıradakilerin teker teker tahlilinin ardından 7. Madde üzerinden biraz daha kiyafetli durarak, “7 inci ve sonuncu faktör sizi yere sermeye kâfidir. Bizim gibi yegane sermayesi (hamdolsun) fikir ve imandan ibaret insanların, bütün işlerini döndürmek için kullandıkları 3-5 bin lira da bayilerin elinde kalırsa netice ne olur” diye soruyor.

     

    Ve Üstad, Büyük Doğu’nun altıncı yılında “fakat artık canımıza tak ettiği ve bütün memleket umumi vicdanına karşı da tespiti gerektiği için, içtimai bir dava mahiyetinde ortaya koymayı vazife bildiğimiz muazzam dert; bilet gişesinin yağmacısı bayiler..” diyerek Anadolu’daki kötü bayilerin listesini dergisinde yayınlıyor..

    Yayınlarken Büyük Doğuculara bir vazife tevdi ediyor;

    “Bunların isimlerini teker teker veriyor, yekün Halide kendilerinden alacağımız olan binlerce lirayı suratlarına fırlatıyor ve şehirlerindeki Büyük Doğucuların hiç olmazsa kendilerine şöyle bir nazar edip, “ Yazıklar olsun, senin gibi adama” demesini istirham ediyoruz. Bunlar her cepheden bozulan memleketlerde, ruhi ve içtimai hastalığın en adi mikroplarıdır”

     

    KÖTÜ BAYİLER

     

    BİRİNCİ SINIF

     

    Hem eski,hem de yeni hesaptan borç ödemiyen ve hiçbir vicdan ve ihtar sesine kulak vermiyen birinci sınıf duygusuzlar ve nasipsiz grupu:

    Mustafa Otağ – Dinar

    Mustafa Behçet – Pozan’i

    Vahit Karabenli – Mecidözü

    Ali Çakır – Hayrabolu

    Ali Özçınar – Siverek

    Zehra Erzincan – Bolu

    Mühiddin Kahya – Beşikdüzü

    Asım Bakkal – Of

    Abdullah Bilgin –Anamur

    Şeref Sevim – Gediz

    Bahri Bozkurt –Yerköy

     

    İKİNCİ SINIF

     

    Haklarındaki menfi bilgiye rağmen iyi niyet göstererek mecmua gönderdiğimiz halde yeni devremiz içinde paramızın üstüne oturanlar:

    Mustafa Ekmekçi – Antalya

    Ali Hazar – Antalya

    Sadık Külahçı – Kula

    İmren Kitabevi – Kırklareli

    Ahmet Gücüyener – Keşan

    Osman Demirel – Cide

     

    ÜÇÜNCÜ SINIF

     

    Eski hesaptan taktıkları için kendisiyle muamele yapılmayanlar:

    S. Nafiz Yeşilova - Antep

    Ahmet Demiray – Saranköy

    Hüseyin Aşkın – Turgutlu

    Sadık Karayiğit – Muğla

     

    DÖRDÜNCÜ SINIF

     

    En eski hesaptan itibaren kötüler grubunun muhterem azasını teşkil edenler, borçlarını ödemeyenler; ve bundan böyle iyi hareket ederlerse alacaklarımızı helal edeceğimizi yazdığımız halde cevaba tenezzül etmiyenler:

    Muhiddin Peker - Akçakoca

    Hüseyin Ozan – Aksaray, Konya

    Mehmet Okumuş – Alaçam

    Hasan Yaman – Avanos

    Mustafa Öztop – Bayramiç

    Adnan Özkaya – Beyşehri

    Hamdi – Bozdoğan

    Sabah Ergunay – Bulancık

    Etem Akça – Buldan

    Emin Battal – Buzdoğan

    Nail Gürer – Bilencik

    Agah Duyusan – Çumru

    Cihan Can – Devrek

    Necati- Devrekani

    Muammer Şen – Eskipazar

    Mustafa Öztop – Ezine

    Akkaş Hasan – Fevzipaşa

    Hasan Hasbi – Havza

    Süleyman Demirci – Haymana

    Fotoğrafçı Mustafa – Ilgaz

    Beşir Akar – Karamürsel

    Avni Atakan – Kozan

    Necdet Güven – Muratlı

    Hilmi Can – Mudurnu

    Hoca Hamdi – M. Kemalpaşa

    Şefik Şimşek – Lüleburgaz

    Hasan Timuçin – Nizip

    Mehmet Duldal - Palu

    Hasan Yıldırım - Silivri

    Kamil Peker – Söğüt

    M. Ali Güvendik – Ş. Karaağaç

    Ali Karabulut – Şarkışla

    Memiş Keleş – Tercan

    Ali Yayalar - Uzunköprü

    Emin Uysal – Ulukışla

    Fazıl Cömert - Vezirköprü

    Recep Var – Vize

    Şinasi Serbestçi – Yıldızeli

    Hasan Dirik – Yalvaç

    Yusuf - Zara

     

    SAMSUNAHABER:COM


  17. Necip Fazıl, eşi Neslihan Hanımefendi'yi çok sever. Eşi de şaire büyük saygı gösterirdi. Onunla çok iyi anlaştıklarını belirtmek için dostlarına: "Ben sigara içsem dumanını o çıkartır" veya "Ben soğuk alsam o hasta olur" dermiş.

     

    (Edebiyatımızın Güleryüzü - Mehmet Nuri Yardım)

     

    Hay mübarek sigarayı bu denli sevince, eşinize iltifatınız da o cihetten oluyor demek ki..


  18. 85 yaşındaki ‘Nutuk’ tabu olmaktan çıkarılmalı

     

     

    Türkiye’nin tarih alanındaki tabularından biri de Nutuk’tur.

     

    15-20 Ekim 1927 günlerinde Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal tarafından CHP kongresinde okunan Nutuk, Kongre Genel Kurulu tarafından “tamamen ve harfiyen tasvip edilmiş”, böylece Tek Parti’nin tek “temel eseri” ilan edilmiştir!

    Tek “temel eseri”, evet. Ona karşı bir fikir ileri sürmeyi bırakın, hatıra beyan etmek bile suç sayılmış, nitekim müteakip 20 yıl boyunca herhangi bir dişe dokunur Milli Mücadele hatıratı neşrolunamamıştır. Buna cüret eden Kâzım Karabekir’in kendi parasıyla bastırdığı kitabın “Kızıl Pençe” ekibi tarafından nasıl yaktırıldığını ve evine defalarca baskın yapılıp dosyalarına el konulduğunu biliyorsunuz.

    Tek Millet, Tek Şef, Tek Parti, Tek Kitap… Dönemin tekçi karakterinin özeti bu. Lakin Nutuk’un neredeyse kutsal kitap ilan edilmesi, kendi aleyhine işleyecek ve ‘en çok basılan ama en az okunan’ kitap rekorunu açık farkla kıracaktır. Nasıl mı?

    ezberci taifesi var, uzman yok

    1) Daha basımının üzerinden 1 yıl geçmiştir ki, Harf İnkılabı’nın inkâr fırtınasına yakalanan Nutuk, yasak kitaplar arasına girer. Suçu büyüktür, zira Arap harfleriyle basılmıştır. Onu temel eser ilan eden CHP’nin 50 bin adet bastırılan Nutuk’un elde kalması yüzünden kese kâğıtçılarına gitmesini önlemek için teşkilata yazdığı talimat içler acısıdır. Okumasanız da, alıp hatıra eşyası gibi raflarınıza koyun, diyordu Recep Peker. Nutuk’un daha ilk yılında başına gelene bakın siz.

    2) Ardından Nutuk diğer Osmanlıca kitaplar gibi yasaklanır ve halk Gazi Paşa’nın bu “her kelimesi” parti tarafından onaylanan eserini okumaktan mahrum kalır. Kaç yıl mı? Harf İnkılabı’ndan ancak 6 yıl sonra Latin harfli bir baskısı çıkar. 4 yıl sonra ise 3. baskısı.

    3) Tam işler yoluna girdi diyordunuz ki, Nutuk’un görünmeyen bir yasakla karşı karşıya olduğu anlaşıldı. 1927’de tüm CHP’li üyeler tarafından ittifakla kabul edilen “temel eser” vasfı ortadan kaldırılmış, piyasada “İsmet İnönü’nün Söylev ve Demeçleri” boy gösterirken, bir defa dahi matbaa yüzü görmemiştir. 1938’den sonraki ilk baskısı DP iktidarının 2. ayı olan Temmuz 1950’de yapılmıştır.

    4) Böylece Nutuk özgürlüğüne kavuşmuştur kavuşmasına ama bu arada Dil Devrimi’ne toslamış, kısa sürede dili eskimiş, genç kuşaklar için Namık Kemal’in eserleri kadar anlaşılmaz olmuştur. 1963’ten itibaren bu defa dili Öztürkçeleştirilip yer yer kısaltılacak, kuşa çevrilerek yayınlanacak ve iyice okunmaz, okunsa da anlaşılmaz hale gelecektir.

    Bugün Nutuk çok basılıyor ama okunuyor, en önemlisi de anlaşılabiliyor mu? Bırakın halkı, uzmanlar tarafından bile okunduğundan emin değilim. Nereden mi çıkartıyorum bunu? Uzmanlarımız Nutuk’taki tarihî hataları görmüyorlar da ondan. (Görmüyorlar mı yoksa göremiyorlar mı? Orasından emin değilim.)

    Şimdiye kadar Nutuk uzmanlarımızın yetişmesi gerekmiyor muydu? Sami N. Özerdim gibi bir iki isim haricinde onun üzerinde uzmanlaşana rastlamak mümkün olmadı. Uzmanlaşma derken hatalarını da görecek şekilde uzmanlaşmaktan bahsediyorum, ezberci taifesinden değil.

    Aslında bir ‘Nutuk uzmanı’ tanıyorum ama üniversiteden değil, cihet-i askeriyeden. Kâzım Karabekir Paşa’dan söz ediyorum. Hani bir zamanlar kitaplardan resimleri makasla kesilen Şark Serdarı’ndan.

    Karabekir Paşa göz hapsinde tutulduğu yıllarda oturmuş, itiraz ve cevaplarını Nutuk’un 1927 tarihli Osmanlıca baskısının kenarına yazmış. Sevgili Sami Çelik de bu eseri 1997’de 12 küçük cilt halinde neşretmişti. Adı, “Nutuk ve Karabekir’den Cevaplar” (Emre Yay.). Maalesef piyasada bulunmayan bu kitabı incelediğinizde Karabekir Paşa’nın Nutuk’u nasıl dikkatle irdelediğini, adeta röntgenini çektiğini görürsünüz.

    Mesela Mustafa Kemal Paşa’nın bir ismi kasıtlı olarak değiştirdiğini iddia ediyor. Nutuk’un 171. sayfasında İstanbul hükümetinin Anadolu’ya heyetler göndermeye başladığı, bunlardan birinin Harbiye Nezareti eski Müsteşarı Ahmed Fevzi Paşa olduğu yazılıdır. Gerçi Ahmed Fevzi Paşa diye biri vardır ama gelen kişi, Karabekir Paşa’ya göre o değil, bildiğimiz Mareşal Fevzi (Çakmak) Paşa’dır! Şöyle yazar:

    “Bu ismin kitapta kasden değiştirildiği kanaatindeyim. Müşir Fevzi Çakmak’tır. Sabık Müsteşar Ahmet Fevzi Paşa değildi.” Diyeceksiniz ki, bunun ne önemi var? Şu bakımdan önemli ki, Nutuk yazıldığı tarihte Fevzi Çakmak Genelkurmay Başkanı’dır. İstanbul hükümetinin Kasım 1919’da Anadolu’ya gönderdiği heyet ise Karabekir Paşa’nın hatıratına göre gerçekte Mustafa Kemal’i yakalayıp İstanbul’a götürmek için gelmiştir! Sizin anlayacağınız, Gazi Paşa Nutuk’u yazarken “tarihi ayarlamak”ta, bir zamanlar kendisine pek yakın durmayan Mustafa Fevzi (Çakmak) Paşa’yı muhtemel ithamlardan korumak için gelen kişiyi Ahmed Fevzi Paşa imiş gibi göstermeye çalışmaktadır.

    nutuk’u yaşatmak istiyorsanız...

    Nutuk’ta tarihe yönelik bu tür değiştirmelere çok da şaşırmamalıyız, çünkü sonuçta o bir bilimsel çalışma değildir, hatta da hatırat değildir. Siyasî bir metindir. Tarık Zafer Tunaya’nın 15 Ekim 1977 tarihli Cumhuriyet’in Söylev ekinde belirttiği gibi “bir tarih kitabı” da değildir. O bir dönemin hesabını verme amacına yönelik çok önemli “siyasal ve tarihsel bir belgedir”. Tunaya, Nutuk’un “asıl sorunu”na dokunma cesaretini gösterebilmiş ender bilim adamlarından biridir. Şöyle yazar bundan 35 yıl önce:

    “Asıl sorun, Türk milli kurtuluş hareketinin devrimci ve sağlıklı ilkelerine inandıklarını söyleyenlerin, Nutuk’u tabu sanmaları, onu insancıl boyutlar içine yerleştirememiş, yeni belgelere ve kaynaklara dayanarak, bilimsel ve eleştirici gözle değerlendirmemiş olmalarıdır.”

    Tunaya’nın dediği gibi Nutuk “siyasal” bir metinse elbette eleştirilebilir. Hele “tarihsel” önemi olan bir belge ise muhakkak eleştirilmelidir. Eleştirilmelidir ki, onun da içinde taşıdığı gerçeğin dışarı çıkması mümkün hale gelsin. Zindeliğini koruyabilsin. Aksi takdirde güncelliğini kaybettiği için pıhtılaşan bir metin olarak milyonlarca adet basılır ama tek bir sayfası dahi okunmadan kütüphane raflarına, daha doğrusu dijital izlere gömülür gider. Nutuk’u yaşatmak istiyorsanız milyonlar harcayıp göz boyamak yerine tartışmaya açmalısınız. Karabekir Paşa buna gayet iyi bir başlangıç yapmıştı. Devamını getirmek gerekir.

    armagan.jpg

    armagan-nutuk.jpg

    El yazması Nutuk, ne zaman yayınlanacak?

     

    Cüneyt Arcayürek’in 10 Kasım 1968 tarihli Hürriyet’te bazı sayfalarının resimlerini yayımladığı Nutuk’un Atatürk’ün elyazısıyla orijinali meselesi vardır. Arcayürek 506 sayfa tutarında olduğunu söylediği müsveddelerin gün ışığına çıkarılmasının önemine o tarihte işaret etmiş. Bugünse maalesef hâlâ kilit altındadır Nutuk. Cemal Kutay, Genelkurmay’ın kasasında kilitli olduğunu yazmıştı. Bu bilgi doğru ise tarihin demokratikleşmesine katkıda bulunmak üzere tıpkıbasımını yaptırmak Org. Necdet Özel’e yakışan bir davranış olurdu.

    21 Ekim 2012, Pazar


  19. "Bediüzzaman Hazretleri Sultan Abdülhamit Han konusunda yazdığı yazıların ve yaptığı siyasi çalışmalarda söylediği bazı sözlerin kul hakkı doğurduğunu kabul etmiş olmalı ki, vefatına yakın bir sırada yakın talebelerinden Sultan Abdülhamit’in varislerinden kimin sağ olduğunu öğrenmelerini istiyor. Kendisine, torunu Nemika Sultan’ın sağ olduğu bildiriliyor. Bediüzzaman Hazretleri kendisi ile bizzat görüşmek istiyor. Prof. Osman Turan’ın kayınvaldesi olan Nemika Sultan ile Osman Turan’ın evinde görüşülmesine karar veriliyor. Bediüzzaman Hazretleri eve geldiğinde her ikisi de çok yaşlı olmalarına rağmen Sultan bir erkekle yüz yüze görüşmek istemiyor. Bunun üzerine perdenin arkasından Bediüzzaman Abdülhamit hakkındaki bazı sözlerinden dolayı haklarını helal etmelerini istiyor. Sultan’da bu hususta helallik veriyor. "

    Bu hadisenin bizzat içinde bulunan, Nemika Sultan’ı arayıp bulan Üstad’ın talebelerinde Üzeyir Şenler’den (Şule Yüksel Şenler’in ağabeyi) 2008 yılında bizzat dinledim. Daha sonra bu hususta Bir Mazlum Pâdişâh: Sultan II. Abdülhamid “ İsimli Eserinin Önsözünde Kadir Mısıroğlu’nunda görüşmeyi teyid ettiğini (*) gördüm.

    Muzaffer Deligöz

    Gazeteci-Yazar

    (*) Kadir Mısıroğlu’nun “Bir Mazlum Pâdişâh: Sultan II. Abdülhamid “ İsimli Eserinin Önsözünden:

    “Sultan II. Abdülhamid’e muhalefet kendilerine hiç yakışmayacak iki şahıstan biri olan Üstad Bediüzzaman Said-i Nursî, pek geç kalmış dahî olsa, âhir ömründe nedâmet göstermiştir. Şöyle ki: Prof. Dr. Osman Turan merhumdan dinlediğime göre Bediüzzaman Said-i Nursî, 1960 yılında vefâtıyla nihayetlenen Urfa seyahatine çıkarken Ankara’daki evlerini ziyaret etmiş ve O’nun kayınvâlidesi Nemîka Sultan’dan dedesi adına helâllik istemiştir: Bilindiği üzere Osman Turan Bey’in kayınvâlidesi Nemika Sultan, Selim Efendi’nin kızıydı. Selim Efendi ise, Sultan II. Abdülhamid’in en büyük oğluydu. Nemîka Sultan, Ankara’da damadıyla birlikte yaşamakta ve bir apartman katında kendisine tahsis edilen odadan çıkmayarak devamlı ibâdetle meşgul olmaktaydı. Vâkî ısrar üzerine misafirlerin yanına gelmiş ve Said-i Nursî merhum, şu sözlerle kendisinden helâllik dilemiştir:”-Sultan Efendi Hazretleri!..Biz, gençlik sâikasıyla İttihadçılar’ın propagandalarına kapılarak dedeniz merhum Abdülhamid Han Hazretleri hakkında pek çok itâle-i kelâmda (lisânen tecâvüzde) bulunduk. O’nun vârisi sıfatıyla sizden helâllik diliyorum. Ben bir ölüm yolcusuyum. Kabre az mesafem kaldı. O’nun nâmına bana hakkınızı helâl ediniz!..”Nemîka Sultan:”-Ne beis var hocaefendi!.. O zamanın siyâseti icabı böyle çok işler oldu!.. Artık geçen geçti.” demişse de Bediüzzaman sarahaten “Helâl ettim!..” cümlesini duymak istemiş ve bunu Sultan Efendi’ye ısrar ederek üç kere tekrarlatmış ve sonra da:”-Oh!.. Elhamdülillâh, inşallâh bu haktan da kurtuldum. Artık müsterih olarak ölebilirim!..” demiştir.”

     

    http://muzafferdelig...aldi-mi/5366421


  20. Bediüzzaman'ın, Sultan Abdulhamid'i beğenmediği ve eleştirdiği iddiaları doğru mudur?

    Bu iddia sahipleri, Bediüzzaman ve Mehmet Akif gibi İslâm âlimlerinin meşru dairedeki hürriyet ve meşrutiyeti istemeleri ile Abdülhamid düşmalığını birbirine karıştırmışlardır. Elbette ki o dönemin çok mühim simaları, özellikle Hafiyye Teşkilatı'nın son zamanlardaki baskı idaresini tenkid etmişler ve Abdülhamid'in kurduğu hükümetlerin, bazan istibdad denebilecek faaliyetlerini tenkid eylemişlerdir. Ancak Abdülhamid'in de devletin devamını sağlamak için yürüttüğü şahsî idare sistemini, her yönüyle meclis-i şûrâ esaslarına uygundur demek mümkün değildir.

    Özellikle Bediüzzaman ile ilgili iddialara gelince, Bediüzzaman-Abdülhamid münasebetlerini kısaca özetlemekte yarar vardır:

    1907'de İstanbul'a gelen Bediüzzaman, Meşrutiyetin ilanından evvel söylediği bir nutkunda, Sultan Abdülhamid'i, "Yaşasın yaraları tedavi etmek fikrinde olan halife-i Peygamberî" diye vasıflandırmaktadır. 1909 Mart'ında kaleme aldığı bir makalede ise, ona şu tavsiyelerde bulunmaktadır:

    "Ömrünün zekâtını Ömer bin Abdülaziz gibi sarf et. Ta ki, bi'atın manası gerçekleşsin. Meşrutiyeti kansız kabul ettiğin gibi, Yıldız'ı da mahbûb-ı kulûb eyle. Zebaniler gibi hafiyeler yerine rahmet melekleri olan âlimlerle doludur; Yıldız'ı Dârül-Fünûn gibi yap."

    Bediüzzaman'a göre, Abdülhamid zamanında yapılan bütün istibdâdlar onun şahsına verilmemelidir. Maalesef İttihâdcılar bunu yapmıştır. Zira o şefkatli bir sultandır. Başka bir eserinde de, Abdülhamid'in şahsî idaresini anlatırken, "Abdülhamid'in mecbur olduğu istibdâd" ifadesini kullanmaktadır. Namık Kemal'in Abdülhamid'i tenkit ettiği Hürriyet kasidesini değerlendiren Bediüzzaman, 1930'lu yılların idaresini kasdederek, meseleyi bütün yönleriyle göz önüne sermektedir: "Şu hürriyet perdesi altında müthiş bir istibdâdı taşıyan şu asrın gaddar yüzüne çarpılmaya layık iken, o tokada müstehak olmayan, gayet mühim bir zatın yani Abdülhamid'in yanlış olarak yüzüne savrulan kâmilâne şu sözün;

    "Ne mümkün zulm ile bîdâd ile imhây-ı hürriyet

    Çalış, idrâki kaldır, muktedirsen âdemiyetten."

     

    1952 yılında bazı kimseler, Bediüzzaman'ın sanki İttihâdcıları destekleyerek Sultan Abdülhamid'e muhâlif olduğu iddialarını yaymaya başlayınca, talebelerine kaleme aldırdığı Lâhika Mektubunda aynen şunları ifade etmektedir:

    1) Bir adamın kusuru ile başkası mes'ul olamaz. Dolayısıyla Abdülhamid'in hükümetlerinin hataları ona verilemez.

    2) Bediüzzaman, II. Meşrutiyetin başında, hürriyet-i şer'iyyeyi teşvik etmiş, bazı siyasi muhaliflerinin istibdâd adını verdikleri, Abdülhamid idaresi için de, "mecburî, cüz'î ve hafif istibdâd", İttihâdcıların zulmu için ise, "pek şiddetli külli istibdâd" tabirlerini kullanmıştır. Şu cümlesi meşhurdur: "Eğer meşrûtiyet, İttihâdcıların istibdâdından ibaret ise şeri'ata muhalif hareket demek ise, bütün dünya şahid olsun ki, ben mürteciyim."

    3) Hürriyet, İslâmî terbiye ile terbiye olunmazsa, çok şiddetli bir istibdâda dönüşeceğini haykırmıştır ve maalesef öyle de olmuştur.

    4) Abdülhamid'in yabancı düşmalara karşı gösterdiği dehası, İslâm âleminin tam bir halifesi olması, Şark Vilâyetlerini Hamidiye Alayları ve İslâm Kardeşliği ile Ermenilere karşı koruması; İslâm'ın bütün hükümlerini hayatında yaşaması ve Yıldız Sarayında manevi şeyhini eksik etmemesi sebepleriyle bir veli olduğunu açıkça ifade etmiştir.

    5) Ancak insan hatasız olmayacağından, onun da bazı hataları olduğunu ve ancak bu hataların mecbûriyet altında işlenen hatalar bulunduğunu açıkça beyan eylemiştir."

    O halde başta Bediüzzaman ve Mehmed Âkif olmak üzere, büyük İslâm âlimlerinin Abdülhamid'e muhâlif oldukları ve hatta aleyhindeki hal' fetvâsını hazırladıkları şeklindeki iddialar doğru değildir. Fetvâyı zamanın Fetvâ Emini Hacı Nuri Efendi imzalamamıştır; ancak maalesef İttihâdcıların kuklası haline gelen Şeyhülislâm Mehmed Ziyâaddin Efendi imzalamıştır. Bu fetvâdaki hal' gerekçeleri tamamen iftiradır. Zira Sultan Abdülhamid'in 31 Mart Vak'asına sebep olduğu zikredilmiştir ki, tamamen yalan olduğu ortaya çıkmıştır. Dini kitapları yaktırdığı iddia edilmiştir ki, tam bir iftiradır; zira en çok dini kitap onun zamanında basılmıştır. Devlet hazinesini israf ettiği söylenmektedir ki, Abdülhamid gibi dindar bir Padişaha bunu isnad etmeye şeytan bile yaklaşmaz. Zâlim olduğu ileri sürülmüştür ki, iktidarı boyunca idam cezasını uygulamadığı herkesin malumudur.

    Prof. Dr. Ahmet Akgündüz, Bilinmeyen Osmanlı, 171. bahis

     

    Makale Yazarı:

     

    Prof. Dr. Ahmet Akgündüz

     

    http://www.bediuzzamansaidnursi.org/said_nursi_ve_sultan_abdulhamid.html


  21. Bediüzzaman hz.’leri 1907 yılının Aralık ayının son günlerinde İstanbul’a ulaştığı hakkında kesin belgelerle sabittir. Onun İstanbul’a gelişinin asıl amacı, Van’da kurmak istediği Medresetüzzehra isimli üniversitenin maddi finansmanı için, Sultan Abdulhamid’le görüşerek temin ve taahhüt altına almaktı. İstanbul’a gelir gelmez padişahla görüşme imkânının yollarını aradı.

     

    1908’in Mart ayı başlarında Mabeyn-i hümayûn’a gitti, padişahla çok önemli bir hususa dair görüşmek istediğini söyledi. Ama maalesef oradaki vazifeli paşalar bu isteği reddettiler. Bediüzzaman’la, o çoğu mason olan paşalar arasında tartışmalar yaşandı. Dolayısıyla o pek mühim görüşme mümkün olamadı. Fakat Bediüzzaman bu görüşme talebinden vazgeçmedi, çare ve imkân yollarını aramaya devam etti. Ferik Ahmet Muhtar paşa delaletiyle İstanbul Şişli’de Vanlı zengin bir adamın evinde mabeyin paşalarıyla ikinci bir görüşme sağlandı. Burada yine mevzu’ hakkında sert münakaşalar oldu.

     

    Sonuçta ipler koptu ve Bediüzzaman’ın mutasavver olan görüşmeden ümidi kesildi. Son bir çare olarak Padişaha hitaben meramını anlatan bir dilekçe kaleme alarak (dilekçe’de şarkın cehaletten kurtulmasının tek çaresi, bir “Darül-Funun”un Van’da kurulmasıdır diyerek) dilekçeyi

     

    Mabeyn-ı humayuna bıraktı. Birkaç gün daha bekledi. Yine bir ses çıkmadığını görünce; padişahın ve devletin nazarını doğunun ahvaline çekmek niyetiyle, Fatih tarafında bulunan Şekerci Hanında bir oda kiralayarak kapısına şöyle bir levha astı: “Burada her çeşit suale cevap verilir. Her müşkül halledilir. Ama hiç kimseye sual sorulmaz.”

     

    Bu garip ilan üzerine, iki ay süresince her çeşit ilim adamı, her türlü ilme dair-gelip- sualler sordular.,bütün gelenler mutlak isabetli cevaplar aldılar. Bu acip hadise üzerine, mabeyn paşalarına bir telaş düştü ve Bediüzzaman’dan kurtulma yollarını aramaya koyuldular. Sonunda şu planı düşündüler: “Şu her şeyi bilen adam deli olmalıdır” vicdanı satılmış bir iki doktordan uydurmasyon bir rapor hazırlattırdılar ve masum ve günahsız, ama vatan ve millet aşkıyla tutuşan, hamiyet ve gayret nuruyla feveranda olan Bediüzzaman’ı alıp tımarhaneye koydular. Birkaç gün sonra, akıl hastanesi Baştabibi vicdanlı, hamiyetli ve basiretli bir zat olduğundan Bediüzzaman’ı karşılıklı konuşarak muayene ettikten sonra meselenin künhüne vukufiyet peyda eyledi ve Mabeyne şöyle bir rapor tanzim eyleyip yolladı: “Eğer Bediüzzaman’da zerre kadar bir cünunluk varsa, o takdirde Dünyada hiçbir akıllı insan yoktur.”

     

    Bunun üzerine Mabeyin paşaları şaşırdılar; ne yapalım, ne edelim de bundan kurtulalım diye çare düşündüler. Sonunda: “Bunu bir süre nezarette bulunduralım Padişahtan kendisine bir miktar parayı bahşiş ve rüşvet tarzında gönderelim. Herhalde o bu parayı görünce çeker gider” diye bu tedbiri, Sultan Abdülhamid’e bildirip kabul ettirmeye çalışalım. Tedbir kabul gördü. Padişah adına zaptiye nazırı Şefik Paşa görevlendirildi.30 altın peşin bahşiş,her ayda 10 altın maaş..ileride bu maaş daha da arttırılacak diye Sultan Abdulhamidin selamıyla birlikte teklifen götürüldü.Bediüzzaman’ın Şefik paşaya cevabı şöyle oldu: “Ben maaş dilencisi değilim. Bin altın da olsa kabul edemem… ilh” uzun bir muhavere …

     

    İşte tımarhane, nazarethane derken 24 Temmuz 1908 günü 2. Meşrutiyet Padişahın fermanıyla ilan edildi. Bediüzzaman hazretleri ya Meşrutiyetin ilanı gününde, ya da bir-iki gün önce serbest bırakıldı. İstanbul’da, Selanik’te hürriyetçilerin tertipledikleri nümayişlere Bediüzzaman da katıldı. Meşrutiyeti İslami şeriata tatbik eden uzun nutuklar irad etti. Onun hürriyet ve meşrutiyeti şeriata tatbik eden bu nutukları ta o günlerde kitaplaştırılarak yayınlandı.

     

    Böylece Bediüzzaman hazretleri bütün gücüyle meşrutiyet ve hürriyeti İslam Şeriatına tatbik ederek icraata konması için çalıştı, çabaladı. İttihat –Terakki Cemiyeti içindeki, Ahrar Fırkası ileri gelenleri ile görüşmeler yaptı. Üç dört ay onlarla beraber göründü. Lakin İttihat ve Terakki’deki hâkim olan Farmason, aynı zamanda ırkçı gurup, Bediüzzaman’ın katıksız İslamcılık ve Şeriatçılığını hazım edemeyip ondan ayrıldılar ve düşman kesildiler.

     

    İttihatçıların içinde gerçek milliyetçi olan ümmetçi gurubu da bu farmasonlardan aleni olmasa da, fikir ve düşünce sahasında ayrılmışlardı. Bu arada müspet-menfi cemiyetler, kulüpler de açılmış ve açılıyordu.

     

    Derken, İttihad-ı Muhammedi Cemiyeti kuruldu. Bu cemiyetin kurucuları bila-istisna Müslümanların itimatlarını kazanmış âlim ve fazıl şahsiyetlerdi. Ancak Volkan adlı gazetesiyle birlikte gelip bu cemiyete üye olan Derviş Vahdeti müstesna. İşte bu cemiyet kurulduktan bir müddet sonra, Bediüzzaman’da ona dâhil oldu. Ve ittihatçılardan (Mason ve Farmason gurubundan)tamamen yüz çevirip ayrıldı. Ve İttihad-ı Muhammedi Cemiyetinin bir naşir-i efkarı olmuş olan Volkan gazetesinde, hem İttihad-ı Muhammedi Cemiyetinin kuruluş gayesini, hem de Meşrutiyeti İslam Şeriatına uygunluk tarafını izah eden kaideli ilmi beyanlarını, gayet pervasızca makalelerle yayınlamaya başladı.

     

    Aynı günlerde yayın hayatına başlayana “Sırat-ı Müstakim” ve sonra “Sebilür-reşad” dergisiyle Bediüzzaman’ın bir muarefesi olmadı. Dolayısıyla bu dergide ta 1911’lere kadar Bediüzzaman’ın herhangi bir makalesi yayınlanmadı. Bu derginin başmuharriri Mehmet Akif Beydi. Gerçekten M.Akif beyin Sultan Abdulhamid’i eleştiren sert ve kırıcı yazı ve şiirleri yayınlanıyordu. Yani Sebillür-reşad dergisi ve onun sahibi Eşref Edip ve başmuharriri M.Akif bey bağımsız ve kendi başlarına hareket ediyorlardı. Bediüzzaman ise, İttihad-ı Muhammedi cemiyetinin bir üyesi olarak makaleler neşrediyordu..

     

    Bediüzzaman’ın bütün nutuk, kitap ve makaleleri hiçbiri zayi olmadan zabt ve kaydedilmiş, mahfuzdurlar. Onun hiçbir yazısında, merhum Sultan Hamid’in şahsiyetini ve halifelik makamını tezyif edici hiçbir şey yoktur. Vardır diyen varsa. Tarihi belgeleri ile ispat etmelidir. Evet, Bediüzzaman’ın o gün ki kitap, nutuk ve makalelerinde; Abdülhamid Hanın etrafında çöreklenmiş kısmen mason paşaları eliyle, ama onun namına yapılmış yanlış icraatlarını tenkit edici ifadeleri olmuştur. Lakin bu tenkitler içerisinde itidale çağırıcı, çözümler önerici pek çok ilmi tahkikli nasihatle beyanatları da beraber olmuştur.

     

    İşte, Bediüzzaman’ın adı geçen makale, kitap ve nutuklarında, istikamet çizgisini gösteren pusula mesabesindeki ilmi hakikatlerden ötürü pişman olmamış ve o yüzden de siyasetten çekilmemiştir. Bilakis adı geçen makale ve nutukları 1950 den sonra da, siyaset erbabına iletilmek üzere neşrettirmişlerdir. Bütün bu nutuklar, makaleler ve kitaplar bilahare tarafımızdan “Asar-ı Bediiye” adlı bir kitapta bir araya getirilip yayınlanmıştır, görülebilir.

     

    Buna göre Bediüzzaman hazretlerinin tarafgirane siyasetçilikten nefret edip yüz çevirme hadisesi 1919’ larda vuku bulduğunu onun net ifadesiyle sabittir ki Risale-i Nurdan 23. Mektubun dördüncü veçhinde kayıtlıdır.

     

    İttihatçılardaki farmason gurubun hedefinde İttihad-ı Muhammedi cemiyetinin üyelerinin ve özellikle Bediüzzamanı:“Sultan Abdulhamidci ve Mürteci kimseler” olarak tanımlayarak onu idam ettirmek için ellerinden geleni diriğ etmiyorlardı. Nitekim hareket ordusu gelip İstanbul’u kuşattığı Rumi 11 Nisan 1325 (Miladi 24 Nisan 1909 ) da İttihad-ı Muhammedi üyelerini yakalamaya başladıkları günlerde Bediüzzaman hz.leri hayatını boşa sarf etmemek ve koruma altına almak niyetiyle İstanbul’dan ayrılıp İzmit’e gelmiştir. Bediüzzaman’ın İzmit’te beklediği günlerde miladi 27 Nisan 1909 Sultan Abdulhamidin hal’ı gerçekleştirilmiş oluyordu. Miladi 30 Nisan 1909’da da Bediüzzaman hazretleri İzmit’te yakalanıp tevkif edilerek İstanbul’a götürülmüş 23 gün Harbiye nezaretinde tutuklu bulundurulmuş 2 nolu Divan-ı Harb mahkemesinde sorgulandıktan sonra tahliye edilmiştir. Bir gün sonra da,1 nolu Divan-ı Harp mahkemesinde yargılanmış, gayet merdane ve pervasızca müdafaaları sonunda beraat almıştır.

     

    Abdülkadir Badıllı

     

    http://www.sorularlarisale.com/makale/9300/sultan_abdulhamit_ve_bediuzzaman.html

    • Like 1
×
×
  • Create New...