-
Content Count
34 -
Joined
-
Last visited
-
Days Won
4
Posts posted by Balamber
-
-
-
Allah bu adamdan ve bize kadar ulaştıran kardeşlerimizden razi olsun.
- 1
-
Bahis:İmansız gitmenin sebebleri
İmansız gitmenin sebepleri kırk kadar beyan olunmuştur:
*Yaramaz(ehli sünnete zıt olan kötü)itikad
*zayıf(kendisini ilimle kuvvetlendirmemiş)insan
*dokuz azasını(iki el,iki ayak,iki göz,iki kulak,dili)doğru yoldan çıkarmak
*günahına musir(ısrarlı)olmak
*islam(müslüman olma)nimetinden şükrünü kesme(eda edememektir.Bu da istikamet üzere yaşamak,helal ve haramdan kendini korumak,bütün uzuvlarını doğru yolda korumakla gerçekleşir)
*imansız gitmekten korkmamak
*nâhak(haksız)yere zulmetmek
*sünnet üzere olan ezan-ı Muhammediyi dinlememek
*anaya babaya asi olmak
*çok çok yemin etmek
*namazda beş yerde(rukuda,doğrulduğunda,secede,iki secde arasında,tahiyyatta)tadili erkanı terk etmek
*namazı kolay sanıp alçak(basit)iş gibi tutmak
*hamr(şarap)içmek
*mümin kardeşine eziyet etmek
*yalan yere evliyalık satmak(şeyh olmayıp şeyh gibi görünmek,sahte şeyhlik yapmak)
*günahını unutmak
*kendisini beğenmek
*ilim ve amelim çok demek(ucub)
*münafıklık(iki yüzlülük)etmek
*haset(çekememezlik)etmek
*üstadının şer'an(şeriata)muhalif(zıt)olmayan yerde sözünü tutmamak
*bir âdemi(kişiyi,müslüman mı,kafir mi olduğunu)tecrübe etmeden iyi demek
*yalana musir(ısrarcı)olmak
*ulemadan kaçmak
*erkekler harir(ipek)giymek
*bıyıklaarını kitaba uydurmamak(sünnet üzere kısaltmamak)
*gıybete musir(ısrarcı)olmak
*komşusuna eziyet etmek
*dünya umuru(işleri)için çok gazaba gelmek
*riba(faiz)yemek
*sihirbazlık etmek
*kaftanın/cübbesinin)yenini ve eteğini uzun etmek
*Allahü azimüşşan'ın sevdiğini sevmemek,sevmediğini sevmek
*sıla-i rahmi terk etmek
*mümin karındaşına üç günden ziyade kin tutmak
*zinaya musir(ısrarlı)olmak
*(başkasına)livata etmek
*(kendisine)livata ettirmek
*hatununu haramdan(başı açık gezdirip,yabancı erkeklerden)sakınmamak
*münkeri(dinen yasaklanan bir şeyi)menetmemek
(bir işe razı olan onu yapmış gibidir.kişi o işi,elinden geldiği kadar müsaade etmeyecektir).
KAYNAK:(yasin yayınevi)Mızraklı ilmihal
- 1
-
Anadolu itikadı ehli sünnet itikadıdır.Doğal olarak kaynağı sağlamdır
Mezhep olarak dememiştim,ehl-i sünnet elbette haktır.İnanç mânâsında demiştim(kulak çekip tahtaya vurmak gibi yöreden yöreye değişiklik gösteren bâtıl inançlar).
-
Mahmud Efendi(ks) başların tacıdır.Onun Ehl-i sünnete bağlılığı ve müdafaası zaten gönüllerimizde onu apayrı bir yere koyuyor.Allah belki nasip eder etmez müridi olmayı,dizinin dibine oturmayı ama(...)onunla aynı havayı solmak aynı devlette yaşamak da bir şereftir.Allahû Teala ukbada da aynı havayı solmayı aynı devlette yaşamayı nasip etsin.Amin
-
Bu sebepler bana Anadolu itikadından geçmiş gibi geliyor.Sağlam bir kaynağa dayanıyor mu?
-
Mızraklı İlmihalde okumuştum misvak kullanmak biiznillah şehadetli gitmemize vesile oluyor.
- 1
-
Duyduğum bişey fakat doğrudur diyemem ve demekte istemem ama 2. Selim'in(Sarı) lakabı sarhoş/ayyaş Selim değil miydi?
-
-
İnternette verilen yanıtlar beni tatmin etmedi zira kaynak göstermiyorlar.Bu konudaki bilginiz nedir?
-
Detaylı bilgi için...
- 2
-
Filmdir ama film olarak izlemeyin;Batmayan Güneş.
-
Ona elbette en güzeller söylenir ama biri var ki...İmam-ı Busûrî hz.(ra)'ın naat-ı şerifesi Kaside i Bürde;
Selem ağaçlarını mı, ordaki dostları mı andın ki birden
Gözbebeğin kanlandı, gözyaşın aktı kırmızı kırmızı..
Yoksa bir yel mi esti Kâzime yönünden;
Yoksa Eden Dağı’nın üstünde, kapkaranlık gecede
Şimşek mi çaktı?..
Gözlerine ne oldu ki, “dur ağlama” desen çoşar ırmak olur;
Ya kalbine ne dersin, “yetiş huzur” dedikçe artar acısı gamı..
Aşk gizli kalır mı kimseden, niçin aldatır kendini insan?
Gönül yanıp dururken, gözden akarken çeşme gibi gözyaşı..
Aşk olmasaydı döker miydin gözyaşını böyle taze toprağa?..
Gözün uykudan kaçar mıydı, andığında Ban Ağacını, Alem Dağını..
Âşık inkar etse ne çıkar, gerçek şahitler var:
Yaşa batık gözler, sararmış yüz, zayıf ten ve göz çukurları...
Aşktan değil de neden bu peki, bir yanağında kırmızı gül;
Bir yanağında sarı gül döküntüsü, izi;
Kızılırmak, Yeşilırmak yatağı..
Evet, yârin hayali gelip beni birden uyandırdı;
Sevgi, zaten gelir gamlarla, mahveder vücut hazlarını..
Aşkım sebebiyle bana dil uzatan, utanır mıydın ki bilseydin,
Yanık aşklarıyla meşhur Özr oymağı gençlerinden daha mazurum, beterim hakçası...
Gizlenir gibi değil ki bu sır, işte sen de öğrendin;
Şimdi, de diyeceğini, kat by derde bir dert de sen..
Zaten yok sonu yok başı..
Öğüdünü esirgemedin sağol benden ama;
Tutamadım onları, çünkü tutuktur zaten sevenin kulakları..
Yaşlı adama, ağarmış saça, utanmadan; “yalan söylüyorsun” dedim..
Nasıl inkâr, itham edilebilir oysa, ağaran saçın beyazlığı?..
Günaha batık nefs, öğüt mü dinler!
Kendi karanlığına gömülmüş ak saç, nasıl ışıtsın bu karanlığı?..
Güzel fiillerle bir şölen hazırlayamadı nefsim;
Misafirse sessiz, ihtişamsız apak çıkageldi, karşılayan bile olmadı..
Bilseydim ki, yok bende bir karşılama gücü bile,
Siyaha boyadığım bir panonun ardına saklardım kendimi ve bu sırrı..
Kim çeker benim nefsimi bu hoyratlık alanından?..
Çılgın atları zaptedip dört döndüren süvariler gibi tıpkı..
Günah işleye işleye günahı bitireyim dersin belki içinden..
Boş hayal! Yemek vücudu arttırır, günah da günahı...
Nefs memedeki çocuktur, vaktinde kesmezsen sütten,
Koca adam olur da, hâlâ emzik ister, arar sütü mamayı..
Nefsine sen hâkim ol! O olmasın sana hâkim;
Çünkü nefs neye hâkim olursa, onu ya öldürür, ya soldurur hâsılı..
Nefs sürüsü bırakırsan yayılır her yöne; görmeli gözetmeli;
Otu çok tatlı gelen yaylalara yaymazlar koyunları..
Nefsin tattırdığı hazzın çoğu semm-i katildir;
Ağuyu altun tasta bal içre sunarlar, bunlar onun suç ortağı..
Açlığın ve tokluğun hilelerinden koru kendini,,
Evet açlığın da.. Çok açlık, tokluktan da zararlı..
Gözünden yaşlar boşalt ki, ne haramlar doldurmuştun vaktiyle..
Ve sığın tövbe gölgelerine, odur en serin hurma altı..
Şeytana ve nefsine uyma! Baş kaldır, isyan et!..
En akla yakınmış gibi gelen sözlerini bile dinleme, deş ve bul püf noktalarını..
Bazan hasım kılığındadır, bazan hısım, bazan hakem,
Düpedüz hilekârdırlar, ne hakemi, ne hasımı, ne hısımı!
Allah’ım sen affet bizi!.. Bizzat söyleyip te tutamadığımız sözlerden..
Ki andırır kısırların nesliyle öğünmesini tıpkı...
Sana “yap!” dedim ama ben yapmadım onu;
Sana “yol işte bu yoldur” dedim ama nefs, beni o yola bırakmadı..
Üstüme borç olan namazı kıldım, orucu tuttum; ama o kadar..
Ölüm, evet ölüm göz önündeyken bir parçacık arttırmadım onları..
Kendime zulmettim, ihmal ettim geceleri ihya sünnetini..
Can verdi gecelere namazla O, öyle ki, şişerdi ayakları..
Boş midesinin üstüne taş kor, derisini büzüp düğümler,
Çekilen karnına kuşak bağlardı; yine azalmazdı açlığa sabrı...
Altundan ulu dağlar nefsine sundular da kendilerini,
Reddetti O, gösterdi onlara gerçek ululuğu ve gerçek altını...
Zühd ve takvasını arttırdı, eksiltmedi o dağlarca zarûret..
Ne denli olsa da yok edemez ihtiyaç, insandaki temizliği, pırıltıyı...
Dünya ne oluyor ki, O ona muhtaç olsun..
Dünya O’na muhtaç ki, onun için değil midir varoluşu, yokluktan çıkışı?..
Bu dünyanın ve öte dünyanın, göze görünür- görünmez yaratıkların,
Acemin, Arabın, bölük bölük bütün insanlığın Hz. Muhammed’dir başı..
Bir eşi yoktur O’nun emir ve nehiy peygamberliğinde;
“Evet” i tam evetti, “hayır” ı tam hayırdı...
Her yönden hücum eden korkunun türlüsünden
Ancak O Sevgili kurtarabilir bizi, O’nun merhameti, O’nun şefaati...
Kim döndüyse sesine, koşup yapıştıysa O’nun eteğine,
Yapışmış oldu kopmaz bir ipe, hiç kopmaz ve tam kurtarıcı...
İçiyle ve dışıyla, ahlak ve yaradılışta üstündür,
öbür peygamberlerden bile;
Hiçbirinin ilmi, keremi O’nu geçemedi, O’nunkine ulaşamadı..
Ve hepsi umar ve bekler, Allah’ın Resûlundan;
Denizinden bir avuç su;
Yağmurundan bir damla su yollamasını..
Dururlar huzurunda hepsi yerli yerinde..
Kimi ilminden bir nokta,
Hikmetinden bir hareke bir kısmı..
Peygamber ruhu alıp peygamber vücudunu,
mükemmel peygamber olunca,
O’nu Sevgili edindi seve seve insan yaratan, insan ören Rabbi..
Üstünlüğünde eşit ve ortak yoktu O’na kimse;
Güzelliğiyse parçalanmaz bölünmez bir bütündü, ne çıkacak,
ne eklenecek bir şey vardı...
Hristiyanların kendilerine gelen Resûl için dediklerini dememek şartıyla,
Öğ öğebildiğin kadar.. Yücelt yüceltebildiğince O Hakk Kahramanını..
Korkmadan istediğin ölçüde şerefi bağla O’na;
İstediğin ölçüde O’nun değerlilik hakkını tanı..
Erginliğine yok son ki, orada durup,
Dil, cesaretini bulsun, O’nu anlatmayı..
Mucizeleri bile gerçeğinin yanında sönük kalır;
Yoksa ismi anılınca çürüyen kemikler bile canlanıp ayağa kalkmalıydı..
Aklın yetişmeyeceği tekliflerle etmedi bizi imtihan;
Bizi sevdiğinden elbet.. Biz de hemen inandık O’na..
En ufak şüphe bize yaklaşmadı..
O’nun gerçeğine ermekte cümle âlem âciz kaldı;
Uzak âciz kaldı, yakın âciz kaldı, acz çepçevre sardı dört yanı..
Güneş küçük sanılır uzaktan bakılınca;
Göz dayanmaz amma, çıplak gözle bakıldı mı..
İnsan nasıl bu yerde anlar O’nun gerçeğini,
Ki rüyada görsen O’nu, sana yeter ömür boyu
Bu mutluluk ve O’nun nurdan bakışları..
İnsanlığın bilip bileceği şu, bilgilerinin sonu şudur ancak;
O insandır ve yaratılmışların en iyisi, en güzeli, en hayırlısı..
Ve Peygamberlerin halka gösterdiği mucizeler,
O’ndandı, O’nun nurundandı, O’nun habercisi, O’nun öncü ışıklarıydı..
Çünkü O erdemlik güneşi, öbür peygamberlerse yıldızlardır,
O yıldızlar ki; Güneşten aldıklarıyla aydınlatırlar karanlıkları..
Gel gör ki, Rabbim O’na neler verdi, nasıl süsledi O’nu..
Ahlâkını güzellikle sardı, müjdeyle, güler yüzlülükle benek benek noktaladı..
Latifliği bir çiçek, dolunay şeref ve değeri..
Cömertliği bir deniz, yardımı zamandır tıpkı..
Tek başına bir yerde, O’nu görsen, heybetinden
Sanırsın arkasında asker, asker,asker.. bir ordu gizli, bir ordu saklı..
O’nun tebessümünden ve konuşmasındandır sanki;
Sedefte saklı inci, İnciler hep sedefte saklı..
O’nun toprağının kokusundan daha güzel var mı koku?
Ne mutlu o kişiye ki koklamış, öpmüş ola o toprağı!
Doğuşu açıklar bize her yönden her açıdan O’nu..
Başlangıcı da iyi O’nun, sonu da..
Hoştur doğuşu ve batışı..
O doğum günü ki, iyi farkına vardı İran, indiğinin
Kendisi için korku, kendisi için ceza, kendisine cehennem âzabı..
Göçtü, darmadağın oldu Kisra’nın saray duvarları o gece..
Devleti de, bu duvardan başlayarak yarıldı, çatladı ve dağıldı..
Son nefesini verdi, korkudan mecûsi meş’alesi..
Ve Yahudi nehri, bilinmeyen bir yere alıp gitti,
Dert yuvası başını..
Ve sapık Save halkı, her günkü gibi
Su aldıkları göle gittiklerinde;
Bu da nesi?.. Kurumuş kül olmuş!
Döndüler elleri boş,
Kızgın kudurmuş ve çatlamış dudakları..
Sanki doğmuştu ateşte su,suda ateş duygusu!..
Tabiat, o gün yoldan çıkmışları, tabiatından çıkararak karşıladı..
Sanki, çarpıkların ateşi sıkıldı terledi de sulanıp söndü üzüntüden;
Sularıysa hüzünlerinden ateş gibi kızdı, buharlaştı..
Cinler çığlık atarlar, Nurlar, saçarlarken havaî fişeklerini
Hak böyle tantanayla çıkıyordu ortaya, Hakk’ın sesi ve ihtişâmı..
Kör oldular, sağır oldular, felç oldular, muştuları duymadılar,
Haberleri almadılar; görmediler korkutuş yıldırımlarını..
“Bundan sonra o eğri dinimiz belini doğrultup ayağa kalkamaz”
Dediler, haberini verdiler kâhinleri, ozanları..
Gökte yıldızların aktığı görülürdü
Ve aynı anda yerde putların devrildiği, yıkıldığı..
Ve vahy yolundan çekilip gitti bozgun
Şeytanların şahı; bozgun askeri yerinde kala kaldı..
Nasıl ki, Ebrehe’nin ordusu dağılmıştı;
İki avuçtan atılanla bir ordu kör olmuş, yere saplanmıştı..
Allah dedikten sonra o taşların atılışı
Rabbine yalvarır yalvarmaz balığın karnından atılanın çıkışını andırmıştı..
Yemin ederim ikiye bölünen aya,
O’nun kalbiyle ilgili aya..And içerim aya karşı!..
Ve o hayrı, keremi içine alan mağaraya..
And içerim ki, Kafirlerin gözleri içerdeki Işıktan kör oldu bakamadı..
And içerim ki, Muhbir-i Sadık mağaradaydı ve Sıddık mağaradaydı..
Görmediler ve sandılar ki, orda, kimsecikler yoktu ve olamazdı..
Ne bilsinler ki, örümcek O’nun için örmüş ağını..
Güvercin, O’nun için yuva yapmış, yumurta bırakmış uçup durmaktaydı..
Allah isterse bir güvercin, bir örümcek ağıyla da korur,
Kat kat zırhı ve yüksek kaleleri aratmaz,
onlardan müstağni kılar insanı..
Ve bir örnek daha:
Çağırınca Peygamber, Ağaçlar geldi, eğildi huzurunda;
Dallarıyla, kökleriyle yürüdüler; Çünkü yok ayakları..
Çizgiler çekerek yol ortasına, yazılar yazarak
Güzel yazılar yazarak; dalları budakları...
O bulut gibi ki, O nereye giderse üstünde o da oraya gider,
O’na, gün ortasında yakan güneşe karşı gölge yapardı..
Dünyanın sıkıntısı binince boğazıma
Hemen sarılır, sığınırım O’na..
O hemen kurtarır bu zavallıyı..
İki dünyaya ait hiçbir şey yok ki, o hayır saçan elden
İstemiş olayım da almamış olayım, olmadı..
Aklın ermeyince hemen inkâra kalkma rüya vahiylerini;
Belki gözleri uyurdu O’nun ama, kalbi uyumazdı..
Nübüvvetiyle O gerçeğin doruğuna çıkmıştı
Nasıl inkâr olunabilir erginlerin rüya durumları..
Allah’ın alanı bu. Ne vahiy çalışmakla olur
Ve ne de bir suçtur Peygamberin gâibi çizip anlatışı..
Bir dokunmakla nice hastayı iyi etti eli
Nice çılgınlık zincirini kırıp mahkûmlarını kurtardı..
Kara kıtlık yılları oldu, O’nun duasıyla canlı ve ak
Sanki gecenin oratasında ansızın bir dolunay çıktı..
Bulut akıttı durdu suyu öylesine ki, o kurak vâdilerde;
Oldu her sel bir arim seli, her ırmak bir deniz ırmağı..
Bırak konuşayım, anlatayım o mûcizeleri:
Geceleri dağlarda yakılan şölen ateşleri gibidir âşikârlıkları..
İnciyi işlersen değerlenir şüphesiz;
Ama işlemesen de inci incidir; incilikte farksızdır işlenmişi, hamı..
Ama nasıl uzanabilir hayali övüşün o yüceliklere
Ki orda hüküm sürer o davranış ve ahlâkın hârikalar mantığı..
Biri Kur’an Âyetleri: Haktır, Allah’tan gelmedir,
Ezelî ve ebedîdir, sonradandır, fakat yoktur öncesi başı..
Zamanla kayıtlı değil getirdiği kutsal haber
Son saatten, Addan, İremden haber...
Odur mutlak haberlerin saltanatı..
Devam edip gidiyor O’nun hükmü. Üstündür
Öbür peygamber mûcizelerine ki, tesirleri ve hükümleri ebedî olmadı..
Öyle muhkemdir ki, hamlede yıkar inkârı ve şüpheyi
Tartışma kabul etmez; hâkime hakeme yok ihtiyacı..
Kimse karşı çıkamadı O’na. Yeltenmediler değil ama.
Düşmanı, en düşmanı bile O’na sığınmakta buldu var olmayı..
Belâgatı, düşmanının davasını uzaklara fırlatır:
Kötü niyetlinin elini hareminden ırakta tutmaktır zaten yiğide yaraşanı..
Kemmiyette anlamlar deniz dalgalarından büyük;
Keyfiyetse, güzellikte ve değerde cevahirden üstün ve san’atlı..
Madem okuyunca gözün, gönlün nur doldu, aydınlandı;
Zafer buldun her vakit. Öyleyse bu sağlam ipe iyi yapış, sarıl sıkı..
Okuyuşun, korkusundansa alev alev yanan cehennem ateşinin
İtfaiyesi budur yalnız ateşin: Yanık yürekle çağırmaktır tek şartı..
Sanki O şöyle bir pınar: Yüzü simsiyah olan
Gelip bir yıkanmakla bembeyaz olur; budur nur pınarı..
Ve O, adalette sırat gibi kıldan ince; hak ve eşitlikte de,
Hassas ve ayarlı mizan gibi, insanlar ve kâinatlar arası..
Bakma bilmezlikten gelişlerine, inkarlarına yüreği karaların
Onlar öyle bilir, öyle anlarlar ki... Ama ya kıskançlıkları?..
Eh! Öyleyse kalksın ağrıyan göz inkâr etsin, göremiyor ya,
Güneşi, gün ışığını; yaralı ağız da, alamadığından suyu, suyun lezzetini, tadını..
Çölde hızlı hızlı giden yoksullar; develeri
İz bırakarak giden dilek sahipleri görürsün. Yön tektir; O Hayr kaynağının evi alanı..
Sen ey, anlayanlar için, bizzat varoluşunla ne büyük işaret ve mûcize,
Nimetin kadrini bilenler için ne büyük nimetsin, ne büyük Hakk armağanı..
Ne hesabı mümkün, ne kitabı harikalarının
Ve yine de usanmaz insan bir bir anmaktan onları..
Kalktın bir gece, kutsal bir yerden kutsal bir yere gittin,
Kapkaranlık gecelerde dolunay nasıl ilerlerse
Alımlı alımlı..
Çıktın, boyuna çıktın.. Yükseldin Kâbe Kavseyne kadar,
Ki, daha önce ne kimse çıkmıştı oralara,
Ne de hayal ve ümit etmişti; bırak çıkmayı..
Seni öne geçirdi her yerde peygamberler, resuller,
Seni öne geçirip arkada durdular kendileri, hizmet geleneği icabı..
Delip yedi kat göğü geçip gittin Sen o üstün insanlarla alay alay;
Başlarında Sendin, başlarında sallanan sancak Senin sancağındı..
Öyle çıktın, yükseldin ki, yarışanlar kaldı yarı yolda;
Yakınlıkta ilerisi, daha ötesi kalmadı..
Bütün makamlar geride kaldı Makamından
Çağrıldığın o an, Tektin artık nasıl tekse; gök ve kale sancakları...
Devşirmek için yemişlerini gözlerden saklı
Bir buluşmanın ve gizliden gizli sırrı..
Topladın öğülesi gök çiçekleri, üstünlükleri tek başına;
Aştın bütün menzilleri yalnız, ıssız kalabalıksız, hızlı hızlı..
Tayin edildiğin iş nice ulu;
İdrakse ne kutlu sana mahsus nimetler alanını..
Günler geçer, geceler geçerdi; gün ne, gece ne bilmezlerdi
Ancak haram ayı geceleri yaparlardı uyku bayramı..
Yüzen atlar denizinin üstünden akar asker denizi,
Atlar dalga dalga deniz ileri, çoşkun kahramanları..
Onlar ki, koşar Allah’a doğru, yaşar Allah için;
Mahveder, kökünden söküp atar küfrü, şimşekten kılıçları..
Ne mutlu sana bana Ulu İslam Milleti, şuurların örgüsü;
Bize Yaratan verdi o sağlam, o yıkılmaz yapıyı..
Allah, bizi kendisine çağıranı, çağırınca kendisine,
O Peygamberlerin oldu, bizse ümmetlerin başı..
Bir arslanın nasıl ürkerse koyunlar sesinden, heybetinden,
Öyle perişan etti. O’nun çıkış haberi, inkar yobazlarını..
Peygamber terketmedi savaş alanını; düşman,
Çevrilinceye dek göğdelere, kasap çengellerine asılı..
Düşmanların gözü hep kaçışta olurdu savaşlarda;
Kol ve bacakları kıskanırlardı, kargaların kapıp kaçtığı..
Onlarla kurtuldu yalnızlıktan İslam Milleti, Dini;
Sanki yadellerden döndü, yurdunu buldu, sıla yaptı..
Allah, ordusuyla koruyacak, varlık var oldukça O’nu;
O, dul ve yetim, babasız ve sahipsiz olmadı..
Her biri bir dağdır savaşta, onlara çarpan, onlarla çarpışanlara
“Savaş meydanında ne gördün?” diye sor, düşmanlarına sor onları..
Bedire sor, Huneyne sor, Uhuda sor.. Sor bütün savaş alanlarına;
Kesin sonuç alışta, zaferde onlar mı üstündü,
yoksa kendi işinde veba mı?..
Kıpkırmızı çıkaranlardır kapkara vücutlara sokup
Yıldırımdan da çabuk, bunlar ak çelik kılıçları..
Onlar sanki kâtip, süngüler de kalemleriydi
Ve vücutlarda bir tek harfi bile noktasız bırakmazlardı..
Silahla donanmışlardır ve yüzlerinden tanınırlar
Seçilirken ilk bakışta nasıl hemen seçilirse ağaçlar içinde gül ağacı..
Her biri silahları içinde saksı içindeki gonca gibi;
Zafer rüzgarları sana armağan eder kokularını...
Dağlarda fışkıran çamlar gibi birden zuhur ederler atlar üstünde;
Kolanların ilmeklerin sıkılığı değil dimdik tutan onları, yüreklerin, bileklerin sağlamlığı..
Kalpleri, dudakları uçukladı korkudan düşmanların
Ayıramaz oldular kahramanı koyundan, kardan karanlığı,
kargadan kartalı..
Onlara bir ormanda rastlayan aslan bile uslanırdı,
Çünkü beraberlerindeydi Peygamberin zaferi ve duası..
Yok dostundan tek kişi yardımını görmesin,
Düşmanından tek kişi yemesin tokadını..
Dinin kanatlarını gerdi ümmet üstüne;
Gözlerden saklar orman aslan yuvalarını..
Ne felsefe, ne mantık durup dayanabildi,
Kur’an’ın karşısında. Fikir gecelerini ışıttı aydınlığı..
Yeter sana peygamber mucizesi, okumamışken bilgisi;
O “cahiliyet” çağında, öksüzlük de üste, terbiye ve ahlâkı..
O’nu öğer öğerim, yorulmam ve usanmam. Affa sebep umarım;
Şairlikle, devlet memurluğuyla geçen ömrün bütün suçlarını..
Boyna bir boyunduruk bunlar: Korkulu son hazırlar.
Sürüklediler beni; sanki ben kurbanlık bir deve, onlar ipi halkası..
Ah! Çocukluk etmişim; harcamışım kendimi bir ömür boyu:
Bir ömür boyu, toplamış, devşirmişim suç ve pişmanlıkları..
Bir de düşün nefsimin ticaret zararını,
Bir an duraklamadan din satıp alan dünyayı..
Ismarlama yerine hazır eşya düşkünü;
Parayı peşin alıp yiyen, malı boyuna borçlanan imalatçı..
Gerçi günah işliyorum ama dönmüş değilim O’na verdiğim sözden,
Kopar cinsinden değil gönlümün bağı..
Söz vermiştir kurtaracaktır, adıyla çağrılanı..
Ve beni O’nun adıyla çağırırlar..
Ve insanlık içinde kim olabilir, O’ndan çok sözünde duranı..
Yarın hesap gününde tutmazsa O elimden:
Sen benim için de: Vay sana!
Hey sonsuz kayan adam, uçurumlar kurbanı..
Haşa! O, mahrum etmez yardımından isteyeni;
Koğmaz konu komşuyu, soğuk karşılamaz kendine sığınanı..
Düşüncemi, şiirimi O’nu öğme yoluna koyduğum günden beri,
O oldu benim için koruyucular koruyucusu, kurtarıcılar kurtarıcısı..
Lütfunu esirgemez en dar elden bile O.
Çünkü: Yağmur ihmal etmez çiçeklerle süslemekte
su tutmaz yalçın dağ uçlarını..
Gözüm yok, bu dünyanın parasında pulunda, zerresinde.Bu türlü zehirleri..
İki avucunu açıp toplar ancak, Herem’in öğücüsü şair Züheyr takımı.
Ey insanların en iyisi!. En üstünü! Yalnız sana sığınılır,
Herkes için geçerli, kimsenin kurtulamadığı vakit kapıyı çaldı mı..
Allah’ın Resûlü, beni de bürümeye, örtmeğe yeter kurtaran örtün..
Göründüğü o gün, öç alan adıyla Yaratıcı..
Bu dünya ve öte dünya, senin bağış bolluğundan örnekler;
Levh ve kalem bilgisinin bilgindedir kaynağı..
Nefsim! Düşme umutsuzluğa büyük günah işlemişlik yüzünden..
Mutlak bağışlayan yanında, değil büyüğü küçüğünden farklı..
Nefsim! Düşme umutsuzluğa büyük günah işlemişlik yüzünden..
Mutlak bağışlayan yanında, değil büyüğü küçüğünden farklı..
Günahların büyüklüğüne göre gelir, o ne kadar büyükse o daha da büyük olur,
Umulur ki, dağıtılırken kullara Yaratanın acıyışı..
Rabbim! Yalvarışlarımı döndürüp çevirme bana geri;
Rahmetinden elverir bir rakam eklemeden, kapama hesabımı.
Rabbim! Bu kuluna yardım et, bu dünya ve öte dünyada.
Korkulu olaylar ve durumlarda yok bir parçacık olsun dayanıklığı..
Rabbim! İzin ver çözülsün ebedî salavat bulutları bir kez daha..
Boşansın Resûl üstüne sel sel, sicim sicim “Selam! Selam” yağmurları..
Ailesi üstüne, arkadaşları ve bağlıları üstüne bir kez daha.
Yaşasın bir kez daha, o sana en yakın, eli açık, gönlü ipekten yumuşak, içleri pırıl pırıl yolunun uluları..
Ban ağacının yaprağını, göğdesini titrettikçe tiril tiril Bad-ı Sâba,
Kızgın çöllerde ürpettiği sürece develeri devecinin şarkıları..
Çeviri : Sezai Karakoç
-
Kanımca;
Aşkta,Konyevi(ks)
İlimde,Asrımızın Müceddidi
Yolda,Evliyaların Sultanı
İrşadda,Said Nursi(ks)
Ehli sünnet aliminden şaşmamak doğrudur,sabi kardeşiminde seçimleri doğru.Menzil efendinin yaptığı bana pek doğru gelmiyor.Ayrıca Hakiki Allah dostları Anadolu'dalar lakin ifşa etmiyorlar.
-
Papaz ''Haluk Fikret''
Baba eğitiminin ehemmiyetini yabana atmayın.
-
Mikroblog, Twitter,Tumblr tarzı bişey mi tam olarak.
-
Daha önce de kimbilir kaç defa yazdım, Oryantalizm, Edward Said’in kullandığı manada bir tahakküm mekanizmasının ideolojik arka planıdır.
Bu tahakküm, Avrupa medeniyetinin tek medeniyet, Hıristiyan medeniyeti olduğunu dayatmaktır. İslam’a gelince, Oryantalistler’e göre, İslam bir dindir; –ama bir medeniyet değil! İslam dini, bir medeniyet gerçekleştirememiştir. Müslümanlık, bilim (ve felsefe) alanında ‘terakkiye mani’dir (ilerlemeye engeldir)! Halbuki medeniyet, bilim ve felsefe alanında ilerleme, demektir...
Oryantalizm, modernleşme adı altında yapacağını yaptı ve sonunda Türk aydınının bilinçdışını kuşatıp zihnini bütünüyle esir alma başarısını gösterdi. Şimdi, Batılı ve laik aydınlarımızın neredeyse tamamı, İslam’ın, bilimsel ve felsefi düşünceye hiçbir katkısı olmadığı safsatasını, asla sorgulamadan, kabullenmiş görünüyorlar. Oryantalizm, onu Avrupalılaşma veya modernleşme zannetme gafletiyle malül zihinler için İslam’ı, Batı’nın ürettiği ve Batı’ya ait sembollerle idrak edilen bir dine dönüştürdü. Avrupa, İslam üzerindeki entelektüel tahakkümünü, bizzat Türk aydınlarının zihinlerini malzeme olarak kullanmak suretiyle inşa ediyor. Buna karşı çıkacak veya direnecek bir Namık Kemal, bir Ahmet Mithat Efendi, bir Şehbenderzade Ahmet Hilmi yok artık...
Namık Kemal, Ahmet Mithat Efendi ve Şehbenderzade Ahmet Hilmi! Bu üç mübarek adı burada zikretmem boşuna değil! Çünkü bunlar, oryantalizmin, Osmanlı insanının zihnini ele geçirme ve o zihinler üzerinde tahakküm mekanizmaları inşa etme çabalarının farkında olmuşlar, buna kendilerine yakışan bir celadetle karşılık vermişlerdir. Namık Kemal’in Renan Müdafaanamesi’nin, Ahmet Mithat Efendi’nin Niza–ı İlm ü Din’inin, Şehbenderzade’nin Tarih–i İslamiyet’inin, oryantalizme karşı oluşturulan bir ayrı Soykütüğü olduğunu asla unutmamak gerekir.
Ahmet Mithat Efendi’nin Niza–ı İlm ü Din’i, W.J. Draper adında Amerikalı bir bilim adamının 1874’te yayımlanan Conflict Between Religion and Sciens başlıklı kitabına cevap olarak yazılmıştır. Aslında Draper, Katolikliği eleştirmektedir. Ahmet Mithat Efendi, kitabı Fransızcasından Osmanlıcaya çevririr ve Draper’in İslamlıkla ilgili suçlamalarını, her bölümün sonunda cevaplandırır. Suçlamalar, bermutad, İslamın Bilim düşüncesinin gelişmesine engel olduğu gerekçesine dayandırılmıştır. Ahmet Mithat Efendi, reddeder bunu; –şöyle: ‘Din–i İslam’ın uluma (bilimlere) muhalefeti şöyle dursun, ulum–u riyaziye ve tabiiye (matematik bilimler ve doğa bilimleri) vesaireden istintaç olunacak (çıkarılacak) hikmet–i hakikiyye (hakikat bilgisi) din–i İslam’ın dahi esas–ı metinesinin (sağlam temellerinin) üssü olduğunu bedahaten gördüğümüz cihetle, işte bu gördüğümüzü göstermek için dahi, Draper’den intikad eylemekteyiz. (Onun tenkidlerini beklemekteyiz.) Fakat gördüğümüz şeyleri, kime göstermek azmindeyiz? Draper’e mi? Avrupa’ya mı? Keşke gösterebilsek, keşke onlar dahi hakikat –perestane (hakikatseverce) bir nazarla bu hikmetleri görebilseler!’
Namık Kemal’in Renan Müdafaanamesi, adından da anlaşılacağı gibi, Fransız düşünürü Ernest Renan’ın, 1883’te, Sorbonne Üniversitesi’nde verdiği bir konferansı konu edinir. Bu konferansta Renan, İslamlığın bilimi kabul etmediğini, Müslümanların kafasında yeni düşüncelere karşı kapalı bir ‘demir daire’ bulunduğunu, İslam’da bilim ve hikmet (felsefe) olmadığını, olanlarınsa, İslam ve Arap olmayanlar tarafından ortaya konulduğunu öne sürmektedir. Namık Kemal, Hıristiyanların İslam’a ilişkin tetkiklerinde tarafsız olamayacaklarını, onların ‘fikr–i aslileri(nin) bu tetkikatın selametle icrasına mani’ olduğunu bildirir. ‘Biz araştırmalarımızda bitaraf olabiliriz; bizce Hıristiyanlık mensuh bir dindir,’ der, ‘Halbuki İslamiyet, Hıristiyanlara göre, İlahi değildir; onun için her kitapta yalan yanlış ararlar.’
Namık Kemal, İslamlığın bilimi kabul etmez değil, tam tersine onu teşvik ettiğini belirtir. Kur’an’da ve hadislerde Müslümanların bilim ve hikmetle uğraşmalarına ilişkin açık emirler vardır. İslamda bilim yoktur, iddiası yanlıştır. Doğu’nun eski tıp medreseleri, matematik bilginleri, rasathaneleri, kimyacıları vardır. Hatta Müslümanların ortaya koydukları bilim, Avrupa medeniyetini de etkilemiştir. Müslümanların geri kalmasının nedeni İslamlık değil, XII. yüzyıldan beri Batı’nın Doğu’ya tasallutu, bu yüzden de okuyup öğrenmeye imkan bulamamasıdır. İslamlık müteassıp (bağnaz) değil, tam tersine, Avrupa’dan çok daha müsamahakar ve özgürlükçüdür.
Şehbenderzade Filibeli Ahmet Hilmi’nin Tarih–i İslamiyet’i de, İslam’a karşı olan bir Oryantaliste, Reinhardt Dozy’e yönelik bir reddiyedir. Dozy’nin kitabını Osmanlıca’ya bu adla çeviren Abdullah Cevdet’in amacı, Dr. Şükrü Hanioğlu’nun belirttiği gibi, İkinci Meşrutiyet’in getirdiği özgürlük ortamı içinde, ‘doğrudan dinin gereksiz ve bilim dışı olduğunu isbata çalışmak ve onun yerine biyolojik materyalizmi önermek’ düşüncesidir.
Bu kitap, yine Dr. Hanioğlu’nun deyişi ile, ‘Osmanlı kamuoyunda herhangi bir esere karşı gösterilen tepkilerle kıyaslanamayacak ölçülere’ varmıştır. (Cemil Meriç, ‘O devirde Dozy’ye çatmak her Müslüman aydının görevi. Said Nursi’nin yıllarca sonra kaleme aldığı Risaleler’de Dozy, hâlâ fikirleri çürütülmesi gereken bir düşmandır’ diyor.) Ama bu tepkiler içinde en ciddi olanı, hiç şüphesiz, Şehbenderzade Ahmet Hilmi’ninkidir. Ona göre, İslam bir akıl dinidir, son çözümde, dinle akıl arasında bir anlaşmazlık yoktur.
İşte bir anti–oryantalist soykütüğü! Tanzimat’tan II. Meşrutiyet’e, oradan da Cumhuriyet’e eklemlenen bu ‘aydın’ soykütüğünde, ne yazık ki, Cumhuriyet aydınları yok! Çünkü Namık Kemal’lerimiz, Ahmet Mithat Efendi’lerimiz, Şehbenderzade’lerimiz yok da ondan! Artık bizim de yerli Renan’larımız, yerli Draper’lerimiz, yerli Dozy’lerimiz var. Zihinlerini oryantalizme, kayıtsız koşulsuz teslim etmiş aydınlar!...
Hilmi YAVUZ-ZAMAN Gazetesi yazarı -
İsmet ÖZEL
- 1
-
Acı çekmek ruhun fiyakasıdir. Ismet ÖZEL
- 1
-
Sanırım bu konuda site yöneticilerinin büyük destiğine ihtiyaç var.
-
Bu proje galiba daha önce denenmemiş olmalı.Zira benim fikrim.Nesyse bu projedeki gaye tabi ilerlerse, tutulursa kitap çıkarılabilinir.Bir sayfa açılacak fakat bu sayfa değil(kendi yazdıklarınız bölümünde) ve kalemine güvenen biri, o kişi bu sayfadanda belirlenebilir ve deyim yerindeyse kitaba başlıyacak.Bu roman olacaksa karakterlerin ismi mevkileri yani kitabın yürürlük işleri buradan yapılacak.En güzel yanıysa bu kitabın kolektif oluyor olması.Şayet bu proje tutulacak olursa kitap haline gelebilir.Düşünsenize bir gün siz bir gün bir arkadaşınız ve tüm n-f-k ailesi bir kitap bastırıyor.Eminim çok güzel işler ortaya çıkar.Yeterki proje desteklerinizle büyüsün diğer edebiyat forumları dahi gıpta etsin.
- 1
-
En başta şunu söyleyeyim ki ben Necip Fazıl'ın edebî kişiliğine ve ideolojik fikirler yakınlığından dolayı sempati besleyen şiirlerini, söyleşilerini adeta yalayıp yutan bir Lise 1. sınıf öğrencisiyim yani bir genç nesil ferdi, bir gencim.Elimden geldiğince hareket ve tavırlarım ve hatta karakterimi önce İtikadımca daha sonra gıpta ettiklerimle mukayese ederim.Gıpta ettiğim insanlardan biride aşikâr ki Necip Fazıl.Onun ile fikirlerimizin bağdaşıyor olması onun bir aksiyon adamı onun bir şair, yazar olması beni ona yakınlaştıran yönleri olmuştur.Onun düşlediği yeni nesil,gençlik hakkında Elbette ki bilgim var.Lakin bence bu mevzuyu ona en yakın ağızdan dinlemek gerekirdi ki oda bence sizsiniz?Bunu öğrenmek ve halihazırdaki gençliğin akıbetini ve mukayesesini sizin ağzınızdan dinlemek isterim.
- 1
-
İki ulu şairimizin en beğendiğim şiirlerini sizlere sunmak isterim.Elbette Necip Fazıl'ı unutmadım, şiirlerini bildiğinizi düşünerekten yayınlamadım.
(İsmet Özel'in kendi sesinden Amentü)Amentu
İnsan
eşref-i mahlûkattır derdi babam
bu sözün sözler içinde bir yeri vardı
ama bir eylül günü bilek damarlarımı kestiğim zaman
bu söz asıl anlamını kavradı
geçti çıvgınların, çıbanların, reklamların arasından
geçti tarih denilen tamahkâr tüccarı
kararmış rakamların yarıklarından sızarak
bu söz yüreğime kadar alçaldı
damar kesildi, kandır akacak
ama kan kesilince damardan sıcak
sımsıcak kelimeler boşandı
aşk için karnıma ve göğsüme
ölüm için yüreğime sürdüğüm eczâ uçtu birden
aşk ve ölüm bana yeniden
su ve ateş ve toprak
yeniden yorumlandı.
Dilce susup
bedence konuşulan bir çağda
biliyorum kolay anlaşılmayacak
kanatları kara fücur çiçekleri açmış olan dünyanın
yanık yağda boğulan yapıların arasında
delirmek hakkını elde bulundurmak
rahma çağdaş terimlerle yanaşmak için
bana deha değil
belgeler gerekli
kanıtlar, ifadeler, resmi mühür ve imza
gençken
peşpeşe kaç gece yıllarca
acıyan, yumuşak yerlerime yaslanıp uçardım
bilmezdim neden bazı saatler
alaturka vakitlere ayarlı
neden karpuz sergilerinde lüküs yanar
yazgı desem
kötü bir şey dokunmuş olurdu sanki dudaklarıma
Tokat
aklıma niye gelmezdi
babam onbeşli olmasa.
Meyan kökü kazarmış babam kırlarda
ben o yaşta koltuğumda kitaplar
işaret parmağımda zincir, cebimde sedef çakı
cebimde kırlangıçlar çılgınlık sayfaları
kafamda yasak düşünceler, Gide mesela.
Kar yağarken kirlenen bir şeydi benim yüzüm
her sevinç nöbetinde kusmak sunuldu bana
gecenin anlamı tıkansın diye ıslık çalar
resimli bir kitaptan çalardım hayatımı
oysa hergün
merkep kiralayıp da kazılan kökleri
Forbes firmasına satan babamdı.
Budur
işte bir daha korkmamak için korkmaz görünen korku
işte şehirleri bayındır gösteren yalan
işte mevsimlerin değiştiği yerde buharlaşan
kelepçeler, sürgünler, gençlik acılarıyla
güç bela kurduğum cümle işte bu;
ten kaygusu yüklü ağır bir haç taşımaktan
tenimin olanca ağırlığı yok oldu.
Solgun evler, ölü bir dağ, iyice solmuş dudak
bile bir bir çınlayan
ihtilal haberidir
ve gecenin gümüş ipliklerden işlenmiş oluşu
nisan ayları gelince vücudu hafifletir
şahlanan grevler için kahkahalarım küstah
bakışlarım beyaz bulutlara karşı obur
marşlara ayarlanmak hevesindeki sesim
gider şehre ve şaraba yaltaklanarak
biraz ağlayabilmek için
fotoğraflar çektirir
babam
seferberlikte mekkâredir.
İnsanın
gölgesiyle tanımlandığı bir çağda
marşlara düşer belki birkaç şey açıklamak
belki ruhların gölgesi
düşer de marşlara
mümkün olur babamı
varlık sancısıyla çağırmak:
Ezan sesi duyulmuyor
Haç dikilmiş minbere
Kâfir Yunan bayrak asmış
Camilere, her yere
Öyle ise gel kardeşim
Hep verelim elele
Patlatalım bombaları
Çanlar sussun her yerde
Çanlar sustu ve fakat
binlerce yılın yabancısı bir ses
değdi minarelere:Tanrı uludur Tanrı uludur
polistir babam
Cumhuriyetin bir kuludur
bense
anlamış değilim böyle maceralardan
ne Godiva geçer yoldan, ne bir kimse kör olur
yalnız
coşkunluğu karşısında içlendiğim şadırvan
nüfus cüzdanımda tuhaf
ekmek damgası durur
benim işim bulutlar arşınlamak gün boyu
etin ıslak tadına doğru
yavaş yavaş uyanmak
çocuk kemiklerinden yelkenler yapıp
hırsız cenazelerine bine bine
temiz döşeklerin ürpertisinden çeşme
korkak dualarından cibinlikler kurarak
dokunduğum banknotlardan tiksinmeyi itiraz
nakışsız yaşamakları
silâhlanmak sayarak
çıkardım
boğaza tıkanan lokmanın hartasını
çıkınımda güneşler halka dağıtmak için
halkı suvarmak bin saçlarımda bin ırmak
ıhtırdım caddeleri meğer ki mezarlarmış
hazırmış zaten duvar sıkılmış bir yumruğa
fly Pan-Am
drink Coca-Cola
Tutun ve yüzleştirin hayatları
biri kör batakların çırpınışında kutsal
biri serkeş ama oldukça da haklı.
Ölümler
ölümlere ulanmakta ustadır
hayatsa bir başka hayata karşı.
Orada
aşk ve çocuk
birbirine katışmaz
nasıl katışmıyorsa başaklara ağustos sıcağı
kendi tehlikesi peşinden gider insan
putların dahi damarından
aktığı güne kadar
sürdürür yorucu kovalamacayı.
Hanidir görklü dünya dünyalar içre doğan?
Nerde, hangi yöremizde zihnin
tunç surlardan berkitilmiş ülkesi
ağzı bayat suyla çalkanmış çocuğa rahim olan
parti broşürleri yoksa kafiyeler mi?
Hangi cisimdir açıkça bilmek isterim
takvim yapraklarının arasını dolduran
nedir o katı şey
ki gücü
gönlün dağdağasını durultacak?
Hayat
dört şeyle kaimdir, derdi babam
su ve ateş ve toprak.
Ve rüzgâr.
ona kendimi sonradan ben ekledim
pişirilmiş çamurun zifiri korkusunu
ham yüreğin pütürlerini geçtim
gövdemi alemlere zerkederek
varoldum kayrasıyla Varedenin
eşref-i mahlûkat
nedir bildim.
(1974)İsmet Özel
http://www.youtube.com/watch?v=wgsNkHjeUA8(Bu da üstadın kendi sesinden bulabileciğiniz az şiirlerden Sezai KARAKOÇ- Sürgün ülkeden Başkentler Başkentine)
Sürgün Ülkeden Başkentler Başkentine
Senin kalbinden sürgün oldum ilkin
Bütün sürgünlüklerim bir bakıma bu sürgünün bir süreği
Bütün törenlerin şölenlerin ayinlerin yortuların dışında
Sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim
Af dilemeye geldim affa layık olmasam da
Uzatma dünya sürgünümü benim
Güneşi bahardan koparıp
Aşkın bu en onulmazından koparıp
Bir toz bulutu gibi
Savuran yüreğime
Ah uzatma dünya sürgünümü benim
Nice yorulduğum ayakkabılarımdan değil
Ayaklarımdan belli
Lambalar eğri
Aynalar akrep meleği
Zaman çarpılmış atın son hayali
Ev miras değil mirasın hayaleti
Ey gönlümün doğurduğu
Büyüttüğü emzirdiği
Kuş tüyünden
Ve kuş sütünden
Geceler ve gündüzlerde
İnsanlığa anıt gibi yükselttiği
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili
Uzatma dünya sürgünümü benim
Bütün şiirlerde söylediğim sensin
Şuna dedimse sen Leyla dedimse sensin
Seni saklamak için görüntülerinden faydalandım Salome'nin Belkıs'ın
Boşunaydı saklamaya çalışmam öylesine aşikarsın bellisin
Kuşlar uçar senin gönlünü taklit için
Ellerinden devşirir bahar çiçeklerini
Deniz gözlerinden alır sonsuzluğun haberini
Ey gönüllerin en yumuşağı en derini
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili
Uzatma dünya sürgünümü benim
Yıllar geçti sapan olumsuz iz bıraktı toprakta
Yıldızlara uzanıp hep seni sordum gece yarılarında
Çatı katlarında bodrum katlarında
Gölgendi gecemi aydınlatan eşsiz lamba
Hep Kanlıca'da Emirgan'da
Kandilli'nin kurşuni şafaklarında
Seninle söyleşip durdum bir ömrün baharında yazında
Şimdi onun birdenbire gelen sonbaharında
Sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim
Af dilemeye geldim affa layık olmasam da
Ey çağdaş Kudüs (Meryem)
Ey sırrını gönlünde taşıyan Mısır (Züleyha)
Ey ipeklere yumuşaklık bağışlayan merhametin kalbi
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili
Uzatma dünya sürgünümü benim
Dağların yıkılışını gördüm bir Venüs bardağında
Köle gibi satıldım pazarlar pazarında
Güneşin sarardığını gördüm Konstantin duvarında
Senin hayallerinle yandım düşlerin civarında
Gölgendi yansıyıp duran bengisu pınarında
Ölüm düşüncesinin beni sardığı şu anda
Verilmemiş hesapların korkusuyla
Sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim
Af dilemeye geldim affa layık olmasam da
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili
Uzatma dünya sürgünümü benim
Ülkendeki kuşlardan ne haber vardır
Mezarlardan bile yükselen bir bahar vardır
Aşk celladından ne çıkar madem ki yar vardır
Yoktan da vardan da ötede bir Var vardır
Hep suç bende değil beni yakıp yıkan bir nazar vardır
O şarkıya özenip söylenecek mısralar vardır
Sakın kader deme kaderin üstünde bir kader vardır
Ne yapsalar boş göklerden gelen bir karar vardır
Gün batsa ne olur geceyi onaran bir mimar vardır
Yanmışsam külümden yapılan bir hisar vardır
Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır
Sırların sırrına ermek için sende anahtar vardır
Göğsünde sürgününü geri çağıran bir damar vardır
Senden ümit kesmem kalbinde merhamet adlı bir çınar vardır
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili -
Selam olsun hakikat aşkı ehline.Vesselam...
- 1
Kadir Mısıroğlu'nun Hezeyanları
in Ne Dediler?
Posted · Report reply
Bu herif İsmet Özel hakkında da öyle cahilane konuşuyor ki meseleyi 5 dk düşünmemiş hüküm veriyor saçmalamış diyor,ırkçı diyor.Böyle zatlar İslam'a avamda fayda versede havasda zarar verir.
Melih Gökçekle ortak bi yanları var bence o FETÖ'yü cinniler yönetiyor demişti bu da Marx'a cinniler haber veriyor diyordu.Hülasa onu yazıp onun yaptığını yapmiyacağım.Kaynakları uyduruk şeyler söyler beyninizi işgal eder böyleleri....