Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

Balamber

Üye
  • Content Count

    34
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    4

Posts posted by Balamber


  1. Bu herif İsmet Özel hakkında da öyle cahilane konuşuyor ki meseleyi 5 dk düşünmemiş hüküm veriyor saçmalamış diyor,ırkçı diyor.Böyle zatlar İslam'a avamda fayda versede havasda zarar verir.

    Melih Gökçekle ortak bi yanları var bence o FETÖ'yü cinniler yönetiyor demişti bu da Marx'a cinniler haber veriyor diyordu.Hülasa onu yazıp onun yaptığını yapmiyacağım.Kaynakları uyduruk şeyler söyler beyninizi işgal eder böyleleri....


  2. Bahis:İmansız gitmenin sebebleri

     

    İmansız gitmenin sebepleri kırk kadar beyan olunmuştur:

     

    *Yaramaz(ehli sünnete zıt olan kötü)itikad

    *zayıf(kendisini ilimle kuvvetlendirmemiş)insan

    *dokuz azasını(iki el,iki ayak,iki göz,iki kulak,dili)doğru yoldan çıkarmak

    *günahına musir(ısrarlı)olmak

    *islam(müslüman olma)nimetinden şükrünü kesme(eda edememektir.Bu da istikamet üzere yaşamak,helal ve haramdan kendini korumak,bütün uzuvlarını doğru yolda korumakla gerçekleşir)

    *imansız gitmekten korkmamak

    *nâhak(haksız)yere zulmetmek

    *sünnet üzere olan ezan-ı Muhammediyi dinlememek

    *anaya babaya asi olmak

    *çok çok yemin etmek

    *namazda beş yerde(rukuda,doğrulduğunda,secede,iki secde arasında,tahiyyatta)tadili erkanı terk etmek

    *namazı kolay sanıp alçak(basit)iş gibi tutmak

    *hamr(şarap)içmek

    *mümin kardeşine eziyet etmek

    *yalan yere evliyalık satmak(şeyh olmayıp şeyh gibi görünmek,sahte şeyhlik yapmak)

    *günahını unutmak

    *kendisini beğenmek

    *ilim ve amelim çok demek(ucub)

    *münafıklık(iki yüzlülük)etmek

    *haset(çekememezlik)etmek

    *üstadının şer'an(şeriata)muhalif(zıt)olmayan yerde sözünü tutmamak

    *bir âdemi(kişiyi,müslüman mı,kafir mi olduğunu)tecrübe etmeden iyi demek

    *yalana musir(ısrarcı)olmak

    *ulemadan kaçmak

    *erkekler harir(ipek)giymek

    *bıyıklaarını kitaba uydurmamak(sünnet üzere kısaltmamak)

    *gıybete musir(ısrarcı)olmak

    *komşusuna eziyet etmek

    *dünya umuru(işleri)için çok gazaba gelmek

    *riba(faiz)yemek

    *sihirbazlık etmek

    *kaftanın/cübbesinin)yenini ve eteğini uzun etmek

    *Allahü azimüşşan'ın sevdiğini sevmemek,sevmediğini sevmek

    *sıla-i rahmi terk etmek

    *mümin karındaşına üç günden ziyade kin tutmak

    *zinaya musir(ısrarlı)olmak

    *(başkasına)livata etmek

    *(kendisine)livata ettirmek

    *hatununu haramdan(başı açık gezdirip,yabancı erkeklerden)sakınmamak

    *münkeri(dinen yasaklanan bir şeyi)menetmemek

    (bir işe razı olan onu yapmış gibidir.kişi o işi,elinden geldiği kadar müsaade etmeyecektir).

     

    KAYNAK:(yasin yayınevi)Mızraklı ilmihal

    • Like 1

  3. Mahmud Efendi(ks) başların tacıdır.Onun Ehl-i sünnete bağlılığı ve müdafaası zaten gönüllerimizde onu apayrı bir yere koyuyor.Allah belki nasip eder etmez müridi olmayı,dizinin dibine oturmayı ama(...)onunla aynı havayı solmak aynı devlette yaşamak da bir şereftir.Allahû Teala ukbada da aynı havayı solmayı aynı devlette yaşamayı nasip etsin.Amin


  4. Ona elbette en güzeller söylenir ama biri var ki...İmam-ı Busûrî hz.(ra)'ın naat-ı şerifesi Kaside i Bürde;

     

     

    Selem ağaçlarını mı, ordaki dostları mı andın ki birden

    Gözbebeğin kanlandı, gözyaşın aktı kırmızı kırmızı..

    Yoksa bir yel mi esti Kâzime yönünden;
    Yoksa Eden Dağı’nın üstünde, kapkaranlık gecede
    Şimşek mi çaktı?..

    Gözlerine ne oldu ki, “dur ağlama” desen çoşar ırmak olur;
    Ya kalbine ne dersin, “yetiş huzur” dedikçe artar acısı gamı..

    Aşk gizli kalır mı kimseden, niçin aldatır kendini insan?
    Gönül yanıp dururken, gözden akarken çeşme gibi gözyaşı..

    Aşk olmasaydı döker miydin gözyaşını böyle taze toprağa?..
    Gözün uykudan kaçar mıydı, andığında Ban Ağacını, Alem Dağını..

    Âşık inkar etse ne çıkar, gerçek şahitler var:
    Yaşa batık gözler, sararmış yüz, zayıf ten ve göz çukurları...

    Aşktan değil de neden bu peki, bir yanağında kırmızı gül;
    Bir yanağında sarı gül döküntüsü, izi;
    Kızılırmak, Yeşilırmak yatağı..

    Evet, yârin hayali gelip beni birden uyandırdı;
    Sevgi, zaten gelir gamlarla, mahveder vücut hazlarını..

    Aşkım sebebiyle bana dil uzatan, utanır mıydın ki bilseydin,
    Yanık aşklarıyla meşhur Özr oymağı gençlerinden daha mazurum, beterim hakçası...

    Gizlenir gibi değil ki bu sır, işte sen de öğrendin;
    Şimdi, de diyeceğini, kat by derde bir dert de sen..
    Zaten yok sonu yok başı..

    Öğüdünü esirgemedin sağol benden ama;
    Tutamadım onları, çünkü tutuktur zaten sevenin kulakları..

    Yaşlı adama, ağarmış saça, utanmadan; “yalan söylüyorsun” dedim..
    Nasıl inkâr, itham edilebilir oysa, ağaran saçın beyazlığı?..

    Günaha batık nefs, öğüt mü dinler!
    Kendi karanlığına gömülmüş ak saç, nasıl ışıtsın bu karanlığı?..

    Güzel fiillerle bir şölen hazırlayamadı nefsim;
    Misafirse sessiz, ihtişamsız apak çıkageldi, karşılayan bile olmadı..

    Bilseydim ki, yok bende bir karşılama gücü bile,
    Siyaha boyadığım bir panonun ardına saklardım kendimi ve bu sırrı..

    Kim çeker benim nefsimi bu hoyratlık alanından?..
    Çılgın atları zaptedip dört döndüren süvariler gibi tıpkı..

    Günah işleye işleye günahı bitireyim dersin belki içinden..
    Boş hayal! Yemek vücudu arttırır, günah da günahı...

    Nefs memedeki çocuktur, vaktinde kesmezsen sütten,
    Koca adam olur da, hâlâ emzik ister, arar sütü mamayı..

    Nefsine sen hâkim ol! O olmasın sana hâkim;
    Çünkü nefs neye hâkim olursa, onu ya öldürür, ya soldurur hâsılı..

    Nefs sürüsü bırakırsan yayılır her yöne; görmeli gözetmeli;
    Otu çok tatlı gelen yaylalara yaymazlar koyunları..

    Nefsin tattırdığı hazzın çoğu semm-i katildir;
    Ağuyu altun tasta bal içre sunarlar, bunlar onun suç ortağı..

    Açlığın ve tokluğun hilelerinden koru kendini,,
    Evet açlığın da.. Çok açlık, tokluktan da zararlı..

    Gözünden yaşlar boşalt ki, ne haramlar doldurmuştun vaktiyle..
    Ve sığın tövbe gölgelerine, odur en serin hurma altı..

    Şeytana ve nefsine uyma! Baş kaldır, isyan et!..
    En akla yakınmış gibi gelen sözlerini bile dinleme, deş ve bul püf noktalarını..

    Bazan hasım kılığındadır, bazan hısım, bazan hakem,
    Düpedüz hilekârdırlar, ne hakemi, ne hasımı, ne hısımı!

    Allah’ım sen affet bizi!.. Bizzat söyleyip te tutamadığımız sözlerden..
    Ki andırır kısırların nesliyle öğünmesini tıpkı...

    Sana “yap!” dedim ama ben yapmadım onu;
    Sana “yol işte bu yoldur” dedim ama nefs, beni o yola bırakmadı..

    Üstüme borç olan namazı kıldım, orucu tuttum; ama o kadar..
    Ölüm, evet ölüm göz önündeyken bir parçacık arttırmadım onları..

    Kendime zulmettim, ihmal ettim geceleri ihya sünnetini..
    Can verdi gecelere namazla O, öyle ki, şişerdi ayakları..

    Boş midesinin üstüne taş kor, derisini büzüp düğümler,
    Çekilen karnına kuşak bağlardı; yine azalmazdı açlığa sabrı...

    Altundan ulu dağlar nefsine sundular da kendilerini,
    Reddetti O, gösterdi onlara gerçek ululuğu ve gerçek altını...

    Zühd ve takvasını arttırdı, eksiltmedi o dağlarca zarûret..
    Ne denli olsa da yok edemez ihtiyaç, insandaki temizliği, pırıltıyı...

    Dünya ne oluyor ki, O ona muhtaç olsun..
    Dünya O’na muhtaç ki, onun için değil midir varoluşu, yokluktan çıkışı?..

    Bu dünyanın ve öte dünyanın, göze görünür- görünmez yaratıkların,
    Acemin, Arabın, bölük bölük bütün insanlığın Hz. Muhammed’dir başı..

    Bir eşi yoktur O’nun emir ve nehiy peygamberliğinde;
    “Evet” i tam evetti, “hayır” ı tam hayırdı...

    Her yönden hücum eden korkunun türlüsünden
    Ancak O Sevgili kurtarabilir bizi, O’nun merhameti, O’nun şefaati...

    Kim döndüyse sesine, koşup yapıştıysa O’nun eteğine,
    Yapışmış oldu kopmaz bir ipe, hiç kopmaz ve tam kurtarıcı...

    İçiyle ve dışıyla, ahlak ve yaradılışta üstündür,
    öbür peygamberlerden bile;
    Hiçbirinin ilmi, keremi O’nu geçemedi, O’nunkine ulaşamadı..

    Ve hepsi umar ve bekler, Allah’ın Resûlundan;
    Denizinden bir avuç su;
    Yağmurundan bir damla su yollamasını..

    Dururlar huzurunda hepsi yerli yerinde..
    Kimi ilminden bir nokta,
    Hikmetinden bir hareke bir kısmı..

    Peygamber ruhu alıp peygamber vücudunu,
    mükemmel peygamber olunca,
    O’nu Sevgili edindi seve seve insan yaratan, insan ören Rabbi..

    Üstünlüğünde eşit ve ortak yoktu O’na kimse;
    Güzelliğiyse parçalanmaz bölünmez bir bütündü, ne çıkacak,
    ne eklenecek bir şey vardı...

    Hristiyanların kendilerine gelen Resûl için dediklerini dememek şartıyla,
    Öğ öğebildiğin kadar.. Yücelt yüceltebildiğince O Hakk Kahramanını..

    Korkmadan istediğin ölçüde şerefi bağla O’na;
    İstediğin ölçüde O’nun değerlilik hakkını tanı..

    Erginliğine yok son ki, orada durup,
    Dil, cesaretini bulsun, O’nu anlatmayı..

    Mucizeleri bile gerçeğinin yanında sönük kalır;
    Yoksa ismi anılınca çürüyen kemikler bile canlanıp ayağa kalkmalıydı..

    Aklın yetişmeyeceği tekliflerle etmedi bizi imtihan;
    Bizi sevdiğinden elbet.. Biz de hemen inandık O’na..
    En ufak şüphe bize yaklaşmadı..

    O’nun gerçeğine ermekte cümle âlem âciz kaldı;
    Uzak âciz kaldı, yakın âciz kaldı, acz çepçevre sardı dört yanı..

    Güneş küçük sanılır uzaktan bakılınca;
    Göz dayanmaz amma, çıplak gözle bakıldı mı..

    İnsan nasıl bu yerde anlar O’nun gerçeğini,
    Ki rüyada görsen O’nu, sana yeter ömür boyu
    Bu mutluluk ve O’nun nurdan bakışları..

    İnsanlığın bilip bileceği şu, bilgilerinin sonu şudur ancak;
    O insandır ve yaratılmışların en iyisi, en güzeli, en hayırlısı..

    Ve Peygamberlerin halka gösterdiği mucizeler,
    O’ndandı, O’nun nurundandı, O’nun habercisi, O’nun öncü ışıklarıydı..

    Çünkü O erdemlik güneşi, öbür peygamberlerse yıldızlardır,
    O yıldızlar ki; Güneşten aldıklarıyla aydınlatırlar karanlıkları..

    Gel gör ki, Rabbim O’na neler verdi, nasıl süsledi O’nu..
    Ahlâkını güzellikle sardı, müjdeyle, güler yüzlülükle benek benek noktaladı..

    Latifliği bir çiçek, dolunay şeref ve değeri..
    Cömertliği bir deniz, yardımı zamandır tıpkı..

    Tek başına bir yerde, O’nu görsen, heybetinden
    Sanırsın arkasında asker, asker,asker.. bir ordu gizli, bir ordu saklı..

    O’nun tebessümünden ve konuşmasındandır sanki;
    Sedefte saklı inci, İnciler hep sedefte saklı..

    O’nun toprağının kokusundan daha güzel var mı koku?
    Ne mutlu o kişiye ki koklamış, öpmüş ola o toprağı!

    Doğuşu açıklar bize her yönden her açıdan O’nu..
    Başlangıcı da iyi O’nun, sonu da..
    Hoştur doğuşu ve batışı..

    O doğum günü ki, iyi farkına vardı İran, indiğinin
    Kendisi için korku, kendisi için ceza, kendisine cehennem âzabı..

    Göçtü, darmadağın oldu Kisra’nın saray duvarları o gece..
    Devleti de, bu duvardan başlayarak yarıldı, çatladı ve dağıldı..

    Son nefesini verdi, korkudan mecûsi meş’alesi..
    Ve Yahudi nehri, bilinmeyen bir yere alıp gitti,
    Dert yuvası başını..

    Ve sapık Save halkı, her günkü gibi
    Su aldıkları göle gittiklerinde;
    Bu da nesi?.. Kurumuş kül olmuş!
    Döndüler elleri boş,
    Kızgın kudurmuş ve çatlamış dudakları..

    Sanki doğmuştu ateşte su,suda ateş duygusu!..
    Tabiat, o gün yoldan çıkmışları, tabiatından çıkararak karşıladı..

    Sanki, çarpıkların ateşi sıkıldı terledi de sulanıp söndü üzüntüden;
    Sularıysa hüzünlerinden ateş gibi kızdı, buharlaştı..

    Cinler çığlık atarlar, Nurlar, saçarlarken havaî fişeklerini
    Hak böyle tantanayla çıkıyordu ortaya, Hakk’ın sesi ve ihtişâmı..

    Kör oldular, sağır oldular, felç oldular, muştuları duymadılar,
    Haberleri almadılar; görmediler korkutuş yıldırımlarını..

    “Bundan sonra o eğri dinimiz belini doğrultup ayağa kalkamaz”
    Dediler, haberini verdiler kâhinleri, ozanları..

    Gökte yıldızların aktığı görülürdü
    Ve aynı anda yerde putların devrildiği, yıkıldığı..

    Ve vahy yolundan çekilip gitti bozgun
    Şeytanların şahı; bozgun askeri yerinde kala kaldı..

    Nasıl ki, Ebrehe’nin ordusu dağılmıştı;
    İki avuçtan atılanla bir ordu kör olmuş, yere saplanmıştı..

    Allah dedikten sonra o taşların atılışı
    Rabbine yalvarır yalvarmaz balığın karnından atılanın çıkışını andırmıştı..

    Yemin ederim ikiye bölünen aya,
    O’nun kalbiyle ilgili aya..And içerim aya karşı!..

    Ve o hayrı, keremi içine alan mağaraya..
    And içerim ki, Kafirlerin gözleri içerdeki Işıktan kör oldu bakamadı..

    And içerim ki, Muhbir-i Sadık mağaradaydı ve Sıddık mağaradaydı..
    Görmediler ve sandılar ki, orda, kimsecikler yoktu ve olamazdı..

    Ne bilsinler ki, örümcek O’nun için örmüş ağını..
    Güvercin, O’nun için yuva yapmış, yumurta bırakmış uçup durmaktaydı..

    Allah isterse bir güvercin, bir örümcek ağıyla da korur,
    Kat kat zırhı ve yüksek kaleleri aratmaz,
    onlardan müstağni kılar insanı..

    Ve bir örnek daha:
    Çağırınca Peygamber, Ağaçlar geldi, eğildi huzurunda;
    Dallarıyla, kökleriyle yürüdüler; Çünkü yok ayakları..

    Çizgiler çekerek yol ortasına, yazılar yazarak
    Güzel yazılar yazarak; dalları budakları...

    O bulut gibi ki, O nereye giderse üstünde o da oraya gider,
    O’na, gün ortasında yakan güneşe karşı gölge yapardı..

    Dünyanın sıkıntısı binince boğazıma
    Hemen sarılır, sığınırım O’na..
    O hemen kurtarır bu zavallıyı..

    İki dünyaya ait hiçbir şey yok ki, o hayır saçan elden
    İstemiş olayım da almamış olayım, olmadı..

    Aklın ermeyince hemen inkâra kalkma rüya vahiylerini;
    Belki gözleri uyurdu O’nun ama, kalbi uyumazdı..

    Nübüvvetiyle O gerçeğin doruğuna çıkmıştı
    Nasıl inkâr olunabilir erginlerin rüya durumları..

    Allah’ın alanı bu. Ne vahiy çalışmakla olur
    Ve ne de bir suçtur Peygamberin gâibi çizip anlatışı..

    Bir dokunmakla nice hastayı iyi etti eli
    Nice çılgınlık zincirini kırıp mahkûmlarını kurtardı..

    Kara kıtlık yılları oldu, O’nun duasıyla canlı ve ak
    Sanki gecenin oratasında ansızın bir dolunay çıktı..

    Bulut akıttı durdu suyu öylesine ki, o kurak vâdilerde;
    Oldu her sel bir arim seli, her ırmak bir deniz ırmağı..

    Bırak konuşayım, anlatayım o mûcizeleri:
    Geceleri dağlarda yakılan şölen ateşleri gibidir âşikârlıkları..

    İnciyi işlersen değerlenir şüphesiz;
    Ama işlemesen de inci incidir; incilikte farksızdır işlenmişi, hamı..

    Ama nasıl uzanabilir hayali övüşün o yüceliklere
    Ki orda hüküm sürer o davranış ve ahlâkın hârikalar mantığı..

    Biri Kur’an Âyetleri: Haktır, Allah’tan gelmedir,
    Ezelî ve ebedîdir, sonradandır, fakat yoktur öncesi başı..

    Zamanla kayıtlı değil getirdiği kutsal haber
    Son saatten, Addan, İremden haber...
    Odur mutlak haberlerin saltanatı..

    Devam edip gidiyor O’nun hükmü. Üstündür
    Öbür peygamber mûcizelerine ki, tesirleri ve hükümleri ebedî olmadı..

    Öyle muhkemdir ki, hamlede yıkar inkârı ve şüpheyi
    Tartışma kabul etmez; hâkime hakeme yok ihtiyacı..

    Kimse karşı çıkamadı O’na. Yeltenmediler değil ama.
    Düşmanı, en düşmanı bile O’na sığınmakta buldu var olmayı..

    Belâgatı, düşmanının davasını uzaklara fırlatır:
    Kötü niyetlinin elini hareminden ırakta tutmaktır zaten yiğide yaraşanı..

    Kemmiyette anlamlar deniz dalgalarından büyük;
    Keyfiyetse, güzellikte ve değerde cevahirden üstün ve san’atlı..

    Madem okuyunca gözün, gönlün nur doldu, aydınlandı;
    Zafer buldun her vakit. Öyleyse bu sağlam ipe iyi yapış, sarıl sıkı..

    Okuyuşun, korkusundansa alev alev yanan cehennem ateşinin
    İtfaiyesi budur yalnız ateşin: Yanık yürekle çağırmaktır tek şartı..

    Sanki O şöyle bir pınar: Yüzü simsiyah olan
    Gelip bir yıkanmakla bembeyaz olur; budur nur pınarı..

    Ve O, adalette sırat gibi kıldan ince; hak ve eşitlikte de,
    Hassas ve ayarlı mizan gibi, insanlar ve kâinatlar arası..

    Bakma bilmezlikten gelişlerine, inkarlarına yüreği karaların
    Onlar öyle bilir, öyle anlarlar ki... Ama ya kıskançlıkları?..

    Eh! Öyleyse kalksın ağrıyan göz inkâr etsin, göremiyor ya,
    Güneşi, gün ışığını; yaralı ağız da, alamadığından suyu, suyun lezzetini, tadını..

    Çölde hızlı hızlı giden yoksullar; develeri
    İz bırakarak giden dilek sahipleri görürsün. Yön tektir; O Hayr kaynağının evi alanı..

    Sen ey, anlayanlar için, bizzat varoluşunla ne büyük işaret ve mûcize,
    Nimetin kadrini bilenler için ne büyük nimetsin, ne büyük Hakk armağanı..

    Ne hesabı mümkün, ne kitabı harikalarının
    Ve yine de usanmaz insan bir bir anmaktan onları..

    Kalktın bir gece, kutsal bir yerden kutsal bir yere gittin,
    Kapkaranlık gecelerde dolunay nasıl ilerlerse
    Alımlı alımlı..

    Çıktın, boyuna çıktın.. Yükseldin Kâbe Kavseyne kadar,
    Ki, daha önce ne kimse çıkmıştı oralara,
    Ne de hayal ve ümit etmişti; bırak çıkmayı..

    Seni öne geçirdi her yerde peygamberler, resuller,
    Seni öne geçirip arkada durdular kendileri, hizmet geleneği icabı..

    Delip yedi kat göğü geçip gittin Sen o üstün insanlarla alay alay;
    Başlarında Sendin, başlarında sallanan sancak Senin sancağındı..

    Öyle çıktın, yükseldin ki, yarışanlar kaldı yarı yolda;
    Yakınlıkta ilerisi, daha ötesi kalmadı..

    Bütün makamlar geride kaldı Makamından
    Çağrıldığın o an, Tektin artık nasıl tekse; gök ve kale sancakları...

    Devşirmek için yemişlerini gözlerden saklı
    Bir buluşmanın ve gizliden gizli sırrı..

    Topladın öğülesi gök çiçekleri, üstünlükleri tek başına;
    Aştın bütün menzilleri yalnız, ıssız kalabalıksız, hızlı hızlı..

    Tayin edildiğin iş nice ulu;
    İdrakse ne kutlu sana mahsus nimetler alanını..

    Günler geçer, geceler geçerdi; gün ne, gece ne bilmezlerdi
    Ancak haram ayı geceleri yaparlardı uyku bayramı..

    Yüzen atlar denizinin üstünden akar asker denizi,
    Atlar dalga dalga deniz ileri, çoşkun kahramanları..

    Onlar ki, koşar Allah’a doğru, yaşar Allah için;
    Mahveder, kökünden söküp atar küfrü, şimşekten kılıçları..

    Ne mutlu sana bana Ulu İslam Milleti, şuurların örgüsü;
    Bize Yaratan verdi o sağlam, o yıkılmaz yapıyı..

    Allah, bizi kendisine çağıranı, çağırınca kendisine,
    O Peygamberlerin oldu, bizse ümmetlerin başı..

    Bir arslanın nasıl ürkerse koyunlar sesinden, heybetinden,
    Öyle perişan etti. O’nun çıkış haberi, inkar yobazlarını..

    Peygamber terketmedi savaş alanını; düşman,
    Çevrilinceye dek göğdelere, kasap çengellerine asılı..

    Düşmanların gözü hep kaçışta olurdu savaşlarda;
    Kol ve bacakları kıskanırlardı, kargaların kapıp kaçtığı..

    Onlarla kurtuldu yalnızlıktan İslam Milleti, Dini;
    Sanki yadellerden döndü, yurdunu buldu, sıla yaptı..

    Allah, ordusuyla koruyacak, varlık var oldukça O’nu;
    O, dul ve yetim, babasız ve sahipsiz olmadı..

    Her biri bir dağdır savaşta, onlara çarpan, onlarla çarpışanlara
    “Savaş meydanında ne gördün?” diye sor, düşmanlarına sor onları..

    Bedire sor, Huneyne sor, Uhuda sor.. Sor bütün savaş alanlarına;
    Kesin sonuç alışta, zaferde onlar mı üstündü,
    yoksa kendi işinde veba mı?..

    Kıpkırmızı çıkaranlardır kapkara vücutlara sokup
    Yıldırımdan da çabuk, bunlar ak çelik kılıçları..

    Onlar sanki kâtip, süngüler de kalemleriydi
    Ve vücutlarda bir tek harfi bile noktasız bırakmazlardı..

    Silahla donanmışlardır ve yüzlerinden tanınırlar
    Seçilirken ilk bakışta nasıl hemen seçilirse ağaçlar içinde gül ağacı..

    Her biri silahları içinde saksı içindeki gonca gibi;
    Zafer rüzgarları sana armağan eder kokularını...

    Dağlarda fışkıran çamlar gibi birden zuhur ederler atlar üstünde;
    Kolanların ilmeklerin sıkılığı değil dimdik tutan onları, yüreklerin, bileklerin sağlamlığı..

    Kalpleri, dudakları uçukladı korkudan düşmanların
    Ayıramaz oldular kahramanı koyundan, kardan karanlığı,
    kargadan kartalı..

    Onlara bir ormanda rastlayan aslan bile uslanırdı,
    Çünkü beraberlerindeydi Peygamberin zaferi ve duası..

    Yok dostundan tek kişi yardımını görmesin,
    Düşmanından tek kişi yemesin tokadını..

    Dinin kanatlarını gerdi ümmet üstüne;
    Gözlerden saklar orman aslan yuvalarını..

    Ne felsefe, ne mantık durup dayanabildi,
    Kur’an’ın karşısında. Fikir gecelerini ışıttı aydınlığı..

    Yeter sana peygamber mucizesi, okumamışken bilgisi;
    O “cahiliyet” çağında, öksüzlük de üste, terbiye ve ahlâkı..

    O’nu öğer öğerim, yorulmam ve usanmam. Affa sebep umarım;
    Şairlikle, devlet memurluğuyla geçen ömrün bütün suçlarını..

    Boyna bir boyunduruk bunlar: Korkulu son hazırlar.
    Sürüklediler beni; sanki ben kurbanlık bir deve, onlar ipi halkası..

    Ah! Çocukluk etmişim; harcamışım kendimi bir ömür boyu:
    Bir ömür boyu, toplamış, devşirmişim suç ve pişmanlıkları..

    Bir de düşün nefsimin ticaret zararını,
    Bir an duraklamadan din satıp alan dünyayı..

    Ismarlama yerine hazır eşya düşkünü;
    Parayı peşin alıp yiyen, malı boyuna borçlanan imalatçı..

    Gerçi günah işliyorum ama dönmüş değilim O’na verdiğim sözden,
    Kopar cinsinden değil gönlümün bağı..

    Söz vermiştir kurtaracaktır, adıyla çağrılanı..
    Ve beni O’nun adıyla çağırırlar..

    Ve insanlık içinde kim olabilir, O’ndan çok sözünde duranı..

    Yarın hesap gününde tutmazsa O elimden:
    Sen benim için de: Vay sana!
    Hey sonsuz kayan adam, uçurumlar kurbanı..

    Haşa! O, mahrum etmez yardımından isteyeni;
    Koğmaz konu komşuyu, soğuk karşılamaz kendine sığınanı..

    Düşüncemi, şiirimi O’nu öğme yoluna koyduğum günden beri,
    O oldu benim için koruyucular koruyucusu, kurtarıcılar kurtarıcısı..

    Lütfunu esirgemez en dar elden bile O.
    Çünkü: Yağmur ihmal etmez çiçeklerle süslemekte
    su tutmaz yalçın dağ uçlarını..

    Gözüm yok, bu dünyanın parasında pulunda, zerresinde.Bu türlü zehirleri..
    İki avucunu açıp toplar ancak, Herem’in öğücüsü şair Züheyr takımı.

    Ey insanların en iyisi!. En üstünü! Yalnız sana sığınılır,
    Herkes için geçerli, kimsenin kurtulamadığı vakit kapıyı çaldı mı..

    Allah’ın Resûlü, beni de bürümeye, örtmeğe yeter kurtaran örtün..
    Göründüğü o gün, öç alan adıyla Yaratıcı..

    Bu dünya ve öte dünya, senin bağış bolluğundan örnekler;
    Levh ve kalem bilgisinin bilgindedir kaynağı..

    Nefsim! Düşme umutsuzluğa büyük günah işlemişlik yüzünden..
    Mutlak bağışlayan yanında, değil büyüğü küçüğünden farklı..

    Nefsim! Düşme umutsuzluğa büyük günah işlemişlik yüzünden..
    Mutlak bağışlayan yanında, değil büyüğü küçüğünden farklı..

    Günahların büyüklüğüne göre gelir, o ne kadar büyükse o daha da büyük olur,
    Umulur ki, dağıtılırken kullara Yaratanın acıyışı..

    Rabbim! Yalvarışlarımı döndürüp çevirme bana geri;
    Rahmetinden elverir bir rakam eklemeden, kapama hesabımı.

    Rabbim! Bu kuluna yardım et, bu dünya ve öte dünyada.
    Korkulu olaylar ve durumlarda yok bir parçacık olsun dayanıklığı..

    Rabbim! İzin ver çözülsün ebedî salavat bulutları bir kez daha..
    Boşansın Resûl üstüne sel sel, sicim sicim “Selam! Selam” yağmurları..

    Ailesi üstüne, arkadaşları ve bağlıları üstüne bir kez daha.
    Yaşasın bir kez daha, o sana en yakın, eli açık, gönlü ipekten yumuşak, içleri pırıl pırıl yolunun uluları..

    Ban ağacının yaprağını, göğdesini titrettikçe tiril tiril Bad-ı Sâba,
    Kızgın çöllerde ürpettiği sürece develeri devecinin şarkıları..

    Çeviri : Sezai Karakoç


     


  5. Kanımca;

    Aşkta,Konyevi(ks)

    İlimde,Asrımızın Müceddidi

    Yolda,Evliyaların Sultanı

    İrşadda,Said Nursi(ks)

     

     

    Ehli sünnet aliminden şaşmamak doğrudur,sabi kardeşiminde seçimleri doğru.Menzil efendinin yaptığı bana pek doğru gelmiyor.Ayrıca Hakiki Allah dostları Anadolu'dalar lakin ifşa etmiyorlar.


  6. Daha önce de kimbilir kaç defa yazdım, Oryantalizm, Edward Said’in kullandığı manada bir tahakküm mekanizmasının ideolojik arka planıdır.


    Bu tahakküm, Avrupa medeniyetinin tek medeniyet, Hıristiyan medeniyeti olduğunu dayatmaktır. İslam’a gelince, Oryantalistler’e göre, İslam bir dindir; –ama bir medeniyet değil! İslam dini, bir medeniyet gerçekleştirememiştir. Müslümanlık, bilim (ve felsefe) alanında ‘terakkiye mani’dir (ilerlemeye engeldir)! Halbuki medeniyet, bilim ve felsefe alanında ilerleme, demektir...


    Oryantalizm, modernleşme adı altında yapacağını yaptı ve sonunda Türk aydınının bilinçdışını kuşatıp zihnini bütünüyle esir alma başarısını gösterdi. Şimdi, Batılı ve laik aydınlarımızın neredeyse tamamı, İslam’ın, bilimsel ve felsefi düşünceye hiçbir katkısı olmadığı safsatasını, asla sorgulamadan, kabullenmiş görünüyorlar. Oryantalizm, onu Avrupalılaşma veya modernleşme zannetme gafletiyle malül zihinler için İslam’ı, Batı’nın ürettiği ve Batı’ya ait sembollerle idrak edilen bir dine dönüştürdü. Avrupa, İslam üzerindeki entelektüel tahakkümünü, bizzat Türk aydınlarının zihinlerini malzeme olarak kullanmak suretiyle inşa ediyor. Buna karşı çıkacak veya direnecek bir Namık Kemal, bir Ahmet Mithat Efendi, bir Şehbenderzade Ahmet Hilmi yok artık...


    Namık Kemal, Ahmet Mithat Efendi ve Şehbenderzade Ahmet Hilmi! Bu üç mübarek adı burada zikretmem boşuna değil! Çünkü bunlar, oryantalizmin, Osmanlı insanının zihnini ele geçirme ve o zihinler üzerinde tahakküm mekanizmaları inşa etme çabalarının farkında olmuşlar, buna kendilerine yakışan bir celadetle karşılık vermişlerdir. Namık Kemal’in Renan Müdafaanamesi’nin, Ahmet Mithat Efendi’nin Niza–ı İlm ü Din’inin, Şehbenderzade’nin Tarih–i İslamiyet’inin, oryantalizme karşı oluşturulan bir ayrı Soykütüğü olduğunu asla unutmamak gerekir.


    Ahmet Mithat Efendi’nin Niza–ı İlm ü Din’i, W.J. Draper adında Amerikalı bir bilim adamının 1874’te yayımlanan Conflict Between Religion and Sciens başlıklı kitabına cevap olarak yazılmıştır. Aslında Draper, Katolikliği eleştirmektedir. Ahmet Mithat Efendi, kitabı Fransızcasından Osmanlıcaya çevririr ve Draper’in İslamlıkla ilgili suçlamalarını, her bölümün sonunda cevaplandırır. Suçlamalar, bermutad, İslamın Bilim düşüncesinin gelişmesine engel olduğu gerekçesine dayandırılmıştır. Ahmet Mithat Efendi, reddeder bunu; –şöyle: ‘Din–i İslam’ın uluma (bilimlere) muhalefeti şöyle dursun, ulum–u riyaziye ve tabiiye (matematik bilimler ve doğa bilimleri) vesaireden istintaç olunacak (çıkarılacak) hikmet–i hakikiyye (hakikat bilgisi) din–i İslam’ın dahi esas–ı metinesinin (sağlam temellerinin) üssü olduğunu bedahaten gördüğümüz cihetle, işte bu gördüğümüzü göstermek için dahi, Draper’den intikad eylemekteyiz. (Onun tenkidlerini beklemekteyiz.) Fakat gördüğümüz şeyleri, kime göstermek azmindeyiz? Draper’e mi? Avrupa’ya mı? Keşke gösterebilsek, keşke onlar dahi hakikat –perestane (hakikatseverce) bir nazarla bu hikmetleri görebilseler!’


    Namık Kemal’in Renan Müdafaanamesi, adından da anlaşılacağı gibi, Fransız düşünürü Ernest Renan’ın, 1883’te, Sorbonne Üniversitesi’nde verdiği bir konferansı konu edinir. Bu konferansta Renan, İslamlığın bilimi kabul etmediğini, Müslümanların kafasında yeni düşüncelere karşı kapalı bir ‘demir daire’ bulunduğunu, İslam’da bilim ve hikmet (felsefe) olmadığını, olanlarınsa, İslam ve Arap olmayanlar tarafından ortaya konulduğunu öne sürmektedir. Namık Kemal, Hıristiyanların İslam’a ilişkin tetkiklerinde tarafsız olamayacaklarını, onların ‘fikr–i aslileri(nin) bu tetkikatın selametle icrasına mani’ olduğunu bildirir. ‘Biz araştırmalarımızda bitaraf olabiliriz; bizce Hıristiyanlık mensuh bir dindir,’ der, ‘Halbuki İslamiyet, Hıristiyanlara göre, İlahi değildir; onun için her kitapta yalan yanlış ararlar.’


    Namık Kemal, İslamlığın bilimi kabul etmez değil, tam tersine onu teşvik ettiğini belirtir. Kur’an’da ve hadislerde Müslümanların bilim ve hikmetle uğraşmalarına ilişkin açık emirler vardır. İslamda bilim yoktur, iddiası yanlıştır. Doğu’nun eski tıp medreseleri, matematik bilginleri, rasathaneleri, kimyacıları vardır. Hatta Müslümanların ortaya koydukları bilim, Avrupa medeniyetini de etkilemiştir. Müslümanların geri kalmasının nedeni İslamlık değil, XII. yüzyıldan beri Batı’nın Doğu’ya tasallutu, bu yüzden de okuyup öğrenmeye imkan bulamamasıdır. İslamlık müteassıp (bağnaz) değil, tam tersine, Avrupa’dan çok daha müsamahakar ve özgürlükçüdür.


    Şehbenderzade Filibeli Ahmet Hilmi’nin Tarih–i İslamiyet’i de, İslam’a karşı olan bir Oryantaliste, Reinhardt Dozy’e yönelik bir reddiyedir. Dozy’nin kitabını Osmanlıca’ya bu adla çeviren Abdullah Cevdet’in amacı, Dr. Şükrü Hanioğlu’nun belirttiği gibi, İkinci Meşrutiyet’in getirdiği özgürlük ortamı içinde, ‘doğrudan dinin gereksiz ve bilim dışı olduğunu isbata çalışmak ve onun yerine biyolojik materyalizmi önermek’ düşüncesidir.


    Bu kitap, yine Dr. Hanioğlu’nun deyişi ile, ‘Osmanlı kamuoyunda herhangi bir esere karşı gösterilen tepkilerle kıyaslanamayacak ölçülere’ varmıştır. (Cemil Meriç, ‘O devirde Dozy’ye çatmak her Müslüman aydının görevi. Said Nursi’nin yıllarca sonra kaleme aldığı Risaleler’de Dozy, hâlâ fikirleri çürütülmesi gereken bir düşmandır’ diyor.) Ama bu tepkiler içinde en ciddi olanı, hiç şüphesiz, Şehbenderzade Ahmet Hilmi’ninkidir. Ona göre, İslam bir akıl dinidir, son çözümde, dinle akıl arasında bir anlaşmazlık yoktur.


    İşte bir anti–oryantalist soykütüğü! Tanzimat’tan II. Meşrutiyet’e, oradan da Cumhuriyet’e eklemlenen bu ‘aydın’ soykütüğünde, ne yazık ki, Cumhuriyet aydınları yok! Çünkü Namık Kemal’lerimiz, Ahmet Mithat Efendi’lerimiz, Şehbenderzade’lerimiz yok da ondan! Artık bizim de yerli Renan’larımız, yerli Draper’lerimiz, yerli Dozy’lerimiz var. Zihinlerini oryantalizme, kayıtsız koşulsuz teslim etmiş aydınlar!...



    Hilmi YAVUZ-ZAMAN Gazetesi yazarı

  7. Bu proje galiba daha önce denenmemiş olmalı.Zira benim fikrim.Nesyse bu projedeki gaye tabi ilerlerse, tutulursa kitap çıkarılabilinir.Bir sayfa açılacak fakat bu sayfa değil(kendi yazdıklarınız bölümünde) ve kalemine güvenen biri, o kişi bu sayfadanda belirlenebilir ve deyim yerindeyse kitaba başlıyacak.Bu roman olacaksa karakterlerin ismi mevkileri yani kitabın yürürlük işleri buradan yapılacak.En güzel yanıysa bu kitabın kolektif oluyor olması.Şayet bu proje tutulacak olursa kitap haline gelebilir.Düşünsenize bir gün siz bir gün bir arkadaşınız ve tüm n-f-k ailesi bir kitap bastırıyor.Eminim çok güzel işler ortaya çıkar.Yeterki proje desteklerinizle büyüsün diğer edebiyat forumları dahi gıpta etsin.

    • Like 1

  8. En başta şunu söyleyeyim ki ben Necip Fazıl'ın edebî kişiliğine ve ideolojik fikirler yakınlığından dolayı sempati besleyen şiirlerini, söyleşilerini adeta yalayıp yutan bir Lise 1. sınıf öğrencisiyim yani bir genç nesil ferdi, bir gencim.Elimden geldiğince hareket ve tavırlarım ve hatta karakterimi önce İtikadımca daha sonra gıpta ettiklerimle mukayese ederim.Gıpta ettiğim insanlardan biride aşikâr ki Necip Fazıl.Onun ile fikirlerimizin bağdaşıyor olması onun bir aksiyon adamı onun bir şair, yazar olması beni ona yakınlaştıran yönleri olmuştur.Onun düşlediği yeni nesil,gençlik hakkında Elbette ki bilgim var.Lakin bence bu mevzuyu ona en yakın ağızdan dinlemek gerekirdi ki oda bence sizsiniz?Bunu öğrenmek ve halihazırdaki gençliğin akıbetini ve mukayesesini sizin ağzınızdan dinlemek isterim.

    • Like 1

  9. İki ulu şairimizin en beğendiğim şiirlerini sizlere sunmak isterim.Elbette Necip Fazıl'ı unutmadım, şiirlerini bildiğinizi düşünerekten yayınlamadım.

     

     

    (İsmet Özel'in kendi sesinden Amentü)

     

    Amentu

    İnsan
    eşref-i mahlûkattır derdi babam
    bu sözün sözler içinde bir yeri vardı
    ama bir eylül günü bilek damarlarımı kestiğim zaman
    bu söz asıl anlamını kavradı
    geçti çıvgınların, çıbanların, reklamların arasından
    geçti tarih denilen tamahkâr tüccarı
    kararmış rakamların yarıklarından sızarak
    bu söz yüreğime kadar alçaldı
    damar kesildi, kandır akacak
    ama kan kesilince damardan sıcak
    sımsıcak kelimeler boşandı
    aşk için karnıma ve göğsüme
    ölüm için yüreğime sürdüğüm eczâ uçtu birden
    aşk ve ölüm bana yeniden
    su ve ateş ve toprak
    yeniden yorumlandı.

    Dilce susup
    bedence konuşulan bir çağda
    biliyorum kolay anlaşılmayacak
    kanatları kara fücur çiçekleri açmış olan dünyanın
    yanık yağda boğulan yapıların arasında
    delirmek hakkını elde bulundurmak
    rahma çağdaş terimlerle yanaşmak için
    bana deha değil
    belgeler gerekli
    kanıtlar, ifadeler, resmi mühür ve imza
    gençken
    peşpeşe kaç gece yıllarca
    acıyan, yumuşak yerlerime yaslanıp uçardım
    bilmezdim neden bazı saatler
    alaturka vakitlere ayarlı
    neden karpuz sergilerinde lüküs yanar
    yazgı desem
    kötü bir şey dokunmuş olurdu sanki dudaklarıma
    Tokat
    aklıma niye gelmezdi
    babam onbeşli olmasa.

    Meyan kökü kazarmış babam kırlarda
    ben o yaşta koltuğumda kitaplar
    işaret parmağımda zincir, cebimde sedef çakı
    cebimde kırlangıçlar çılgınlık sayfaları
    kafamda yasak düşünceler, Gide mesela.
    Kar yağarken kirlenen bir şeydi benim yüzüm
    her sevinç nöbetinde kusmak sunuldu bana
    gecenin anlamı tıkansın diye ıslık çalar
    resimli bir kitaptan çalardım hayatımı
    oysa hergün
    merkep kiralayıp da kazılan kökleri
    Forbes firmasına satan babamdı.

    Budur
    işte bir daha korkmamak için korkmaz görünen korku
    işte şehirleri bayındır gösteren yalan
    işte mevsimlerin değiştiği yerde buharlaşan
    kelepçeler, sürgünler, gençlik acılarıyla
    güç bela kurduğum cümle işte bu;
    ten kaygusu yüklü ağır bir haç taşımaktan
    tenimin olanca ağırlığı yok oldu.
    Solgun evler, ölü bir dağ, iyice solmuş dudak
    bile bir bir çınlayan
    ihtilal haberidir
    ve gecenin gümüş ipliklerden işlenmiş oluşu
    nisan ayları gelince vücudu hafifletir
    şahlanan grevler için kahkahalarım küstah
    bakışlarım beyaz bulutlara karşı obur
    marşlara ayarlanmak hevesindeki sesim
    gider şehre ve şaraba yaltaklanarak
    biraz ağlayabilmek için
    fotoğraflar çektirir
    babam
    seferberlikte mekkâredir.

    İnsanın
    gölgesiyle tanımlandığı bir çağda
    marşlara düşer belki birkaç şey açıklamak
    belki ruhların gölgesi
    düşer de marşlara
    mümkün olur babamı
    varlık sancısıyla çağırmak:
    Ezan sesi duyulmuyor
    Haç dikilmiş minbere
    Kâfir Yunan bayrak asmış
    Camilere, her yere

    Öyle ise gel kardeşim
    Hep verelim elele
    Patlatalım bombaları
    Çanlar sussun her yerde

    Çanlar sustu ve fakat
    binlerce yılın yabancısı bir ses
    değdi minarelere:Tanrı uludur Tanrı uludur
    polistir babam
    Cumhuriyetin bir kuludur
    bense
    anlamış değilim böyle maceralardan
    ne Godiva geçer yoldan, ne bir kimse kör olur
    yalnız
    coşkunluğu karşısında içlendiğim şadırvan
    nüfus cüzdanımda tuhaf
    ekmek damgası durur
    benim işim bulutlar arşınlamak gün boyu
    etin ıslak tadına doğru
    yavaş yavaş uyanmak
    çocuk kemiklerinden yelkenler yapıp
    hırsız cenazelerine bine bine
    temiz döşeklerin ürpertisinden çeşme
    korkak dualarından cibinlikler kurarak
    dokunduğum banknotlardan tiksinmeyi itiraz
    nakışsız yaşamakları
    silâhlanmak sayarak
    çıkardım
    boğaza tıkanan lokmanın hartasını
    çıkınımda güneşler halka dağıtmak için
    halkı suvarmak bin saçlarımda bin ırmak
    ıhtırdım caddeleri meğer ki mezarlarmış
    hazırmış zaten duvar sıkılmış bir yumruğa
    fly Pan-Am
    drink Coca-Cola

    Tutun ve yüzleştirin hayatları
    biri kör batakların çırpınışında kutsal
    biri serkeş ama oldukça da haklı.
    Ölümler
    ölümlere ulanmakta ustadır
    hayatsa bir başka hayata karşı.

    Orada
    aşk ve çocuk
    birbirine katışmaz
    nasıl katışmıyorsa başaklara ağustos sıcağı
    kendi tehlikesi peşinden gider insan
    putların dahi damarından
    aktığı güne kadar
    sürdürür yorucu kovalamacayı.

    Hanidir görklü dünya dünyalar içre doğan?
    Nerde, hangi yöremizde zihnin
    tunç surlardan berkitilmiş ülkesi
    ağzı bayat suyla çalkanmış çocuğa rahim olan
    parti broşürleri yoksa kafiyeler mi?
    Hangi cisimdir açıkça bilmek isterim
    takvim yapraklarının arasını dolduran
    nedir o katı şey
    ki gücü
    gönlün dağdağasını durultacak?
    Hayat
    dört şeyle kaimdir, derdi babam
    su ve ateş ve toprak.
    Ve rüzgâr.
    ona kendimi sonradan ben ekledim
    pişirilmiş çamurun zifiri korkusunu
    ham yüreğin pütürlerini geçtim
    gövdemi alemlere zerkederek
    varoldum kayrasıyla Varedenin
    eşref-i mahlûkat
    nedir bildim.

    (1974)

    İsmet Özel

     

     

    http://www.youtube.com/watch?v=wgsNkHjeUA8(Bu da üstadın kendi sesinden bulabileciğiniz az şiirlerden Sezai KARAKOÇ- Sürgün ülkeden Başkentler Başkentine)

     

    Sürgün Ülkeden Başkentler Başkentine

     

    Senin kalbinden sürgün oldum ilkin
    Bütün sürgünlüklerim bir bakıma bu sürgünün bir süreği
    Bütün törenlerin şölenlerin ayinlerin yortuların dışında
    Sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim
    Af dilemeye geldim affa layık olmasam da
    Uzatma dünya sürgünümü benim
    Güneşi bahardan koparıp
    Aşkın bu en onulmazından koparıp
    Bir toz bulutu gibi
    Savuran yüreğime
    Ah uzatma dünya sürgünümü benim
    Nice yorulduğum ayakkabılarımdan değil
    Ayaklarımdan belli
    Lambalar eğri
    Aynalar akrep meleği
    Zaman çarpılmış atın son hayali
    Ev miras değil mirasın hayaleti
    Ey gönlümün doğurduğu
    Büyüttüğü emzirdiği
    Kuş tüyünden
    Ve kuş sütünden
    Geceler ve gündüzlerde
    İnsanlığa anıt gibi yükselttiği
    Sevgili
    En sevgili
    Ey sevgili
    Uzatma dünya sürgünümü benim

    Bütün şiirlerde söylediğim sensin
    Şuna dedimse sen Leyla dedimse sensin
    Seni saklamak için görüntülerinden faydalandım Salome'nin Belkıs'ın
    Boşunaydı saklamaya çalışmam öylesine aşikarsın bellisin
    Kuşlar uçar senin gönlünü taklit için
    Ellerinden devşirir bahar çiçeklerini
    Deniz gözlerinden alır sonsuzluğun haberini
    Ey gönüllerin en yumuşağı en derini
    Sevgili
    En sevgili
    Ey sevgili
    Uzatma dünya sürgünümü benim

    Yıllar geçti sapan olumsuz iz bıraktı toprakta
    Yıldızlara uzanıp hep seni sordum gece yarılarında
    Çatı katlarında bodrum katlarında
    Gölgendi gecemi aydınlatan eşsiz lamba
    Hep Kanlıca'da Emirgan'da
    Kandilli'nin kurşuni şafaklarında
    Seninle söyleşip durdum bir ömrün baharında yazında
    Şimdi onun birdenbire gelen sonbaharında
    Sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim
    Af dilemeye geldim affa layık olmasam da
    Ey çağdaş Kudüs (Meryem)
    Ey sırrını gönlünde taşıyan Mısır (Züleyha)
    Ey ipeklere yumuşaklık bağışlayan merhametin kalbi
    Sevgili
    En sevgili
    Ey sevgili
    Uzatma dünya sürgünümü benim

    Dağların yıkılışını gördüm bir Venüs bardağında
    Köle gibi satıldım pazarlar pazarında
    Güneşin sarardığını gördüm Konstantin duvarında
    Senin hayallerinle yandım düşlerin civarında
    Gölgendi yansıyıp duran bengisu pınarında
    Ölüm düşüncesinin beni sardığı şu anda
    Verilmemiş hesapların korkusuyla
    Sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim
    Af dilemeye geldim affa layık olmasam da
    Sevgili
    En sevgili
    Ey sevgili
    Uzatma dünya sürgünümü benim

    Ülkendeki kuşlardan ne haber vardır
    Mezarlardan bile yükselen bir bahar vardır
    Aşk celladından ne çıkar madem ki yar vardır
    Yoktan da vardan da ötede bir Var vardır
    Hep suç bende değil beni yakıp yıkan bir nazar vardır
    O şarkıya özenip söylenecek mısralar vardır
    Sakın kader deme kaderin üstünde bir kader vardır
    Ne yapsalar boş göklerden gelen bir karar vardır
    Gün batsa ne olur geceyi onaran bir mimar vardır
    Yanmışsam külümden yapılan bir hisar vardır
    Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır
    Sırların sırrına ermek için sende anahtar vardır
    Göğsünde sürgününü geri çağıran bir damar vardır
    Senden ümit kesmem kalbinde merhamet adlı bir çınar vardır
    Sevgili
    En sevgili
    Ey sevgili

     

     

×
×
  • Create New...