Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

eko

Üye
  • Content Count

    197
  • Joined

  • Last visited

Posts posted by eko


  1. Necip Fazılın kastettiği moda hangı moda önce bunu düşünmek gerekir. Ayna icat oldu insanda güzel görünme isteği kabardı. Peygamber Efendimizin dediği gibi güzel giyininiz tabiki herşeyin kuralında, güzelce, kıyamında cırtlak cırtlak bağırmayan renklerinde, kuşamında.. Necip Fazılın kastettiği moda avrupa batı akımı olması lazım. Sonuçta bizimde annelerimizin babalarımızın giyindiğini tasarımcılar tasarladı o da bi nevi modadır bunun endüstri haline gelinmesinden korkuluyorsa o ayrı tabi

    güzel giyinmek daha güzeldir

  2. İnsanlar algılamakta güçlük çekiyor, özellikle çocuklar.

     

    Algı meselesini iki şekilde aşabiliriz.

     

    1. Hayal dünyasını geliştirmek.

    2. Neyi nasıl ne şekilde öğrenip kullanacağız.

     

    Şu örneği vermekle yetineceğim: kuzenim ortaokulunu bitirmiş, lisede neyi tercih edeceğinden şaşkın, birazda başarabilir miyim korkusunu yaşıyor. Ona: "korkma efe bende senin yaşındayken çok şaşkındım. Ben matematiği seçtim çünkü matematiği sevdim çünkü bulmaca çözmeyi de severdim. Matematik nasıl çözüleceğini öğrendikten sonra bulmaca gibi çözmektir ve matematikte başarılı olursan onu seversen her problemi aşarsın eğitiminde. " dedikten sonra büyük bir rahatlama sezdim kendilerinde ve sonrasına kendisine gerektiğinde yardımcı olabileceğimi sordu...

     

    Velhasılı insanların neyi neden yaptığı çok sorgulanmıyor. Aslında lise matematiğimiz ve ortaokul fen'nimiz bana çok zevkli geliyordu ama sıkılıyordum bir yandan da.


  3. Bu gün okulun açıldığı ilk gün bir takım gözlemlerim oldu, oldukça da paylaşacağım inşallah...

     

    Bizim en önemli eksikliklerimizden birisi boş vakit, bu boş vakitlerimizi doldurmak bize bırakılıyor kimisi bilgisayar kimisi parklar daha yetişkinler için cafeler ps salonları yardıma koşuyor hayatın içine atılamıyoruz yıllarca teorik bilgilerce beynimiz hantallaşıyor ve çatallaşma başlıyor, pratikte eğitim ve çalışma ile ilgili okul dışında düşünmediğimizden teoride de yapalım edelim dışına çıkamıyoruz, bir nevi tembellik vuku buluyor, bunu çok iyi gözlemleyebiliriz, öğrenci psikolojisinde; "şunu bunu yapmalıyız" ile "şunu bunu yapıyorum" yapılması gerekenlerle yapılanlar çok farklı, herkesin kafasında iyiyi yapmak düşüncesi yatar ama yaptıkları geçiçi esrikçe meşguliyetlerdir, bunun temelinde ise küçük yaşta başlayan boş vakitlerin bir otorite tarafından verimli meşgaliyete yöneltilmemesi diyebiliriz..

     

    Kafamızda belli ütopyalar oluşturup kendimizi hayatın akışına bırakıyoruz düşen başarı grafiğimizi farkettiğimizde ise ütopyalara sarılıyoruz onları geliştiriyoruz, burada yapılması gereken ilk şey düşündüğümüzü uygulama dirayeti gösterip boş vakitleri verimli hale getirmeliyiz..

     

    Ben 15 yıllık öğrenciyim, geriye dönüp geçmişe baktığımda okul yıllarım birileri tarafından verilen bir meşgal gibi görüyorum, zamanı gelince piyasaya çıplak bir şekilde düşecek kendini pişirirse başarılı olacak bir sıradan insanım, belli bir amacım yok(tu)! Çok şükür (tu) diyebiliyorum lakin hayatımdan çok şey geçtikten sonra...

     

    Verimli hale nasıl getirebiliriz diye sorarsak kendimize, cevabını ancak kendimizin vermesi gerekiyor, bu konu da kimsenin sözünü dinlememeliyiz..


  4. Affola, affola, affola. İslami konularda zerre kadar bilgisi olmayan ben bir şeye takılıp kaldım. Bir arkadaşımız demiş ki: Kafirlerle, Resullah'ın sünneti olan cihatla mücadele etmeliyiz. Demek cihatla mücadele, öyle mi?

     

    Bu mevzularda konuşmaktan kaçınan ben, bu sefer bir şey demek istiyorum:

     

    Resullah (s.a.s) ne zaman cihat etti, ne zaman savaştı, ne zaman silah aldı eline? Resullah (s.a.s) kapı kapı dolaşmadı mı, panayırlarda ve pazarlarda İslamı tebliğ etmedi mi? Cahillerin, Leheb'lerin kapılarına gitmedi mi? Dikenlere, hayvan pisliklerine, tükürüklere (edep ederim bunları demeye), hakaretlere rağmen ''La ilahe illallah'' demedi mi?

     

    Hz.Hamza'nın: Daha ne duruyoruz, Mekkeli'ler evlerimizi yağmalıyor, mallarımıza el koyuyor, savaşmayacak mıyız demesine rağmen; Cenab-ı Allah'tan ''Size karşı savaşanlarla siz de savaşın'' diye başlayan Ayet-i Kerime inene dek savaştan ve savaşmaktan kaçınan Resullah sünneti ne olacak peki?

     

    Birader, belki çizgimi ve çerçeveyi aştım ama; söylemek, davet etmek, anlatmak, kolaylaştırmak ve müjdelemek varken; hemen savaşalım demek nasıl bir mantıktır anlamadım?

     

    Cihat var, cihattan içeri derim. Muhabbetle, hayırlı bayramlar.

    ...

     

    ALİ

    cihat var

    cihattan içerü smile.gif

    dediklerinize karşı olduğum bir durum yok ama şu da varki cihat sadece eline silah almak değildir, belki arkadaş onu(silahlı mücadele) lanse etti ama en büyük cihat nefis ile olan cihattır..

     

    Ukalalık ettiysek affola, hayırlı bayramlar .)


  5. Hazreti peygamber islamın her zaman barış ve hidayet yönünü esas alarak hareket etmiştir

     

    *Ebu cehile 30 küsür kere tebliğde bulunmuştur.

    *Kazanacağını bile bile savaştan önce barış teklif ederek Mekkeyi savaşmadan fethetmiştir.

    *Allah Rasulu ömrü hayatında kimseye beddua etmemiştir

     

    Düşünün edeceğiniz ilk dua kabul olacak ve siz bu duanızı insanın refaha ulaşması için mi edersiniz yoksa helak olması için mi? bu yüzden hep selameti istemeliyiz ve Allah rasulunun yaptığı gibi beddua etmemeliyiz

     

    ki islamın arapça karşılığı barış demektir, önce sulh sonra silah!

     

    Ne diyelim Allah hepimizi ıslah etsin


  6. Arkadaşlar benim asıl sormak istediğim olay şu: neler yapılmalı, çevremizde gördüğümüz yanlışlar neler, biraz sosyolojik ve psikolojik kısmından bahsediyorum yani, pratikte neler ?

     

    Hani siz demişsiniz islam terbiyesi, evet doğru islam terbiyesi ama nasıl islam terbiyesi? neyi barındırıyor bu islam terbiyesi, düşünsenize iran da verdiği eğitime islam terbiyesi diyor, arabistanda islam terbiyesi diyor bir diğer malezya da, halbuki aralarında dağlar kadar fark olan terbiye düzenleri..

     

     

    pratikte neler?...


  7. Evet soru gayet basit, eğitimde kalite nasıl artar?

     

    Özlenen, arzulanan ama dokunalamayan hayalimizdeki dünya da eğitim nasıl olmalıdır?

     

    Kalite zihniyetle mi artar yoksa zihniyet artarsa dolaylı olarak kalite de artar mı?

     

    Malumunuz ülkemizde eğitim dibe vuruyor kendi adımıza bu duruma nasıl bakmalıyız, nelerin gayretine düşmeliyiz, biraz düşünelim ve paylaşalım, şimdiden teşekkürler.. :)


  8. Öncelikle doğru yolu bulmak için bir duayla başlayalım

     

    "Allah'ım sen bizim kalbimizi dinimizin üstüne sabit kıl, bizi yanlış düşüncelerden sakındır.."

     

    Her insan birşeye inanır ve inandığına yanlış demesi nemümkün o zaman neden böyle bir duayı edelimki?! Aynı şeyi sünni de şia da düşünüyorsa yanlış nerede?

     

    Biz önce doğru yolu bulmak için Allah'a sığınıp duamızı edelim sonra şükranlarımızı sunalım çünkü herkes bizim gibi pak değil çünkü müslümanız...

     

    İslam arapça da barış demektir, barışa layık insanlar olmak adına kendimizi kurtardıktan sonra insanları Allah'ın rızasına davet edelim ve bu ancak sevgiyle mümkündür, sadece lafla doğru anlatılmaz ancak sevgiyle mayalanırsa anlatabiliriz..

     

    Şianın itikadında bozukluk var mıdır? Vardır. Bu siz yanlışsınız demekle olmaz..

     

    Ahmedinejat denen bir devlet başkanı geliyor ülkemize, bir sünni camiisinde namaz kılıyor, şialar neden tepki vermiyor "bizim camilerimiz dururken sünnilerin camiisine gidiyor" demiyor, çünkü tebliğ yapıyor Ahmedinejat, ülkemizde insanların şialık nedir sorunun kafasını kurcalamasını istiyor. Bırakalım yapsın, yapmalı, kafamız karışmadıkça doğruya ulaşamayız, kendimize göre doğrunun farkına varamayız ama bunda hangisi neden bilinci güderek sorgulayalım..

     

    Şialar gelsin buraya biz gidelim oraya önce birbirimize ısınalım sonra birbirimizi sorgulayalım sonra doğruya ulaşmaya çalışalım, insan önce islamı sever sonra müslüman olmaz mı? Bu da ufak çapta onun gibi birşey birbirimizi sevmeyi saygı duymayı bilelim öğrenelim.. Kaçmak çözüm olmuyor..

     

    En azından Ahmedinejatı ve İranlıları bir Rustan İngilizden ya da ne bileyim gayrimüslim insanlardan çok sevelim saygı duyalım eğer başarırsak gerisi çorap söküğü gibi geri gelecektir..

     

    İnsan doğrunun farkına ne kadar çok varırsa o kadar haz duyar, sevelim birbirimizi sonra doğru yol bulunacaktır inşallah..


  9. Sonuca gidilmesi layık görülürse, ki şöyle toparlamak isterim:

     

    * Muaviye değil Hz. Muaviyedir.

    * Hz. Muaviye münafık/müşrik değildir, günahsızda değildir.

    ( Suriyede Osmanlı bütün sahabelerin[Hz.Bilal] mübareklerin mezarını türbeye çevirirken, Hz. Muaviyeninkine karışmamıştır, olduğu gibi kalması niyetiyle Allah'a havale edilmiştir)

    (Hz. Muaviye olduğu gibi kalması niyetiyledirki hiç bir büyüğümüz Muaviye ismini çocuklarına vermemiştir oysaki Hüseyin Hasan Ali belkide her 20 kişide bir vardır.)

    Dışarıda orada burada çevremde çok rastladığım birşeydirki bu tür dini konulara paltır küldür giriliyor hemen fetva veriliyor, ama burada bu konuya paltır küldür girilmemesi hoşuma gitti bunu da belirtmek isterim :D


  10. Sözüm meclisten dışarıdır lakin konuştuğum çoğu paraleldeki kişi "çözüm: islam" diyor..

     

    Amenna çözüm İslamdadır ama bu İslam nedir? desek Kelam Hadis Fıkıh sosyolojik psikolojik anlamda kaç kişi İslamı anlatabilir merak ediyorum..

     

    Anlatmak istediğim sadece şu:

     

    Gerçek müminin olduğu yerde İslama ilgi artacaktır.. Sözün kaynağını hatırlamıyorum, Ayette olabilir hadiste vehayut bir Allah dostunun sözü de olabilir..

     

     

    Ne kadar gerçek mü'min olabiliyoruz, olmaya emek sarfedebiliyoruz, ahlak çok önemli kendimizi, çevremizi dünyayı en çok ahlak ve ilimle kurtarabiliriz...


  11. Ülkenin sorunları insanlığın sorunları, insanlığın sorunları ülkenin sorunları, Mevlana'nın dediği gibi:

     

    "Ayna arıyorsan dost bul"

     

    İnsanın kendisi ve ülkesi, birbirinin aynasıdır..

     

    Alakayı kurmakta güçlük çekmese insan aslında sorunumuz yoktur, mücadelemiz vardır; insanoğlunun ezelden kıyamete kadarki mücadelesi, nefs-şeytan mücadelesi..

     

    Tarihe bakılınca hep aynı dava hak-batıl davası, tağutun misyonu aynı; zamana ve mekana göre roller farklı..

     

    İnsan varamazsa kendine ergenekon gider bir başkası gelir.. Karmaşa, nefret, kin, benlik...

     

    Kıyamete kadar sürecek bir davadır bu ve Rabbimiz Kelamında diyorki:

     

    "Mü'minler kafirleri her zaman yenecektir, iyilik kötülüğe her zaman galip gelecektir, mü'minler kafirlerin sultası altına girmeyecektir ancak bunlara gerçek mü'minler erişecektir..

    (hangi sürenin ayeti olduğunu hatırlamıyorum ve affınıza sığınıyorum)

     

     

    Gerçek idraka ulaşmak olmalı mücadelemiz, içimizde doğan güneş etrafı aydınlatacaktır..

     

    Sahabeler, osmanlı.vs.vs güzel günlerde bunu görebiliriz..

     

     

    Kimine göre bir ütopya bir nostalji ya da klasik tavır gibi görünse de tek mesele: idraka varmalı..

     

     

     

    Konunun saygınlığının korunması yararamıza olacağından şüphem yok, Vesselam...


  12. devlet yönetimi konusunda hz ömer kadar becerikli değillerdi.fitneleri engelleyemediler

     

    Bir büyüğüm, 4 güzide(halife-i raşidün) insanlarla ilgili şu sözü söylemişti ki benim çok hoşuma gitmişti:

     

    "Hz. Ali büyük sabra ve hikmete sahipti, Hz.Ali'nin son halife olması büyük ilahi kaderdir, düşünsenize Hz. Osman'ın katilinin sürecinde Hz. Ali çok titiz davranmaya çalışmıştır, ki o zaman Hz. Ömer olsaydı belki hemen katilin katl fermanını verecekti, ümmet daha fazla karışabilirdi fitne daha büyük baş gösterebilirdi. O güzide insanların birbirinden farklı üstünlükleri vardır ama sıraya sokamayız, her olan vakada iyiki başta bu vardı diyebiliyoruz, burası Allah'ın büyük hikmetidir. İlahi kudret üzerine hikmetten daha fazla mantık yürütmemek gerekir." demişti.

     

    Hz. Ömer her ne kadar adaletiyle ön plana çıkmış olsa Hz. Ali'nin de davasını; sukunetle, vahdeti korumayı başarmıştır..

     

    Allah O'nlardan razı olsun, bizide yanlarında eylesin..


  13. Hz. Muaviyenin oğlu Yezid, Hz. Hüseyinin şehit edildiği zaman hilafetin başında..

    Hz. Muaviyenin Hz. Aliyle olan durumları belli..

    Birkaç şii tanıdığım olduğundan konuya biraz yakınım, onlara göre Hz.Muaviye ve ailesi şaibeli, sülalesi ehlibeyt düşmanı..

    Ki şu da var Hz. Muaviyeyi münafık ya da kafir görenler(Hazret sıfatına layık görmeyenler), Hz. Aliden sonraki hiçbir İslam Emirini halife kabul etmemiştir...

     

    Hz. Hüseyinin şehit oluşuna içi yanan Hasan-ı Basri(R.a) her fırsatta bunu dile getirirken ve o zat bu konuda aksini beyan etmezken bizde aksi görüş düşünmek edebe aykırı olur..

     

     

    Ayrıca (r.a)= Allah rahmet eylesin demek değil midir, mesela bunu herkes için kullanamaz mıyız?


  14. * Toplumda bakılınca minibüslerde dolmuşlarda trenlerde vs.vs.vs başörtülü bayanlarımıza yaşına bakılmaksızın yer verilip, başı açık bayanları umursamamak..

    * Başı kapalı hanımlarımız kutsal değer olup, açık seçik olan hanımları dikizlemek haliyle, olmaması gereken

    "Laik olmamak=başörtüsü" nevari kamplaşmaları tetikliyor..

     

    İnsanları her ne kadar başındaki örtüye göre değerlendirmemeye çalışılsa da, şekilcilikten kaçsak da, tesettürlü hanımlarımızın oturaklı davranmasını ister insan hani...

     

    Neyi niçin....

    Allah yardımcımız olsun..Selametle..


  15. İmam Rabbani Hazretleri Mektubatında sesleniyorki:

     

     

    Yalan söylediği defalarca denenmiş olan bir kimse, 'Bu gece düşman hucüm edecek' diye bir haber verecek olsa, bu haber üzerine o beldenin ileri gelenleri derhal savunma tedbirleri alırlar. Bu haberi veren kimsenin yalancı olduğunu bildikleri halde, o belanın giderilmesi çareler ararlar. Çünkü bilgi nereden gelirse gelsin, tehlike ihtimaline karşı her şartta dikkatli olmak lazımdır.

    Halbuki, daima doğrulardan haber veren Rasulullah(S.A.V.) bizleri ahiret konusunda da çok kesin bir şekilde uyarmıştır. Durum böyle iken bu tür haberlerden ise bakıyorum ki hiç kimse müteessir olmamaktadır. Eğer müteessir olsalardı, şüphesiz ki ondan korunma çareleri ararlardı. Kaldı ki Rasulullah Efendimiz ondan korunma çarelerini de göstermiştir. Bu nasıl imandır ki doğru haberciye yalan haberci kadar bile itibar etmiyor!

     

     

     

     

     

    İmam Rabbani'nin Mektubatını bende okumaya çalışıyorum, kitabın başlarında makamları geçişlerinden bahsediyor yani İmam Rabbaninin ilk zamanları, durumlarını mektuplarla Hocalarına izah etmek için, ki bu durumlar sekr ve sahv, fena ve beka, tasavvuf erlerinin deyimiyle tadamayanın bilemeyeceği haller, bu yüzden anlayamadığımızı düşünüyorum, ki İmam Rabbani hazretleri makam geçişlerini tamamlayıp sahv durumuna geldikten sonra üstte yazıya koyduğum tarzda insanlarda dikkati çekmek istediği kısımlara geçiyor, buraların anlaşılması daha basit..

     

    Büyüklerimizinde dediği gibi anlayabilsek hepimiz birer Rabbani olurdu, anlamaya çalışmak gerek, çok değerli kitap, düşüncelerimi arz etmek istedim, bu konuda daha fazla fikir beyan etmem ukalalık olur..

     

    Vesselam.


  16. 12718.jpg

     

    Abdulhakim’le ilk olarak Şam’da bir tanışmıştık. Daha sonra sık sık bir araya gelmeye başladık ve aramızda sıkı bir dostluk oluştu. İngiltere’de doğup büyüyen Abdulhakim’in asıl memleketi Nijerya; fakat O Nijerya’yı hiç görmemiş. Abdulhakim’le bir araya geldiğimizde konu genelde Kur-an’dan açılıyordu. Şimdiye kadar, Abdulhakim gibi Kur-anla dost olmayı başarabilen ve Kur-an’ üzerine onun kadar yoğun şekilde araştırmalar yapan bir kişi görmedim desem sanırım yanlış olmaz. İlerleyen zamanlarda Abdulhakim’in İslam’a sonradan girdiğini, Müslüman olmadan önce Okeroghene Egbedi ismini kullandığını öğrendim. Bu durum beni daha da şaşırtmıştı. Uzun zamandır Abdulhakim’in hidayet öyküsünü dinlemeyi istiyordum. Sonunda bir gece onu ikna ettik ve saatlerce süren sohbetin ardından bu röportaj ortaya çıktı. 2 senedir Şam’da hem hafızlık yapan, hem de Arapça öğrenen Abdulhakim’in hidayet öyküsü gerçekten çok ilginç.

     

     

    - Sohbetimize Müslüman olmadan önceki hayatınla başlayalım. Hangi süreçlerden geçerek İslam’la tanıştın?

     

    Hıristiyan bir ailenin çocuğu olarak Londra’da dünyaya geldim. Annem kilisede görevliydi, babam da iyi bir Hıristiyan’dı. Küçük yaşlardan itibaren kiliseye gitmeye başladım. Annem her Pazar günü beni ve kardeşlerimi mutlaka kiliseye götürürdü. Fakat 14 yaşımdan sonra kiliseyi terk ettim.

     

    -Kiliseyi niçin terk ettin?

     

    Bu İngiltere’de yaşayan insanların bir âdetidir. 13-14 yaşınıza kadar anne ve babanız istediği için kiliseye gidip ayinlere katılırsınız, gençlik çağınıza girdikten sonra ise kiliseyi terk edersiniz. Fakat yaşlandığınızda tekrar kiliseye geri dönüp Pazar ayinlerine katılmaya başlarsınız. Ben de bu âdete uyarak 13 yaşımdan itibaren kiliseye gitmekten vazgeçtim.

     

    -Kiliseyi terk etmen yaşamında herhangi bir değişikliğe neden oldu mu?

     

    Evet, hem de çok. Benim yaşadığım mahalle, Londra’nın kuzeyinde bulunuyordu. Londra’nın kuzey kesimleri şehrin en berbat yerleridir ve kuzeyde aklınıza gelebilecek her türlü suç işlenir. Arkadaş çevrem çok bozuktu.

    İçki içiyordum, kızlarla beraber oluyordum, hatta bazı zamanlar uyuşturucu kullandığım bile oluyordu.

     

    -Bu bölgede daha çok senin gibi Afrika kökenliler mi yaşıyor?

     

    Hayır. Kuzeyde her milletten insan bulunur. Hatta arkadaşlarım arasında Türkler de vardı.

     

    -Kiliseyi terk ettikten sonra kendini her şeye rağmen bir Hıristiyan olarak hissediyor muydun?

     

    Hıristiyanlık bana çok saçma gelmeye başlamıştı.

     

    Niçin?

     

    Hıristiyanlar Hz. İsa’nın ve Allah’ın aslında bir olduğunu söylüyorlardı. Bu da bana hiç mantıklı gelmiyordu. Ayrıca papazları da hiç samimi bulmuyordum. Sürekli olarak Hz. İsa’yı kullanarak fakir insanlardan para topluyorlardı. Ben de ateist olmaya karar verdim.

     

    -İslam’la tanışman nasıl gerçekleşti?

     

    Lisede benim gibi Afrikalı olan Samir isminde bir arkadaşım vardı. Samir’in anne ve babası Müslüman’dı. Fakat onun İslam’la herhangi bir ilişkisi yoktu ve İslam’la ilgili de herhangi bir şey bilmiyordu. Lise bittikten bir yıl sonra Samir ile karşılaştık. Bir cafeye oturup Samir ile sohbet etmeye başladık. Samir bir hayli değişmişti ve bana sürekli sorular soruyordu.

     

    -Ne gibi sorular?

     

    Mesela dünyaya niçin geldiğimi ve niçin yaşadığımı soruyordu. Ayrıca ölünce başımıza neler geleceğini düşünmemi istiyordu. Daha sonraki günler Samir ile sık sık bir araya gelmeye başladık. Sohbetlerimiz genel olarak yaşam ve ölüm üzerine oluyordu.

     

    “YOK OLMA DUYGUSUNDAN KORKUYORDUM”

     

    -Bu sohbetlerinizde Arkadaşın Samir sana İslam’dan hiç bahsetti mi?

     

    Hayır hiç bahsetmedi. Samir beni daha çok düşünmeye sevkediyordu. Birkaç ay geçtikten sonra Samir bana; “Bangladeşli bir arkadaşım var. Onunla sohbet etmeni istiyorum. Onunla yapacağın sohbet sana çok zevk verecek. Ayrıca o çok zeki ve bilgili bir kişi” dedi. Samir’in bu teklifini önce kabul etmedim. Çünkü Samir bana bir türlü cevaplayamadığım sorular soruyordu, bu sorulara cevaplar bulamazken bir başkasının daha zihnimi yeni sorularla doldurmasına katlanamazdım. O dönem sürekli olarak ölüm üzerine düşünüyordum; yok olma duygusu artık beni korkutmaya başlamıştı. Daha sonra kendimi okumaya verdim.

     

    -Ne tür kitaplar okuyordun?

     

    Daha çok felsefi eserler okuyordum, özellikle Descartes beni çok etkilemişti.

    Ayrıca üniversitenin felsefe bölümüne kayıt oldum. Bu arada Hıristiyanlık, Yahudilik, Budizm ve Hinduizm üzerine araştırmalar yaptım, fakat bu dinlerin hiç biri zihnimdeki sorulara cevap veremedi. Artık bir yaratıcının olduğuna inanmaya başlamıştım. Fakat bu yaratıcının nasıl bir şey olduğunu bilmiyordum.

    Arkadaşım Samir belli bir süre sonra bana tekrar Bangladeşliyi ziyaret etme teklifinde bulundu, ben de Samir’in bu seferki teklifini kabul ettim. Samir, kardeşim ve ben bir hafta sonu Bangladeşliyi ziyarete gittik.

     

    - Samir’in Bangladeşli arkadaşıyla neler konuştunuz?

     

    O da tıpkı Samir gibi bana sorular sordu. Hatta bir ara onunla münakaşa bile ettik. Fakat Bangladeşli çok bilgiliydi ve ben ona cevap yetiştiremiyordum. Bangladeşli, sohbetimizin sonlarına doğru bana herhangi bir dine inanıp inanmadığımı sordu. Bir yaratıcının olduğuna inandığımı; fakat bu yaratıcının

    nasıl bir şey olduğunu bilmediğimi söyledim. Bangladeşli yaratıcının nasıl olduğunu Kur’an’dan öğreneceğimi ifade etti ve Kur’an okumamı tavsiye etti. Bu sefer Bangladeşliye Kur’anın hakikat olduğunu nereden bileceğimi sordum. Bangladeşli; “ Eğer Allah senin hidayete ermeni dilediyse, Kura-an’ı okuduğunda, hiçbir kelamın Kur-an’ın misli olmadığını ve Kur-an’ın Allah tarafından gönderildiğini hissedeceksin ” dedi. Bangladeşli Kur-an’ın beni ikna edeceğine bütün kalbiyle inanıyor gibi gözüküyordu. O gün sohbetimiz 7 saate yakın sürdü ve bu sohbetin ardından içimde Kur-an’a karşı büyük bir merak oluştu. Bangladeşli ile vedalaştıktan sonra kardeşim kendi kitaplarının arasında, okuldaki Müslüman bir kız arkadaşı tarafından hediye edilen İngilizce bir Kur’an tercümesi olduğunu, fakat onu hiç okumadığını söyledi. Hemen Kur-an’ı kardeşimden istedim; fakat kardeşim bu isteğimi geri çevirdi. Bangladeşli ile yaptığız sohbetin ardından onda da Kur-an’a karşı büyük bir merak oluşmuştu. Kardeşim bana “Kitaplığımdaki Kur-an’ı önce ben okuyayım, daha sonra sana veririm” dedi. Bir gün sonra Afrikalı bir arkadaşım beni tatil için Gana’ya davet etti. Ben de bu daveti kabul ettim. Yaklaşık 20 gün Gana’da kaldım ve Gana’dan döner dönmez, kardeşime Kur-an’ı okuyup okumadığını sordum. Kardeşim Kur-an’ın bir bölümünü okumuş; fakat Kur-an’dan pek fazla hoşlanmamıştı. Kardeşimden Kur-an’ı bana getirmesini istedim ve vakit kaybetmeden Kur-an’ı İngilizce tercümesinden okumaya başladım. Bakara, Ali İmran, Nisa, Maide, Enam, A’raf, Enfal, Tevbe, Yunus ve Hud Surelerini arka arkaya okudum. Bu sureler beni o kadar çok etkiledi ki, hissettiklerimi size tam olarak anlatamayabilirim. Kehf, Meryem, Taha Surelerini okuduğumda ise Kur-an’ın bir yaratıcı tarafından gönderildiğine kesin olarak inandım ve Müslüman olmaya karar verdim.

     

    -Kur’an-ın neyinden etkiledin? Bu konuyu biraz daha açar mısın?

     

    Kur’an okumadan önce zihnimde cevaplanması gereken bir sürü soru vardı. Okuduğum kitaplar bu sorulara cevap veremiyordu. Fakat Kur-an hem sorularıma cevaplar verdi, hem de kalbime büyük bir sükûnet indirdi.

    Kur-an’dan bu denli etkilenmemin bir başka sebebi de, Kur-an’ın insanın hayatını baştan aşağı yeniden düzenlemesiydi. Bu kitap insanın yaşam sürmesi için ihtiyaç duyduğu her alana bir takım kurallar koyuyor ve insanı yeni bir hayatla tanıştırıyor. Böyle bir şeyi ne İncil’de, ne de Tevrat’ta gördüm. Ayrıca düşünen bir insanın Kur’an okuyup da iman etmemesi imkânsız. Mesela Kur-an’da “Allah bütün her şeyi sudan yarattı” diye bir ayet var. Bilim bütün mahlukatın sudan yaratıldığını daha yeni keşfetti; fakat 1400 sene önce gelen bir kitap, bilimin yıllar sonra keşfettiği bir şeyi size haber veriyor. Bu nasıl olabilir?

     

    “BAŞKA BİR DÜNYAYA ADIM ATTIM”

     

    -Müslüman olmaya karar verdikten sonra ne yaptın?

     

    Müslüman olmaya karar vermiştim; fakat nasıl Müslüman olunacağını bilmiyordum. Arkadaşım Samir’e telefon açtım ve ona Müslüman olmaya karar verdiğimi, fakat nasıl Müslüman olunacağını bilmediğimi söyledim. Samir beni genelde Arapların takıldığı bir lokantaya davet etti. Yanında başka Müslüman gençler de vardı. Samir’e tekrar nasıl Müslüman olacağımı sorduğum da, İslam’a girmek için sadece Kelime-i Şehadet getirmemin yeterli olacağı cevabını aldım. İslam’a girmenin bu kadar basit olması beni çok şaşırttı. Çünkü Hıristiyan olmak istediğinizde bir sürü tören düzenlenmesi gerekiyordu. Samir’in söylediği Kelime-i Şehadeti tekrarladım ve Samir’in arkadaşları sevinçli bir şekilde ayağa kalkıp beni sırayla kucakladılar. O an başka bir dünyaya adım attığımı fark ettim. Yemekten sonra ellerimi yıkamak için lavaboya gitmiştim. Lavabonun aynasına baktığımda bir hayli şaşırdım. Çünkü yüzümü uzun zamandır ilk defa bu kadar mutlu görüyordum. Lavabodan dönünce Lokanta sahibi yanıma geldi. O da Lübnanlı bir Arap Müslüman’dı. Bana “Bu lokantadan ne istersen yiyebilirsin, sen artık bizim kardeşimizsin” dedi. Lokanta sahibinin bu tavrı beni bir hayli şaşırttı. Çünkü İngiltere’de hiç kimse başka birine böyle bir teklifte bulunmaz. Fakat Müslümanlarla yaşamaya başladıktan sonra, bu davranışın sıradan bir şey olduğunu, Müslümanların birbirlerine karşılıksız ikramlarda bulunduklarını öğrendim.

     

    -Abdulhakim, hangi tarihte İslam’a girmiştin?

     

    2003 yılında Müslüman oldum. Ramazan’a tam olarak 12 gün vardı ve ilk orucumu da 2003 yılında tuttum. Ayrıca aynı yıl Ramazan ayında itikafa da girdim.

     

    -Müslüman olur olmaz seni hemen itikafa mı soktular?

     

    Onlar sokmadılar, ben kendi isteğimle girdim. Müslüman olduktan bir gün sonra arkadaşım Samir’i arayıp ona İslam’la ilgili bazı sorular sordum. Samir sorduğum sorulara cevap verdi ve bir ara Ramazan’ın son 10 günü bir mescitte itikafa girmenin Peygamberimiz tarafından tavsiye edildiğini söyledi. Telefon görüşmemiz bittikten sonra, Samir’in anlattıkları aklıma geldi ve kendi kendime; “Peygamber tavsiye ettiyse, bu itikaf denen şey güzel bir şeydir” dedim. Fakat itikafın ne olduğunu bilmiyordum. Bir gün sonra evden çıkıp itikaf için bir mescid aramaya başladım ve aradığım mescidi buldum. Mescidin kapısını vurduğumda bir Müslüman kapıyı açtı ve bana ne istediğimi sordu. “İtikaf istiyorum” dedim. Arnavut olduğunu öğrendiğim Müslüman bana iki dakika beklemem gerektiğini, beni itikafa kabul etmeleri için mescitte kendileriyle birlikte itikafa giren imamın onay vermesi gerektiğini söyledi. Arnavut’un bakışlarından benden pek fazla hoşlanmadığını fark etmiştim. Çünkü üstümdeki giysiler, Müslüman giysisine benzemiyordu. Arnavut Müslüman imamla konuşup geri döndü ve beni itikafa kabul edemeyeceklerini söyledi ve kapıyı kapattı. O an çok üzüldüm. Çünkü benim Müslüman olduğuma inanmamışlardı. Peygamberin tavsiyesini yerine getirmeyi çok istiyordum. Bu nedenle mescidin kapısının önüne oturup, mesciddekilerin beni itikafa kabul etmeleri için Allah’a dua ettim. 1 saat kadar mescidin kapısının önünde bekledim. 1 saat sonra bir başka kişi kapıyı açtı. Benim kapının önünde beklediğimi görünce, beni içeri davet etti. Mescidin içinde bir sürü genç Müslüman vardı. Bu gençlere imamlık yapan Mustafa adında bir Türk beni karşıladı ve ne istediğimi sordu. İslam’a yeni girdiğimi ve peygamberin itikaf tavsiyesini yerine getirmek istediğimi söyledim. Mustafa ağlamaya başladı ve benden özür diledi.

     

    -İlk namazını ne zaman kıldın?

     

    İlk namazımı itikaf sırasında kıldım. Ayrıca İslam ile ilgili ilk bilgilerimi de itikaf esnasında öğrendim. Mustafa Hoca sürekli benimle ilgilendi ve bana namazın nasıl kılınacağını öğretti. Mescidde kalırken Fatiha, Kevser ve İhlas surelerini de ezberledim ve ilk namazlarımı bu surelerle kıldım. İtikafta sürekli Kuran okuyordum. Kur-an’ı o kadar çok sevmiştim ki, bir an bile olsun onu elimden bırakmak istemiyordum.

     

    “KUR-AN KALBİMİ AYDINLATTI”

     

    -İslam ve özellikle Kur’an sende ne gibi değişiliklere yol açtı?

     

    Kur’an okudukça değiştim ve kalbimin, zihnimin, hayatımın Kur-an ile aydınlandığını farkettim. Kendimi yeni doğmuş bir çocuk gibi hissediyordum, hatta hiç konuşmak istemiyor, vaktimi sadece Kur’an okuyarak geçirmek istiyordum. Daha sonra Kur-an’ın yanında hadis kitapları da okumaya başladım. Hadisler de beni çok etkiledi ve hadislerden İslam’ı nasıl yaşamam gerektiğini öğrendim. Hadis kitaplarından ilk öğrendiğim kural, niyetimi düzeltmem gerektiğiydi. Her şeyi Allah için yapmam gerekiyordu, insanlar veya bir menfaat karşılığı değil. Bu alışkanlığı kazanmak için aylarca çaba sarf edip, Allah’a dua ettim. Allah da dualarımı kabul etti...

     

    -Müslüman olman çevren tarafından nasıl karşılandı. Ailen İslam’a girişine karşı çıktı mı?

     

    Babam bir şey demedi; fakat annem başlarda delirdiğimi zannetti. Özellikle namaz ailemin ilgisini çekiyordu. Evde namaz kıldığımda, bana namazla ilgili sorular soruyorlardı.

     

    -Daha sonra ailenden Müslüman olanlar oldu mu?

     

    Evet. İki erkek kardeşim de Müslüman oldular. Annem halen Hıristiyan olsa da sürekli olarak, “Müslüman olmanız çok iyi oldu. Bu haliniz eski halinizden çok çok iyi. Sakın İslam’ı terk etmeyin” diyor.

     

    -İngiltere’de İslam’a olan ilgi hangi boyutlarda? Senin gibi İslam’a giren çok insan var mı?

     

    Hem de çok fazla. Her yıl İslam’a girenlerin oranı artıyor. Özellikle İngiliz kadınlar İslam’a büyük bir ilgi gösteriyorlar. Mesela geçen ay sadece Londra’da 51 İngiliz kadın Kelime-i Şehadet getirerek Müslüman oldu.

     

    - Özellikle kadınların İslam’a bu denli ilgi göstermesinin sebebi sence nedir?

     

    İngiliz erkekler kadınları sadece bir sex objesi olarak görüyor. Birçok kadın bu bakış açısına karşı çıkıyor ve İslam’ın kadına verdiği değeri öğrendiklerinde bundan etkilenerek Müslüman olmaya karar veriyorlar.

     

    “GERÇEK ZENGİNLİK İMAN ETMEKTİR”

     

    -Batıda yaşam standartları doğu ülkelerinden çok daha iyi. Hatta bir çok doğulu yaşamak için Batı’ya gitme hayali kuruyor. Fakat sen tam tersini yaparak, hayatını sürdürmek için bir doğu şehrini seçtin. Niçin böyle bir tercihte bulundun?

     

    Batı, doğudan maddi olarak çok daha zengin; bu doğru. Fakat asıl zenginlik mal ile değildir, gerçek zenginlik iman etmektir. Fakirlik ise küfür içinde olmak, Allah’ın gönderdiği Rasûl’e inanmamaktır. Batı bu yönüyle doğudan çok daha fakir. Çünkü Batı’nın imanı yok. Doğu’da yaşayan insanlar sürekli olarak Batı’yı anlatan filmler seyrediyorlar ve Batı’nın filmlerde gözüktüğü gibi olduğunu zannediyorlar. Bu doğru değil… Ben 2 senedir Şam’da yaşıyorum ve bundan çok mutluyum. Şam bana sürekli olarak Müslüman olmanın, Müslümanlarla bir arada yaşamanın güzelliklerini hissettiriyor.

     

     

    -Gerçek Hayat Dergisi-

×
×
  • Create New...