Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

Çilekeş

Editor
  • Content Count

    329
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    1

Posts posted by Çilekeş


  1. abdurrahman dilipak,hepimizin ondan mutlaka bişeyler öğrenmesi gereken müslüman bir türk münevveridir..kıymetini bilelim ve mutlaka okuyalım gerek kitaplarını gerekse köşe yazılarını...yazıya gelince müthiş bir ironi kokan,son noktayı koyabilecek,tek kelimeyle müthiş bir yazı..burada dilipak ın yazdığı şeyleri ağzı açık okuyanlar,belki korkanlar daha 60 sene evvel bunların bu ülke müslümanlarının başına geldiğini çok iyi biliyorlar..müslümanlar belki "kör testere"leriyle onları kıtır kıtır kesmeyecek ama kendine yapılanları asla ve asla unutmayacak ve unutturmayacaktır..Allah mutlaka nurunu tamamlayacaktır....

     

    selam ve dua ile...


  2. Sen unutulmayacaksın

     

    Tarihler 9 Temmuzu 10'nuna bağlayan gece Efsanevi Komutan Şamil Basayev çok istediği şehadete kavuşuyordu. Şehidimiz Seni asla unutmadık ve unutmayacağız. Senin yolundan bıraktığın yerden devam ediyoruz.

     

    ÜMMETİN YİĞİT EVLADI... ŞAMİL BASAYEV

     

    Hayatı boyunca Müslümanların yolunu aydınlacak, izzetli bir hayat ve mücadele örneği verecek olan Şamil Basayev 14 ocak 1965 yılında Vedeno şehrinde doğdu.

     

    1987 yılında, Moskova'da mühendislik eğitimine başladı. Öğrencilik hayatını Rusya'da tamamladı. Sovyetler Birliğinin dağılma sürecinde başlayan bağımsızlık hareketlerine destek verdi ve Abhazya'da, Ruslara karşı özgürlük mücadelesine girişen kardeşlerinin yanında mücadeleye katıldı. Buradan Karabağ'a geçen Şamil Basayev burada da bir süre Azeriler ile birlikte Ermeni Zulmüne karşı savaştı.

     

    Rus güçlerinin sivillere karşı giriştikleri katliamların en üst seviyelere ulaştığı Haziran 1995'te, yaşananları dünya kamuoyuna duyurabilmek için 150 savaşçının Budennovsk kentinde düzenlediği rehin alma eylemini yönetti. Burada yüzlerce kişiyi rehin alan Basayev ve yanındaki mücahidler tek bir rehineye dahi zarar vermediler.

     

    Rusların, rehinelerin hayatını hiçe sayarak hastaneye saldırmaları ve kimyasal silah kullanmak dahil pek çok insanlık dışı yöntemi kullanmaları Uluslararası Kamuoyunda tepkiyle karşılandı. Rusların bu hareketine karşılık, rehinelere zarar verilmemesini emreden Basayev, rehineleri güvenli bir bölüme alarak, Rus kuvvetlerinin saldırılarından da zarar görmelerini önledi. Peş peşe gelişen olaylar sonucunda, Müslümanların merhametinden etkilenen pek çok Rus, İslam'ı seçti.

     

    1 Ağustos 1999'da kurulan İslam Şu ra sı'nın başkanlığına getirildi.

     

    1999'da Rusya'nın Çeçenistan'ı yeniden işgali üzerine, doğu cephesi komutanlığı görevini sürdürmeye başladı. Burada destansı Grozni savunmasını yönetti. Grozni savunmasında 11 bin mücahidin komutanlığını yapan Basayev, 100 binden daha fazla Rus askerine uzun süre kan kusturdular.100 bin askerlik 3 kademeli kuşatmayı mücahidlerin yaramayacağını düşünen Rus generalleri Şamil Basayev ve emrindeki mücahidlerin kahramanlıkları karşısında adeta şok oldular. Bu kuşatmayı yarmayı başaran mücahidler Rus askerlerine ağır kayıplar verdirerek dağlık bölgelere çekildiler.

     

    Bu çekilme sırasında Şamil Basayev bir mayın tarlasına en önde girerek kendisini mücahidlere siper etti ve mayına basması sonucu sağ bacağını kaybetti."

     

    Şamil Basayev'in bu tutumu, Çeçen mücahidlerin davalarındaki samimiyet ve kararlılıklarının bir göstergesi idi. Bu çekilme esnasında sağ bacağını cennete gönderen Basayev, uzun süren bir tedavi sonucu tekrar sağlığına kavuştu. Kopan bacağının yerine protez takılan Şamil Basayev tam 7 yıldır tek bacağı ile Kafkasya dağlarında cihadını sürdürerek, bir özgürlük mücadelesinin nasıl olması gerektiğini ve bir halkın bağımsızlığı için neleri feda edebileceğini bütün dünyaya gösterdi.

     

    Aslan Mashadov'un önderliğinde yürütülen İkinci Çeçen Cihadında, Genelkurmay Başkanlığına getirilen Basayev, bu dönemde de birçok etkili operasyona imza attı.

     

    Aslan Mashadov'un şehadetinin ardından, Devlet Başkanlığı görevine gelen Abdulhalim Sadullayev döneminde de aynı göreve devam eden Basayev, Sadullayev'in emrinde yürüttüğü faaliyetlerle Çeçen cihadının lokomotifi oldu.

     

    Çeçenistan Cumhurbaşkanı Sadullayev'in 2006 Haziran'ında şehid olmasından sonra, Çeçenistan İçkerya Cumhuriyeti Şura Meclisi kararı ve Sadullayev'in vasiyeti ile Cumhurbaşkanlığı görevini üstlenen Dokko Umarov, yayınladığı bir kararname ile Şamil Basayev'i devlet başkan yardımcılığı görevine getirmiş ve kendisinden sonra devlet başkanlığı görevinin Basayev'in sürdüreceğini ilan etmişti.

     

    Şamil Basayev Allah tan hakkıyla korkmaya çalışır, ibadetlerine dikkat eder diğer mücahidlere örnek olacak güzel ahlak sergilerdi. Vatanını işgal etmiş dinine, namusuna göz dikmiş kâfirlere karşı Allah ın belirttiği gibi şiddetli, Müslümanlara karşıda yumuşak kalpli ve merhametli idi.

     

    O adeta günümüzün sahabesi gibiydi. Eğer Asrısaadette yaşasaydı, Resul un yanında saf tutan Ebu Bekirler, Ömerler, Osmanlar, Aliler, Hamzalar, Halidler gibi olurdu.

     

    O nun Kafkasya nın bağımsızlığı ve halkının özgürlüğü için Allah yolunda feda edemeyeceği hiçbir şeyi yoktu.

     

    O na ulaşamayan eller o na yakın insanları katletmekten geri kalmadı. Bir keresinde evi bombalanarak akrabalarından 11 kişi aynı anda şehid olmuştu. Yine O na acı verip pes ettirmek isteyen işgalci Rusya ya karşı babasını da şehid vermişti. Basayev in babası kendisini esir etmek isteyen gözü dönmüş işgalcilere karşı silahıyla direnmiş ve 80 yaşını aşkın yaşıyla şehid düşmüştü.

     

    Onu yıldırmak isteyenler başaramadılar, o zulme karşı asla eğilmedi başı hep dik durdu. Topraklarının işgalden kurtulması için hiç durmadan dinlenmeden çalışıyordu.

     

    Ama O, yanındaki Müslümanların şehadetlerini kıskanıyor, şehadet sırasının kendisine gelmesini çok arzuluyordu.

     

    O nun hayatından pek çok şey sahabeye benziyordu. Mesela sahabeden Amr ibni cemuh u hatırlayın... Kendisi topal olan bu sahabenin hayatına bir göz atın..

     

    Uhud savaşı için cihada çağrı yapıldığında üç oğlu gibi Amr ibnu Cemuh da cihad için hazırlanmaya başladı. Hâlbuki Amr o anda çok yaşlı ve bir ayağı tamamen sakat idi. Bu yüzden çocukları onun mazur olduğunu anlatıp cihada katılmamasını istediler. Bunun üzerine baba oğullarını şikâyet için Resulullah ın huzuruna çıktı ve: "Ey Allah'ın Resulü, şu benim oğullarım topal olduğumu bahane ederek beni bu hayırlı işten alıkoymak istiyorlar. Vallahi ben topallığımla cennete girmek istiyorum" dedi. Resulullah (s.a.s.) oğullarına: "Ona engel olmayın. Herhalde Allah ona şehitlik verecek" buyurdu.

     

    Ordunun hareket vakti gelince Amr, hiç dönmeyecekmiş gibi hanımına veda etti, sonra kıbleye yönelip şöyle dua etti: "Allah'ım! Bana şehitlik ver. Beni şehitliği kaybetmiş olarak aileme döndürme." Savaşın kızışıp müşriklerin Resulullah ı kuşattığı sırada o tek ayağı üzerinde sıçrayarak cihada devam ediyordu. Oğlu ile beraber Resulullah ı koruyan müminlerin ön safında çarpışırken bir taraftan da: "Ben cenneti istiyorum, ben cenneti istiyorum" diyordu... O çok istediği şehadet Amr ve oğlunu, Resulullah ı ve Allah ın dinini korurken bulmuş ve Amr şehidler kervanına katılmıştı.

     

    Evet, Müslümanlar !.. Şamil Basayev de halkının özgürlüğü için Allah yolunda savaşmakla beraber Allah tan cenneti istiyordu. Bir bacağını kendisinden önce inşallah cennete göndermişti, Allah katında kendisinin özürlü hükmü olmasına rağmen tek bacağı ile nice sağlam Müslüman ın yapamayacağı fedakârlıklar ve yiğitlikler yapıyordu.

     

    Ve sonunda o da Amr ibni Cemuh gibi bir bacağının üzerinden zıplayarak inşallah cennete girecekti...

     

    O Kafkasların kurtuluşu için Kafkas dağlarında protez bacağıyla bir o yana, bir diğer yana koşturuyor bölge Müslümanlarıyla kurtuluş mücadelesinin planlarını yapıyordu.

     

    Ve tarihler 9 Temmuzu 10 nuna bağlayan 2006 yılı gecesini gösterirken inguşetya topraklarındaki Ekajeva bölgesinde çok beklediği, istediği şehadet elbisesini, patlayıcı yüklü kamyonun infilak etmesiyle giyiyordu...

     

    Evet doğrusu şehadeti tüm dünya Müslümanlarını ağlatıp acı veriyordu... Ama şehadet elbisesi o na çok yakışıyordu. Çünkü o şehid gibi yaşamış ve inşallah şehidlerden olmuştu.

     

    Ey şehidimiz... ey ümmetin yiğit ve kahraman evladı Şamil..

     

    Tarih senin ismini direniş sayfalarına altın harflerle şimdiden yazmıştır.

     

    Dünya döndükçe, mücadele var oldukça, sen her zaman anılacak ve kalplerden hiçbir zaman Silinmeyeceksin.

     

    Allah seni, Firdevs cennetlerinde ağarlasın... ve seni peygambere komşu kılsın.. ÂMİN

     

    Kaynak: Alkavkaz

     

    Kavkaz Center

     

    --------------------------------------------------------------------------

    fatiha okumayı unutmayalım :)


  3. Şeriat gelirse ne yaparım

     

     

    23 Temmuz sabahı AKP sandıktan "tek parti" olarak çıkarsa ne hissedeceksiniz?

     

    Bu hesapla "Türkiye’ye şeriat rejimi mi gelmiş olacak?"

     

    Aksini de düşünelim.

     

    23 Temmuz sabahı AKP sandıktan oyları azalmış olarak çıkarsa, "İslami rejim tehlikesi" bertaraf edilmiş mi olacak?

     

    Bu ülkeye "şeriat" gelirse ben ne yaparım?

     

    Yani benim, eşimin, kızımın, annemin, kardeşlerimin hayat tarzını değiştirmeye yeltenen bir rejim gelirse demek istiyorum.

     

    Ya bu ülkeyi terk ederim.

     

    Ya da hayatımda elime silah almadığım halde, hayat tarzımı korumak için ölümüne bir mücadeleye girerim.

     

    23 Temmuz sabahı böyle bir karar almak zorunda kalabilir miyim?

     

    İşte o noktada yakın çevremdeki çok insandan ayrılıyorum.

     

    Türkiye 23 Temmuz sabahı böyle bir riskle uyanmayacak.

     

    * * *

     

    Öyleyse sorun ne?

     

    Miting meydanlarındaki insanlar neyi temsil ediyor?

     

    İşte tam bu sorunun cevabını üç yıldır AKP’nin bütün etkili yöneticilerine anlatmaya çalışıyorum.

     

    O insanların rejim endişesi var.

     

    O insanların çok samimi korkuları var.

     

    Ve bu ülkenin başbakanı, Meclis başkanı, cumhurbaşkanı olan insanlar meydanlara dökülen bu milyonlarca insanın korkularını, endişelerini anlamaya çalışmak zorundadır.

     

    Erbakan evlerinde ışıklarını yakıp söndüren insanlar için "Glu glu dansı yapıyorlar" demişti.

     

    Susurluk endişelerini "Fasa fiso" olarak değerlendirmişti.

     

    Çok yanlış.

     

    Ben, bir gazete yöneticisi olarak, Hürriyet’in okurlarından gelen her tepkiyi, her endişeyi çok dikkatle izliyorum.

     

    "Üç beş azgın azınlık" diye bakmıyorum.

     

    Oradaki sahiciliği, gerçekliği ölçmeye çalışıyorum.

     

    Siyasi partilerin de bunu yapması lazım.

     

    Dün iki gazetede iki ayrı anket yayımlandı.

     

    Biri Vatan Gazetesi’ndeydi.

     

    "Yarın seçim yapılsa hangi partiye oy verirsiniz?" sorusuna verilen cevaplar şöyleydi:

     

    AKP yüzde 29.6; CHP yüzde 19.2; DP yüzde 15.3; MHP yüzde 10.3.

     

    Aynı gün Yeni Şafak Gazetesi’nde yayınlanan anketin sonuçları ise şöyle:

     

    AKP yüzde 38.3; CHP yüzde 14.7; DP yüzde 7.9; MHP yüzde 5.3.

     

    Gördüğünüz gibi iki anket arasında AKP açısından 9 puana yakın bir fark var.

     

    Daha önemlisi, Vatan’ın anketine göre AKP geriliyor, Yeni Şafak’ınkine göre ilerliyor ve tek başına iktidar.

     

    Öyleyse 23 Temmuz sabahı hangi duyguyla uyanacağız?

     

    Onu bilemem, ama AKP’yi ve Başbakan Tayyip Erdoğan’ı, laiklerin "Hayatını karartacak" bir siyasetçi olarak gören insanlara bir başka şeyi hatırlatmak istiyorum.

     

    Vatan Gazetesi’nin anketinde çok ilginç iki soru ve ondan da ilginç iki sonuç var.

     

    "Türkiye’nin sorunlarını hangi siyasetçi ve hangi parti çözebilir?"

     

    Ankete cevap verenlerin yüzde 40.3 gibi ezici bir çoğunluğu "Tayyip Erdoğan çözebilir", yüzde 42.7’si de "AKP" diyor.

     

    "En iyi Deniz Baykal çözebilir" diyenler yüzde 9.3, "CHP çözebilir" diyenler ise yüzde 11.5’te kalıyor.

     

    * * *

     

    Demek ki, AKP, sırf yarattığı korku nedeniyle alabileceği oyu alamıyor.

     

    CHP ise yine aynı korku sayesinde alması gerekenden fazla oy alıyor.

     

    Öyleyse ne yapmalı?

     

    AKP ve Erdoğan meydanlardaki insanların korkularını küçümsemeyecek, onları yatıştıracak bir çizgi izlemeli.

     

    CHP de insanlara "Bu ülkeyi en az Erdoğan kadar iyi yönetebileceğini" ispatlamalı.

     

    Bana kızmayın. "Piyaniste ateş etmeyin."

     

    23 Temmuz sabahı AKP inse de çıksa da bu muhasebeyi yapacağız...

     

    -------------------------------------------------------------------------

     

    bu başlığı yazarlar bölümüne açmak istemedim..zira bu adam oraya layık değildir..sizden ricam bu yazıyı defalarca okumanız ve daha sonra başörtüsüne karışılıp okullara alınmayan bacılarımızı,islami elbiseler giydiğinden karafatma,yobaz,mürteci diye yaftalanan ve her fırsatta hayat tarzlarını değiştirmeye çalıştıkları abilerimizi,ablalarımızı düşünmenizdir.....bu arada ertuğrul özkök ü ilk defa takdir ettiğimi söylemeliyim,bu yazdıkları hayat tarzlarına müdahele edilenlere ders olsun...

     

    selam ve dua ile...


  4. bu kitabı defalarca beynimiz zonklamaktan patlayacak dereceye gelene kadar okumalıyız..işte kitabın insanı buhranlara sokacak son kısmı:

     

    Netice:

    Dünya, ilk insandan beri, hakikatin merkezini ötelerde, ötelerin ötesinde, onun ötesinde,

    namütenahi ötelerde kurcalayan dinlerden ve madde üstü inanıs sistemlerinden harekete geçtiğine

    göre, artık anlıyoruz ki, Materyalizm ve Komünizm, her seyden evvel bir aksiyon değil, bir

    reaksiyondur. Dine ve madde üstü inanıs sistemlerine, felsefe lûgatiyle idealizm ve spiritüalizme;

    ve ananevi cemiyet temelini kuran her türlü ferdi mülkiyet ve hürriyet hakkına karsı sert bir

    aksülâmel... Esasta amel, aksiyon, karsı taraftadır; ve böyleyken bu aksülâmelin, koskoca bir

    kitabiyat halinde aksiyonluk bir çapa ulastırıldığı da inkâr götürür gibi değildir. Fakat ister

    aksiyon, ister reaksiyon, bir kitabiyat, mücerret hak ve hakikat dâvasında, Avrupa fikir

    tezgâhlarında çoktan beri ölüm darbesini yemis, raflara tarihi bir hâtıra olarak istif edilmis, 20 inci

    asrın en galiz fikir dalâleti diye yaftalanmıs; ve kendi tatbikat ocağında bin bir asıda, ve ameliyattan

    sonra, tam mânasiyle milli ve kavmi bir ihtiras sistemi halinde medeniyet dünyasının üstüne kanat

    germistir.

    Ona karsı koyabilmek için onu tanımak lâzımdır. Biz ise, Komünist geçinenlerimiz basta,

    kendimizi tanınmıyoruz ki, onu tanıyabilelim...

    Komünizmin, basından beri takip ettiği istismarcılık ve lüpçülük çizgisini görüp bilmek ve omuz

    silkip geçmek de para etmez. Zira bu cani lüpçülüğün altında, güme götürülmesi mümkün

    vatanlar vardır; ve pratikte 20 inci asrın deha markasını tasıyan komünist metodunun sakaya gelir

    tarafı yoktur.

    Öyleyse?.. İs ne yapmakta? Göklerin rahminde kan renkli safaklara bürülü bir yeni gün hasretiyle

    kavrulan insanlığın ıstırabını duymakta... Ezelden gelip ebede giden gerçek kıymetlerin hesabını

    sormakta... Solmayan renkten, kısılmayan sesten, kırılmayan çizgiden, geçmeyen andan,

    pürsümeyen yeniden, küflenmeyen madenden haber istemekte.. İnsanlığı için için kemiren bu

    hummanın gerçek çile payını yüklenmekte... Gerçek mânada bir yeni nesil yoğurmakta... Bu

    yoğurma isinin hamurkârlarını bulmakta...

    Ne azim dâva...

    insallah bu yoğurma isinin teknesi vatanımız olur; lif lif kökümüzü tutan ve asla bırakmayan aziz

    Anadolu...


  5. KÜÇÜK NA'T

     

    Göz seni görmeli, ağız seni söylemeli

    Hafıza seni anmak ödevinde mi

    Bütün deniz kıyılarında seni beklemeli

    Sen eskimoların ısınması sevgililer mahşeri

     

    Aklım yeni bir akıldır çiçeklerden

    Mantığım mantığın üstünde yeni

    İçimde Nuh'un en yeni tufanı

    Dünyaya ayak basıyorum yeniden

     

    Göz seni görmeli ağız seni söylemeli

    Bütün deniz kıyılarında seni beklemeli

     

    Yüzlerce yıl geçiyor belki bir bulut geçiyor

    Ben yeni doğmuş bir çocuk gibi

    Herkesin konuştuğu dilden mahrum

    Ama yepyeni bir dil konuşmanın sevinci

     

    Bütün deniz kıyılarında seni anmalı

    Sen buzulların erimesi eskimoların ısınması


  6. MONA ROSA II-ÖLÜM VE ÇERÇEVELER

     

     

    Bir lâmba yanıyor, hafif ve sarı;

    Garip bir yolculuk, tren ve Gülce.

    Bir hançer bölüyor, ah, rüyaları:

    Bir rüya, bir hançer, bir el; ve, ve, ve...

     

     

    Lâmbalar yanıyor, hafif ve sarı;

    Gece kar yağacak sabaha kadar.

    Toprakta et, kemik çıtırtıları...

    Yarı ölüleri bir korku tutar

    Değince bir taşa kafatasları.

    -Ölüler ki yalnız tırnakları var,

    Ve yalnız burkulmuş diz kapakları...-

     

     

    Bir lâmba yanıyor, hafif ve sarı;

    Açıyor elini göğe bir kadın.

    Uzuyor, uzuyor altın saçları

    Uğrunda ölünen güzel kızların...

     

     

    Bir lâmba yanıyor, hafif ve sarı;

    Esmer delikanlı, hatıra ve kan.

    Yeşil gözlü kızın hıçkırıkları

    Sızıyor bir kapı aralığından;

    Lâmbalar yanıyor, hafif ve sarı.

     

     

    Lâmbalar yanıyor, hafif ve sarı;

    Çocuklara açar mağaraları

    Gün görmemiş kuşlar ve örümcekler.

    İlân-ı aşk eden dil balıkları

    Aşina suları çabuk terkeder..

     

     

    Lâmbalar yanıyor, hafif ve sarı;

    Bakıyor ateşe, küle böcekler.

    Köpekler parçalar kanaryaları,

    Mektupları bir boz ağaç kurdu yer.

    Baykuşlar ötüyor harabelerde;

    Yanıyor lâmbalar, hafif ve sarı.

    Bir kaza kurşunu bulur her yerde

    Süvarisiz şaha kalkan atları...

    Bir ruhun ışığı vardır göklerde,

    Lâmbalar yanıyor, hafif ve sarı;

    Ötüyor baykuşlar harabelerde.

     

     

    Bir lâmba yanıyor, hafif ve sarı;

    Titriyor yıldırım düşmüş gibi yer.

    Bekledi arzuyla karanlıkları

    Anneler, babalar, erkek kardeşler.

    Ta içinde duyar ani bir ağrı,

    Bir hüzün şarkısı tutturur gider

    Anneler, babalar, erkek kardeşler.

     

     

    Lâmbalar yanıyor, hafif ve sarı;

    Her yatak dopdolu, bir yatak bomboş.

    Bir neşe şarkısı tutturur gider

     

     

    Birinci, ikinci, üçüncü sarhoş;

    Kurşunlar sıkılır göklere doğru,

    Serçe yavruları yuvada titrer.

    Lâmbalar yanıyor, hafif ve sarı...

     

     

    Bir lâmba yanıyor, hafif ve sarı;

    İnce yelkenleri alıyor yeller.

    Titretir kalpleri ve bayrakları

    Gemiden toprağa uzanan eller.

    Lâmbalar yanıyor, hafif ve sarı,

    Bir yosun köküne hasret kalacak

    Gizli hazineler, su yılanları...

     

     

    İnce yelkenleri alıyor yeller;

    Bir lâmba yanıyor, hafif ve sarı.

    Beyaz pelerinli hür tayfaları

    Kendine bağlıyor siyah kediler;

    Titriyor gönüller ve kara bayrak,

    Bir yosun köküne hasret kalacak

    Gemiden toprağa uzanan eller

    Bir lâmba yanıyor, hafif ve sarı.

     

     

    Bir lâmba yanıyor, hafif ve sarı,

    Garip bir yolculuk, tren ve Gülce.

    Bölüyor bir hançer, ah, rüyaları:

    Bir rüya, bir hançer, bir el; ve, ve, ve...


  7. ŞAHSİYETÇİLİK

     

     

    · Bütün insanlığı tek sıra üzerinde hizaya getirseler, o sıranın yüksekliği bakımından ulaşacağı en dik had içinde en uzun boylu tek şahsiyetin irtifaıdır.

     

    · 100 milyonluk bir cemiyetin, 100 milyon köşeli bir yıldız gibi, ruh ve akılda en ileri zirvesi, köşeler içinde en fazla çıkıntılı, en ziyade fırlak olanıdır; yâni tek şahsiyet üzerinde düğümlenmiş bulunanı…

     

    · Şu kadar ki, insan ve cemiyet hayatının nâmütenahî çapraşık ve girift oluş sırları içinde ve şahsiyetler arasında, şube şube, bu teki veya tekleri sıhhatle tartacak hiçbir terazi bulunmayacağına göre, dâva, bu teki veya tekleri ele geçirip geçirmemekte değil; bütün bir zümre adına, sıhhatle benimsenmesi pek kolay olan ana gayeyi ele geçirmekte… Gaye yerinde olsun da isterse her zaman ona varmak mümkün olmasın.

     

    · İşte, bir cemiyette bütün temsil hakkı; mutlak olarak, fikirde, san’atta, ilimde, fende, siyasette, idarede hülâsa yapıcı ve kurucu insanî verim şubelerinin hepsinde, en uzun çıkıntılı yıldız köşelerinin, dolayısiyle en üstün şahsiyetlerindir.

     

    · Dünya fikir tarihi boyunca çile doldurmuş her soylu kafa, bir bedahet kolaylık ve zerafetiyle hemen kestirir ki, cemiyet için belli başlı bir sınıfa istinat etmeyen hiçbir fikir sisteminin mimarî temeli atılamaz. Öyleyse bizim sınıfımız, o cemiyet içinde, bir bahçenin ağaçları gibi, en olgun ve örnekli ruh ve kafa yemişiyle yüklü, üstün şahsiyetler manzumesi…

     

    · Her cemiyet hak ve hakikatini tanıdığı sınıfın vücut hikmetini ve imtiyazını bilecektir. Bâtıl ve müflis komünizma, bu hikmet ve imtiyaz adına işçi sınıfının ıstırabını sistemleştirmişti. İmdi, malûm ola ki, bir cemiyette tek mahkûm fert kalmaması için biricik hâkimiyet makamı, Allahın, idrak çilesini doldurmaya ve ona göre hayat çatıları kurmaya memur ettiği üstün kullar manzumesine bağlı; ve biricik hikmet ve imtiyaz, idrak ıstırabının kahramanlarına ait…

     

    · Biz de bir sınıfa bağlıyız. Fakat her sınıfı içine alan bir sınıf… Bu, her zümreyi bütün dertleri ve ıstıraplariyle kucaklayan ve kendi öz nefsinden başka her nefsi düşünen, mücerred bilmek ve anlamak çilesinin yakıp tutuşturduğu, cins yaradılışlar çevresidir. Hak ve hakikatimizi dayadığımız ıstırap da, her acının üstünde, mücerret idrâk ıstırabı…

     

    · Gelen her inkılâp, hakkın kendisinde olduğunu iddia edecektir. Bütün tarih boyunca hiç kimse hakka zıd olduğunu söylemiş ve söyleyecek değildir. Hakka mahkûmiyet ise hâkimiyetin tâ kendisi olduğuna gör, bizim şahsiyetçiliğimiz, hakkın en üstün kaza ehliyetini temsil edenleri hâkim kılma dâvasından başka bir şey değildir.

     

    · Kudret Sahibinin, ezelî ve ebedî saltanatını inkâra kadar hür yaratmasına rağmen tam ve mutlak irade ve hâkimiyeti altında tuttuğu varlıklar gibi, İlâhî mimarînin, bu ulvî mânaya eş olarak insanî mimarîye tatbikinden ibaret olan ve gerçek imanla sarmaşdolaş bulunan bu yepyeni sistem, şu ânda, muztarip ve muhteliç dünyanın rahmindeki çocuktur; gelmekte ve gelecek olan, yalnız o…

     

    · Bütün bâtıl ve müflis sistemler arasında, biricik doğru ve muzaffer, fakat eksik ve zayıf, ve aslî merkezinden mahrum bir tertip olan demokrasya ve liberalizma nizamının gerçek tekevvünü, yarın parlâmentoların, milletler adına kabul ettiği ve binbir tezada boğduğu hâkimiyet mefhumunu, hak adına yepyeni bir şuur ve sisteme sokup kendi içlerinden birer yüceler kurultayı fışkırttığı gün belli olacaktır.

     

    · “Büyük Doğu”nun kafasında, bir Mebuslar Meclisi değil, bir “Yüceler Kurultayı” yaşamakta; ve bu “Yüceler Kurultayı”nın kürsüsünde “Hâkimiyet milletindir” levhası yerine “Hâkimiyet hakkındır” düsturu ışıldamaktadır.


  8. CEMİYETÇİLİK

     

     

    · “Hiç ölmeyecekmiş gibi bu dünyaya, hemen ölecekmiş gibi öbür dünyaya çalışınız!” ölçüsü, cemiyetçiliğimizin bütün ruhunu hikmetlendirir; zira ferdin yeryüzü plânında fanî olduğu dünya kendisi, ebedî olduğu dünya da cemiyetidir. Öbür dünya ise, cemiyetiyle beraber ana gayesi…

     

    · Ferdin yeryüzü plânında bekasını temsil eden öbür dünyası cemiyet, dindarların hakikî öbür dünya karşısındaki teslimiyetine mütenazır olarak, bütün şahsî nefsaniyet enaniyetlere baş kesdirici üstün hüviyet kutbudur; ve fert, hemen ölecekmiş gibi, her ân bu kutupta bekasına çalışacaktır. Zira mutlak bekaya giden yol, bu nisbî bekadan geçer.

     

    · Şu kadar ki, bizim cemiyetçiliğimiz, cemiyetçiliği mutlak mânada ele alışına karşılık, dâvanın hakkı nisbetinde aksi dâvanın da hakkını gözeten bir bütünlük ifade ettiği için, günümüzün liberalizma sistemine aykırı bazı müflis (rejim) tecrübelerinin anladığı mânada ferdi esir ve iptal edici haşin bir mezhep değil, onu bütün buutlariyle tesis ettikten sonra cemiyette ikmal edici en ileri müessisedir; ve dolayısiyle fert, bu müessisede, hiç ölmeyeckmiş gibi kendi kıymet ve menfaatlerine memurdur.

     

    · Dâva, hiç ölmeyecekmiş gibi bu dünyaya ve hemen ölecekmiş gibi öbür dünyaya çalışmanın belirttiği tezat içindeki harikulâde vahdet ve ahengi kavramaktadır. Zira işaret ettiğimiz gibi, öbür dünyaya giden yol, bu dünyadan başlar; ve bu dünyadan başlayan yol, öbür dünyaya gider.

     

    · İşte, sistem makinemizde, aksi dâvanın bu emniyet musluğuna sahip olduktan sonra, belirtebiliriz ki, mutlak mânada devletçilikle elele, mutlak mânada cemiyetçiliğimiz, mimarîsindeki yumuşaklık ve tatlılık içinde, sertlik ve acılığın en ileri haddidir.

     

    · Fert, bu yepyeni sistem içinde, olmak ve oldurmak için hürriyetlerin en yumuşak ve en tatlısına malik olacak; ve cemiyet, yine bu yepyeni sistem içinde, yine olmak ve oldurmak için, hâkimiyetlerin en sert ve en acısına sahip bulunacaktır; ve bu iki zıt kutup arasındaki vahdet ve ahenk sırrı, şahsiyetçiliğimizin çerçevelediği üstün yaratılışlar elinde yemiş verecektir.

     

    · Bundan sonra, din, ahlâk, namus, şeref, can, mal, ilim, sanat, fikir, bütün ruh ve madde kıymetleri fertlerin maşrapasiyle cemiyet küpünü dolduran yekpare bir mevcuttur, ve bu mevcudun hakkı, fertleri kendi iradeleri üstünde doğruya, güzele, sonsuza erdirmek için, hakların en azizidir.

     

    · Fert, ulvî ve insanî cephesiyle bizim cemiyetimizin hâkimi ve feda edicisi, süflî ve hayvanî cephesiyle de mahkûmu ve feda olunanıdır.

     

    · Bizim cemiyetimizin ve cemiyetçiliğimizin kadrosunda, başı boş tek kum tanesi, tek buğday tohumu, tek keçi yavrusu ve tek insanoğlu aramayınız!

     


  9. önceleri atsız ın sıkı bir okuyucusu olan ben artık ondan tiksiniyorum neredeyse..bozkurtların ölümü kitabını defalarca okumuşumdur ve ileride çocuğuma okutacağım kitaplardandır ancak atsızdanda atsızı savunanlardanda artık pek haz etmiyorum zira o şu sözlerin yazarıdır:"ey Türk evladı artık senin kıblen Arap Muhammed in kıblesi olan kabe değil çanakkaledir." -haşa-...daha detaylı okumak için atsız ın "çanakkale ye yürüyüş" kitabına bakabilirsiniz..bu sözleri söyleyen adam bana türklüğü anlatamaz

     

    selam ve dua ile...


  10. kardeşleriyle savaşarak mı zafere??..siyonistlerle savaşacakları yerde birbirlerinin kanını döküyorlar,mekanlarını yağmalıyorlar..bilmiyorum tabi ki onlar benim kardeşlerim,hergün haberleri seyredince içim sızlıyor ama bu yaptıklarını görünce bunlar müstehaktır diyesim geliyor..

     

    selam ve dua ile...


  11. bu şiiri ilk okuduğumda bende 15-16 yaşlarımdaydım gerçi şimdi çok yaşlı sayılmam da :D neyse..ilk okuduğum zaman büyük heyecan duymuştum tabi hatta birçok kişiyle polemiğe girip bu şiiri savunmuştum..şimdi kendime soruyorum yüzde yüz türk nasıl olunur?bu soruya kendime göre bazı cevaplar veriyorum ama beni tatmin etmiyor sizde kendinize göre yorum yaparsanız sevinirim..

     

    selam ve dua ile...


  12. Çeçen çocuklar tatile gidiyormuş

    3211_1.jpg

    Tıpkı geçtiğimiz yıl olduğu gibi bu yılda işgal altındaki Çeçenya topraklarında okula devam etmeye çalışan minik Çeçenler, işbirlikçilerin düzenlediği bir organizasyonla iki haftalığına Kabardey-Balkar Cumhuriyeti' ne ve Karaçay-Çerkes Cumhuriyeti' ne tatile götürülüyor. Peki, tatile gidecek çocuklar nasıl seçiliyor?

     

    Çeçen halkına bombalar yağdırarak veya mermiler sıkarak ya da onları tankların altında ezerek bağımsızlık ve özgürlük ruhunu köreltemeyeceğini anlayan işgalci Rusya Federasyonu ilginç yöntemleri uygulamaya koymaya devam ediyor. İcraatlerine Kremlin politikalarını destekleyecek ve Kremlin için kendi halkının kanını akıtmaktan çekinmeyecek kukla bir yönetimini atamakla başlayan Moskova yetkilileri, Çeçenlerin aralarında yaratmaya çalıştıkları kin ve nefret ortamının yeterli olmadığını düşünüyor olacaklar ki yeni politikaların uygulanması gerektiği inancını taşıyorlar. Moskova yönetiminin son numarasında ise, savaşın en büyük kurbanları olan miniklere rol biçilmiş.

     

    İşbirlikçi Kadirov yönetimi Moskova' dan kendilerine verilen direktifler doğrultusunda, minik Çeçenleri okulların kapanmasının ardından son derece başarılı geçirilen bir öğretim yılı nedeniyle ödüllendirmek istiyor ve minik Çeçenleri iki haftalık yaz kamplarına götüreceğini ilan ediyor. Bu ve benzeri uygulamalar ile her ne kadar insanları kaçırıyor olsalar da, kendi halklarının kanı üzerinden zevk ve sefahat içinde yaşıyor olsalar da aslında Çeçen halkı için çalıştıkları imajını yaratmaya çalışıyorlar. Öte yandan uyguladıkları ayrımcı politikalar ile halkın özgürlük mücadelesini sorgulamasını ve bu mücadeleden kuşkuya düşmelerini sağlamayı hedefliyorlar. Hedeflerine ulaşmak için de şu günlerde henüz bazı olayların ayrımına varamayacak minik çocukları kendilerine kurban seçiyorlar. Söz gelimi, bu yıl okullarda tatile gidecek çocuklar ve gitmeyecek olanlar sınıflarda okunan listelerle ilan edildi. Bu sınıflardan birisinde yer alan 22 çocuktan 16 sının tatile gideceği okul müdürü tarafından sınıfta öğrencilere duyuruldu. Kendi adı okunmayan bir çocuk neden kendisinin götürülmediğini anlamak için ayağa kalkarak okul müdürüne:

     

    -"Ben neden götürülmüyorum öğretmenim." dedi.Müdür bir an duraksadı, gözlerini çocuğa dikti ve:

     

    -"Adın ne senin?" dedi. Çocuk büyük bir gururla ve yüksek sesle:

     

    -"Aslan ...." diyerek adını söyledi. Müdürün o sevimsiz yüzünde kızgınlık ifadesi belirdi, gözlerini kan kapladı ve bağırmaya başladı:

     

    -"Neden gelmiyorum ha! Neden gelmiyorum diye bana mı soruyorsun? Git ve babana sor!" dedi.

     

    Küçük Çeçen ne olduğunu ve neden babasına sorması gerektiğini anlayamadan okul çıkışında koşarak eve gitti ve annesine tatile götürülmediğini, neden götürülmediğini sorduğunda ise müdürün babana sor dediğini söyledi. Annesi ne söyleyeceğini şaşırdı ama ağzından:

     

    "-Oğlum, keşke onlar da babanın tırnağı kadar olsaydı. Boş ver zaten bu tatil değil orada ne olacağı belli olmaz." sözcükleri çıktı sadece. Eve konuşmanın ortasında giren büyük kardeş ise Aslan' a kızdı, onlar bizi götüreceklerini söyleselerdi de gitmeyecektik zaten dedi.

     

    Aradan bir kaç gün geçmişti ki, yaralı olarak yurt dışına çıkan ve geri dönemeyen baba eve telefon etti. Telefona çıkan minik Aslan olayı anlattı ve:

     

    -"Baba, sen ne yaptın? Neden müdür öyle dedi?" diye sordu. Sözcükler boğazına düğümlendi yaralı babanın, başından kaynar sular döküldü ve ne demesi gerektiğini bulamadı da imdadına Aslan' dan iki yaş büyük olan abisi yetişti. Telefonu elinde aldı ve babasına:

     

    "-Baba, bizi tatile götürmüyorlar diye üzülmüyoruz, onlar bizi götürmek isteseler de gitmeyecektik zaten. Sen Aslan' a aldırma o daha küçük, bazı şeyleri anlamıyor. Ben senin ne yaptığını biliyorum. Annem için, diğer çocukların anneleri için Ruslarla savaştığını biliyorum. O korkak müdür senin yüzüne böyle konuşamazdı. Sen üzülme! Ama bizi ne zaman yanına alacaksın?..." dedi. Konuşma daha önceki telefon görüşmelerinde olduğu gibi devam edip sonlandı.

     

    Bu minik olayda daha net anlaşıldığı gibi Ruslar ve işbirlikçileri, özgürlük savaşçılarının ailelerine psikolojik baskı uygulamaya devam ediyor. Önceleri kadınlar ya da gençler kaçırılıyordu özgürlük savaşçılarının yerleri söylensin ya da özgürlük savaşçıları teslim olsunlar diye şimdi ise hedef tahtasının çapı genişledi artık 12 yaşın altına da ateş serbest!..

     

    Kaynak: Kafdağı İnternet Portalı

     

    Kavkaz Center


  13. arkadaşım türklük islama gebeydi falan diye bişey demedik..türk=müslüman demektir zaten..hristiyanlaşan türkler türk değildir bugünde macarları,bulgarları buna örnek verebiliriz..Allah yolunda savaşanlara tarihte türk deniyordu türklük kavramı bununla özdeşleşmişti..hatta batıda biri müslüman olduğunda ona türk oldu deniliyordu..söylemek istediğim zaten ikiside aynı şey..posa milliyetçisi olmanın manası yok,yanlış anlama sen öylesin demiyorum ama malesef günümüzde bu çok yaygın..kuru cahil kavmiyetçilerle dolu etrafımız..müslüman olmayan bir türk benim gözümde ingiliz halis bir müslümandan daha aşağıdadır..neyse anlatmak istediklerimi anlatabilmişimdir inşallah

     

    selam ve dua ile...


  14. türklüğün islamdan önce yazılması falan gibi teferruatlara takılmanın yanlış olacağı kanısındayım..arkadaşında bunu aksıtlı olarak yazdığını zannetmiyorum..zaten baktığımız zaman şu an türk arı gibi ırkın adı değildir..türk Allah yolunda savaşan müslümana denir..dört halife dönemini saymazsak Allah yolunda hep türkler savaşmıştır bu bakımdan kuru ırkçılık yapmak çok manasız

     

    selam ve dua ile...

×
×
  • Create New...