Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

Çilekeş

Editor
  • Content Count

    329
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    1

Posts posted by Çilekeş


  1. Aksaray – Aksaray'dan gelenler buraya yerleştirilmiştir. Bu semt adını bu günkü Aksaray Şehrinden gelenler vermiştir.

     

    Ahırkapı - Padişah sarayının sonunda ki has ahırın (Padişahın atlarının barındığı ahır) yanında olduğu için Ahır Kapısı diye anılmıştır.

     

    Akaretler - Sultan Abdulaziz Taşlıkta Aziziye camiinin giderlerini karşılamak üzere bir vakıf kurmuştur. Bu vakfa gelir sağlamak için de gelir getiren anlamında Akaretler yaptırmayı planlamıştır. Bu planı bitirmek ise II.Abdulhamit'e nasip olmuştur. Bu yüzden semtede Akaretler denmiştir.

     

    Altunizade - Altunizade İsmail Zühtü Paşa'nın yaptırdığı cami, semtinde bu adla anılmasına sebep olmuşştur. Zühtü Paşa'nın babası altın alım satımı ile iştigal ettiğinden Zühtü Paşa'ya da Altunizade denmiştir.

     

    Arnavutköy – Önceleri, Boğaziçi’nin bu sevimli semtinde Arnavutlar oturduğu için buraya bu ad takılmıştı.

     

    Ataköy - Ataköy'ün eski adı Baruthane dir. II.Mahmut tarafından buraya baruthane yapılmıştır. O zamanlar Ataköy (İstanbul'un dışı sayıldığından baruthane yapımı için uygun bir alan olarak görülmüştür.) Daha sonraları Emlak ve Kredi Bankası bu bölgeye 50 - 60 bin nüfuslu bir yerleşim yeri kurmuştur(1950). Yeni yerleşim yerinin adı da Ataköy olur.

     

    Ayazağa - İsmini yeni çeri kethudası Ayaz Ağa'nın çiftliğinden almıştır. Abdulaziz döneminde buraya yaptırılan saray bugün binicilik okulu olarak kullanılmaktadır.

     

    Ayrılık Çeşmesi (Haydarpaşa’da) – Eskiden hac alayı bu çeşme çevresinde toplanır, oradan yola çıkardı. Hacca gidenler eşlerine, dostlarına orada veda ederek ayrılırlardı.

     

    Bağlarbaşı - Çok eskiden bir Ermeni manastırına ait bağların başladığı yermiş. Zamanla oraya Bağlarbaşı denmiştir.

     

    Balat - Rumca saray anlamına gelen palation sözcüğünden geldiği söylenir. Önceleri İstanbul'un kapılarından birine verilin bu ad, sonraları semtin adı olmuştur.

     

    Bebek - Fatih Sultan Mehmet Han buranın muhafazası için gönderdiği komutanın lakabından gelmektedir. (Bebek Çelebi Bebek Çavuş)

     

    Bedesten - Arapça bir söz olan Bezzaz dan türetilmiştir. Bez, kumaş taciri, Manifaturacı anlamına geliyor. Kumaş tacirlerinin bulunduğu yere de bezzazistan denildiğinden. zamanla halk arasında ağza kolay gelmesinden dolayı bedestan'a dönüşmüştür.

     

    Beylerbeyi – III. Murat devri beylerbeylerinden Mehmet Paşa’nın yalısını bulunduğu için köye bu ad verilmiştir.

     

    Cihangir – Kanuni Sultan Süleyman pek sevdiği oğlu Cihangir için burada bir cami yaptırmıştı. Semt adını bu Cihangir Camisi’ nden almıştır.

     

    Çarşamba – Samsun Çarşamba ovasından gelenler yerleştirildiği için buraya da Çarşamba denilmiştir.

     

    Çengelköy – XIX. Yüzyılda Kaptan-ı deryalıklarda, valiliklerde bulunmuş, yiğitliğiyle tanınmış Çengeloğlu Tahir Paşa burada bir mescit yaptırmıştı.

     

    Harem – Üsküdar Sarayı’ nın harem dairesine gidecekler bu iskeleye çıkarlardı.

     

    Haydarpaşa – III. Selim vezirlerinden Haydar Paşa oradaki kışlayı yaptırmıştı.

     

    İhsaniye – Selimiye kışlası ile Karacaahmet arasındaki bu mahallenin bulunduğu yerde eskiden bir saray vardı. Padişah yıkılmaya yüz tutan bu sarayın arsasını halka “ihsan” ettiği (bağışlandığı) için semtin adı “İhsaniye” kalmıştır.

     

    Kabataş – İskelenin bulunduğu yerde eskiden büyük bir taş vardı. Osmanlı devri ileri gelenlerinden “Köse Kahya” diye tanınmış Mustafa Necip çelebi bu taşı yontturup iskele haline getirdi.

     

    Kadıköy – Bugün Osmanağa Camisi diye anılan caminin yerinde eskiden Kadı Mehmet Efendi’nin yaptırdığı bir mescit vardı. Semtin adı bundan dolayı “Kadıköy” kalmıştır. Bugünkü camiyi I. Ahmet devrinde Babüssaade Ağası Osman Ağa yaptırmıştır. Diğer bazı kaynaklara göre Bizans’ın fethinden sonra burası İstanbul’un ilk kadısı Hızır Bey’e bağışlanmış, bundan ötürüde semt “Kadıköy” adını almıştır.

     

    Kanlıca - Bu bölgeye Kanuni Sultan Süleyman tarafından Anadoludan Türkmen ve göcebe bazı türk kabileleri getirtilip yerleştirilmiştir. Bu göçebelerin buraya yerleşmeleri kağnılarla olduğu ve çok uzun bir süre içinde ancak yerleşebildikleri için halk arasında bu bölgeye Kağnıca, sonralarıda Kanlıca denmiştir.

     

    Kuzguncuk – Fatih Sultan Mehmet devrinde, Kuzgun Baba diye anılan bir derviş burada oturmuştu.

     

    Taksim - İstanbul sularının bir bölümünün buradan taksimi yapıldığı için burasıda suların taksimi (ayrımı) yapılan yer olarak kalmıştır

     

    Üsküdar – Farsça “Konak” anlamına gelir. Eskiden Anadolu’ya İran’a, Arabistan’a gidip gelen kervanlar burada konaklardı.

     

    Vaniköy – Eski adı Papazbahçesi’ydi. IV. Mehmet, Şeyh-i Sultani Esseyit Mehmet Vani (Vanlı) ye bu yerleri hediye etti, o da kendisine burada bir yalı, bir iki ev yaptırdı.


  2. :) hoş ve ilginç bir yazı..batı medeniyyetini tüm çarpıklığını gözler önüne seriyor..daha düne kadar yaptığı tuvaletini sokağa döken,bugün bile taharet almayı bilmeyen batı medeniyyetini..bu yazıyı bizim batılı olduğumuz safsatasını bize yamamaya çalışan sözde aydınlarımızın okumasını isterdim..biz doğulu doğduk,doğulu öleceğiz


  3. Muhammed Bahauddin Şah-ı Nakşibend (K.S)

     

     

    Hicri 718 yılında, Muharrem ayında dünyaya geldiler.

     

     

     

    Asıl adı : Seyyid Muhammed Bahauddin.

     

     

    Kendileri Seyyid'dir. On dördüncü babada Hz. Ali'ye (r.a) yetişir.

     

     

     

    Doğup vefat ettikleri yer Kasr-ı Arifan denilen köy.

     

     

     

    Evrad, Tuhfe ve Hediyye kitapları çok kıymetlidir.

     

     

     

    Seyyid Emir Külal'e bağlanan bu tarikat zincirinden başka Şah-ı Nakşibend hazretlerinin, hacelerin hacesi, Hace Abdulhalik Gücdevani hazretlerinin yüksek ruhaniyetlerinden ettiği istifade sebebiyle de üveysidir, Nitekim kendileri şöyle anlatır:

     

     

     

    "Cezbe hali bende kuvvetli olup, kararım kaldığı günlerde Buhara' da dolaşır, bazı büyük velilerin kabri şeriflerini ziyaret ederdim. Bir gece hangi kabre gittiysem ayak uçlarında birer kandil yanar gördüm. Fakat yağı ve fitili olduğu halde, isteksiz, sönük yanıyorlardı. Eğer fitillerin uçlan dokunma ile düzeltilirse, gayet güzel ışık verecekti. Ben ise kandilleri o halde bırakarak (Hace Mezd ahun) hazretlerinin kabrine gittim. Yüzümü kıbleye dönerek oturdum. 0 an bende bir kendimden geçme hali hasıl oldu. 0 hal esnasında öyle müşahede ettim ki, kıble tarafından yeşil örtü ile süslenmiş, gayet güzel bir kürsü göründü. 0 kürsünün etrafını büyük bir kalabalık sarmışlardı. İçlerinden ancak, Hace Muhammed Baba Semmasi Hazretlerini tanıdım. Anladım ötekiler daha önce dünyadan göçmüş haceler, bu yolun büyükleriydiler.

     

     

     

    Sonra içlerinden birisi bana: "Bu kürsünün üzerinde Abdulhalık Gücdevani hazretleri ay gibi parlamaktadır. Etraftaki cemaat ise kendi halifeleridir, deyip birine işaret ederek, bu hace Ahmed-i Sıddık, bu hace Evliya-i Kebir, bu hace Arifi Rivegeri, bu hace Mahmud Enciriyil Fağnevi, bu hace Ali Ramitenı'dir. Hace Muhammed Baba Semmasi hazretlerini zaten tanırsın buyurdu.

     

    Sonra Abdülhalık Gucdevani hazretleri bana teveccüh ederek, hakkımda pek büyük inayet buyurarak bir hırka ihsan eyledi ve: "Bu hırkanın kerameti vardır. Bunu giyen kimseye, inecek olan belalar, bunun bereketiyle, o kimseden kalkar" buyurdular. Bundan sonra, bu büyükler yolunda ilerlerken, başlangıçta, ortada ve sonda kullanılmakta olan kelimeleri bana anlattılar, sözlerinden biri şudur ki: "Bahaüddin! Sönük olarak yandığını görmüş olduğun kandiller senin kabiliyet ve istidadının bu yolda olduğuna işarettir. Ama istidat fitilini hareket ettirmek lazımdır. Böylece istidadın parlar, Hakkın sırlan onda zahir olur."

     

     

     

    Diğer bir sözleri de Bahaüddin. Sana lazım ki, ayağını her halde şeriat caddesi üzere bulundurasın. Emir ve yasakta istikamet üzere olasın. Daima azimetle amel edesin. Yani haramlardan ve şüphelilerden sakındığın gibi, mubahların da fazlasından sakınasın. Sünnetlere uyup, elden geldiği kadar, bütün sünnetleri işleyesin. Ruhsatları, cevazları terk edip, bidatlerden çok sakınasın" nasihatlerinden ibaret idi.

     

     

     

    Şah-ı Nakşibend hazretleri, ilk zamanlarındaki hallerinden bahsederek buyurmuştur ki: "Biz üç kimse idik. Hak yolunda ilerlemeye koyulduk. Ama benim himmetim, bütün masivadan yani Allah' dan başka her şeyden geçip, Hak Teala hazretlerine kavuşmak idi. Bunun için Allahü Tealanın yardımı erişerek, beni bütün masivadan kurtardı ve maksadıma kavuşturdu.

     

     

     

    Mürşidi Seyyid Emir Külal de, gizli ve açık zikri birleştirmişti. Açık zikir başladığında, Şah-ı Nakşibend, zikir halkasından çıkarlar. Bu hal öbür müritlere ağır gelirdi. Şah-ı Nakşibend, bu kızmalara hiç aldırmaz ama, mürşidinin hizmetinden bir an bile geri durmazdı.

     

     

     

    Seyyid Emir Külal ölüm döşeğinde. Şah-ı Nakşibend'e bağlanmalarını isteyince, müritler: "Fakat o açık zikirde bize tabi olmamış" dediler. Emir Külal hazretleri cevap verdi: "Onda gördüğünüz her şey, Allah (c.c)' ın izniyledir. Onun iradesinin dışındadır.

     

     

     

    Ve Şah... Bu tarikatın ser tacı...

     

     

     

    Buyurdular: "Biz; sevgiliye eriştirmeye vasıtayız, yola düşenlere gerektir ki; sonunda bizden kesilip, sevgiliye ulaşsınlar."

     

     

     

    Buyurdular: "Bizim tarikatımız sohbettir. Halvette şöhret, şöhrette afet vardır. Hayır cemaattedir".

     

    Şah-ı Nakşibend (K.S) buyurdu:

     

     

     

    "-Cezbeye kapıldığım ilk zamanlardaydı. Bana bu yola nasıl giriyorsun? dendi. Benim dediğim ve dilediğim olmak şartıyla dedim. Bizim dediğimiz ve dilediğimiz olur hitabı geldi. Buna dayanamam. Benim dediğim olursa, bu yola adım atarım, yoksa bu yola giremem dedim. Bu iki kere tekrar etti. Sonra beni bıraktılar. On beş gün durgun halde kaldım. Büyük bir ümitsizliğe kapılırken, bana "Senin dilediğin olur" buyruldu. Bunun Üzerine: "Öyle bir yol istiyorum ki, ona girenlerin hepsi, Allahü Tealaya kavuşmakla şereflensin" dedim. ' Yakub-ı Çerhi (K.S) anlatır: "Buhara' nın alimlerinden yetişip, fetva vermeğe icazet aldıktan sonra, memleketime dönmeyi düşündüm. Hazreti Haceye uğrayıp, beni hatırınızdan çıkarmayın dedim ve çok yalvardım. Gideceğin zaman mı yanımıza geldin buyurdu. Hizmetinize müştakım dedim. Hangi bakımdan? buyurdu. Siz büyüklerdensiniz ve herkesin makbulüsünüz, dedim. Bu kabul şeytani olabilir, daha sağlam delilin var mı buyurdu. Sahih hadiste: "Allahü Teala bir kulunu severse, onun sevgisini kullarının kalbine düşürür" geldi dedim. Tebessüm edip: "Biz azizanız" buyurdu. Bunu duyunca birden halim değişti. Bir ay önce rüyada birisi bana: "Git, Azizanın müridi ol" demişti. Onu unutmuştum. Onlardan duyunca bu rüyayı hatırladım.

     

     

     

    Alaüddin Attar (K.S) anlatır: "Şah-ı Nakşibend hazretleri beni kabul edince, kendilerini o kadar sevdim ki, kararım kalmadı. Sohbetlerinden ayrılamıyacak hale geldim. Bu halde iken bir gün bana dönüp: "Sen mi beni sevdin ben mi seni sevdim?" buyurdu.- "îkram sahibi zatınız, aciz hizmetçisine iltifat etmelisiniz, hizmetçiniz de sizi sevmelidir" diye cevap verdim. Bunun üzerine: "Bir müddet bekle işi anlarsın" buyurdu. Bir müddet sonra kalbimde kendilerine karşı muhabbetten eser kalmadı. 0 zaman: "Gördün mü, sevgi benden midir, senden midir?" buyurdu.

     

     

     

    H.791 yılmda vefat ettiler.

     

     

    Mübarek; uzun boylu, buğday benizli, gür sakallı, güler yüzlü idi.

     

     

    http://www.menzil.org dan alınmışdır


  4. 'Hiçbir Filistinli Abdülhamit’i unutamaz'

     

    Zaman’ın sorularını cevaplayan Filistin Başbakanı Haniye, Türklerden her zaman destek gördüklerini vurgularken “Teklif edilen paralara rağmen Abdülhamit, Yahudilerin Filistin topraklarına göç etmelerine razı olmadı” dedi.

     

    Filistin’de seçimleri kazandıktan sonra Türkiye başta olmak üzere birçok ülkeye ziyaretlerde bulunan Başbakan İsmail Haniye, Zaman’a önemli açıklamalar yaptı. İsrail ablukasından El Fetih’le yapılan koalisyon görüşmelerine, ekonomik sıkıntılardan Lübnan’a kadar pek çok konuyu değerlendiren Hamas yönetiminin lideri, Türkiye’den övgüyle söz ediyor. Maddî ve manevî desteğini her zaman yanlarında gördüklerinin altını çiziyor. Türklerin şu anda ve geçmişte kendileri için yaptıklarını hiçbir zaman unutamayacaklarını belirtirken, sözü Osmanlı padişahı 2. Abdülhamit’e getiriyor. Teklif edilen paralara rağmen, Abdülhamit’in Yahudilerin Filistin topraklarına göç etmelerine razı olmadığını hatırlatan Başbakan Haniye, bunu her Filistinlinin bildiğine dikkat çekiyor. Türkiye’de son günlerde kendilerine destek amacıyla düzenlenen gösterilerin manevî açıdan büyük önem taşıdığını dile getiren Haniye, kaçırılan İsrail askerinin kurtarılması için gösterilen çabayı takdir ettiklerini belirtiyor. Haniye, “Tüm bu olup bitenler Türk halkının Filistinlilere kalben ne kadar yakın olduğunu gösteriyor.” diyor.

     

    Başbakan, Türkiye’den taleplerini ise şöyle anlatıyor: “Ramazan ayı öncesi maaşlarını alamayan ve greve giden sağlık ve eğitim personeli konusunda yardım bekliyoruz. Türkiye hukuk, idare ve politika konusunda tecrübelerini Filistinlilere aktarabilir. Büyük bir medeniyet ve modern bir ülke olan Türkiye, stratejik konumunu ve gücünü kullanarak Filistin’e uygulanan ablukanın kaldırılması için önayak olabilir.”

     

    İsrail ablukasının sebep olduğu ekonomik sorunlar (işsizlik ve memur maaşlarının ödenememesi) yüzünden Filistinliler nezdinde popülaritesi hızla düşmeye başlayan HAMAS yönetiminin Başbakanı Haniye, ambargoya tepkili. Amerika ve İsrail’in kendilerine zorla dikte ettirmek istediği şartları kabul etmedikleri için Filistin halkına bu acıların tattırıldığını söylüyor. Ancak, tüm olup bitenlere Filistinlilerin büyük bir onurla karşı koyduğunun altını çiziyor. ABD ve Batılı ülkelerin Filistin’e uyguladıkları ambargonun en önemli dayanağını oluşturan ‘İsrail devleti yok edilmeli’ sözünü hiçbir zaman dile getirmediklerinin altını çizen Haniye, İsrail ile masaya oturmak için şartlarının çok açık olduğunu vurguluyor: “Filistinlilerin doğal haklarının tanınması, Kudüs’ün bağımsız Filistin’in başkenti olması, yerlerinden edilen milyonlarca mültecinin yerlerine yerleştirilmesi ve 10 bin esirin serbest bırakılması.”

     

    İktidara geldiklerinden itibaren, Filistin halkının kötü durumla yüzleşmemesi için İsrail hükümetiyle hemen temasa geçtiklerini kaydeden Haniye, yaşanan süreç hakkında şu bilgileri veriyor: “Başbakanlık bildirisinde de belirttiğimiz gibi eski hükümetlerin yaptığı anlaşmalara bağlı hareket edeceğimizi duyurduk. Ve hükümetimiz bünyesindeki tüm bakanların, muadilleri İsrailli bakanlarla derhal temasa geçmelerini istedik. Fakat maruz kaldığımız muamele, Filistinlilerin hakkı olan aylık vergilerin kesilmesi oldu.”

     

    Filistin’e uygulanan ablukanın kaldırılması için dört bir koldan dünyanın her tarafına ekipler gönderdiklerini, ülke içinde de cumhurbaşkanlığı ve diğer gruplarla temasa geçtiklerinin altını çizen Haniye, Refah sınır kapısından getirilen bir kısım paralar ve toplanan vergilerle maaşların ön ödemesini yapabildiklerini anlatıyor.

     

    Borç yükümüz 2,4 milyar dolar

     

    Kendi dönemlerinde Filistinlilerin maddi olarak çok kötü duruma düştükleri tezini reddeden Başbakan şu tespitlerde bulunuyor: “Bizden önce gelen yardımlar tamamen birtakım politik amaçlara hizmet ediyordu. Politik amaçlarda da önde gelen niyet İsrail’in şartlarını kabul ettirmek ve İsrail’e karşı mücadele edenleri onlara teslim etmek vardı. Fakat biz bu konularda taviz vermedik ve Filistin’in onurunu koruduk. Daha önce de maddi durumumuz anlatıldığı gibi parlak değildi. Düzenli olarak ödenen maaşlar kredilerden karşılanıyordu. Şu anda Filistin Yönetimi 2,4 milyar dolarlık bir borç yükü altında bulunuyor.”

     

    Haniye, seçimleri kazanmalarından itibaren El Fetih ile koalisyon kurmak için ısrarcı olduklarını, ancak başaramadıklarını da dile getiriyor. Kendi hükümetlerini kurduktan sonra da yeni koalisyon fikrinden uzaklaşmadıklarını belirten Haniye, bir süre önce Devlet Başkanı Ebu Mazen ve El Fetih’le sürdürülen görüşmelerde olumlu neticeler aldıklarını ve görüşmelerin ciddi bir şekilde devam ettiğini vurguluyor. El Fetih’in de aralarında bulunduğu koalisyon hükümeti konusunda nihai karara henüz varamadıklarını, ancak görüşmelerin bitmesiyle birlikte yeni hükümetlerini ilan edeceklerini söylüyor.

     

    Zaman zaman Gazze tarafından El Kassam füzeleri fırlatarak İsrail’in kanlı operasyonlar düzenlemesine zemin hazırlayan bazı grupları kontrol edemedikleri yönündeki iddialar konusunda ise Haniye, HAMAS’ın her zamanki politikasını dile getiriyor: “Filistinli silahlı gruplar, Filistin halkının menfaatı için çalışıyor. Ve direniş silahları düşmana yönlenmektedir. Asıl problem işgal silahının Filistin halkına yönlenmiş olmasıdır.”

     

    İsrail’e, Filistin halkına çektirdiği işkenceye artık son vermesi ve çekildiği Gazze’yi de artık özgür bırakması çağrısında bulunan Başbakan, bu durum devam ettikçe İsrail ile masaya oturmalarının mümkün olmadığını kaydediyor. Hizbullah’ın İsrail’e karşı gösterdiği başarının Filistin ve bölge halklarına kırılan onurlarını yeniden onarma fırsatı sunduğunu da ifade eden Haniye şöyle devam ediyor: “Bu direniş ayakta durabilme iradesinin silahtan daha güçlü olduğunu ortaya koydu. İrade oldukça başarı da geldi. Bu direniş Lübnan’ın dışardan gelen baskılara boyun eğmemesinin simgesidir.’

     

     

    ‘İsrail devleti yok edilmeli’ demedik

     

    İsrail ablukasının sebep olduğu işsizlik ve memur maaşlarının ödenememesi gibi ekonomik sorunlar, Hamas yönetimini zorluyor. Amerika ve İsrail’in kendilerine zorla dikte ettirmek istediği şartları kabul etmedikleri için Filistin halkına bu acıların tattırıldığını belirten Başbakan Haniye, yanlış bir kanaati düzeltiyor. ABD ve Batılı ülkelerin Filistin’e uyguladıkları ambargonun en önemli dayanağını oluşturan ‘İsrail devleti yok edilmeli’ sözünü hiçbir zaman dile getirmediklerinin altını çizen Haniye, şartlarının kabul edilmesi halinde İsrail ile masaya oturabileceklerini vurguluyor.

     

    Haniye’nin masaya oturma şartları

     

    Filistinlilerin doğal hakları tanınmalı.

     

    Kudüs, Filistin’in başkenti olmalı.

     

    Yerlerinden edilen milyonlarca mülteci yerlerine dönmeli.

     

    10 bin esir serbest bırakılmalı.

     

     

    zaman.com.tr


  5. gülelim ağlanacak halimize..günümüz türklerini,hepimizi anltan çok iyi bir yazı..biz uyuyaduralım onlar lübnana bomba yağdırsınlar,çeçenistandaki kardeşlerimizi katletsinler ve bunlara mali kaynak oluşturmak için bu markaları üretsinler ve bizde alalım..bir önce kendimize gelmemiz lazım yoksa iş işten geçmiş olacak


  6. Ahiretle ilgili iman esaslarının en mühimi Cennet ve Cehennem'in varlığına inanmaktır. Kur'an-ı Hakim ve sünnet-i seniyyede Cennet ve Cehennem çok açık ifadelerle anlatılmış ve üzerinde çok durulmuştur. Onlardan şüphe etmek veya varlıklarını bir temsil zannetmek küfürdür. Cennet ve Cehennem'le ilgili ayet ve hadisleri inceleyen İslam alimleri şu neticeleri tesbit etmişlerdir:

     

    *Cennet ve Cehennem şu anda yaratılmış olup mevcutturlar. Kur'an ve sünnetin ortaya koyduğu ve İslam alimlerinin ittifak ettikleri görüş budur. Nerede olduklarını ilahi ilme havale etmek en uygunudur.[Aliyyü'l-Kari, Şerhu Fıkhı'l-Ekber, 168; Edib keylânî, Avnu'l-Mürid Şerhu Cevhereti't-Tevhid, M, 1098.]

     

    *Hz. Rasulullah (s.a.v) Efendimiz Mi'raç'ta Cennet'i ve Cehennem'i görmüştür.

     

    *Cennet mü'minlerin, Cehennem ise kafir ve münafıkların son durağıdır.

     

    *Allahu Teala Cennet'i müminlere vadetmiş ve müjdelemiştir. Kalbinde zerre kadar imanı ve Allah sevgisi olan kimseler sonuçta Cennet'e girecektir. Cehennem'i ise kafir ve münafıklara hazırlamıştır. Ondan kaçmaları mümkün değildir. Bu ilahi bir hükümdür. Kesin olarak verilmiş bir sözdür. Allahu Teala'nın her sözü haktır, tahakkuku muhakkaktır.

     

    *Şeytan ve kendisine tabi olan kafir cinler de ebedi Cehennem'dedir.

     

    *Ehl-i Sünnet inancına göre Cennet de Cehennem de devamlı ve ebedidir; son bulmazlar, ikisinde de ölüm yoktur. Hadis-i şerifte belirtildiği üzere, Cennet ehli Cennet'e, Cehennemlikler de Cehennem'e girdikten sonra, Allahu Teala'nın emriyle ölüm bir koç suretinde ortaya getirilir ve boğazlanır. Ölüm de ölmüş olur. İşte o zaman Cennetliklerin sevinci, Cehennemliklerin de hüznü ve kederi iyice artar.(Buhari, No:6548; Müslim, No:2850; Tirmizi, No:2558.) Çünkü artık ölüm yoktur ki ölüp de ateşten kurtulsunlar.

     

    *Cennet, derece derecedir. Sekiz kapısı mevcuttur. Oraya giren herkesin dünyadaki ameline göre bir makamı, irfanına göre derecesi ve manevi lezzetleri vardır. Dünyada Allahu Teala'yı tanıma ölçüsünde ariflere Cennet'te ilahi yakınlık, Cemalullah'tan haz alma ve özel iltifatlara mazhar olmak mümkün olur.(Edib Keylânî, Avnu'l-Mürid Şerhu Cevhereti't-Tevhid, II, 1114.)

     

    Cennet'te en yüksek makam "Vesile" olup Allah'ın Habibi Hz. Muhammed (s.a.v) Efendimize aittir.

     

    *Cennet'te en büyük nimet Allahu Teala'nın cemalini seyretmek olacaktır. Bir büyük nimet de alemlerin Rabbinin Cennet'e girenlerden razı olması ve bir daha kendilerine gazap etmemesidir. Cennetteki en tatlı nimetlerden birisi de bütün alemlere rahmet yapılan Allah'ın Habibi, kainatın Efendisi Hz. Muhammed (s.a.v) Efendimizle buluşmak ve O'na komşu olmaktır. Diğer bütün nimet ve zevkler bunların aşağısındadır.

     

    *Cennet'te görev yapan, mü'minlere selam veren melekler mevcuttur. Reisleri ve Cennetin kapıcısı "Rıdvan" isimli melektir. Cennet hizmetçilerine "Gılman" denir. Erkek mü'minlere hediye edilecek zevcelere "Huri" ismi verilir.

     

    *Dünyada karı koca olanlar, Cennet'te de karı koca olarak beraber olurlar. Kocası olmayan kadınlar veya bakire mü'mineler Cennet ehli olan kimselerle evlendirilir.

     

    *Herkes Cennet'e genç ve güzel bir surette girer. Orada ihtiyarlamak yoktur.

     

    *Cennet'teki nimetler, vaziyet ve haller, dünyadaki nimet ve durumlara benzemez, ikisi arasında sadece isim benzerliği vardır. O alemdeki her şey kendi şartlarına göredir. Orada sadece ilahi dostluk, hamd, zikir, şükür vardır. Nefsin her istediği kendisine verilir. Çalışmak, yorulmak, üzülmek, sıkılmak, usanmak yoktur. Cennet, kesb/çalışma yeri değil, keyf ve rahatlama yeridir. Orası sebepler alemi değil, ilahi kudretin açıkça tecelli ettiği yerdir.

     

    *Cehennem'dekiler için en büyük azap, Allahu Teala'nın kendilerine gazap etmesi ve onlara bir daha rahmet nazarı ile bakmamasıdır. Bütün dehşetiyle diğer azap çeşitleri bunun yanında az kalır.

     

    *Cehennem'de yanıp kül olmak; tükenip kaybolmak ve böylece azaptan kurtulmak yoktur. Ateşte yanan ve eriyen vücut yeniden yaratılır, ilk haline getirilir ve azap taze vücut üzerinde devam eder. Bu hep böylece sürer.(Nisa, 56.)

     

    *Cehemmede görevli azap melekleri vardır. Reisleri Mâlik'tir. Azap melekleri Cehennem'in ateşinden etkilenmezler; ateş onlara bir zarar vermez. Bu melekler Cehennem'dekilere merhamet etmezler, hallerine acımazlar. Allah tarafından kendilerine ne görev verildi ise onu tam olarak yerine getirirler.

     

    Bu bölümü, Zümer sûresinin ahiretteki en son durumu anlatan ayetleri ile kapatıyoruz: Rahman ve Rahim olan Rabbimiz bu ayetlerde buyuruyor ki:

     

    "Mahşerin kurulduğu yer, Rabbinin nuru ile aydınlatılır, herkesin amelinin yazıldığı kitap ortaya konur, peygamber ve şahitler getirilir ve aralarında hakkaniyetle hüküm verilir; onlardan hiç kimseye zulmedilmez."

     

    "Herkes ne amel yapmışsa karşılığı tastamam verilir. Allah onların yaptıklarını en iyi bilendir."

     

    "Allah'ı ve ayetlerini inkar edenler bölük halinde Cehennem'e sürülür. Oraya geldikleri zaman kapıları açılır. Cehennem bekçileri onlara: "Size içinizden Rabbinizin ayetlerini okuyan ve bugüne kavuşacağınızı hatırlatan peygamberler gelmedi mi?" derler. Onlar: "Evet, geldi" derler. Fakat ne çare ki, azap hükmü kafirlerin üzerine hak olmuştur."

     

    Onlara: "İçinde ebediyyen kalacağınız Cehennem'in kapılarından girin; kibirlenip hakkı inkar edenlerin yeri ne kötü!" denilir.(Zümer, 69-75.)

     

    "Rabblerinden korkan ve emrine isyandan kaçınan mü'minler ise, bölük bölük Cennet'e sevkedilirler. Oraya varıp da kapıları açıldığında Cennet'in bekçileri: "Selam size! Tertemiz geldiniz. Artık ebedi kalmak üzere girin buraya" derler."

     

    "Onlar da: "Bize verdiği sözü yerine getiren ve bizi dilediğimiz yerinde oturacağımız bu Cennet yurduna varis kılan Allah'a hamdolsun. İyi amelde bulunanların mükafatı ne güzelmiş." derler."

     

    "O esnada melekleri de görürsün ki, Rablerine hamd ile teşbih ederek Arş'ın etrafını kuşatmışlardır. Artık kulların aralarında adaletle hükmolunmuştur. En son olarak: Alemlerin Rabbi olan Allah'a homdolsun denilir."

     

    Hamdolsun alemlerin Rabbi olan Yüce Allah'a.

     

    Ehli Sünnet İnancı

    Dilaver Selvi


  7. Şeytanın en büyük silahlarından biri insana vesvese vermesidir. Bu vesvese ile ezelde söylemiş olduğu amacı gerçekleştirmek ister; yani insanları kötü yola sevketmek.Bu vesvese kime gitmektedir. Bu soruyu Peygamber Efendimiz (S.A.V) ' e sorarlar ???

     

    Hz. Peygamber, kendisine:

    -Şeytan kimlere vesvese verir , diye soran bir sahabeye şu cevabı vermiştir:

    -Hırsız, içinde bir şey olmayan eve girmez.


  8. -eserden alıntı-

     

     

    "1281-1860 yılında, vanda dünyaya gelmişler... van, başkale kazası arvas köyü... van'ın cenup şarkında; iran sınırına yakın, 2400 metre yüksekliğinde gayet sarp ve engelli bir saha...

    arvas, şeyhleri ve mürşitleri seyyid fehim hazretlerinin de köyü...

    pederi; seyyid mustafa... nesepleri, madde yolundan da kainatın efendisine bağlı: es'seyyid abdülhakim arvasi...

    manevi veraset yoluna gelince:

    zaten hep onun üzerinde gittiğimiz bu davayı, özlü bir takdim cümlesine nasıl sığdırabiliriz?

    tecrübe edelim:

    peygamberlerden sonra insanoğlunun en büyüğü hazreti ebubekir'e sevr mağarasında teslim edilen has oda sırrını, otuz üçüncü el olarak devr ve teslim alıp onu yirminci asırda; makine, türlü keşif, ruhi buhran, içtimai muvazenesizlik, sar'a ve cinnet, hasret ve gurbet asrında, bu asrın ortasına kadar, zerresini feda etmeksizin, en kemalli veraset halinde temsil etmeye memur, eşsiz veli...

    ...

     

    hissettirebildim mi makamının hususiliğini ve ululuğunu?..

    insanoğluna, kendi öz eserinin tahakküme başladığı, madde keşiflerinin insanları burunlarından halkaladığı ve bütün ruh müeyyidelerinin bangır bangır iflasa sürüklendiği manevi panik devrinde kutup; böyle bir devirde her ölçüyü müdafaa ve muhafazaya memur kutup ne demekse, es'seyyid abdülhakim arvasi, o... 14. hicri asrın yenileyicisi...

    devrinin, içli ve dışlı küfür deccallerine ve bunların üflediği felaket cereyanlarına dikkat ederseniz, onun; kimlere ve nelere, insanları çekip kurtaracağı hangi bataklık şartlarına karşı gönderildiğini sezer ve bütün bunlardan bir mikyas çıkarabilirsiniz.

    bu terkibi hükmün, bundan evvel olduğu gibi, bundan sonra da nokta nokta tahlil unsurlarına geçerken, es'seyyid abdülhakim arvasiyi, 2400 metre yükseklikteki sarp yayladan istanbul üzerine inmiş, hakikatte, ışığı milyarlarca senede gelen yıldızların tepesinde, bir feza ve mana kartalı diye takdim edersem sanmayın ki, bir şey söyleyebilmiş olurum."

     

    "arada bir beni paylar gibi konuşmaları, iltifatlarından daha çok hoşuma gidiyordu. tekdir, yakınlığın, sahabetin delili...

    yine bir andı. günahlarımdan bahsediyor, kendimi hudutsuz günaha batmış görüyor, kimseye eş olmayacak bir günahkarlık çapında bulunuyordum. bu şikayetten de bir teferrüd, gizli bir benlik ve gurur kokusu almış olacaklar ki, şu müthiş cevabı verdiler:

    -daha ne günahkarlar gelip geçti bu yoldan... seninki de ne?...

    çarpılıp kaldım. yani;

    -sen onda da bir şey değilsin; merak etme!..

    demek istiyorlardı.

    nefs hilesine ne harikulade karşılık..."


  9. Allah razı olsun arkadaşlar paylaşımlarınızdan ötürü..gerçekten tek kelimeyle mükemmel bir eser..bu kitabı okuyan hiçbir müslümanın tüylerinin diken diken olmayacağını ve hıçkıra hıçkıra ağlamayacağını zannetmiyorum..Allah O'na yakışır bir ümmet olmamızı hepimize nasip etsin


  10. yazar hiç sevmediğim bir yazar..saçmasapan birkaç yazısını okuöuştum..bu da saçmasapan zaten..birkere imanın kimde olduğu belli olmaz..sen başörtülü hanımlara bakarak yorum yapamazsın..ben etrafımda nice başörtülüler gördüm ki kısa etek giyen,vücut hatlarını belli eden elbiseler giyen..ha tabi ki genelleme yapmak doğru değil böyle kadınlar olduğu gibi,başörtülü saliha kadınlarda çoktur..onun için erkekler mi daha dindar,kadınlar mı daha dindar tartışması yapmak çok saçma..asıl önemli olan etrafımızdaki insanlara bakmadan,onlarla kendimizi mukayese etmeden,bir müslümana yakışır biçimde Allah a kulluk etmektir..tek gaye bu olmalıdır

     

    selam ve dua ile....


  11. S.MUHAMMED RAŞİD HZ.LERİNİN VEDA SOHBETİ

     

    Bismillahirrahmanirrahim !

     

    Allah (cc) bize 3 büyük nimet bahşetmiştir.Bu nimetlere çok şükür etmemiz lazımdır.Bu nimetlerden; oruç tutmak, zekat vermek, namaz kılmak Allah(cc)’ın bizlere bahşettiği en büyük nimetlerdendir.

     

    O nimetlerden birincisi ve en önemlisi,Allah(cc) bizleri müslüman olarak yaratmıştır. Allah(cc) müslümanlara cenneti ve içindeki çeşitli nimetleri yaratmıştır ve ebedi olarak orada kalacaklardır. Bizim de bu nimete karşılık ibadetlerimizi arttırmamız gerekir. Allah(cc) isteseydi bizi müslüman değil de kafir olarak yaratabilirdi. Kafirler için ebedi cehennem ateşi ve azabını hazırlamıştır.

     

    İnsan bir düşünecek olursa, bir mum alevine bile parmağını tutsa ateşin acısına dayanamaz. İnsan bilerek bir mum alevine bile parmağını tutmazken nasıl olur da ebedi ateş olan cehennemlik amelleri işler, günahlardan kaçınmaz ve ibadet yapmaz? Bunu düşünerek ibadetlerimizi arttırmalıyız. Allah(cc) bütün dünyanın servetini bize vermiş olsaydı, müslüman olmanın bedelini gene de karşılayamazdık.

     

    Allah(cc)’ın bize sunduğu ikinci büyük nimet; bizleri en büyük ve en son peygamber Hz. Muhammed (sav)’in ümmeti olarak yaratmış olmasıdır. Nasıl ki, Hz. Muhammed(sav) peygamberlerin en efdali ve üstünü ise, Hz. Muhammed(sav)’in ümmeti de ümmetlerin en üstünü olarak dünyaya gelmişlerdir.

     

    Hz. Musa(as) Levh-i Mahfuza baktığı zaman orada Hz Muhammed(sav)’in öyle hasletlerini büyüklüğünü, faziletini görmüş, ki; “Ya Rabbi; keşke beni de Hz. Muhammed(sav)’in ümmeti olarak yaratsaydın, başka bir şey istemezdim.” buyurmuştur. Hz Peygamber(sav) buyurdular: “Benim ümmetimin evliyaları, Beni İsrali’in peygamberleri gibidir.”(bu büyüklük bakımından değil, hidayet bakımındandır.) Eskiden gönderilen peygamberlerin bir kısmı yalnız kendisini irşad etmiş, bir kısmı yalnız kendi aile fertlerini, bir kısmı yalnız kendi içinde bulunduğu kabilesini, bir kısmı da yalnız bulunduğu köyü irşad edebilmiştir. Hz Muhammed(sav)’in ümmeti evliyalar, Mürşid-i Kamiller ise daha fazla irşadda bulunarak daha çok kimselerin(insanların) hidayete ermelerine vesile olmuşlardır.

     

    Allah (cc)’ın bize sunduğu üçüncü büyük nimet; Allah (cc), Hz. Muhammed (s.a.v.)’in ümmetini son ümmet olarak yaratmış, bizleri de ümmetin en son kısımlarında yaratmıştır. Diğer ümmetler binlerce sene toprak altında (kabirde) yattıkları, ve günahkar olanların kabir azabı çektikleri halde, bu son ümmet az bir süre toprak altında yatacaktır ve (günahkarlar içinde) azapları daha kısa olacaktır. Kabir azabı da çok kısa bir zaman sürecektir.

     

    Hz. Muhammed (sav) Miraç’a çıktığı zaman Allah (cc), Peygamberimiz (s.a.v.) ve ümmeti için hergün 25 vakit namazı farz olarak kılmalarını emrediyor. Miraç’tan dönüşe Peygamber (sav) gökte Hz Musa(as)’ın ruhaniyeti ile görüşüyor. Hz. Musa(as), 25 vakit namazın çok olduğunu , ahir zaman ümmetine ağır geleceğini, Allah(cc)’tan azaltması için niyazda bulunmasını Peygamberimize söylüyor.Resulullah(sav) da tekrar Allah(cc) ‘ın huzuruna varıp, 25 vakit namazın ağır gelebileceğini, vakitleri biraz azaltması için niyazda bulunuyor. Allah(cc) 5 vakit azaltarak 20 vakte indiriyor. Resululluh(sav) geriye dönerken tekrar Hz. Musa(as) ile karşılaşıyor. Hz.Musa(as) gene çok olduğunu, ümmetinin buna takat getiremeyeceğini söylüyor ve azaltması için tekrar Allah(cc)‘ın huzuruna gitmesini söylüyor. Bu gidip gelmeler her seferinde 5 vakit azaltılmak üzere, 5 vakit namaza kadar indiriliyor ve her gün 5 vakit namaz kılmaları Hz. Muhammed(sav) ümmetine farz kılınıyor.

     

    Pyagamberimiz(sav), Hz Musa(as)’nın bizzat kendisi ile değil, evrahi ile görüşmüştür. Tabi ki Allah(cc)’ın dostları ölmez , yalnızca nakil olur, yer değiştirir. Onların himmeti, yardımı her zaman vardır.

     

    Hz. Musa(as), Hz Muhammed(sav)’in ümmetinin fazilet ve büyüklüğünü Allah(cc)’ın yanındaki değerini Levh-i Mahfuzda gördükten sonra: “Ya Rabbi; Hz Muhammed(sav)’in ümmeti olamadım, ümmetini bari görenlerden olsaydım.” Diye arzu ediyor. O arada İmam-ı Gazali (ra)’nin oraya geliyor ve Musa(as) ile görüşüyor.

     

    Musa(as):

     

    -“Sen kimsin?” diye sorunca, İmma-ı Gazali:

     

    -“Muhammed oğlu, Muhammed Uluemiroğlu, Hamidoğlu İmam-ı Gazaliyim” diye cevap veriyor.

     

    Bu cevap üzerine Hz. Musa(as):

     

    -“Künyeni neden bu kadar uzun okudun? Yalnızca İmam-ı Gazali deseydin yetmez miydi?” diyor. İmam-ı Gazali(ra) cevap olarak diyor ki:

     

    -Allah(cc) Hazretleri, kelam konuşmaya gittiğin zaman sana kim olduğunu sorduğunda sen kendini tanıtırken; “elinde bastonu, sırtında kepeneği olan çoban Musa’yım” diye künyeni uzun kullandın, sadece Musa deseydin yetmez miydi? diye sorusuna cevap veriyor. Hz. Musa (as) buna cevap olarak:

     

    -Ben Allah(cc) ile biraz fazla konuşabilmek için künyemi uzattım, diyor. İmam-ı Gazali cevap olarak:

     

    -Sen Allah(cc)’ın büyük peygamberlerindensin,Kelamullahsın, kitap gönderilenlerdensin. Onun için seninle daha uzun konuşma şerefine kavuşmak için ünyemi uzattım diyor.

     

    İmam-ı Gazali(ra), zamanın en büyük alimi idi, ama tasavvufu sevmeyen,münkir bir alim. İmam-ı Gazali(ra)’nin kardeşi ise tasavvuf ehli bir zat idi. İmam-ı Gazali’ye ilminden dolayı, her müşkülü olan fetva almaya geldiği halde, kardeşi arkasında namaz bile kılmıyordu.

     

    İmam-ı Gazali(ra) arkasında namaz kılmadığı için kardeşini annesine şikayet etti. Annesi imamın kardeşini camiye, cemaate gitmesi için ısrar etti. Gayesi İmam-ı Gazali’nin gönlünü almaktı.

     

    Gazali’nin kardeşi annesine:

     

    -Anne, onun arkasında benim namazım olmaz, dedi.

     

    Bunun üzerine annesi fazla ısrar etti: “Bak oğlum, o senin büyüğün, sen cahilsin, ağabeyin alim kişidir, herkes ona geliyor, müşkülünü halledip gidiyor, herkesin namazı kabul oluyor da, senin ki neden kabul olmasın? Mutlaka gidip arkasında namaz kılacaksın.” Diye çok ısrar edince imamın kardeşi camiye gidiyor. O gün İmam Gazal(ra)’ye namazdan önce biri geliyor ve hayız(kadınlık hali) hakkında bir sual soruyor. İmam da “namazdan sonra gel, cevabını vereyim” diyor.

     

    Namaza başlayınca İmam devamlı olarak hayız ile ilgili suali düşünüyor ve namazın tamamını cevap hazırlamakla geçiriyor. Bu arada İmam’ın kardeşi devamlı tekbir alıyor(namazda olduğunu hatırlaması için), sonunda namazı bozuyor ve tekrar kılıyor. İmam kardeşinin ikide bir tekbir tekbir almasına ve namazı bozup, tekrar yalnız olarak kılmasına çok üzülüyor ve annesine şikayette bulunuyor. Annesi: “Oğlum, neden ağabeyinin namazına müdahale ettin, cemaatin içinde mahçup düşürecek hareket yaptın, hani bana söz vermiştin, namazı kılıp gelecektin.” Deyince İmam’ın kardeşi annesine:

     

    -“Anne, bir insan göbeğine kadar kana bulanırsa, onun arkasında kılınan namaz kabul olur mu?” diye soruyor ve bu soruyu ağabeyime de sor diyor.Annesi bu soruyu İmam’a aynen aktarıyor.

     

    İmam Gazali(r.a.) namazdaki durumunu hatırlıyor, namazda hayızla uğraşmaktan tam olarak kıldıramadığını ve kardeşinin de keşif sahibi olduğu için haline vakıf olduğunu anlıyor ve daha önce inkar ettiği tasavvuf ve tarikat yoluna giriyor, gerçekleri gördüğü için ve alimde olduğu için kısa zamanda gavs oluyor.

     

    Bu nimete layık olmak için çok çalışalım, Hz. Muhammed(sav)’e layık olmak için çalışalım.

     

    Padişah ne kadar büyük olursa, hizmetçisi o kadar büyük olur.

     

    Hasan Basri(ra) çarşıya çıkmış, bir dükkana oturmuş. Bakmış ki bir adam çarşıda elini kolunu sallaya sallaya , gururlu bir şekilde durmadan geziniyor. Hasan Basri(ra) soruyor: “Bu kimdir, bu kadar gururlu ellerini kolların sallaya sallaya yürüyor?” Orada bulunanlar :

     

    -“Bu şahıs padişahın hizmetçisidir, onun için böyle yürüyor.” Diyorlar.

     

    Bunun üzerine Hasan Basri(ra):

     

    -Ben de Sultanlar Sultanı Allah(cc)’ın kuluyum. Ben neden bu adamdan daha iyi yürümeyeyim dedi ve çarşının içinde ellerini, kollarını sallaya sallaya bir müddet gezindi.

     

    Bizim de çok çalışmamız, çok ibadet etmemiz lazım. Allah(cc); “ İnsanları ve cinleri bana ibadet etsinler diye yarattım” buyuruyor. O’na layık olalım. Allah(cc); “Benim bildirdiğim hayırları yapın” diyor. Allah(cc)’ın azabı gelmeden güzel amel yapın, onun için acele edin.

     

    Bir insan tek başına, yalnızken, günah işleme fırsatı olduğu halde, Allah(cc)’dan korkarak o günahı işlemezse, Allah(cc) ona çok büyük ecir ve sevap yazıyor. O davranış (günahtan kaçış) onun için en hayırlı iştir. Bu durum imanın kemale erdiğinin bir durumudur.

     

    Kalabalıktan çekinerek günah işlemeyen kişiye sevap yoktur, ama yalnızken ve elinden geldiği halde, yapabilecek durumdayken günah işlemeyene çok sevap vardır.

     

    Bütün insanlar, hesapları görüldükten sonra bir kısmı cennete, bir kısmı cehenneme girmek üzere ayrılırlar. Daha sonra ayrıldıkları yere gitmeden önce anne, baba, kız kardeşi hepsi birbirine sarılıp, vedalaşıp ayrılmaları 500 sene sürüyor. Vedalaşma bitince melekler geliyor ve “Vedalaşma sona erdi, artık yeter, ayrılın” diyor ve herkes hak ettikleri yerlere gönderiliyorlar. Cehenneme gidenlere Allah(cc): “ Ey inanlar bensize şeytana ibadet etmeyin, bana ibadet edin, bu gerçek yoldur, diye çok bildirdim.” Allah(cc): “ Ben bugün ağzınıza kilit vuracağım, ellerinizi, ayaklarınızı teker teker konuşturacağım, orada hiçbir şey gizli kalmayacak, Allah(cc) her şeyi görür, Allah(cc)’ın fazlı çoktur.

     

    İnsanın omuzlarında iki melek vardır, işlenen bir günahı, tövbe edilir diye, sağdaki melek, soldaki günah yazan meleğe 24 saat yazdırmıyor, 24 saatten sonra tövbe etmezse bir günah yazıyor. Sevap meleği ise her iyilik ve sevap için 10 ila 70 kadar sevap yazıyor, beklemeden hemen yazıyor. Bundan büyük nimet var mı?

     

    Allah(cc) kulunu affetmek için bir bahane arıyor. Madem ki Allah(cc) öyle istiyor, biz de gayret edelim. Dünya ile mağrur olmayalım, kandırılmayalım.

     

    Sofiler ayakta çok beklediler, onun için sohbetime burada son veriyorum. CUMA 'ya kadar eve gideceğim. Allah(cc) hepimizi affetsin inşallah.

     

    10 EKİM 1993 Pazar, Afyon


  12. evet öyleydi bildiğim kadarıyla..ama şimdide sempatiyle bakanların sayısı azımsanmayacak kadar fazla..lions olsun rotary olsun bu taşeron klüpler yardımıyla türk insanının gönlüne girmeyi ve onlar köleleştirmeyi amaçlıyor bu topluluk..bir okula veya hastahaneye bir sandalye bağışlıyorlar,sonrada koskocaman metal levhayla lions klübü buraya sandalye bağışlamıştır diye reklamlarını yapıyorlar..ne kadar tiksinç bir durum..dinimizdeki ölçü;bir elin verdiğini öbür el bilmeyecek..birde bunların yaptığına bakın..bize düşen görev bunlara kanmamak ve etrafımızdaki insanları bunlara karşı uyarmaktır

×
×
  • Create New...