Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

BDO

Üye
  • Content Count

    18
  • Joined

  • Last visited

Posts posted by BDO


  1. B.D.Y.'nın Para Politikası! diyelim isterseniz..

     

    N-f-k.com yetkilileri, sitenizde yer alan Büyük Doğu Dergisi arşivinde azalma olmuş. Yayın evinden ikaz mı ettiler? Malum Büyük Doğu Dergileri Pecya.com da satışta, iyi para indiriyorlar anlaşılan..

     

    Konuyla ilgili diğer bir başlık:

     

    Büyük Doğu Yayınevi'ne Kınama

    http://www.n-f-k.com/nfkforum/index.php?/topic/12932-buyuk-dogu-yayinevine-kinama


  2. Ayasofya'da Namaz İle İlgili Önemli Duyuru

     

    “Ayasofya’da Bayram Namazı” kılmak iradesini ortaya koyan Alperen Ocakları ve BBP’nin yetkililerine hususen, milliyetçi ve muhafazakâr tüm kesimlere icmalen, mecburî bir ihtar ve duyuru!..

     

     

    BÜYÜK DOĞU OCAKLARI

     

    Eğitim, Kültür, Sanat ve Dayanışma Derneği

     

    “Ayasofya’da Bayram Namazı” kılmak iradesini ortaya koyan Alperen Ocakları ve BBP’nin yetkililerine hususen, milliyetçi ve muhafazakâr tüm kesimlere icmalen, mecburî bir ihtar ve duyuru!..

     

    “Ayasoyfa’da Bayram Namazı” Eylemine Büyük Doğu Ocakları olarak iştirak etme kararımızdan sonra, Alperen Ocaklarının İstanbul il ve ilçe teşkilatlarının başkan ve yetkilileriyle, tarafımızı temsilen bir gönüldaşımız bir görüşme yapmış bulunmaktadır. Bu görüşmeye göre, tarafımıza tarihî ve ibretlik kısa ve öz bir bilgi sunulmuştur;

     

    1- Büyük Doğu Ocakları’nın “Ayasofya’da Bayram Namazı” Eylemine iştirak ve desteğini açıklamasından sonra, hem BBP hem de Valilik cenahından, kendileriyle ilgili bir sıkıntı yaşanmayacağından emin olunmasına rağmen (!), provakasyon yapılacağı şeklinde haber ulaştığı,

     

    2- Referandumun hemen öncesinde “hükümet”i zora sokacak tarzda bir eyleme dönüşebileceği,

     

    3- Problemin dolayısı ile Büyük Doğu Ocaklar’ının katılımından kaynaklandığı,

     

    4- Vs…vs..

     

    Bu bilgiden anlaşılacağı üzere, Büyük Doğu Ocaklar’ının varlığı ve temsili, haysiyetli ve soylu bir eylem iradesini ortaya koyan Alperen Ocaklar’ının önüne ESAS mesele olarak ortaya konmuş bulunmaktadır. Alperen Ocakları’nın insiyatifine tamamen uyacağımız sözünü vermemize rağmen bu yeterli görülmemiş görünüyor.. Varlığımızın, böylesine haysiyetli ve soylu bir eylemin yapılmamasına gerekçe (!) teşkil etmemesi, samimiyetimizin ve maksadımızın şüpheli nazarların kurbanı kılınmaması, dolayısı ile bu gerekçeyi sayın “YUKARIDAKİ”lerin elinden almak maksadıyla, Eyleme desteğe devam etme, fakat iştirak etmeme kararı almış bulunuyoruz… Buna rağmen “Ayasofya’da Bayram Namazı” Eylemi’inden vazgeçilmesi durumunda, bunun muhasebesini aziz milletimize havale ediyoruz!.. Bu havale ile birlikte Referandum meselesine gelince, Referandumda oyumuzun “evet” üstü “EVET” olacağını ilan etmiş olduğumuza göre, bu yönden ne türlü bir zarar oluşturduğumuzu sivri zekâlı “YUKARIDAKİ”lere sormak durumundayız. Aksine “Ayasofya’da Bayram Namazı”na “İZİN VERİLMESİ” yoluyla Referandum’da izin veren siyasî cenahın muazzam bir destek bulacağı ortada iken… “MİLLET İRADESİ” bu yönde gerekçesini oluşturmaktan başka nasıl bir muradımız olabilir?!.. Madem varlığımız şüpheyle karşılanıyor, böyle mutlu ve mesud bir netice için benlik davasına girişmeyeceğimizi ilan etmiş olmanın rahatlığı ile, Alperen Ocakları’na ve iştirakçisi milletimize Ayasofya’yı AÇINIZ! ve bu yolla MİLLETİMİZİN nezdinde samimiyetinizi gösteriniz diyoruz.

     

    Böylece Alperen Ocakları ve BBP yönetimin elinden bir mazeret olarak sunulmaktan çıkarken, aynı zamanda HÜKÜMETE, adam gibi ve millet lehine bir MÜSLÜMAN AÇILIM’na misal olmak bakımından hazır ve samimi bir imkân sunmuş bulunuyoruz!!!..

     

    AYASOFYA’yı MÜSLÜMANLARA’a AÇIN ve EN AZINDAN GÖSTERDİĞİMİZ SAMİMİYETİN ZERRESİNİ GÖSTERMEKLE ŞEREF BULUN!..

     

    Aksi halde… en azından siyasî ahmâk ve korkak olduğunuzu kabul etmiş olacaksınız. Tedbir ve maslahat mazereti sizi gölgeleyemez!..

     

    Bize gelince; Neyi ne için yaptığını bilenlerin eminliği içinde, her türlü yarım oluşu engelleyici tavrımızla, samimi her kesimden mukaddesatçı milletimizi, gözlerimiz ve bileğimiz “BÜYÜK ZUHUR”a mıhlı bir şuurda BİR’leşmek makamına sukûnet ve suhulet ile davet ediyoruz. Bu olay vesilesiyle Rabb’imizin bizi hasım gören gözlere ne türlü bir yiğit duruşu içinde gösterdiğini tekraren görmekten dolayı hamd ediyoruz.

     

    Bu açıklamanın ruhunu görüpte, derdimizi anlamayan, peşin peşin çarpıtmak için dolanan gözün de içine tükürüyoruz!!!..

     

    http://www.buyukdogu.org/haber_detay.asp?id=31


  3. amblem.jpg

     

    Basına ve Kamuoyuna;

     

    Peygamber Efendimizin hadisine mazhar olmak için yüzyıllarca kuşatılan ve uğrunda binlerce şehit verdiğimiz İstanbul'un 1453 yılında Büyük Sultan Fatih Sultan Mehmet tarafından fethi ile birlikte Camiye dönüştürülen ve yaklaşık 500 yıl boyunca cami olarak kalan Ayasofya adeta Fethin Smbolü olarak beyinlere kazınmıştır.

     

    Batılı ve batıcıların işbirlikleri ile mana plandından arındırılıp müze yapılarak Türk'ün "Kara Bahtı" nın başladığı günden beri kapalı bulunan Ayasofya'nın ibadete açılmasını istiyoruz. Her türlü dine hoşgörüyü, kendisine ilke bilip bunu siyaset malzemesi yapanlar bu ülkenin asli unsuru ve sahibi olan Müslüman'ın hakkını iade etmek zorundadır. Mevcut hali ile Ayasofya'nın kapalı oluşu Yunanlı'yı ve "Megalo İdea" sahiplerini güldürmekten başka neye yaramıştır.

     

    Ülkenin kara bahtına son verilmesi, Müslüman Türk halkının yüzünün gülmesi için Ayasofya bir daha kapanmamak üzere açılacaktır. Müslümanlara ve Türklere dünyayı zindan eden Hristiyan ve Yahudilerin suratına tokat misali açılmalıdır Ayasofya.

     

    "Ayasofya Açılsın" demiyoruz, "Ayasofya Açılacak" mutlaka açılacak. Neden açılacak? Çünkü şartlar bunu dayatacak. Mecbursunuz açmaya. İçinden çıkılmaz politikasızlığınız sayesinde açılacak. Hak düşmanı, halk düşmanı ve hakkı ve halkı hiçe sayan politikasızlığınız Ayasofya'yı açtıracak. Hak ve halk düşmanları eliyle mana planından arındırılan mukaddes emanetin sahipsiz bırakılışı tersinden inkılap edecek ve Ayasofya Açılacak.

     

    Bayram namazında Ayasofya'da olacağımızı kamuoyuna saygılarımızla duyuruyoruz.

     

    BÜYÜK DOĞU OCAKLARI

    www.buyukdogu.org


  4. metin.jpg

     

    7 Mayıs'ta Ankara Gazi Üniversitesi'nde düzenlenecek "Necip Fazıl ve Büyük Doğu Fikriyatı Üzerine" adlı konferansın iptal edilmesi üzerine Fikir ve Sanat Kulübü Başkanı Metin Karakoca bir açıklama yayınladı. İşte Karakoca'nın açıklamasının tam metni:

     

    “FİKİR VE SANAT”TAN

    FAŞİST DİKTA REJİMİNE CEVAP

    Duydunuz mu? Gazi Üniversitesi Fikir ve Sanat Kulübü’nün 7 Mayıs 2009 Perşembe günü düzenleyeceği “Necip Fazıl ve Büyük Doğu Fikriyatı Üzerine” isimli konferans, her şey yolunda giderken bir ânda “yukarıdan” gelen bir emirle durdurulmuştur.

    Kulübümüz, üniversitemizde yıllardır süregelen “fikirsiz sosyal faaliyet” çalışmalarından yılmış bir avuç öğrencinin teşebbüsüyle kurulmuştur. Üniversitemiz bünyesinde faaliyet gösteren kulübümüz, temel olarak insan haklarına saygılı her inancı, fikri veya ideolojiyi; resme, müziğe, karikatüre, edebi metinlere, kısaca “fikir ve sanat eseri”ne dönüştürebilecek yetenekli öğrencileri birbirleriyle buluşturup, farklı bakış açılarıyla yeni eserler üretebilecekleri ve verimlerini fikir-sanat tutkunlarına ulaştırabilecekleri bir ortam hazırlamak amacıyla oluşturulmuştur.

    Lâkin bu “insanlık haysiyetini”, yani bizi yakın veya uzak “insandışı” varlıklardan ayıran biricik seçkinliğimizi kavrayamamış, fikir ve sanattan nasibini almamış, varlık sebebi siyasi rant ve koltuk sevdasından öteye geçmemiş olanlar, uzun bir zaman ve yorucu bir emek sonucunda programlanmış konferans organizasyonumuzu bir kalemde silerek, ne kadar anlayışlı(!), ne kadar hoşgörülü(!) ve ne kadar tarafsız(!) olduklarını bir kez daha göstermişlerdir.

    Yazık! Devletin yıllardır fakir milletimizden topladığı vergilerle “bir yerler”e gelenlerin, vatanın ve milletin yarınını kendi devraldıkları noktadan öteye götürmek isteyen gençlerin emeğine duydukları kin ve bu gayretleri sabote etmekte gösterdikleri maharet, son haddiyle üzücü ve düşündürücüdür.

    “İnanç-fikir-sanat düşmanı” Faşist dikta rejiminin her köşede bir çıban vermiş niteliğini, ömrü boyunca susturulmak istenen Şair’in “Tahlil için Haliç'in neresinden numune alırsanız alın hep aynı sonuç çıkar!” mealinde çerçevelemesi gibi, üniversitemizde cereyan eden bu hadise de, devlet çapındaki “kurumsal” başıbozukluğun kurumumuza yansımasından başka bir şey değildir. Biz çok iyi biliyoruz ki, bu gelişme gençlerimizi düşünmekten çok uyuşturmaya teşvik edici ve uyuşturulmuş bir gençlik üzerinde saltanat kurucu malum “dikta”nın buradaki uzantılarının eseridir yalnızca.

    Özgürlük, eşitlik, insan hakları, emek ve dayanışma nutuklarının havada uçuştuğu bir demde; yani devletçe resmî bayram ilân edilen “1 Mayıs Emek ve Dayanışma Bayramı”nın hemen arifesinde (30 Nisan 2009) vuku bulan bu rezalet, uzun süre hafızalardan silinmeyecek bir soru işareti olarak üniversite tarihimizdeki yerini şimdiden almıştır.

    Kimdir bu cinayetin faili? Ülkücülük maskesi takınmış ve bu maskeyi şahsi menfaatleri uğruna dilediğince şekillendiren; Ülkücülük fikriyatının temellerinden Necip Fazıl’ı sadece “şair” olarak gören (ve fikriyatını görmek istemeyen!), hür iradesiyle değil de aldığı emirlerle hareket eden, Şair’in “Gençliğe Hitabe”sinde “Komik Üniversitesi, Hokkabaz Profesörü” diye nitelendirdiği ve devlet paradigmasının dolap beygirinde “demokrasi kılıklı dikta”ya su taşıyan üç beş “fikir korkağı”dır bunlar! Yazık!

    Peki ya bundan sonrası? Elbette “Fikir ve Sanat”, her zamankinden daha güçlü bir şekilde ve “Öldürmeyen darbe güçlendirir!” şiarıyla yoluna devam edecektir. Yaşadığımız bu sürecin bizi korkutacağı veya susturacağını planlayanlara böyle yapmakla neyi “başardıkları”(!), bir sonraki faaliyet ile pek güzel gösterilecektir.

    Yarın Elbet Bizimdir, Elbet Bizimdir.

    Gün Doğmuş, Gün Batmış Ebed Bizimdir.

    Kimsenin kimseyi tehdit veya tahrik etmeden kendini ifade edebilme özgürlüğünün sağlandığı, anarşizmin durdurulduğu ve her fikrin insanlığa hizmet etmek için birlikte hareket edebileceği noktaların saptandığı, üstelik ayırıcı değil de ortak noktaların ön plana çıkarıldığı bir Türkiye özlemi ile başlattığımız bu mücadele, sonuna kadar sürecek ve sürdürülecektir.

    Teşekkür:

    Davetimizi geri çevirmeyen Sayın Saadeddin USTAOSMANOĞLU’na

    Programımızın her ayrıntısıyla yardımlarını esirgemeyen Sayın Ümit ELÖNÜ’ne

    Desteğiyle ve ilgisiyle her saniye yanımızda olan Sayın Hayreddin SOYKAN’a

    Sonucu malum fakat geleceğe gebe bu programın vücud bulmasını sağlayan yukarıda adı yazılı mühim kişilere teşekkürü bir borç bilirim.

     

    Gazi Üniversitesi Fikir ve Sanat Kulübü Başkanı

    Metin KARAKOCA

     

    nfk%20mk2.jpg


  5. Saadet partisi ve bir grup sivil toplum örgütlerinin düzenlediği FİLİSTİN MİTİNGİNDEYDİM.Onca resim , onca döviz ve pankart arasın da Üstadın resmi ve Büyük doğu pankartı malesef yoktu.Üstad gençliği mitingler de boy göstermeli mi? Ne yapılabilir?

     

    Sayın Bozkurt,

    Çeşitli illerde (Malatya, Konya, İstanbul, Kütahya) düzenlenen mitinglere Büyük Doğu Ocakları mensupları olarak destek verdiğimizi bildirmek isterim.


  6. Ziya Gökalp Milliyetçiliği

     

     

     

    Zeynep Dilşad Karaca

     

     

    Atatürk’ün ‘‘etimin ve kemiğimin babası Ali Rıza Efendi ise fikrimin babası O’dur’’ dediği ve Kemalizm’in tezahüründe milliyetçilik anlayışını oluşturan Ziya Gökalp’in görüşleri önem arz eder. Bu milliyetçilik anlayışı bugünün ülküsü çerçevesinde de kimilerince hala kabul görmekte ve ‘aydınlanma’nın anahtarı kabul edilmektedir. Türkiye’de sosyolojiyi kurumsallaştıran, sosyolojinin akademik kurucusu Ziya Gökalp’in temel sorunu olan kimlik problemi ve bu sorun etrafında şekillendirdiği görüşünün etkili olmasının en önemli sebeplerinden biri sosyolojinin kurumsallaşmasıdır.

     

    Ziya Gökalp deyince akla ulus, millet, sosyoloji, hars-medeniyet (milli kültür-medeniyet) ayrımı, millet bilinci, Türkçülük veya Türkleşmek, İslamlaşmak, muasırlaşmak gibi ideolojisinin temel prensipleri olan kavramlar gelir. Ve elbette kaynak şahsı Durkheim… Gökalp de Durkheim’ın görüşü olan ‘toplum insandan öncedir’ anlayışıyla hareket eder. Aslolan toplumun düzenliliğini ve sürekliliğini sağlamaktır. Toplumdaki tüm çıkar ve farklılıklar bir yana bırakılıp toplumun varlığı üstünde durulmalıdır. Ferdin sosyalleşmesi ‘kollektif bilinç’ kavramıyla açıklanır. Kollektif bilinç; insanın içinde yaşadığı toplumun bilinmeyen, tarih öncesinden kaynaklanan sevinç ve üzüntüleri üzerine oluşturulan ortak ihsastır. Mesele kollektif bilincin nasıl şekillendiği meselesidir. Gökalp ‘kollektif şuur’a ‘millet şuuru’ der. ‘‘Bir topluluk fertlerinin ortak vicdanında şuurlu bir bilinçlenme olmadıkça sosyal bir toplum niteliğini kazanamaz.’’(1) Buna göre Meşrutiyetten önce ‘biz Türk milletiyiz’ kavramı Türklerin ortak şuurunda yerini bulamadığı için Türk milleti de yoktu. Millet şuurunun olmadığı yerde geçici topluluklar vardır. Toplulukların millet şuurunda olması ise toplumu oluşturur ve ölümsüz yaşayacak olanlar toplumlardır, yani milletlerdir. ‘‘Ziya Gökalp’e gelinceye kadar, Tanzimat ve Tanzimat sonrası fikir adamında Garplı tesir, (Bonmarşe)den satın alınmış ve Türk evinin bir köşesine oturtulmuş, oyuncak bir (maket) halindedir. İlk defa olarak Ziya Gökalp’ta bu muamele, Karabük fabrikası gibi, fikir topraklarımız üzerine kurulmuş, ciddi bir tesis manzarası arzeder. Muharrik kuvvet, makine, cihaz kendisinin değil, fakat tatbik sahası, ham madde ve iş kendisinindir. Ziya Gökalp’in (Dürkhaym)cılığını böyle anlamak ve onu, maskara (Güstav Löbon) ve (Beykın)cılardan böylece ayırt etmek lazımdır.’’(2)

     

    Gökalp 1915’te kurduğu Darü’l İçtimaiyyat’tan önce çıkardığı İçtimaiyya mecmuasında Durkheim’dan çevirilere yer verir. Bunlar akademik olarak kurumsallaşmanın işaretleridir. Üstad’ın tespitiyle Gökalp, giden Şarkla gelen Garp arasındaki mahsup sırrını ve kıymet hükmünü heceleyecek görüş çapında olmamakla beraber –kimilerince sosyolojinin gerçek kurucusu olan- Durkheim’in yöntemini, işlevini kaynak olarak kullanıp bünyesine tahvil etmesi mahiyetinde ıslahçılık davasında en büyük fikir hissesinin verilmesi gereken şahıstır. ‘‘Birinci Dünya Harbi kadrosu içinde Türk cemiyeti, Tanzimat dan beri ilk defa olarak, halis ve şahsî öz fikir adamına kavuşur gibi olur. Hiçbir felsefe mektebi ve fikir sisteminin tam ve tek mümessil mübdii olmasa da, Ziya Gökalp okuduğunu anlamış, Garpla temasını en mahrem planlara kadar derinleştirebilmiş, meyil ve nisbet gösterdiği fikir sistemini kendi ferdî ve içtimaî şartları içinde yoğurmaya çalışmış, onu samimi bir şahıs ve millet davası haline getirmeğe savaşmış, ilk Türk tefekkür adamıdır.’’(3)

     

    Gökalp’in Türkçülüğü, halk arasında kalmış olan Türk kültürünü arayıp bulmak ve Batı medeniyetini tam ve canlı bir biçimde ele almak suretiyle Türk milletini yükseltmek demektir. Bu ‘Türklük şuuru’ kendini arama ve bulma iştiyakının ilk hamlesiydi. Formül; ‘Türk milletindenim, İslam ümmetindenim, Batı medeniyetindenim’. ‘‘Türkçüler tam olarak Türk ve Müslüman kalmak şartıyla Batı medeniyetine tam ve kesinlikle girmek isteyenlerdir. Fakat Batı medeniyetine girmeden önce, milli kültürümüzü arayıp bularak ortaya çıkarmamız gerekir.’’(4) Kültür tek bir milletin ahlaki, hukukî, bediî, ekonomik, dinî, yaşayışlarının müşterekliği ve uyumudur. Medeniyet ise bu unsurlarda müsavi gelişmişlik mertebesinde bulunan birden fazla milletin içtimaî hayatlarının müşterekliğidir. Yani kültür milli olduğu halde, medeniyet milletlerarasıdır. Kültür içine giren şeyler insanların istekleri ile sun’î olarak oluşmamıştır. Medeniyet ise kişisel iradelerle oluşan, yöntemlerle meydana gelen bir yapıdır. ‘Millet’in kelime manasını ele almadan sosyo-kültürel bir yapı olduğunu göz önünde bulundurursak ve milliyetçiliği de bu millet tanımından hareketle bir ideoloji olarak değerlendirirsek Türkçülük anlayışında milleti meydana getiren maddî ve manevî unsurlardan en önemlisi olan mefkure birliğini ‘Türk milleti, İslam ümmeti, Batı medeniyeti’ formülü içinde Türk kültürünü ve Müslüman kimliğini kaybetmeden muasır medeniyet olan Batı medeniyetine erişmek olarak izah edebiliriz. Bu Batı medeniyetine geçme serüveni içinde Türk islamla birlikte içinde bulunduğu Doğu Medeniyeti’nden çıkmalı ve elindeki değerleri Batı Medeniyeti’ne nispet etmelidir. Bunun pratikteki tezahürünü Ziya Gökalp’in ‘Türkçülüğün Esasları’nda görürüz; dilde, estetikte, ahlakta, hukukta, dinde, ekonomide, siyasette ve felsefede Türkçülük… Her unsurda mefkûrenin Batı Medeniyeti olmasına binaen bir arayıp bulma, ortaya çıkarma ve sahiplenme varken din sahasında bazı değişiklikler yapılması gerektiği düşüncesi önemi haizdir. Zira İslam denildiğinde Türk’ün kimliğiyle bütünleşmiş bir medeniyet anlayışı da tecelli etmektedir. Bu medeniyetten diğerine geçmek, muasırlaşmak için yapılması geren şey buradakileri oraya irca etmektir; Türkçe ezan, Türkçe ibadet vs… Burada peşin kabul ve redd tavrından ziyade iş siyaset bilimi ve felsefesinin eline geçmelidir. Zira ideolojik tavra ‘neden, niçin’ lerle yaklaşmak boş ve anlamsızdır. Önemsenmesi gereken şey başta koyulan mefkûre ve ele alınan ıstılahların değerlendirilmesidir. Bu minvalde milliyetçilik anlayışının ‘devlet’in teşkilatlanması akabinde tecelli eden bir görüş olduğunu söylersek yanılmış olmayız. İçtimai ilişkilerle ortaya çıkan kimlik ve örgütlenmenin en üst düzeyi ‘devlet’ olarak karşımıza çıkar. Böyle bir örgütlenme zaruretinin en önemli sebepleri toplumlar arası çatışmalar ve üretimde düzenliliğin sağlanması ihtiyacıdır. Bu, ‘devlet’in sosyolojik esasları kabul edilirken daha önce de belirttiğimiz gibi Gökalp ‘insan toplumdan öncedir’ fikrini savunmaktadır. Bundan kasıt, her ferdin bir topluma ait olması, aidiyetle dünyaya gelmesidir ve buna göre de ferdin vazifesi içinde bulunduğu toplumun kültürünü keşfederek muasır medeniyete irca etmesidir.

     

    Devletin teşkilatlanma tekâmülü için sosyolojiye bakıldığında site devlet-imparatorluk devleti-feodal devlet-modern dönemde ulus devleti ve nihayetinde uluslar-üstü bir yapılanmaya gidilen bir tekâmül çizgisi karşımıza çıkar. Zaruretten ortaya çıkan bir teşkilatlanma bu tekâmül çizgisinde tutunacak bir dal, ayakta kalmak için bir ‘mutlak’ meydana getirmiş ancak son raddede ona koyulan nokta mevcudiyetinin yitirilmesi olmuştur. Elbette bu tekâmül çizgisi ve devlet anlayışı bize Batı’nın mirasıdır. Tarihi arka planında Batı, karşılaştığı sorunları devlet olmadan da çözmüş, devleti hep tırnak içine almış. Buna mukabil Doğu’da devlet Tanrısal bir güç, Tanrı’nın yeryüzündeki temsili olarak düşünülmüştür. Batı’da devletin ortaya çıkışındaki zaruretler ferdidir ve çizilen tekâmül çizgisinde de hep o ferdiyetçiliğin izleri görünür. Kendi yayılmacılığını meşrulaştırmak için, kendi dönemlerini âlemşümul kılma çabası içine girmektedir. Bu yüzden Fransız İhtilali’nin en önemli ilkelerinden biri de ‘evrenselcilik’ olmuştur. Bütün bunlar, bir mefkûre olarak belirlediğimiz ve çerçevesi içine soktuğumuz içtimai bütün unsurları tahvil etme gerekliliği içinde olduğumuz Batı Medeniyeti’nin sadece Türk’e değil her millete biçtiği sonun mevcudiyetini yitirmesi olduğunu göstermeye yeterlidir.

     

    Ziya Gökalp Tanzimat ve Tanzimat sonrası fikir adamındaki Garplı tesiri kendi bünyesine mal ederek Türkçülüğü oluşturmuş ancak son tahlilde iş muasır Garp medeniyetine ulaşmak için örülmüş hususî bir dünya görüşü kaynağından mahrum bir ideoloji ortaya çıkmıştır.

     

    Bir adam düşünün ki duvara ateş ediyor sonra vurduğu noktanın etrafına halkalar çizerek o noktayı merkez kılıyor. Oysa önce merkezi belirleyip sonra oraya nişan alması icab ederdi. Üstad’ın ifadesiyle; ‘Büyük ruh zemininden yoksun bir hamle’, ilk hamle… Osmanlıca’da ‘millet’ kelimesi Arapça aslî manası içinde ‘din, inanç, şeriat, bir din veya mezhebe bağlı olanların tamamı, ümmet…’ gibi dinî anlamlar ihtiva eden manasıyla kullanılmış 20. yy başlarında ise Fransızca/İngilizce nation kavramına karşılık olarak kullanılmaya başlanmıştır. Bu kelime manası içinde ‘milliyetçilik’ de ‘ümmet’e tekabül etmektedir. ‘‘Demek ki, zaten asılda ve lugatta bir kavmin ruhunu dayadığı iman kaynağı manasına gelen ve son zamanlarda gerçek delaletinden kaydırılıp kavmiyet manasına kullanılmaya başlanan milliyetçilikten anladığımız, bir zarf işi olmaktan ziyade bir mazruf işi; ve mazruftaki dünya görüşüne, insan, cemiyet ve kainat telakkisine bağlı bütün bir tahassüs, tefekkür, eda ve ifade kadrosu işçiliğidir.’’(5)

     

    Ve işte cihan ölçüsünde milliyetçilik!

     

     

    1-Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları, Toker Yayınları sf 76-77

    2-Necip Fazıl Kısakürek, Tanrı Kulundan Dinlediklerim, sf 183

    3-Kısakürek, sf 183

    4-Gökalp, sf 50

    5-Necip Fazıl Kısakürek, İdeolocya Örgüsü, sf 404

     

    (Büyük Doğu Ocaklar 1. Sayı)


  7. İTİKADİ, İDEOLOJİK ve SİYASİ BİRLİK

     

     

     

    Abdullah Kuloğlu

     

     

    [email protected]

     

     

    Dünya üzerinde her türlü birlik esasta itikadi bir mahiyet üzerinde inşa edilmiştir. Dolayısı ile ister ilahi, ister beşeri tüm tezlerin zımnında yatan belli bir itikattır. İnsani hakikatin, insani tavrın, iş ve aksiyonun bu şekilde ele alınışı bugünün diliyle idealist bir tahlil ve terkibin ifadesi olarak ele alınabilir olsa da, esasta kaçınılmaz olanın itirafından başka bir şey değildir.

     

    İnsan farkında olsun veya olmasın, ister deha ister avamdan olsun, belli bir fikri tavrı sergilerken açık veya gizli itikadi bir teklifin sahibidir. Saf bir itikadi âleme aidiyet, bazen öylesine örtük olabilir ki bunun inşaatını yapmak açık ve görünür bir tarzda muhatabınıza gösterebilmek muhal olabilir. İtikadi âlemi, insani her türlü oluşun temelinde açıklayıcı “esas” olarak ele aldığımız zaman bunun bu şekilde ifade edildiği yerde, diğer âlemlerin pasif, cansız ve ifadesiz olduğu söylenebilir. Şüphesiz biz belirleyici olanın, “itikadi” esas olduğunu söylerken, bu esasın dışında var olanların gerekli araz rolünü işaretlemiş oluyoruz.

    Esasın gözükmesi için gerekli araz!...

     

    Her itikadi tavır, aynı zamanda dışta bırakma misyonuna sahiptir. Tersinden söylersek; her itikadi tavır aynı zamanda dışa karşı sizin birlik şartınızdır. Fakat şunu hatırlatmakta fayda var, aynı itikadi tavırda birlik, ideal birliğe nispetle sadece birliğin kök ilgisini ortaya koyar. Yani itikadi birlik, bütün birlik manasına gelmez. Zıddından, yani kök yönünden ayrı fakat dallarıyla tamamıyla bir olan bir yapı ise asla birlik olmanın hakkını veremez. Bu tip birlikler, bloklar, ortaklıklar ancak ittifak ile ifade edilebilirler.

     

    Öyle ise tam ve bütün bir birlik için ölçü, ancak “itikadi” birliğin varlığıdır. Tam ve bütün birlik denildiğinde, “itikadi esas”ın bütün insanî iş ve oluş zeminine kadar belli bir anlayışla bütünlenmesini kast ediyoruz. Bu açıdan bir bünye haysiyetine sahip “itikadi birlik” durumunun ancak “ideolojik” ve “siyasi” birliğinde sağlanması ile mümkün olduğunu anlatmak istiyoruz.

     

    Biz Allah resulünün bildirdiği ve bu bildirilenleri bize bildiren ehli sünnet alimlerinin çerçevelediği “ehli sünnet “Akaidi”ne bağlı bir ümmetiz. İslam milleti denildiğinde anladığımız ve anlattığımız budur

     

    Yani bizim ”itikadi” esasımız ve birlik şartımız İslam’dır. Dikkat edilmesi gereken bir husus şudur; sadece bizim için değil tüm ilahi ve beşeri “itikadi” davetler içinde geçerli olan ”itikad”ın değişmez ve …… durumdur. İnsanlık tarihinin esaslı bir incelemesinin de açıklıkla bize gösterdiği bin bir farklar içinde daima yükselen ve alçalanın “itikadi” yükseliş ve alçalışların olduğudur. Bu değişmez unsura mukabil, eşya ve hadiselerin sürekli değiştiği buna dair bildiğimiz ve hakimiyetimizin çeşitlendiği değişen unsurlarda vardır. Öyle ise şunu söyleyebiliriz; insanî çaba değişmeyenenin, değişen üzerinde sürekli bir hakimiyet kurma çabasından ibarettir.

     

    Baştan buraya kadar genel izahını vermeye çalıştığımız “itikadi esas” unsurunun birlik davası açısından olmazsa olmaz durumunu da belirtmiş oluyoruz. Fakat “itikadi esas”ta birliğin, kâmil birlik için yeterli olmadığını da izah etmiş bulunuyoruz. Eğer alem statik olsaydı, insan alemde “neyse o” durumunda, ……… olsaydı, şüphesiz “itikadi esas”a bağlı kamil birlik davası, olup biten ve insani çabayı fuzuliye çıkaran bir dava-sızlık olurdu. Yani böyle bir dava olmazdı. “İtikadi esas”ın bildirilen olduğu açık ve menfii bozulmuş haliyle yine bildirilenden aparma çeşitleriyle malum olduğuna göre, yani hak ve batıl şekilleriyle bildirilen oluşları ile insani çaba dışında kaldıklarına göre, insani çabayı manalı kılan insani misyonun açıklayıcısı, değişen eşya ve hadiselerin varlığıdır. İnsani misyon böylece bağlı olunan itikadi esas”ın değişen eşya ve hadiselere hakim bir tatbiki çabasıyla izah edilebilir. İşte bu noktada insani, beşeri, zanni yani mutlak olmayan “ideolojik” ve “siyasi” insan ürününden bahsedilebilir oluruz. “itikadi esas” mutlak ideolojik ve siyasi esaslar ise mutlak olanın sürekli ve yeniden tatbikine dair insani faaliyetin genişliğine en yüksek çabasıdır. Artık bu aşama için içgüdü temelli insani faaliyetlere nazaran ayırıcı bir çizgi çekmek faydalı olacaktır. Üstün ve gerçek insani çaba, hatta insani tek çaba ideolojik ve siyasi aksiyonudur.

     

    İdeolojik ve siyasi aksiyonun insan oluşumuz, insan olarak varlığımızı izah ve ispat için gerekli ve şart oluşu şüphesiz bizi “itikadi esas” ile insani aksiyonun çeşitli yönlerden tahliliğine zorlar.

     

    Ehl-i sünnet akaidinin bizim için yukarıda “itikadi esas”ile ifade etmeye çalıştığımız değişmez ve bildirilen hakikatimiz olduğu açık olduğuna göre yazımızın konusu olan birlik meselesine nispetle “ancak mü’minler kardeştir” mutlak ölçüsü nasıl anlaşılmalıdır?...

     

    Bu temel soruya vereceğimiz cevap kuşkusuz İslam ümmetinin en temel meselelerinden birine el atmak demek olacağından tefsilini ele almaktan ziyade, gerekli unsurlarını işaretlemekle yetineceğiz.

    Bu gerekli unsurlar üç temel birliğin tesisi ile mümkündür.

     

    1-) İTİKADİ BİRLİK

    2-) İDEOLOJİK BİRLİK

    3-) SİYASİ (POLİTİK)BİRLİK

     

    İTİKADİ BİRLİK ZEMİNİ

     

    İtikadi birliğimizin temel ve tartışılmaz unsurları;

     

    a)Kelamda; Maturidi ve Eşari

    b)Amelde; Hanefi, Şafii, Maliki ve Hanbeli mezhepleridir.

     

    Bizim açımızdın ve ümmetin kahir ekseriyeti açısından bu alan tartışmaya kapalıdır.

     

    İDEOLOJİK BİRLİK

     

    Bu başlığın ihtiva ettiği öz itikadi birliğimizin esaslarını eşya ve hadiselere hangi anlayış ve ölçülerle ve hangi tatbik fikri için “nasıl ve niçin” ele aldığımızı gösteren fikri birlik zeminidir.

     

    Bugün İslam dünyası bu alanda esaslı bir ideolojik teklifin sahibi değildir. Böylesi bir teklifin sahibi olmak şuurunda bile değildir. Kendi içinde tezatsız ve bütünlük haysiyetine sahip ümmetin aksiyonunu emrine vermek yoluyla itikadi birliğini fikri zemine taşıyabileceği ve böylece görünür ve gören duyan ve söz söyleyen yani etki eden ve etkilenen bir ideolojik zeminden yoksundur.

     

    Dolayısı ile bu eksikliğin öncelikle his ettirilmesi bunun “birlik” için şart olduğunun izahı gerekmektedir.

     

    Bu konuda esaslı tek teklif Büyük Doğu dünya görüşüdür. Çeşitli insan meselelerine dair teklifleri ve itikadi esaslara uygunluğunun yerindeliği ile İslam ümmetinin tek dünya görüşüdür. Sadece bir nizam ihtiyacını belirten Nizam-ı Alem gibi veya Milli görüş gibi destekleyenleri nazarında bir muhtevaya sahip olduğu zannının maliki değildir. Pakistan’da, Mısırda veya Filistin’de bir teklif olma iddiası ile ortaya çıkan çok çeşitli eserlerin ağır eleştirilere acil ve acemice cevapları gibide değildir. Şüphesiz bu tür çaba ve iddialara öyle ya da böyle bir eksikliğin ihtarcısı olarak değerlendirilebilir. İtikadi ideolojik ve siyasi ağır bir asimilasyonun bunaltıcı baskısı altında el yordamı ortaya atılan bu tezlerin geçmişte menfi ve müspet etkilerini ele alacak değiliz. Fakat şunu söylemek durumundayız ki; geçerli veya değil zamanında başarılamayan ve bir dünya görüşü haysiyetine malik olamayan bu tezlerin adeta kemikleşmiş bir slogana dönüşmüş olması, ümmet açısından tam bir handikaptır oysa başta da açıkladığımız gibi ideolojik muhteva değişen eşya ve hadiselere karşı fikri hakimiyet çabamızın ürünüdür. Ve bitmeyen bir oluşu canlı, dinamik bir süreci temsil eder.

     

    SİYASİ BİRLİK ZEMİNİ

     

    Siyasi birlik ideolojik muhtevanın yani dünya görüşünün yani tatbik edilmek istenen sistem haysiyetine malik bütünün, nasıl hakimiyet kuracağı, etrafındaki meselelere verdiğimiz cevaplardan oluşur. Siyasi-politik tavır artık eşya ve hadiselerin mukavemet eden sıcaklığına en yakın olduğumuz zemin üzerinde yürür. Şüphesiz bu durum daha seri, daha dakik bir süreçtir. Zemin yapısı gereği daha karmaşık ve belirsiz itikadi ve ideolojik bütünlüğün güven veren rahatlatıcı eksiğinin zıddına taciz eden yıpratıcı ve kafa karıştırıcı bir süreçtir. İşte tamda bu yüzden ideolojik birlik şarttır. Zira ideolojik birliğin mensuplar üzerinde ahenkleştirici kuvvetleri keşifleştici birlik duygusunu besleyici eşya ve hadiseler karşısında ortak bir “dil” ve “tepki” vermeyi mümkün kılıcı hayati öneme sahip bir etkisi vardır. Yani ideolojik birlik siyasi birliği yoğunlaştırdığı gibi aynı zamanda siyasi gücüde oluşturur. Son yüzyılda ülkemizde ve tüm İslam coğrafyasında yaşadığımız ortak tecrübenin bize gösterdiği gibi hepimizin az çok hissettiği siyasi birlik ihtiyacı sırf lider şahsiyetler merkezinde yürütülemez

     

    Aksine itikadi ideolojik ve siyasi birlik fikri-dikkat ediniz ihtiyacı değil-lider şahsiyeti doğuran yetiştiren bir sürecin dinamik yapısını zorunlu kılıyor.

     

    Siyasi birlik meselesinde kafa karıştırıcı konulardan bir tanesi de siyasi birlik ile siyasi ittifakın karıştırılmasıdır

    Ayrı itikadi ideolojik bir birlikle şüphesiz ana gayeniz için yaptığınız ittifak bir birlik değildir karşılaşılan çeşitli güçlükler karşısında bu güçlükleri aşmak için yapılan ittifaklar siyasi tavrın devamıdır.

     

    Şüphesiz bu üç temel zeminde birlik ideal durumdur. Bu konuda itikadi birlik içinde olduğumuz kesimlerle kuvvetli bir diyalog içinde olmalıyız. Eğer bu mümkün olmaz ise siyasi birlik ve ittifaklara gitmeliyiz.

     

    İslam ümmetinin bu çöküş manzarası karşısında bugüne kadar ortaya koyduğu ve yaşadığı tecrübeler, bize bu üç temel zeminde birlik için çalışmamız gerektiğini söylüyor. Şüphesiz “Büyük Doğu Ocakları” bu üç temel zeminde birlik için elinden gelen çabayı sergileyecek ve tüm İslam ümmeti için kurtuluşun gerektirdiklerini yapmaktan çekinmeyecektir

     

    Romantik birlik temennilerinin aksine, bunun dinamiklerine ve gereklerine davet ediyoruz.

     

     

    Büyük Doğu Ocakları Dergisi 1. Sayı


  8. 2. Sayı İçeriği

     

    Geliyorlar

    Üstad Necip Fazıl Kısakürek

     

    Ocak'dan

     

    İdeolocya Örgüsü - Orkestra, Senfonya ve Biz

    Üstad Necip Fazıl Kısakürek

     

    Derinliğine Dünya Görüşü Ve Birlik

    Abdullah Kuloğlu

     

    Şartların Dayattığı İhtiyaca Cevap, Anın Vacibi: Büyük Doğu

    Mehmet Yılmaz

     

    Türk’ün İslam Ülküsü: Başyücelik Ülküsü

    Mehmet Kaya

     

    Diyalog Ama Kiminle

    Yusuf Söylemez

     

    Büyük Doğu ve Türk Töresinin Yeniden Dirilişi

    Abdullah Kuloğlu

     

    Aynalar

    Hayrettin Soykan

     

    Beklenen Kurtarıcı - 2

    Selim Gürselgil

     

    Yeniden Tam Bağımsız Anadolu

    Tuncay Aksoy

     

    Röportaj - Doğu Türkistan Maarif ve Dayanışma Derneği

    F. Yasin Köroğlu

     

    Kamu Yararı ve Bizim Mahallenin Ahlakı

    Zeynep Dilşad Karaca

     

    Hadiseler Etrafında Sohbetler

    Yavuz Selim

     

    Politikasızlık Sürecinde "Komplo Teorisi" Teorisizliği

    Kürşad Derviş

     

    Bacımın Örtüsü

    Nurullah Varol

     

    Neden Türk-İslam Ülküsü

    Es-Seyyid Ahmed Arvasi

     

    İki Güneşle Karanlıktayız

    Muhammed Doğan Kaya

     

    Dünya ve Ahiret Dengesi

    Abdulvahap Varol

     

    Nübuvet Yolunun Son Halkası

     

    Asr-ı Saadetten Tablolar

     

    Anadolu'da Gündem

     

    Büyük Doğu Coğrafyası

     

    Prensiplerimiz - Milliyetçilik

     

    Resim Sanatı

    Rukiye Şenel

     

    O Erler ki

    Üstad Necip Fazıl Kısakürek


  9. dergi2kapaksb5.png

     

    Ocak'dan

     

    Sayımızın çıkışıyla birlikte yoğun bir ilgiyle karşılaşmış bulunmaktayız. Bereketli Anadolu toprağının neşeli bahar tablosuna eş, harika zuhurlar karşısında şükürler olsun demekten başka elimizden ne gelir!.. Her şükrün kendi cinsinden olması esas olduğuna göre, bu iltifata ve teveccühe, hem Büyük Doğu Ocakları olarak hem de dergimizle en derin bir iştiyak duygusu ve hemşehri sıcaklığı ile binlerce selam olsun!.. Allah’ın bizi mahcup etmemesi ve layık kılmasını dileriz.

     

    Okuyucu!.. Derinden derine Allah’ın, iman dolu kalbine his ettirdiği, bütün ispat endişelerinden kurtulmuş bir bedahat halinde görünen, din felaketimiz, dil felaketimiz, cadde, sokak velhasılı kelam, milletçe mahkumiyet felaketimiz kaşısında ne düşünüyor, hangi sancılarla kıvranıyorsun? Yok !!! Sen bütün bu felaketlerle kavruluyorsun da bir tek gövdene uygun sancılı başı mı bulamıyorsun? Yoksa bu dayanılmaz sancının çığlığını hep içine mi akıttın?!! İşte bizzat yaşadığın aynı sancının doğurduğu bir çığlık kabul et elinde tuttuğun dergiyi. Bu sancının adı, iman sancısıdır. Bir tek sen ile ben anlarız bu dilden ve dertten. Çünkü ancak iman edenler, birliktir, hem sevinçte , hem ızdırapta, hem fikirde, hem tavır ve aksiyonda. Bunu biz adımız gibi doğrudan biliriz. Öyle ise Ey Okuyucu!.. Bu parçalanmış ve yağmalanmış kardeşler diyarı öz yurdumuzda, üstümüzde uçuşan küfür baykuşları birlik iken, ellerimiz niye kavuşmaz birbirine? Duyguda ve imanda tam isek, nedir bizi eksik kılan? Dinlerarası Diyalog masalları etrafında kopan bu fırtınadan bize ne!!! Biz en yakıcı hasretiyle dindaşlar arası diyaloğun meltemini estirelim. Fakat sadece bir duygu meltemi değil, hançerlerle kanatılan imanımıza, fikir meltemi ile de melhem bulmak üzere…

     

    Ey Okucuyu!... İşte ilk önce, sağlığın nasıl şartları varsa, bilelim ki kâmil bir birliğin de öyle şartları vardır. Biz bu şartları bilmekle mükellefiz. Bunu dert edinelim. Fakat sadece hususî mahfillerde değil, en geniş çapta, bütün memleket sathında..

     

    Nasıl ki eski aşk ve vecd devrimizde her biri, bir kolda binbir çeşit topluluk isimleriyle, Osmanlı bütünü içinde tek ve bir idi iseler, biz bugün de bir şemsiye fikir lazım, her koldan ayrı ayrı manamızı birleyecek. Sen bunu düşün, yani dünya görüşünün eksikliğini, imanımızı topal bırakan !..

     

    Konumuz, dindaşlar arası diyalog ve Büyük Doğu !...


  10. Mukaddesatçı Türk ve Aksiyon

     

    Lüpçü olmak hastalığına müptela, bugünün güyya milliyetçi ülkücü ayak uydurmacı stratejik düşünebilen dahi liderleri ne anlar bu dilden!...

     

    Ellerinin altına olmak ve oldurmak için koşan milyonlarca genci, batılı hayat tarzına karşı güyya tavır kisvesi altında, zıddından devşirmek marifetinden başka ne yaptı bu hanım amcalar.

     

    Başyücelik Devlet'inin Şanlı ordusunun baş otağını temsil eden Başbuğ'luğun madde ve mana şartlarından habersiz, tüm imkânlarını istikbalin inşaacı gençliğini yoğurmakla vazifeli bu şerefli makamla ne alakaları var bu hayasız cahillerin!...

     

    Sadece en gizli ve derin bir taktik dehasıyla, mevcut imkânları istismar ederek, ocak ocak kendi öz nizamına geçit gençlik olmaya ne kadar da hazırdı tertemiz Anadolu evladı!.. Böylesi bir marifetin ve taktiğin sahibiyiz edalı alçaklar kumpanyası, Anadolu evladını yabancı ruhların mahremlerinden, yabancı akılların delhizlerinden, yabancı ellerin marifetinden doğmuş, namahrem düzenine hizmet ettirdin, hatta saçları kirpi, belleri zilli, öz yasası şeriatına düşman ettin,ettirilmesine güldün geçtin. Atamız boşuna pak diline mal etmemiş "hain" ve "düşman" diye zıddını işaretlemek için. Senin dilinde o kadar çok pelesenk oldu ki, hatta sen bunu öylesine yalama ettin ki, maddesine ve manasına kıydığın gibi Türk'ün, dilininde böyle ırzına geçtin.

     

    Boşuna değil Ey Mukaddesatçı Gönüldaşlarım, atalarımızın "hain" ile "düşman"ı ayırması. Seni bir sonraki aşamada kendi öz kavganı vermek için, şimdilik kaydıyla, ertelenmiş öz savaşına yol olsun, yol bulabilesin diye, işte tamda bu hakikatin perdeleyici diliyle zehirlediler. Geçti şimdi o savaş, geçti o tehlikesi vatanın ve milletin. Ya şimdi hani bizim öz savaşımız, bu rezil ve hayasız Garbın akını değil yaşadığımız, Garblılar doğurdu tertemiz analarımız, Garblının tohumuna bekçilik etmiş olduk. Ya şimdi hani bizim öz savaşımız, hem komünizme, hem kapitalizme, hem her türlü emperyalizme karşı? Komünizme karşı öl, öldür, aksiyon diye ertelenmiş, iple çektirilen öz savaşımız, öz nizamımıza doğru savaşımız, öylesine ertelendi ki, ruhumuzu çaldılar, emperyalizim ve kapitalizimin kucağından sırıtıyor *** yüzleri Başbuğ bellediğimiz pezevenkler!..

     

    Fikir!!! Ey Mukaddesatçı Türk, anlıyor musun? Fikir, yani bütün karşı oluşlarımızın istinat noktası, uğruna can alıp can verdiğimiz Türk'ün İslam Nizamı, kardeş milletlerin göğsünü ferahlandıracak !.. Sana Allah, ana, baba, karındaş, vatan ve şeref adına yeminin en büyüğü ile söylüyorum ki, emperyalizim kullanmış oldu, Allah, ana, baba, karındaş ve vatan ve şeref ve namus duygunu!.. Fikir dedim Ey Mukaddesatçı Türk, bunu anlıyor musun?

     

    İki dev arasında (kapitalizim ve marksizim) mahremini kirletmek isteyenlere karşı, ilk önce şunun işini hal etmeliyiz diyenlerin arasından, kavgasını kozmopolit, sahte, emperyalist kuklası yavşaklara karşı yükselten, yükseltmeye davet eden kim var? Allahsız komünist diye yeri göğü inleten, gel benimle, bu vatan borcudur diyen bu münafık ağızlılar niye bügün mukaddesatının ırzına geçen Allahsız kapitalistlere karşı, Allahsızlık damgasını olanca şiddetiyle vuramıyor?

     

    Aksiyon !!! Anlıyor musun Ey bu vatanın öz evladı sana helal bu vatan, yani senin mana ve iman damarlarınla bağlı olduğun, diğerlerinin yabancılaşmış, yavşaklaşmış hallerine bir bak!.., sadece o yüzden senin bağlısı olduğun milyarlaca dedenin yattığı ve bir deniz gibi, deprem gibi altında dalgalandığı için bu vatanın toprağı, sana helal bu vatan!.. Aksiyon işte bunun için, aksiyon içeriden ve dışarıdan.

     

    Fikir ve Aksiyon !!!... Anlıyor musun Ey İnanmış Peygamber kuzusu pak ve temiz analar dolu diyarın çocuğu!.. Fikrinin hakkını ver, fikir mimarının!..Aksiyonun hakkını ver, aksiyon mimarının!.. Sen öz yurdunda garipsin, hem vallahi, hem billahî öylesine garipsin ki, bir lahzâ hüznünü def etmek için uğruna kurban olduğumuz Allah Rasulü hakkı için, işte bu kadar büyük yeminlerle, en ücra köşesinde bir zamanlar yuvalanmış imanını ispat etmek mecburiyetinde kalıyoruz.

     

    İşte seni bu hale getiren kim? Bunu düşün. Hepçi ol, Lüpçü olma!.. Lüpçü muvaazacı münafıklardan lider olmaz, hesap kitap yapa yapa korkusundan düşmanın veya hainliğinden mi desem, ne farkı var ayrıca ha öyle ha böyle, senin bu vatan ve millet!.. Başından, ayağının toğuğuna kadar, Ağrının zirvesinden, Konya'nın ovasına kadar, Allah ve Rasul'ünün, Allah ve Rasulü'nün olsun diye şehid düşen milyarların... Çoğunluğun hakkı diyorlar sana, saygı duy diyorlar, yol demokrasi diyor Başbuğ kılıklı sünepe tipler sana. Ya Allah ve Rasulü'nün, ya milyarlaca şehid müslüman milletimin hakkına el atılıyorsa, ırzına geçiliyorsa bu temiz toprağın ve gençliğim devşiriliyorsa da mı saygı be ahmak!.. Çoğunluk biziz, çünkü biz iman ediyoruz şehidlerin ölmediğine!!! Gözlerine iman edenlerin göremediği milyarlaca şehidimiz, kara topraktan sandıklarına basmışlar Şeriat mührünü, seçimi biz kazandık niye diyemiyorlar.

     

    Anlıyor musun? Deden niye "hain" ile "düşmanı" ayırmış. Hain çünkü münafıktır, yalancıdır, mantığa uydurur yalanlarını ve sen terini akıttıktan, canını verdikten sonra kusar küfrünü pis sırıtan ağzından.

     

    İşte bunu anladığın gün olacaksın asıl Ülkücü, muhtevası Allah Şeriatının en yüce olması olacak bileğinde patlayan süratları, milyarlarca şehidinin şu dünyadan daha sahici yüzlerinde belirecek gülümsemesi.

     

    Sen Ülkücü değilsin şu halinle, lüpçüsün, *****laşmış, her mukaddes fikri kusan şuurunla işte vatan şahid buna. Düşün, bütün yüreğimle, damar damar gerilen vücudumla ve hıncımla, düşün. Fikret, zikret, cihadet. Fikrini bul, zikrini bul, cihadını bul. Önce bunu düşün. Kafanı kaldırdığında dallacağın uyuşturucu ve pörsütücü havayı unutma. Zehirli bu hava, kafa karıştırıcı, zihin kontrolü görüyor musun? Bütün bu mantıklı ve hesaplı dünya gerekleri zamanında, bu koşuşturma altında bütün bir tarih yanıyor!!!! Olmaz böyle, biraz uymak lazım, zaman bu zaman diyenlere inama, Allah'a inan.

     

    Söz yalama oldu. Ey Mukaddesatçı Türk Gençliği bunu iliklerine kadar his ediyorsun, avutuyorlar seni !..

     

    Fikir ve Aksiyon!.. Anlıyorsun.

     

     

    1 Şubat’ta Çıkacak Olan “Büyük Ocakları Dergisi” nin 1. Sayısından

     

    İsteme – İletişim ve Abonelik Bilgileri

     

    Büyük Doğu Ocakları

    Ferhadiye Mahallesi Abdulkadir Eriş Sokak

    Bekirhan Apt. No: 22 Kat: 1 Daire: 1

    Malatya

     

    Tel : 0422 321 44 30

     

    Mail: [email protected]


  11. BÜYÜK DOĞU OCAKLARI Eğitim, Kültür, Sanat ve Dayanışma Derneği Genel Başkanı Sayın Mehmet Kaya ile…

     

    OBJEKTİF: Derneğiniz ile ilgili bizleri bilgilendirir misiniz?

    MEHMED KAYA: Derneğimiz Üstad Necip Fazıl’ın, misyon ve fikirlerini belirlediği Büyük Doğu İdeolocyasını benimsemiş olarak yeniden Anadolu’ya sunma gayesi ile 28 Haziran 2007 tarihinde “BÜYÜK DOĞU OCAKLARI Eğitim, Kültür, Sanat ve Dayanışma Derneği” olarak Malatya’da faaliyetlerine başlamıştır. Dernek kuruluş tarihi, Üstad Necip Fazıl’ın önderliğini yaptığı “Büyük Doğu Cemiyeti”nin de kuruluşunun (28 Haziran 1949) 58. yıl dönümüne denk gelmiştir.

     

    OBJEKTİF: Derneğinizin üstlendiği misyon ve amacınız nelerdir?

    MEHMED KAYA: Derneğimiz, tamamen Üstad’ın örgüleştirdiği ve sınırlarını belirlediği Büyük Doğu İdeolocyası’nı benimsemiş ve kendisine amaç edinmiştir. Bu bakımdan Büyük Doğu’yu kendimize emanet biliyoruz. Üstad Necip Fazıl’ı salt bir şairden ibaret göstererek Necip Fazıl’a ihanet edilen bir dönemde, Üstad’ı tüm yönleri ile ele alan bir çalışma yöntemi benimsiyoruz. Bu bakımdan Üstad’ı şairliğiyle beraber bir fikir adamı olması ve alternatif bir devlet modeli sunması ve aksiyoner yönüyle ele alıyoruz.

     

    OBJEKTİF: Büyük Doğu fikrini açar mısınız?

    MEHMED KAYA: Üstadın tabiri ile “Büyük Doğu, İslâmiyet’in emir subaylığı... Büyük Doğu, İslâm içinde ne yeni bir mezhep, ne de yeni bir içtihat kapısı... Sadece “Sünnet ve Cemaat Ehli” tabirinin ifadelendirdiği mutlak ve pazarlıksız çerçeve içinde, olanca saffet ve asliyetiyle İslâmiyet’e yol açma geçidi; ve çoktan beri kaybedilmiş bulunan bu saffet ve asliyeti Yirmi birinci Asrın eşiğinde eşya ve hadiselere tatbik etme işi…”

     

    Bu bakımdan Büyük Doğu, Anadolu’nun tüm temel değerlerini kendinde barındıran bir fikir hareketidir. Büyük Doğu, Anadolu’nun kurucu unsurlarını içerisinde barındıran Kurtuluş Yolu’nu İslam’a dayayan bir manzumeler bütünüdür. Temel olarak kendisine Ruhculuk, Şahsiyetçilik, Keyfiyetçilik, Milliyetçilik, Cemiyetçilik, Sermaye ve Mülkiyette tedbircilik, Müdahalecilik, Nizâmcılık, Ahlâkçılık prensiplerini esas almıştır. Anadolu topraklarında yaşanan iktisadî ve içtimaî sorunların çözümü olarak da Büyük Doğu’nun temel prensiplerini öneriyoruz.

     

    OBJEKTİF: Milliyetçilik anlayışınızın, klâsik “Milliyetçi” anlayışlardan farkları nelerdir?

    MEHMED KAYA: Bizler, Büyük Doğu Milliyetçilik anlayışını tamamen İslâm dairesi içerisinde değerlendiriyoruz. Yani Ana Ruh vahidini İslâm’a dayadıktan sonra dâhili olduğu ırk’ı sevme olarak algılıyoruz. Peygamber efendimizin “Kişi kavmini sevmekle yadırganamaz” hadisi gereği insanların kavimlerini sevmelerinin önü açılmıştır. Ancak bunu aşırıya götürme ve ırkını diğer ırklardan üstün görmeyi faşizm ve ırkçılık olarak algılıyoruz. Irk üstünlüğünü bizler ancak İslâm’a yapılan hizmetler açısından değerlendiriyoruz. Bu bakımdan, “Türk”, yıllarca sancaktarlığını yaptığı ve maddî hamle, iş ve aksiyon yönünden İslâm’a kazandırdıkları fetihler yönüyle tebarüz etmiş ırktır. Ve Türklüğümüzün ölçüsü de bundan ibarettir. Bu yönüyle üstün olan Türk, Üstad’ın da bahsettiği gibi özellikle tefekkür noktasında noksandır. Bu sebeple de maddî hamle, iş ve aksiyonda Arap ve Farsları kendine mahkûm ederken, özellikle tefekkür hususunda gerekli çalışmaları yapmamasından dolayı Arap ve Fars medeniyetlerine mahkûm olmuştur. Bunun farkında olarak tefekkürü vazgeçilmez olarak benimsiyoruz.

     

     

     

    OBJEKTİF: Desteklediğiniz veya destek aldığınız herhangi bir kurum ya da kuruluş var mı?

    BDO: Büyük Doğu Ocakları herhangi bir parti, kurum, kuruluş, dernek, vakıf ile bağlantısı olmayan tamamen bağımsız bir teşekküldür. Ancak özellikle Üstad Necip Fazıl’ın birçok kitleye hitap etmesinden dolayı çeşitli yakıştırmalarda bulunulmaktadır. Bunu ise Üstad’ın Anadolu’ya mal olması ve bütün kesimlerin samimileri tarafından kabul görüyor olmasına bağlıyoruz. Bizler kimseyi desteklememekle veya destek almamakla beraber bütün kesimlerin samimilerine sürekli açığız. Yani adam BBP’li fakat bize karşı sempatiyle bakabilir, ya da MHP, SP veya CHP’de de bu durum söz konusu olabilir.

     

    OBJEKTİF: Derneğiniz şube çalışmaları yapacak mı, yoksa sadece Malatya’da mı faaliyet gösterecek?

    MEHMED KAYA: Derneğimiz Genel Merkezi Malatya olarak kurulmuştur. Şu anda şubeleşme çalışmalarını devam ettiren Büyük Doğu Ocakları İstanbul-Ümraniye İlçe şubesini açmış ve faaliyetlerine orda da devam etmektedir. Bunun dışında Konya ilimizdede şubemizi açmış ve faaliyetlerimize başlamış durumdayız.

     

    Ayrıca, K.Maraş, G.Antep, Elazığ, İstanbul, Düzce, Bursa, Kocaeli, Sakarya, Trabzon, Samsun, Bolu illerimizde de gerekli çalışmalar devam etmekte olup en kısa zamanda bu illerimizde de şubeler açılarak faaliyetlere başlanacaktır.

    Derneğimiz tüm Türkiye’de dernek çalışmaları yaparak gerekli görülen illerde şube açılması amaçlanmaktadır. Ayrıca yurt dışında da şube açma durumumuz söz konusu olabilir bu yönde de gelen talepleri değerlendiriyoruz.

     

    OBJEKTİF: Faaliyetleriniz hakkında bilgi verir misiniz?

    MEHMED KAYA: Derneğimiz Büyük Doğu Ocakları’nın tanıtımı ve misyonunu halka duyuracak her türlü etkinliği tertipleyecektir. Bu kapsamda konferans, sergi, kermes, dergi vb… çalışmalar yapılacaktır. Bu amaçla Ramazan ayında Konya ilimizde derneğimizin tanıtımına yönelik Kermes düzenlenmiş ve bu faaliyet Konya halkından büyük ilgi ve rağbet görmüştür. Buradan Konya halkına tekrar teşekkür ediyoruz. Şu anda Ocak ayında çıkacak olan “Büyük Doğu Ocakları Dergisi”nin çalışmalarını sürdürüyoruz.

     

    OBJEKTİF: Anadolu Ahalisinden beklentileriniz nelerdir?

    MEHMED KAYA: Tüm halkımızdan etkinlikler ve değerlerimize sahip çıkmalarını diliyoruz. Büyük Doğu, Anadolu hareketidir ve Anadolu’ya mal olmuştur bundan dolayı herkesçe sahip çıkılması zorunluluğu vardır.

    Ancak Malatya halkından tabiî ki özellikle beklentilerimiz söz konusu çünkü derneğimizin genel Merkezi Malatya’dır. Malatya olmasından dolayı bazı sorunlar söz konusu. Özellikle doğuda oluşumuz ve ülke gündeminin büyük şehirlere yönelik haberlerle belirlenmesinden dolayı bunun dezavantajını yaşamaktayız. İnancımız, Büyük Doğu Ocakları’nın yakın zamanda Türkiye’nin en büyük kitle hareketi olacağı yönündedir. Bunun Malatya merkezli olmasının Malatya’ya büyük getirileri olacaktır. Yapacağımız her türlü faaliyetin ülke gündeminde yer alması durumunda ocağımızın ismiyle beraber Malatya ilinin de ismi sürekli zikredilecektir. Bu bakımdan Malatya halkı ile beraber tüm Malatya kamuoyundan destek bekliyoruz. Yani gazete, radyo, tv, belediye, valilik gibi kuruluşların özellikle desteklemelerini diliyoruz.

    Büyük Doğu’nun Malatya için ayrı bir yeri söz konusudur, çünkü 1949 yılında kurulan Büyük Doğu Cemiyeti tüm imkânsızlıklara rağmen sadece 4 ilde şubeleşebilmiştir ve Malatya bunlardan biridir. 1950’lerde Malatya’nın Büyük Doğu ya karşı duyduğu muhabbet ve heyecanın yeniden duyulmasını temenni ediyoruz.

     

    OBJEKTİF. Röportaj için teşekkür ederiz

    MEHMED KAYA: Bizler de sizlere teşekkür ediyor ve çalışmalarınızda başarılar diliyoruz.

    • Like 1
×
×
  • Create New...