-
Content Count
98 -
Joined
-
Last visited
-
Days Won
2
Posts posted by AhıskaLı
-
-
Yazık gerçektende çok yazık bakalım daha neler göreceğiz...
-
Mehmet Akif II. Abdülhamid hakkında Safahat isimli kitabında diyor ki:
Ortalık şöyle fena böyle müzebzep işler
Ah o Yıldız’daki baykuş ölüvermezse eğer
Çoktan beridir vardı benim bir derdim
Gideyim zalimi ikaz edeyim isterdim
Kafes ardında hanımlar gibi Saikliydi Hamid
Âl-i Osmandan bu korkaklık edilmezdi ümid
Kız kadın hepsi haremlerde bütün gün mahpus
Şu telakkiye bakın en kötü vahşet namus
Düşürdün milletin en kahraman evladını ye’se
Ne mel’unsun ki rahmetler okuttun ruh-i İblis’e
Gölgesinden korkan bir ödlek,
Korkuttu bizi otuzüç yıl şeriat diyerek.
Allah’a isyanı
Ey bunca zamandır bize te’dip eden Allah
Gerçekten'de Mehmet akif ersoyun böyle bir şiiri varmıdır arkadaşlar. Okuyunca gerçektende şok oldum
Bu şiir hakkında yorumlarınızı bekliyorum...
-
yazıyı okuduktan sonra kaynak yazının bütünü hakkındaki görüşümü değiştirdi doğrusudaha tarafsız daha reel kaynaklar kullansak konularımızın geçerliliği daha güçlü olur kanısındayım....
İsmini hatırlayamadığım bir tv kanalında kemalist bir atatürkçü adam aynı şu şekilde konuşuyordu.
Kardeşim ben atatürkçüyüm ama atatürk sivas kongresinde amerikan mandasını kabul etmiştir.
Atatürk bunu yazılı olarak kabul etmemiştir. sözlü olarak kabul etmiştir. Bu konu hakkında elimde belgelerimde
var diyordu adam.
Hem bunlar bir yana cumhuriyet kuruldu kurulalı amerikanın içişlerine karışmasına ne demeli ?
-
Bekir Sami Bey'in gönderdiği telgraf
Bekir Sami Bey, ilk günlerde Mustafa Kemal'e katılan yurtsever bir Kuvayı Milliyecidir. (Özgeçmişi aşağıda verildi)
Erzurum Kongresi sürerken Amasya'ya geldi. Amasya'da bulunan 5. Fırka Kafkas Komutanı Arif Bey'le görüştü. Albay Arif Bey 25/26 Temmuz 1919'da Mustafa Kemal'e sunulmak üzere gönderdiği telgrafta Bekir Sami Bey'in düşüncelerini belirtmişti. Bekir Sami Bey'in Nutuk'ta aynen yer alan telgrafındaki manda ile ilgili husus bugünkü dile çevrilerek aşağıya verilmiştir:
"Bağımsızlık, elbette istenir ve tercih edilir. Ancak, tam bağımsızlık istediğimiz takdirde, vatanın birçok parçalara ayrılacağı kesin ve şüphesizdir. Şu halde, iki üç ili içine almaktan ibaret olacak bağımsızlığa, vatanımızın bütünlüğünü garanti altına alacak yabancı bir devletin himayesi (mandaterlik) elbette tercih edilir. Osmanlı ülkesinin tamamını içine alan meşruluğumuz ve dışarıdaki temsil hakkımız, eskiden olduğu gibi devam etmek şartıyla, belirli süre için Amerika mandasını istemeyi milletimiz için en yararlı bir çözüm şekli olarak kabul ediyorum. Bu konuda Amerika temsilcisiyle görüştüm. Birkaç kişinin değil, bütün bir milletin sesini Amerika'ya duyurmak gerektiğini söyledi ve aşağıdaki şartlar çerçevesinde Wilson'a, Senato'ya ve Amerikan Kongresi'ne başvurulmasını teklif etti."
Yapılacak müracaatta aşağıdaki hususların belirtilmesi isteniyordu:
a) Adil bir hükümetin kurulması,
b) Öğretim ve eğitimin yayılması ve genelleştirilmesi,
c) Din ve mezhep hürriyetinin sağlanması,
d) Gizli anlaşmaların kaldırılması,
e) Bütün Osmanlı ülkesini sınırları içine alacak şekilde, Amerikan Hükümeti'nin bizi kumandası altına almayı kabul etmesi.
Bundan başka kongremizin seçeceği bir heyeti, Amerika'ya bir zırhlı ile göndermeyi de temsilci üzerine almıştır."
'Amerika'nın çıkarı nedir?'
Mustafa Kemal, mandacılığı savunan Bekir Sami Bey'in mektubuna gerekçeli olarak yanıt verdi
Mustafa Kemal duraksamadan 5. Fırka Komutanı Arif Bey'e bir telgraf göndererek görüşlerini belirtti ve Bekir Sami Bey'e ulaştırılmasını istedi. Bu telgrafın can alıcı noktası aşağıya aynen alınmıştır:
"Memaliki Osmaniye'nin cümlesine şâmil meşrutiyetimiz ve hariçte hakkı temsilimiz baki kalmak şartiyle mandaterlik talebini en nafi bir şekil olarak kabul buyuruyorsunuz.
Ancak mümessilin dermeyan ettiğini bildirdiğiniz mevat ile bu şekil birbirine mütenakız görünüyor. Çünkü meşrutiyetimiz baki kalınca hükümet kuvvei teşriiyenin itimadına mazhar ve murakabesine tâbi bir heyetten ibaret olur ki artık bu heyetin tesisinde Amerika'nın dahlü tesiri olamaz.
Şu halde ya meşrutiyet bakidir, âdil bir hükümetin tesisini Amerika'dan talebe mahal yoktur veyahut adil bir hükümetin tesisi Amerika'dan taleb edilince meşruiyetin bekası lâfızdan ibaret kalır."
Mustafa Kemal'in çok etkili bir dille gönderdiği bu yanıtın bugünkü dile çevrilişi de aşağıda verilmiştir: "Osmanlı ülkesinin tamamını içine alan meşruluğumuz ve dışarıdaki temsil edilme hakkımız eskiden olduğu gibi devam etmek şartıyla mandaterlik istemeyi en yararlı bir çözüm olarak kabul buyuruyorsunuz.
Ancak, temsilcinin ileri sürdüğünü bildirdiğiniz maddeler ile bu şekil birbiri ile çelişmiş görünüyor. Çünkü, meşruluğumuz eskiden olduğu gibi devam ettiği takdirde, hükümet, yasama gücünün güvenine sahip ve denetimine tabi bir heyetten ibaret olur ki, artık bu heyetin kuruluşunda Amerika'nın müdahalesi ve etkisi olamaz. Bu durumda ya meşruluk devam edecektir ve Amerika'dan adil bir hükümetin kurulmasını istemeye gerek yoktur. Yahutda, istendiğine göre, meşruluğun devamı sözden ibaret kalır."
İLK DÜŞÜNCELERİNİ YİNELEDİ
Bekir Sami Bey, Mustafa Kemal'in bu telgrafına yanıt vermek amacıyla yine Albay Arif Bey kanalıyla gönderdiği telgrafta ilk düşüncelerini yineledi. Bunun üzerine Mustafa Kemal'in, Erzurum'dan 1 Ağustos 1919'da -kişiye özel olarak- Bekir Sami Bey'e telle verdiği yanıt çok önemlidir. Amerikan çıkarlarını sorgulayan bir dik duruştur. İşte Mustafa Kemal'in telgrafı:
AMERİKA'NIN HESABI?
" Bekir Sami Beyefendi'ye özel:
Amerikan mandası hakkındaki son açıklamalarınızı öğrendik. Bu şartlara göre aslında korkulacak bir şey olmamak lazım. Bununla birlikte daha bir nokta hakkındaki yüksek görüşlerinizi de almak istiyoruz. Lehimizde bu kadar elverişli şartlar ileri sürülmesine yatkın bulunacak olan Amerikan hükümeti, böyle bir mandaterliği kabul etmesine yani buna katlanmasına karşılık, Amerika adına ne gibi yarar ve çıkarlar sağlamış olacaktır? Bununla kendi hesaplarına elde edecekleri sonuç nedir? Bu konudaki yüksek düşünce ve bilgilerinizle de bizi aydınlatmanızı acele bekleriz, efendim."Bekir Sami Bey Atatürk'ün bu yanıtına karşılık veremedi, ama Sıvas Kongresi'nde kürsüde Amerikan mandasını savundu.
-
Evet gerçektende sinanoğlu dilimizin ve kültürümüzün kaybolmaması için mücadele veren büyük şahsiyetlerden
birisidir. Yaşadığı bütün olumsuzlukara karşı kendi fikri ideolojisiyle yoluna durmadan devam ediyor.
Kendisine bir akım oluşturdu inşallah yetiştirdiği insanlarda onun gibi bu vatana hayırlı olurlar...
Ha bu arada boğaziçi yada odtü bitiripte çok büyük iş başardığını zannedenler. Sinanoğluyla karşılaştığı zaman
büyüklük taslayıp okullarını söylemesinler yoksa büyük hışma uğrarlar :)
-
Padişahın İşi Ne ?
Sultan Murad Han o gün bir hoş"tur. Telaşeli görünür. Sanki bir şeyler söylemek ister sonra vazgeçer. Neşeli deseniz değil, üzüntülü deseniz hiç değil.
....................
Veziriazam Siyavuş Paşa sorar:
- Hayrola efendim, canınızı sıkan bir şey mi var?
-- Akşam garip bir rüya gördüm.
- Hayırdır inşallah?..
-- Hayır mı şer mi öğreneceğiz.
- Nasıl yani?
-- Hazırlan, dışarı çıkıyoruz.
Ve iki molla kılığında çıkarlar yola. Görünen o ki, padişah hâlâ gördügü rüyanın tesirindedir ve gideceği yeri iyi bilir. Seri, kararlı adımlarla Beyazıta çıkar, döner Vefaya, Zeyrekten aşağılara sallanır. Unkapanı civarında soluklanır. Etrafına daha bir dikkatle bakınır. İşte tam o sırada yerde yatan bir ceset gözlerine batar, sorarlar;
-- Kimdir bu?
Ahali: - Aman hocam hiç bulaşma, derler. Ayyaşın meyhusun biri işte!..
-- Nerden biliyorsunuz? - Müsaade et de bilelim yani. Kırk yıllık komşumuz... Bir başkası tafsilata girer;
- Biliyor musunuz, der. Aslında iyi sanatkârdır. Azaplar çarşısında çalışır. Nalının hasını yapar... Ancak kazandıklarını içkiye, fuhuşa harcar. Hem şişe şişe şarap taşır evine, hem de nerde namlı mimli kadın varsa takar peşine.. Hele yaşlının biri çok öfkelidir. - isterseniz komşulara sorun, der. Sorun bakalım onu bir cemaatte gören olmuş mu?.. Hasılı, mahalleli döner ardını gider. Bizim tedbili kiyafet mollalar kalırlar mı ortada!.. Tam vezir de toparlanıyordur ki, padişah keser yolunu :
-- Nereye? - Bilmem, bu adamdan uzak durmayı yeğlersiniz sanırım.
-- Millet bu, çeker gider. Kimseye bir sey diyemem... Ama biz gidemeyiz, şöyle veya böyle tebamızdır. Defini tamamlamak gerek.
- İyi ya, saraydan birkaç hoca yollar, kurtuluruz vebalden.
-- Olmaz, rüyadaki hikmeti çözemedik daha.
- Peki ne yapmamı emir buyurursunuz?
-- Mollalığa devam... Naaşı kaldırmalıyız en azından.
- Aman efendim, nasıl kaldırırız?
-- Basbayağı kaldırırız işte. - Yapmayın, etmeyin sultanım, bunun yıkanması, paklanması var. Tekfini, telkini...
-- Merak etme ben beceririm. Ama önce bir gasilhane bulmalıyız.
- Şurada bir mahalle mescidi var ama...
-- Olmaz, vefat eden sen olsaydın nereden kalkmak isterdin?
- Ne bileyim, Ayasofyadan, Süleymaniyeden, en azından Fatih Camiinden...
-- Ayasofya ile Süleymaniyede devlet erkanı çoktur. Tanınmak istemem. Ama Fatih Camiini iyi dedin. Hadi yüklenelim... Ve gelirler camiye. Vezir sağa sola koşturur, kefen tabut bulur. Padişah bakır kazanları vurur ocağa... Usulü erkanınca bir güzel yıkarlar ki, naaş; ayan beyan güzelleşir sanki. Bir nurdur, aydınlanır alnında. Yüzü sâkilere benzemez. Hem manâlı bir tebessüm okunur dudaklarında. Padişahın kanı ısınmıştır bu adama, vezirin de keza... Mechul nalıncıyı kefenler, tabutlar, musalla taşına yatırırlar. Ama namaz vaktine bir hayli vardır daha... Bir ara vezir sıkıntılı sıkıntılı yaklaşır.
- Sultanım, der. Yanlış yapıyoruz galiba...
-- Nasıl yani?..
- Heyecana kapıldık, sorup soruşturmadan buraya getirdik cenazeyi. Kim bilir belki hanımı vardır, belki yetimleri?..
-- Doğru, öyle ya, neyse... Sen başını bekle, ben mahalleyi dolanıp geleyim. Vezir, cüzüne, tesbihine döner, padişah garip maceranın başladığı noktaya koşar. Nitekim sorar soruşturur. Nalıncının evini bulur. Kapıyı yaşlı bir kadın açar. Hadiseyi metanetle dinler. Sanki bu vefatı bekler gibidir.
- Hakkını helal et evladım, der. Belli ki çok yorulmuşsun. Sonra eşiğe çöker, ellerini yumruk yapar, şakaklarına dayar... Ağlar mı? Hayır. Ama gözleri kısılır, hatıralara dalar belki. Neden sonra silkinip çıkar hayal dünyasından...
- Biliyor musun oğlum? Diye dertli dertli söylenir... Bizim efendi bir âlemdi, vesselam... Akşamlara kadar nalın yapar... Ama birinin elinde şarap şişesi görmesin; elindekini avucundakini verir satın alırdı. Sonra getirip dökerdi helaya!.. -- Niye? - Ümmeti Muhammed içmesin diye...
-- Hayret... - Sonra, malum kadınların ücretlerini öder eve getirirdi. Ben sizin zamanınızı satın aldım mı? Aldım, derdi. Öyleyse şimdi dinlemeniz gerek... O çeker gider, ben menkîbeler anlatırdım onlara... Mızraklı ilmihal. Hucceti islam okurdum...
-- Bak sen! Millet ne sanıyor halbuki...
- Milletin ne sandığı umrunda değildi. Hoş, o hep uzak mescidlere giderdi. Öyle bir imamın arkasında durmalı ki, derdi. Tekbir alırken Kabeyi görmeli...
-- Öyle imam kaç tane kaldı şimdi? - işte bu yüzden Nişancıya, Sofulara uzanırdı ya... Hatta bir gün; Bakasın efendi, dedim. Sen böyle böyle yapıyorsun ama komşular kötü belleyecek. inan cenazen kalacak ortada...
-- Doğru, öyle ya?..
- Kimseye zahmetim olmasın deyip, mezarını kendi kazdı bahçeye. Ama ben üsteledim. iş mezarla bitiyor mu, dedim. Seni kim yıkasın, kim kaldırsın?
-- Peki o ne dedi?
- Önce uzun uzun güldü, sonra; - Allah büyüktür hatun, dedi. Hem padişahın işi ne?
-
Türkiye’nin temel sorunlarını bir bilim adamı gözüyle tesbit ederek çözümler üreten dünyaca ünlü memleket aşığı Sayın Sinanoğlu kimya, fizik, matematik, moleküler biyoloji dallarında teorileriyle uğraşırken bir yandan da gide gele 40 yıldır memleket meselelerine kafa yormayı çözümler üretmeyi bir vatan borcu bildi. Bilimde herkesin çözülemez dediği işi bıraktığı,pes edip vazgeçtiği yerde o devam etti ve başardı. Tarihin bu önemli dönemecinde de bizler için gerekli tavır da işte bu: “Herkesin Türkiye’nin işi bitti, defteri dürüldü dediği zamanda bile vazgeçmeden yola devam etmek.”
Uzun gayretlerden sonra nihayet ‘Büyük Uyanış’ oldu.’ Sinanoğlu Gençliği’ denebilecek önemli sayıda gençler yetişti. Şimdi bu gençler en başta matemetik olmak üzere temel bilimlerle zihinlerini keskinleştirir, gönüllerini pekiştirmek için Türkçeye Türk kültürüne de sarılırken, Türkiye’nin kötü gidişatına dur diyor.
• İleride nasıl bir gelecek bekliyor?
• Türkiye’nin savunması neden Türkçenin savunmasıyla başlar?
• Yabancı dille eğitim ihaneti nasıl devam ettiriliyor?
• Türkiye’de bilimin, araştırmanın ve yüksek öğretimin gelişmesi için neler yapmalıyız?
• Bilim dünyasıyla nasıl etkileşmeliyiz?
• Hangi dallarda ve ne için geri bırakıldık?
• İleride neler olacak ve Türk gençliği nasıl kendini bu gelişmelere hazırlayacak?
• İleride her konuda Türk dış-iç siyaseti nasıl olmalı?
• Dış ülkelerde yaşayan Türk vatandaşları ne durumda?
• İlerisi için kendileri ve çocuklarının güvenli varlığı için neler yapmalıdırlar?
Sorularının cevaplarını bu kitapta “İlerisi için Türkçe”, “İlerisi için Bilim”, “İlerisi için Siyaset” ve “İlerisi için Dış ülkelerde yaşayan Türklere” bölümlerinde bulacaksınız...
-
- Bedîüzzaman Hazretleri’nin doğduğunda, etrafına mânâlı mânâlı baktığını, fakat hiç ağlamadığını…
- Hz. Üstadın babası Mirza Efendinin, ekin tarlalarından geçerken başkasının tarlasından yemesinler diye öküzlerinin ağzını bağlayacak kadar takva sahibi bir zat olduğunu, Annesi Nuriye Hanımın da, teheccüd namazlarını geçirmeyen ve Hz. Üstadı hiç abdestsiz emzirmeyen, sâliha bir kadın olduğunu…
- Hz.Üstadın göbek adının Rızâ olduğunu, Babasının adının Mirzâ, annesinin adının Nûriye olduğunu…
- Bedîüzzaman Hazretleri’nin dedelerinin Isparta’dan gittiğini. Dedesinin ismi Ali, onun babası Hızır, Onun babası Mirza Halid onun babasının da Mirza Reşan olduğunu…
- Bedîüzzaman Hazretleri’nin üç erkek, üç kız kardeşi olduğunu, yaş sırasına göre kardeşleri Dürriye, Hanım, Abdullah, Mehmed, Abdülmecid ve Mercan olduğunu…
- Hz. Üstadın babası Sofi Mirza’nın, kız erkek ayırımı yapmaksızın bütün çocuklarını okuttuğunu, bu sebeple çocuklarının hepsinin âlim olduğunu…
- Hz. Üstadın kardeşlerinden Dürriyye Hanımın, Birinci Cihan Harbinden önce Nurs deresine düşüp boğularak şehid olduğunu, oğlu ve Hz. Üstadın da talebesi olan Ubeyd’in de Rus Harbinde şehit düştüğünü…
- Bedîüzzaman Hazretleri’nin, dokuz yaşından sonra validesinin şefkatli sinesinden mahrum olarak büyüdüğünü…
- Bedîüzzaman Hazretleri’nin etrafındaki ahalinin Nakşî tarikatına bağlı olduğunu, kendisinin ise, akrabalarına ve umum ahaliye muhalif olarak, Kadirî tarikatına bağlı olduğuğunu, “Çocukluk itibarıyla elimden bir ceviz gibi ehemmiyetsiz birşey kaybolsa, ‘Ya Şeyh! Sana bir Fatiha, sen benim şu şeyimi buldur.” dediğini…
- Hz. Üstada ilk olarak Bedîüzzaman lakabını veren zatın, Siirt’te bir medrese hocası olan Molla Fethullah olduğunu, Hz. Üstadı, Bedîüzzaman Hemedani’ye benzeterek bu lakabı verdiğini…
- Hz. Üstadın, Siirt’in Tillo kasabasında, Arapça bir lügat olan Kamus-u Okyanus’u “sin” harfine kadar ezberlediğini, seksen-doksan cild kitabı da üç ayda bir ezberden tekrarladığını…
- Bedîüzzaman Hazretlerinin, “Hayatımda iki şeyi bilmiyorum: korkmak ve unutmak!” dediğini hatta herkesin gündüz geçmekten korktukları yerlerden onun yalnız geçtiğini, talebelik yıllarında Mardin’deki Ulu Caminin şerefesindeki 4 cm genişliğindeki demir korkulukların üzerine çıkıp, iki kollarını yanlara açarak dolaştığını…
- Hz. Üstadın, iki minare yüksekliğindeki, Van kalesinin tepesinde iken ayağının kaydığını, aşağı doğru düşerken, ağzından çıkan tek sözün, “Eyvah! Davam” olduğunu. Kendi ifadesiyle, “gaybî bir el” tarafından itilerek, 3 metrelik bir kavis çizerek, aşağıdaki mağaranın kapısına düştüğünü…
- Hz. Üstadı, 2 Musevi, 1 Rum, 1 Ermeni, 1’de Türk doktorundan rapor alarak, “Toptaşı tımarhanesi”ne koyduklarını, tımarhanenin en yetkili doktorunun, “ Eğer Bedîüzzaman da zerre kadar mecnunluk eseri varsa, dünyada akıllı adam yoktur.” şeklinde bir rapor hazırladığını…
- Bedîüzzaman Hazretlerinin, 500 talebesiyle birlikte, Birinci Cihan Harbine iştirak edip, Ruslarla savaştığını ve bütün talebelerini şehit verip, kendisinin de bir ayağı kırık ve 3 yerinden yaralı olduğu halde, şiddetli soğukta 36 saat su içerisinde kaldıktan sonra Ruslara esir düştüğünü…
- Hz. Üstadın bu harp esnasında, cephede, kurşunların altında, “İşarat’ül İcaz” gibi çok ilmî bir eseri, Arapça olarak kâtibi Molla Habibe yazdırdığını. Bu eserin, esaretten sonra, kâğıdını bizzat Enver Paşa temin ederek neşredildiğini…
- Bedîüzzaman Hazretleri’nin, Rusya’nın kuzeyindeki Kosturma’dan 2,5 senelik esaretten sonra firar ettiğini, önce Petersburg’a, oradan Varşova’ya, oradan da Viyana’ya geçip, Sofya üzerinden İstanbul’a geldiğini. Bu seyahatte, kendisine Abdulkadir-i Geylani hazretlerinin imdat ettiğini…
- Hz. Üstadın esaretten sonra, İman rükünlerinin ispatına dair “Nokta”, çeşitli ayet ve hadisleri tefsir eden “Sünuhat”, Hz Muhammed’in (a.s.m.) peygamberliğini ispat eden “Şuaat”, Kur’an’ın mucizeliğini anlatan “Rumuz”, sosyal konularda “Tuluat”, tevhidin ispatı hakkında “Katre”, özlü sözleri içine alan “Hakikat Çekirdekleri”, ahlak ve ubudiyet derslerini ihtiva eden “Habbe”, “Zerre” ve “Şemme” adlı risalelerini yazıp yayınladığını…
- Bedîüzzaman Hazretleri’nin, esaretten döndükten sonra Dar-ül Hikmet-il İslamiye’yede aza olarak çalıştığını. Dört sene üç aylık azalık döneminde biriktirdiği para ile, hiç kimseden zekât, sadaka, hediye almadan ahir ömrünü geçirdiğini …
- İstanbul Hahambaşısı Selanik Mebusu Yahudi Emenuel Karasso’nun Hz. Üstad ile bir görüşme yaptığını, Karasso’nun görüşmeyi yarıda bırakarak “Eğer biraz daha yanında kalsaydım, az kalsın beni de Müslüman edecekti” diyerek, mağlubiyetini hayret ve telaşla izhar ettiğini…
- Hz. Üstadın, İngilizler başta olmak üzere, bütün Anadolu İşgalcilerine karşı, İslâm’ın izzet ve şerefini haykıran, “Hutuvat-ı Sitte” adlı bir eser yazarak mücadele ettiğini. Bu eseri gören işgal kuvvetleri kumandanının çok hiddetlenip, Üstadın, idam kararıyla vücudunun ortadan kaldırılmasını istediğini…
- Bedîüzzaman Hazretleri’nin, İstanbul’da ayaklanmış 20 bine yakın hamalı, bir nutkuyla yatıştırıp, onların devlete karşı bağlılıklarını sağladığını. Ayrıca, subaylarına isyan eden 8 tabur askeri yaptığı tesirli konuşmalarıyla komutanlarına itaate sevk ettiğini…
- Hz. Üstadı, İstanbul’daki vatan ve millet için yaptığı hizmetlerini yakinen takip eden Ankara hükümetinin ısrarla Ankara’ya davet ettiklerini. Ankara’ya gittiğinde ise, kendisine mecliste hoş geldin merasimi yapıldığı…
- Bütün mevcudiyetini vatan, millet, gençlik ve Âlem-i İslam ve beşerin ebedi refah ve saadeti uğruna feda eden Hz. Üstadı, karşılığında 19 kez zehirlediklerini, 28 yıl hapse mahkûm ettiklerini ve memleket memleket sürgünlere gönderdiklerini…
- Hz. Üstadın, gerek yaşı küçük olduğundan, gerekse kendine icazet verecek âlim bulunmadığından dolayı, icazetin göstergesi olan cübbeyi giyemediğini. Mevlana Halid-i Bağdadî Hazretlerinin, Küçük Âşık namında bir talebesinin neslinden gelen Asiye isimli mübarek bir hanım ile, bir asır evvelinden, müceddidlik alameti olan kendi cübbesini Hz. Üstada göndererek, manen icazet verdiğini…
- Risale-i Nurların telifinin1926’da Barla’da, 10. söz ile başladığını ve 23 yılda tamamlandığını…
- Hz. Üstadın, 23 Mart 1960 yılında Urfa’da vefat ettiğini, 3,5 ay sonra dergâhtaki kabrinin yıkılıp, mübarek naşının bilinmeyen bir yere götürüldüğünü ve hala kabrinin bilinmediğini…
biliyor muydunuz?
-
CHP Genel Sekreteri Önder Sav’ın Peygamber Efendimiz’e yönelik edep dışı sözleri, ufukta bir “özür” hazırlığı da görülmediği için içimizi acıtmayı sürdürüyor. Bu partinin çok sayıdaki mensuplarının mazisindeki benzer densizlikler ise olup bitenin adeta “fikren ırsî” ve bu nedenle de “taammüden” olduğu intibaını uyandırıyor.
“İslâmiyet denince benim aklıma çorap kokusu gelir”… Bu zavallı sözlerin sahibi, CHP’nin ideologlarından, uzun yıllar bu partiden milletvekilliği yapmış Falih Rıfkı Atay’dan başkası değil. Bu neviden ideologlarla yola düzülen bir siyasî kervanın; zaman içerisinde daha pek çok defosunun olması ise elbette kaçınılmazdı, nitekim öyle de oldu. Biz de, CHP’nin Günâh Galerisi”nde sık sık ‘haşa’ diyerek bir gezinti yaptık. Gezerken de gördük ki, Önder Sav’ın özrü kabahatinden büyük gerekçesi “kameraların açık olduğunu bilmiyordum”a karşılık, selefleri ise “kayıt”tan hiç mi hiç çekinmemişler. Meclis kürsüsü, konferans, köşe yazısı bodoslama gitmişler…
“BEŞ VAKİT NAMAZ YOKTUR”
İsmail Habib Sevük, bir yandan CHP milletvekilliği yaparken bir yandan da Cumhuriyet’te köşe yazıyordu. Bir yazısında, “sınırları” çok ama çok zorlamıştı: “Namaz Mekke devrinde yoktur. Mekke âyetlerinde ibadetten müphem bahsedilirdi, bu da sırf Muhammed’e tevcih edilmişti. Müminlere değil. Namaz müminlere Medine’de teşmil edildi. O da üç vakitte; fecirde, grupta, geceleyin. Beş vakit namaz Muhammed İslâmlığı’nda katiyen yoktur.”
“ONDÖRT ASIRLIK SAKAT İNANÇ”
“Devlet idaresindeki kaba sofuların elindeki dine kutsallık tanımak, bana göre Afrika zencilerinin çömlek ve taş parçalarına tapmalarından fazla bir anlam ifade etmez. Birinci olayla ikinci olay arasındaki fark, ilki kuruntuya dayanan bir inanç, ikincisi de bir toprak parçasına güvenmekten ibarettir. Türk medeni kanunu yürürlüğe girdiği gün, milletimiz ondört asırdır kendini çeviren sakat ve karışık inançlardan kurtulmuş olacaktır.” Bu ve buna benzer sözleri sık sık Meclis kürsüsünden dillendiren bir isimdi CHP’li Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt.
“YARATILIŞ HİKÂYEDİR”
1930′lu yıllarda, Ankara Türk Ocağı salonundaki sayısız konferanslarından birisindeydi. Anlatıyordu: “İshak, İbrahim, Nuh, İdris ve Şit vasıtasıyla ebül beşer Âdem’e gelir dayanırdı. Ondan ötesi yoktu; zira Âdem’i bizzat Hallâk-ı Cihan, çömlek gibi çamurdan yoğurup yapmış ve içine kendi ruhundan nefyetmişti. Ezcümle ‘Hilkât- kâinat’ ve ‘Hilkât-i beşer’ kısımları, mucize ve kerametler, hakiki vakalar gibi hikâye ediliyordu.” Adı Yusuf Akçura’ydı, o da CHP’li vekildi.
“ÇÖKEN İSLAM DİNİ”
CHP’li Mehmet Şeref, Meclis kürsüsünde “medenî kanun”u savunma babında “İslâm’ın çöktüğüne” inandırmaya çalışıyordu kendisini de, dinleyenleri de: “Yakılan ve ebediyen çöken Arap-Acem dinî ve tasavvufî tahakkümdür. Giden, kaynağı dinî ve ilâhî olan hukuktur. Artık, karşısındakini ilzam için ‘âyet ve hadis’ saymakta manâ yoktur.”
“MAYMUN ATALARIM DİNİ”
CHP’li diğer bir vekil Celal Nuri İleri’nin derdi ise başkaydı: İleri gazetesindeki köşesinde şöyle yazıyordu : “İnsan hayvandan ayrılınca bir nevi maymun ailesiydi. İlk atalarımız şüphesiz ormanların içinde sürü halinde serseriyane dolaşıyorlardı.” “İslâm’la mahvoluruz”
Hepsi de partinin önde gelenlerindendi. Yeni anayasa yapacaklardı, “çok nazik bir konu” tartışıyorlardı. Merhum Kazım Karabekir, hem tarih, hem Allah indinde “tezkiye”sini yapmıştı. Ya, diğerleri? “- Tevfik Rüştü Aras: Ben kanaatimi millet kürsüsünden de haykırırım. Kimseden korkmam. Teşkilât-ı Esâsiyemizde dinimiz apaçık yazılmalıdır. - Kazım Karabekir: Teşkilât-ı Esâsiye’de dinimizin İslâm olduğu yazılıdır. Tevfik Rüştü Bey, hangi kanaati haykıracak, hangi dini yazdıracaksın? Hıristiyanlığı mı? - Mahmut Esat Bozkurt: Evet Hıristiyanlığı… Çünkü İslâmlık terakkiye manidir. Bu dinle yürünmez, mahvoluruz ve bize de kimse ehemmiyet vermez.”
“ÂYETLER BİZİ ALAKADAR ETMEZ”
Mehmet Âkif merhumun; dindarlığına, edebine bakıp da, “Benim Şemseddin’im” diyerek taltif ettiği genç, orta yaşlılığında ise bambaşka havalardaydı: “Bu milletin kafasından din fikrini sökmek için bize daha otuz sene lazım. Benim dinsizliğim taassup derecesindedir. Komünizm ve din zehirlerinin tesirine karşı demokrasiye aykırı sayılabilecek kanunlar var. Ancak bunların zarurî bir tedbir olarak yaşaması lâzım. Şeriat kaidelerinin mahiyeti, o zamanki mahallî şartların icabının yerine getirilmesinden ibarettir. Bu kaideler, bin küsur yıl sonra başka başka muhit şartları içinde yaşayan milletlerin hayatına esas olamaz. Peygamberin Medine’de koyduğu âyetler devletçiliğe aittir, bizi alâkadar etmez.”
“ALLAH, GERÇEKTE YOK”
İleri gazetesinde köşe, Meclis’te sandalye sahibiydi Kılıçzade Hakkı. “Onun Allah’ı”; sadece zor zamanların kurtarıcısıydı, üstelik “sanı”ydı da: “Allah’ın varlığına iman etmek, o gerçekte var olduğu için değil, bizim sıkıntı içinde olduğumuz zamanlarda moralimiz yükseltmek için gereklidir.”
“AHİRET SAADETİNİ KAYBETTİM”
Romanlarında, halkın din kaynaklı saf inanışlarıyla “satirik” (iğneleyici) bir üslupla alay ederdi daima. Belki de o yüzden güldüğü şeylere inanmaması normaldi. Bir derginin, “Ahirete inanır mısınız?” sorusuna, “Dünyaya gözleriniz kapar kapamaz sevdiğimiz şeyleri orada bulacağımızı ümit etmek çok güzel bir şeydir. Fakat ben bu saadeti çoktan kaybettim” cevabını vermişti CHP’li vekil Reşat Nuri Güntekin.
“DİNİ NEŞRİYATA TARAFTAR DEĞİLİZ”
Matbuat Umum Müdürü Vedat Nedim Tör, bir bürokrattı ama Yakup Kadri Karaosmanoğlu ve Şevket Süreyya Aydemir’le birlikte CHP’ye ideolojik yön hazırlayan Kadro dergisinin de kurucularından birisiydi. Dolayısıyla zımnen bağlı olduğu partisine uygun genelgeleri vardı: “Biz her ne şekil ve surette olursa olsun memleket dahilinde dinî neşriyat yapılarak dinî bir atmosfer yaratılmasına ve gençlik için dinî bir zihniyet fideliği vücuda getirilmesine taraftar değiliz.”
“MEKKE’Lİ YOBAZ”
1932′de ölen Abdullah Cevdet, bir yazısında Peygamber Efendimiz’e “Mekke’li Yobaz” diyerek hakaret emiş, bu nedenle mahkemeye verilmişti. Altı dönem CHP’den milletvekilliği yaparken bir yandan da Akşam gazetesinin başyazarlığını yürüten Necmettin Sadık Sadak ise bu olay üzerine köşesinde şunları yazmıştı: “Abdullah Cevdet, hala Mekke’li yobazların pençesinde. Taassup akımına göre suç sayılan bir fikir mücadelesi için bugün mahkûm olursa gerçekten tuhaf olacaktır.”
CHP’Lİ ŞAİR VEKİLLER
“Allah’ı da, Sultan’la birlikte tahtından indirdik
Bizim mâbedlerimiz fabrikalardır.”
Refik Ahmet Sevengil
“Sen takıl peşine de baldırı çıplak Arabın
Korkma gir kanına hikmetin aşkın şarabın.”
Osman Nuri Çerman
“İnsanız en şerefli mahlûkuz
Deyip de pek fazla
Övünmek haksız
Atamız elma çaldı cennetten
Biz o hırsızın çocuklarıyız.”
Orhan Seyfi Orhon
“Umduğun değilse Tanrın ey beşer
Gönül tercih eder yoğu vara”
Mim Kemâl Öke
“Cehennemim var diye
Kurum etme ey Tanrım
Bağrımdaki ateşle
Seni bile yakarım”
Aşık Yusuf (Falih Rıfkı Atay)
(Yeni Şafak, 6-2008)
-
Rauf Denktaş 2004 yılında bir tv programında anlatıyor:
“Geçenlerde yaptığım geziler esnasında bir husus beni çok etkiledi, dikkatimi çekti. Okul ziyaretinde, öğrencilerle beraberdim. 13-15 yaşlarında bir kız evladımızın taktığı bir takı, ziynet beni şok etti, rahatsız etti. Kızımız takı olarak HAÇ takmıştı. Bana çok dokundu. Kızımızı yanıma çağırarak, taktığı o şeyin ne olduğunu sordum. Neden taktığını sordum. Sonra da sen Müslüman değil misin dedim. Kız bana ‘galiba Müslümanız!’ demesin mi? Gerçekten çok fena oldum. Yeni neslimizin bu görünümü, durumu ve zihniyeti beni oldukça sarstı. Burada büyük ihmal var. En tabiî ki Cumhurbaşkanı olarak sorumluluğun büyüğü de bana düşmektedir. İçinde bulunduğumuz bu durumu öngörememiş, çok ihmalkar olmuşuz.”
-
Allah sizden bir değil binlerce kez razı olsun. İnanın sizin gibi vatan evlatlarını görünce memleketimiz için daha pozitif düşünüyorum. Fazla inceleyememe rağmen ilk görünüşte kaliteli bir site olduğunu görüyorum. Vatan haini ilan edilen diğer
vatan evlatlarınıda böyle kurulan sitelerde halkımıza dahada iyi tanıtmış oluruz.
Allah yolunuzdan döndürmesin..
-
Buraya üye olduktan sonra sizin gibi insanları tanıdıkça büyük doğu için neler yapabiliriz diye düşünmeye başlamıştım.
Aklıma geleni sizinle paylaşmak istiyorum. Büyük doğu gençlik ve kültür platformu adı altında yada herhangi bir isimle
bir dernek kurup ve bu dernek çatısı altından birçok kültürel faaliyet yapsak gençlerimize büyük doğuyu anlatsak derneğe ait aylık bir büyük doğu fikriyatını anlatan bir dergi çıkarsak kötümü olur ?
Yoksa çokmu abes düşünüyorum ben ?
-
"Araplar Maveraünnehir'e geldikleri zaman Türkler'in yüksek
ahlaki meziyetlere, büyük bir idarecilik ve askerlik maharetine
sahip olduklarını görmüşlerdi. Bunların şöhreti ta uzak
islam beldelerine kadar yayılıyor, herkes Türkler'den bahsediyordu.
Müslümanlar arasında, Türkler islamiyet'e girdikleri
takdirde artık hiçbir gücün islam'a karşı çıkamayacağı
inancı doğmuştu. Nitekim birçokları vaktiyle Hazreti
Muhammed'in Türkler'le ilgili övgülü ve müjdeli sözler söylediğ-
ini rivayet ediyor, hatta bazı Kuran ayetlerinde Türkler'in
ima edildiği söyleniyordu.
"Türkler, Müslüman dinini samimi olarak, kendi istekleriyle,
hiçbir zorlama ve dış baskı olmaksızın kitle halinde kabul
edince, tarihlerinin yeni bir devresine ayak basmış oluyorlardı.
Bu yeni devre, 10. asırdan önceki asgari 1200 yıllık devreden
daha da şanslıydı. Müslümanlık, Türk milli bünyesi için
uygun bir din haline geldi. Türkler, Müslüman olma suretiyle
Türklüklerini kemale erdirmiş, adeta tamamlamışlardı.
islamiyet, Türkler'e yeni ufuklar açtı. 11. yüzyıl, Türkler'in islam
dünyasında gün geçtikçe güçlendiği bir dönem oldu. Tarihçilerin
aktardığına göre, Hazreti Muhammed (sav)'in Müslüman
Araplara "ileride bu ümmetin efendisi Türkler olacaktır" dediğine
dair rivayetler dilden dile dolaşıyordu. Kaşgarlı mahmud'un kitabı
nın başında Türkler'e hakimiyet verildiği, herkesin Türkler'e
muhtaç olduğu ve bu nedenle Türkçe öğrenmesi gerektini yazmaktaydı›.
_______________________________________________________________________
YABANCI GÖZÜYLE TÜRKLER VE OSMANLI DEVLETİ
İnsanlari yücelten iki büyük meziyet vardır: Erkeğin
cesur kadının namuslu
olması. Bu iki meziyetin yanında hem erkeği, hem
kadını şereflendiren bir
meziyet vardır. icabında tereddütsüz canını feda
edebilecek kadar vatanına
bağlı olmak. İşte Türkler bu meziyetlere ve fazilete
sahip kahramanlardır.
Bundan dolayıdır ki Türkler öldürülebilir, lakin
mağlup edilemezler"
Napoleon Bonaparte -Fransız İmparatoru
______________________________________________________
Türkler devlet yıkmakta ve devlet kurmakta birinci
sınıf ustadır. ülkeleri
değil kıtaları altüst etmişler ve korkunç saldırışlar
arasında sarsılması
hiç de kolay olmayan egemenliklerini yaratmışlardır.
Tarih Türklerden çok
şey öğrendi. onların elinden çıkma öyle eserler vardır
ki uygarlık için
birer süs olmaktadır.
Hammer
______________________________________________________
"Türklerden bahsediyorum... Düşmanına saldırırken
amansız bir kasırgaya,
korkunç bir denize ve insafsız bir yıldırıma benzeyen
Türk; dost yanında ve
silahsız düşman karşısında bir seher yelidir, berrak
bir göldür. Gönül açan
bu yeli yıldırma, göz kamaştıran bu gölü çoşkun bir
denize çevirmek tabiatı
da inciten bir gaflet olur."
Tasso - İtalyan Şair
_______________________________________________________
"Bütün milletler arasında en namuslu ve dostluk
kurmada tereddüt
edilmeyecek olan yalnızca Türklerdir. Henüz yabancı
tesiri altında kalmamış
olan bir köye gidecek olursanız; hakiki
misafirperverliğin ne demek olduğunu
orada görüp öğrenirsiniz."
William Martin
_______________________________________________________
"Irk ve millet olarak Türkler, bence geniş
imparatorluklar içinde yaşayan
kavimlerin en asili ve başta gelenedir. Dini, sosyal
ve örfi faziletleri,
tarafsız kimseler için birer takdir ve hayranlık
kaynağıdır."
Lamartine-Fransız Yazar,şair ve Devlet adamı.
_______________________________________________________
"Poltava'da esir oluyordum. Bu benim için bir ölümdü,
kurtuldum. Buğ nehri
önünde tehlike daha kuvvetli olarak belirdi; önümde
su, ardımda düşman,
tepemde cehennemler püsküren güneş... Su beni boğmak,
düşman beni
parçalamak, güneş beni eritmek istiyordu; yine
kurtuldum. Fakat bugün
esirim, Türklerin esiriyim. Demirin, ateşin ve suyun
yapamadığını onlar bana
yaptılar, esir ettiler. Yalnız ayağımda zincir yok,
zindanda da değilim;
istediğimi yapıyorum. Fakat bu defa da şefkatin,
asaletin, nezaketin
esiriyim. Türkler beni işte bu elmas bağa sarılar. Bu
kadar alicenap, bu
kadar asil, bu kadar nazik bir milletin arasında hür
bir esir olarak
yaşamak, bilsen ne kadar tatlı."
Demirbaş Şarl -İsveç Kralı (Ruslardan kaçıp Osmanlıya
sığınmıştır)
________________________________________________________
"Türkler ölmeyi biliyorlar, hem de iyi biliyorlar. Ben
de ölmeyi bilen bir
milletin yenilmeyeceğini bilecek
kadar tecrübeliyim. Burada hiç yoktan ordular kurmak
ve bu orduları ölüme
sürüklemek mümkün. Bu imkanlardan bol bol
faydalanıyorum. Fakat, meydana
getirdiğim orduları sendeleten bir engel var:
Türklerin yaşayan hatıraları!
Üç - dört yüzyıl önce her kudreti ve her
milleti yenen Türkler, şimdi de silinmez hatıralarıyla
her teşebbüsü
sendeletiyorlar. Hemen her yürekte bu korkuyu
seziyorum. Demek ki yalnız
Türkleri değil, onların tarihini de yenmek lazım. Bu
durumda ben, Türklerin
düzinelerle milleti idare etmelerindeki sırrı da
anlıyorum. Onlar milletleri
bir kere yeniyor fakat kazandıkları zaferleri ruhlara
ve nesillere
nakşedebiliyorlar."
M. Montecuccoli (Avusturyalı Komutan)
_________________________________________________________
"Seceat ve cesaret bakımından Türklerden üstün; büyük
hedeflere ulaşmak
bakımından da onlardan dirayetli hiç bir kavim yoktur.
Cenab-ı Hak onları
aslan sıfatında yaratmıştır."
İbn-i Hassul
__________________________________________________________
Türk, asillerin asilidir. yapma olmayan, gösterişi
bulunmayan bu pek yüce
asalet ona tabiatın hediyesidir.
Pierre Loti
___________________________________________________________
Türklerin yalnız sonsuz bir cesareti değil, iradeleri
sersemleştiren bir
sihirbaz zekası vardır. işte Türk bu zekasıyla zafer
kazanır, uygarlıklar
yaratır ve insanlık dünyasında en şerefli hizmeti
başarır. Zaten Avrupa'nın
yarısını yüzyıllarca boyunduruk altına almak başka
türlü mümkün olamazdı.
Çarnayev(Rus Komutan)
____________________________________________________________
Silahlı milletin en canlı misali Türklerdir. bu diyar
köylüsünün orak,
katibinin kalem ve hatta kadınlarının etek tutuşunda
silaha sarılmış bir
pençe kıvraklığı vardır. Türk ata biner gibi oturur,
keşfe yollanan asker
gibi uyanık yürür.
Moltke
_____________________________________________________________
Türk kadınlarının en büyük süsü Türk oluşlarıdır.
onlar süslenmek için
elmas veya zümrüt takınmıyorlar, belki üzerlerinde
taşıdıkları o taşları
süslemiş ve kıymetlendirmiş oluyorlar. çünkü her Türk
kadını canlı bir inci
ve paha biçilmez bir pırlantadır.
Lady Mary Wortley Montagu
______________________________________________________________
Türk'ün güzel yüzünü, kuvvetli endamını, pırıltılı
kostümünü, zarif
tavırlarını, kibar gülüşünü, aslanca kükreyişini
fırçayla göstermek
mümkündür. fakat pek güç olan, Türkün özünü
göstermektir. bu öz, ayışığı
gibi görülür fakat gösterilemez.
Decamps (fransız ressam)
_______________________________________________________________
Türklerin yürekleri temizdir. onlarda batıl fikirler,
basit düşünceler
yoktur.
Semame İbn-i Eşreş (Arap Bilgini)
________________________________________________________________
Türklerin biricik sevdikleri şey hak ve hakikattir ve
hiçbir haksızlık
yapmadıkları halde haksızlığa uğramışlardır.
William Pitt (İngiliz Devlet Adamı)
________________________________________________________________
Türk, heredot'tan, tevrat'tan çok eski yüzyılların
tanıdığı bir ulustur.
Sadelik içinde görkemi, sükunet içinde ihtişamı,
tahakküm kabul etmeyen bir
yüreklilik, alabildiğine geniş bir fetih aşkı, sonsuz
bir teşebbüs
kabiliyeti, bölgelere uymaktan çok bölgeleri kendine
uydurma zevki ve
alışkanlığı Türk milletinin asırlar dolduran tarihinde
açıkça görülür.
(Ünlü Tarihçi) Hammer
________________________________________________________________
Türkler kahramadırlar, dostlarına zarar vermezler.
yüce Türk milleti
tuttuğu eli bırakmaz, sözünden dönmez, iyi ve kötü
günlerde dostundan
ayrılmaz. böyle bir ulusla el ele vermek yeryüzünde
her zorluğu yenmek için
sonsuz bir güç ve yetenek kazanmak demektir.
Comenius (Çek Bilgini)
________________________________________________________________
Türkler muhakkak ki avrupa tarihinin ve yakın asya
tarihinin bildiği en
halis efendi millettir.
Kayzerling
_________________________________________________________________
Her Türk'ün bakışında silahın ruha verdiği güveni
görmek mümkündür. o
hayata ve olaylara güvenle bakmayı öğrenmiştir.
Molkte
__________________________________________________________________
Kılıcı insafsız bir beceriyle kullanan Türkün eli,
yendiği insanların
yarasını sarmakta da ustadır.
Lord Byron
__________________________________________________________________
Türk korkmaz, korkutur. bir şey isterse onu yapmadıkça
vazgeçmez. hangi işe
el atarsa başarır.
Semame İbn-i Eşreş
__________________________________________________________________
Türkçeyi öğrenmek benim için büyük bir mutluluk oldu.
çünkü Türkü anlamak
için kendisiyle mutlaka tercümansız konuşmalıdır.
tercüman, ışığı örten
zevksiz bir perde oluyor.
Gelland (Fransız Bilgini)
__________________________________________________________________
Türk askeri cesurdur. Anavatanını sever ve onun için
gerekirse çekinmeden
canını feda eder.
Albert Einstein
__________________________________________________________________
Artık Türklerle savaşmam. onlar çok cesur ve iyi
insanlar.
Andreas Phitiades
___________________________________________________________________
Dünyada iki bilinmeyen vardır. biri kutuplar, diğeri
Türkler.
Albert Sorel
___________________________________________________________________
Türk toplumunda kişisel nitelik ve değer dışında
hiçbir şeye önem verilmez.
Baron Büsbek
___________________________________________________________________
On ulusun on yiğit adamının gücü tek bir kimsede
toplansa yine bir Türk'e
bedel olmaz. Türklerin en çok konuştuğu şey savaştır,
zaferdir. eğlenceleri
ise attır, silahtır. Türklerin doğrulukları ve
namuslulukları ne kadar
övülse yeridir.
Charles Mcfarlene
___________________________________________________________________
Türk milleti ikibin yıldır profesyonel askerdir. Bütün
Türklerin
mesleği askerliktir.
Donaldson
___________________________________________________________________
Dünyanın hangi ordusuna sorarsanız sorun, Türk
askerinin karşısında
düşünmenin hiç de kolay olmadığını veya olamayacağını
size söyler.
Donaldson
____________________________________________________________________
Dünyada Türklerden başka hiçbir ordu bu kadar süre
ayakta duramaz.
Hamilton
____________________________________________________________________
Türklerden başka dini ve vatanı uğruna canını vermeye
hazır asker yoktur.
Hamilton
___________________________________________________________________
Çanakkale'de başarılı olamadık. Nasıl başarılı olurduk
ki? Zira Türkler
yuvasına girilmiş aslanların hiddetiyle, cüret ve
cesaret kahramanlığı ile
savaşıyorlardı. Böyle bir millet görmedim.
Sir Julien Corbet
____________________________________________________________________
Türk gibi ölüme gülerek bakan bir eri başka hiçbir
ulusta bulamazsınız.
Yalnız ona iyi bir komutan gerektir.
Mulman
____________________________________________________________________
Toplumsal düzenin Türkler arasında kurmuş olduğu
ilişkilerin hepsinde temiz
yüreklilik ve iyi niyet hakimdir. vatandaşların
birbirlerine karşı borçlu
oldukları işlemleri yapma ve yerine getirmeleri için
başka ülkelerde olduğu
gibi senetleşmeye yani yazılı belgeye ihtiyaçları
yoktur. Çünkü onların
övülmeye değer hallerinden biri de verdikleri söze
genellikle sadık
kalmaları ve karşılarındakini aldatmaktan, güveni
suistimal etmekten
çekinmeleridir.
Monradgea D'ohsson
_____________________________________________________________________
Kendi ulusuna karşı bu kadar dürüst ve cömert olan
müslüman Türkler hangi
mezhebe bağlı olursa olsun aynı dürüstlüğü yabancılara
karşı da yapar ve
yerine getirirler. bu noktada müslümanla müslüman
olmayan arasında hiçbir
fark gözetmezler.
Monradgea D'ohsson
_____________________________________________________________________
Türk'ü anlamamak için tarihe göz yummak gerekir.
Haksız saldırılar ve adi
iftiralar önünde Türkün vakur kalışı, kuşku yok ki
körlerin gerçeği, eşyayı
anlamadıklarını düşündüklerinden ve körlere
acıdıklarındandır. Bu soylu
davranış o adi iftiralara ne açık bir cevap oluyor.
Pierre Loti
-
Ergenekon, İT (İttihat Terakki) zihniyetinin halkı 80 yıldır adam yerine koymadığını, alavere dalavere ile laga luga ile, lâiklik, çağdaşlık, irticâ diyerek zorla şerle iktidar olmasını, müslüman çocuklarının 12 yaşından önce Kur'an öğrenmelerinin yasak olduğunu ve söylenmesi yasak olan şeyleri anlıyorum. Uyuz uyuz Görevli Savcı'ya yüklenilmesini seyrediyorum ve Bu Savcı'ya dua ediyorum. Kartel Medyası,yargı Kastı, Bürokratik Oligarşi onu da Ferhat Sarıkaya gibi harcayacak diye korkuyorum.Benim gibi sigarayı bile balkonda içen adamdan ne olur ki? Ancak söylenmesi serbest olan şeyleri söyleyebiliyorum. Yazıklar olsun şu dünya ve can sevdâsına. şeytan diyor, git Taksim'de bağır: 'Kral Çıplak Ulan! ! ! ...' diye
-
bu güzel tarihi anektot için teşşekkur ederim ama bunu nerden okudun nerden duydun bilmek isterimAllah a emanet...
ve's-selam
Bu yazının bir bölümünü teşkilat isimli bir kitaptan alıntı yaptım diğer yazılanlar bana aittir. İnsan bunu ilk okuduğu zaman inanası gelmiyor büyük ihtimalle ama diyebilirimki tarihimizi o nur yüzlü ecdatımızın yaptıklarını okuduğu zaman insan gerçektende bu inanması zor olan hikayeyi bile hiç düşünmeksizin inanıyor.
Allaha Emanet Ol kardeşim...
-
Fatih sultan mehmet küçük bir çocukken bursa'da arkadaşlarıyla oynarmış.
Çoçuklar'dan birinin adı hasan diğerininki sadık'tır. Ben büyüyünce ist-
anbulu alacağım demiş mehmet. Arkadaşlarına fetih için söz vermiş evvel
bu işe inanmayan hasan'la,sadık sonraki günlerde padişah evladı mehmet'-
in önünde sen sefere çıkarsan,biz'de orduna katılırız diye sözleşmişler.
Gün gelmiş mehmet tahta çıkmış. Sözüm söz işim fetih diyerek sefer için
ferman yazdırmış. (Derler ki: Sultan murad'ın tahttan ayrılışında, hacı
bektaş veli'ninde tesiri vardır. Şeyh hazretleri; hadiste müjdelenen ko-
mutanın, şehzade mehmet olduğunu söyleyip. sultan murad'a bir tavsiyede
bulunur. 'Tahtı şehzade mehmet'e bırakırsan,hadiste müjdelenen askerler-
den biri olabilirsin'der. Sultan murad tahtan çekilir ve oğlunun emrine
girer Lakin, ömrü Fethi görmeye yetmez.) Bir gün yeniçeri destur isteyip
hasan diye biri geldi efendim,ulubat'tan arkadaşınız olduğunu söyler de-
miş. Sultan mehmet, Çocuk'luk arkadaşını hemen içeri aldırmış. Hasan hu-
zurda hazır, Sadık gelmedi mi sultanımız diye sual edermiş. Memleket'te
aradım, benden üç gün evvel yola çıktığını söylediler. Sultan mehmet he-
nüz gelmedi diye cevap vermiş. Bugünlerde gelir, sana haber ederim. Ulu-
batlı hasan huzurdan ayrılmış, orduya katılmış. İstanbul fethedilirken,
bizans surlarına, osmanlı sancağını diktikten sonra şehit olmuştur. Ulu-
atlı hasan...
Sultan Mehmet,Vefat etmeden önce son seferine hazırlanırken,Roma'dan Bir
mektup alır. Mektupta hristiyan bir kardinal,Efendim ömrümün son zamanını
kendi vatanımda geçirmek dilerim. Beni istanbul'da bir kiliseye almanız
mümkün'mü diye ricada bulunmuş. Sultan fatih çok sinirlenmiş, kardinale
emir göndermiş: Göreviniz tamam olmadan asla!
Mektubu yazan sadık'tır. Sultan mehmet, istanbul'u fetherderken sadık'ı
hristiyan kimliğine büründürmüş, kiliseye yerleştirmiş. Sadık yükselmiş,
yükselmiş, kardinalliğe kadar ilerlemiş. Derler ki, Fatih zehirlenmesey-
di de, son seferinde Roma'yı fethetseydi; Sadık'ı hristiyan dünyaya papa
yapacaktı!
Sadık, o günden sonra kilisede bir zincir oluşturmuş. Ajanlar yetiştirmiş
papaz diye kiliselere yerleştirmiş. Sultan 2.Abdülhamite kadar bu silsile
devam etmiş. Sultan abdülhamit sadık'ın mirasını devam ettiren kişiye kim-
senin bilmediği özel bir sandık,sandığın içinde özel bir sancak göndermiş!
___________________________________________________________________________
''Siyah sancak, Peygamber efendimizin kullandığı sancaktır. Allah resulü,
Liderliğinin işareti olarak taşıdığı bu sancağı, vefatından evvel hazreti
ebu bekir'e teslim etmiş; sancak, silsile ile dört halifeye, onlardan'da
emevi ve abbasi halifelerine geçmişti. Yavuz sultan selim, Mısır'ı fethe-
ttiğinde,ilk haliyle muhafaza edilen sancağı,Abbasi halifesinden teslim
alıp, istanbul'a getirdi.
Osmanlı Hanedanı; kumaşı iyice eskidiği vakit, dağılmasından endişe ettiği
siyah sancağı muhafaza altına alır.Yerine üç hilalli yeşil sancağı diktirir
Yeşil sancak , Müslümanların liderliğinin nişanı; Oğuz bey'den silsile ile
gelen kırmızı sancak ise, Türkler'in liderliğinin nişanı olur.
Milletin hikaye dediği tarih burada başlar. !!!
Osmanlı, yeşil sancağı nişan olarak tayin etse de , biri asya'nın içlerine,
biri de Avrupa'nın güneyine gönderilen iki kişide, Sultan'ın verdiği Siyah
sancak vardır ve bu sancak,gizli bir teşkilatın nişanıdır.
Bu hikayenin bir ucu, Nizamülmülk'le İmam-ı Gazali'ye kadar uzanır. Diğer
ucu nerededir kimse bilmiyor.
Rahmetli Özal, Özbekistan'a düzenlediği ziyarette , Nakşibendi şeyhinin hu-
zuruna varır. Türkiye'den götürdüğü gizli bir nişanı ve bir köşesi eksik
olan yıldız'ın işlendiği sancağı şeyhin rahlesine bırakır.
Derler ki; o gün Özal'a siyah bir sancak gösterilmiş ve asya'daki gizli teş-
kilat hakkında bilgi verilmiş. Rahmetli Özal;Hindistan, Japonya, Afganistan
Pakistan, Rusya ve Çinden gelen bazı kişilerle tanıştırılmış...
_____________________________________________________________________________
''Peygamber efendimiz bir hadisinde,kıyamete yakın zamanda,doğudan bir gru-
bun çıkacağını ve bu grubun elinde siyah bir sancak olacağını haber veriyor.
Siyah sancaklı bu insanların,dünyadaki bozgunculuğu ortadan kaldıracağını
müjdeliyor...
Peygamber efendimiz, istanbul'un fethinin müjdelediği hadiste olduğu gibi
(“İstanbul mutlaka feth olunacaktır. Onu fetheden kumandan ne güzel kumandan
onun askerleri ne mübarek askerlerdir.) Bu hadiste bahsedilen askerler bizim
büyük Türk milletine nasip olduğu gibi, Yukarıdaki hadiste müjdelenen kişiler-
se allah'ın izniyle Yine büyük türk milletine nasip olacaktır. İnşallah
Milletimiz yeniden güçlenmeli, yeniden dünyaya barışı getirmeli ve saadetin
kapılarını tekrar açmalıdır. Bu büyük görev üzerimizdedir...
______________________________________________________________________________
- 1
Mehmet Akif’in Abdülhamid Karşıtlığı
in Diğer Şairler
Posted · Report reply
Peygamber Peygamber olmayla hata yapıyorda Mehmet Akif Ersoy, Bediüzzaman said nursi'de elbette hata yapar.
100 sene sonrasından yani sisler dağılmışken yorum yapıyoruz. Arkadaşım bu nasıl bir cümledir. Ne yani şimdi
o dönem sisli ve perdeli diye biz İttihat terakkiyide suçlamayalım. O dönem sisliydi deriz ittihat terakki
sisden önünü göremiyordu ondan bu ihanetleri gerçekleştirmiştir'mi diyelim ? Şimdi Şuan'da bu vatan evlatlarına
yapılan haksızlıklarını bilmiyormuyuz görmüyormuyuz. Bu ülkeye kimin yararı kimin zararı vardır bunları bilmiyormuyuz.
Ozaman bize bu yapılanları biz bilmiyoruz bizden sonra gelen nesil 100 yıl sonramı öğrenecekler bunları böyle bişey hakkatten yok.Mehmet Akif Ersoy ve Bediüzzaman Said'i nursi Bu kişiler halkı tamamen yazdıkları ve söyledikleriyle etkisi
altına alan kişilerdir. Mehmet Akif Ersoy ve Bediüzzaman müslümanlar'a bu gibi şiirleri ve söylemlerini duyurduğı vakit
müslümanlar arasında bir kavgaya neden olmamışmıdır sizce. Sizce bu kavgadan müslümanlar'mı yoksa kafirlermi galip çıkmıştır.
İşte bu yüzden yazık çok yazık...
Tamam hata etmiş olabilirler. Sonradan pişmanda olmuş olabilirler. Ama sevdiğimiz insanları bu şekilde savunmayalım
arkadaşlar olaylara daha tarafsız ve objektif bakalım.
Bu yazdıklarımı Mehmet Akif Ersoy ve Bediüzzaman'ı sevmediğimden değildir. İkisini'de çok severim bilhassa Bediüüzaman
Said'i Nursi hazretlerinin gönlüm'de ayrı bir yeri vardır. Yazdıklarımdan dolayı inşallah kendimi anlatabilmişimdir.
Selametle