Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

ilcege

Editor
  • Content Count

    401
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    2

Posts posted by ilcege


  1. Serdengeçti aniden hastalanır. Parkinson olmuştur. O aldırmaz, zaman zaman hastalığını da alaya alır. “Parkinson öyle hoş bir isim ki araba markasına benziyor. İnsanın keşke benimde bir parkinsonum olsun diyesi geliyor. Mao’da bu hastalık varmış yahu. Eh yinede büyük adam hastalığı. Ne de olsa serde fukaralık var, bu da proleter hastalığıymış, bize de böylesi yakışır. Siroz olup ta burjuva hastalığına tutulacak değildik ya” der. :)


  2. Bir Galatasaraylı olarak Fenerbahçenin bu noktalara gelmesini takdir ettim.Fenerbahçenin bu işe emek verdiğini, uğraştığını ve nihayetinde muvaffakiyete eriştiğini düşünüyorum.Biz hakkaniyetli olarak diyoruz ki: ''Bu iş tesadüf değildir!..''Yalnız Fenerbahçenin çok bilmiş (!) başkanının her seferinde Galatasarayın geçmişte elde ettiği başarılara tesadüf demesinide bu vesileyle kınıyorum.Ve diyorum ki: Birgün bu ülkeye şampiyonlar ligi kupası gelecekse inşaAllah Galatasaraylı futbolcuların elinde gelecektir!..


  3. Tehlikenin farkında mısınız?’ reklamlarıyla halkı Cumhuriyet’e sahip çıkmaya çağıran Cumhuriyet ’in, son günlere damga vuran türban reklamlarının çalıntı olduğu belirtildi...

     

    Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden önce ve seçim sürecinde ‘Tehlikenin farkında mısınız?’ reklamlarıyla, halkı Cumhuriyet’e sahip çıkmaya çağıran, Cumhuriyet Gazetesi’nin son günlere damga vuran, türban reklamlarının çalıntı olduğu ortaya çıktı.

     

    Kadınlar gününden itibaren ekranlara gelen, reklam filmleriyle, başörtüsü düzenlemesini eleştiren ve “Cumhuriyet kadını yok ediliyor” diyen Cumhuriyet’in reklam filmlerinin çalıntı olduğunu ifade eden Star Gazetesi yazarı Hasan Kaçan bugünkü yazısında olaya açıklık getirerek, reklamların 10 yıl önce çekilen ABD’de çekilen reklam filmlerinden çalındığını söyledi. Reklamlar için, “On küsur yıl önce çekilmiş, yabancı bir reklam filmi bu. Amerika’da seçmenleri oy kullanmaya teşvik eden bir sosyal film.” diyen Kaçan, Cumhuriyet Gazetesi’ne de “Arakçı” dedi.

     

    İşte Kaçan’ın konu ile ilgili bugünkü yazısı:

     

    Siyah beyaz bir fon.Güzelce bir genç kız duruyor fonun önünde.

     

    Sonra fon kararmaya başlıyor.

     

    Gergin ve korkutucu bir müzik başlıyor, ‘Voıııınnnnn... Voııııınnnnn’ diye.

     

    Ekranda, o siyah beyaz fonda gördüğümüz güzel kızımızın başında kara bir örtü beliriyor.

     

    Bir anda o zavallı güzel kız, kara çarşaflı bir ‘öcü’ ye dönüşüyor.

     

    Sonra konuşmaya başlıyor.

     

    Kızın ağzından kart bir erkek sesi çıkıyor.

     

    ‘Ne istediğime tabii ki ben karar veriyorum’

     

    Sonra o karanlık, o korkutucu sahnenin üzerine bir dış ses düşüyor.

     

    ‘Cumhuriyet kadını yok ediliyor...

     

    Artık Cumhuriyetinize sahip çıkın!’

     

    Cumhuriyet gazetesi’nin son televizyon reklamı bu.

     

    ‘Dünya Kadınlar Günü’ münasebetiyle ekranlarımızda ‘dönmeye’ başladı.

     

    * * *

     

    Allah için...

     

    Nereden bakarsanız güzel ve parlak bir fikir.

     

    Kadının ağzından erkeğin konuşması çok etkili.

     

    Gelgelelim ben bu reklamı seyredeli on seneden fazla oluyor.

     

    ‘Olur mu canım, yeni çekilen bir reklam filmini on sene önce nasıl seyrettin?’ diye sorarsanız hemen söyleyeyim;

     

    Bu reklam ‘arak’ da ondan.

     

    Yani çalıntı.

     

    Yani hırsızlık.

     

    Yani ‘cebellezi edilmiş’ bir fikir.

     

    On küsur yıl önce çekilmiş, yabancı bir reklam filmi bu.

     

    Amerika’da seçmenleri oy kullanmaya teşvik eden bir sosyal film.

     

    Yani başkasının fikri.

     

    O filmde de bir kadın’ın ağzından bir erkek konuşuyordu.

     

    ‘Ne istediğime tabii ki ben karar veriyorum!’

     

    Dış ses, ‘Başkaları sizin ağzınızdan konuşmasın oyunuzu kullanın!’ idi.

     

    ‘Cumhuriyet’çiler bu filmi ayen almışlar, bi kara çarşaf eklemişler, başkasının filmini millete satıyorlar.

     

    * * *

     

    İnternet sitelerinde ‘Cumhuriyet gazetesi’nin son reklam filmi çok konuşulacak’ deniyor.

     

    Doğru...

     

    Çok konuşulacak...

     

    Hırsızlık olmasıyla çok konuşulacak...

     

    Araklama olmasıyla çok konuşulacak...

     

    ‘Cebellezi’ olmasıyla çok konuşulacak...

     

     

    Cumhuriyet erkeği yok ediliyor

     

     

    Bakın, yukarıda lafını ettiğim ‘arak’ filmin sloganı şuydu;

     

    ‘Cumhuriyet kadını yok ediliyor’

     

    Cumhuriyet gazetesi tavır koyuyor.

     

    ‘Cumhuriyet kadınını yok ettirmeyiz ülennn!’ diyor.

     

    Halbukisi, aynı gazete bizzat kendi eliyle ‘Cumhuriyet erkeği’ni yok edebiliyor.

     

    ‘Hoppalaa, nasıl olur bu?’

     

    Efendim, izah edeyim, şöyle olur;

     

    Mesela, otuz yıllık çizeriniz Tan Oral bir gazeteye röportaj verir.

     

    Bu gazete de, sizin hiç mi hiç hazzetmediğiniz ‘Yeni Şafak’ gazetesidir.

     

    Bir de üstüne üstlük, ‘türban’ konusunda falan hoşunuza gitmeyecek lakırdılar söyler usta çizer.

     

    Özgürlük’ten söz eder.

     

    Rektörlerin tavrını yanlış bulur.

     

    Deniz Baykal’ı eleştirir.

     

    Tahammül edilebilir şeyler midir bunlar?

     

    Edilemezdir!

     

    Siz de kelli felli bir ‘Cumhuriyet’çi olarak ne yaparsınız?

     

    Tan Oral’ı ‘Afferim evladım’ diye, bağrınıza basacak değilsiniz ya.

     

    Otuz yıllık çizerinizin, yani bir ‘Cumhuriyet erkeği’nin kellesini uçurursunuz.

     

    Yok edersiniz.

     

    ‘İsterse yüz yıllık çizerimiz olsun kardeşim, değil mi ki bizim fikirlerimizin aksine düşünüyor, bunu da orada burada dillendiriyor.

     

    Babamızın oğlu olsa acımayız. Vururuz baltayı.

     

    Tarihten hiç mi ders almıyor bu Tan Oral?

     

    Biz kii, bizim gibi düşünmediği için, çizerimiz Necdet Şen’i de yok etmiştik.

     

    Üstelik o da bir ‘Cumhuriyet erkeği’ idi.

     

    Ona da zerre kadar acımadık.

     

    Tan Oral kendi kaşındı.

     

    Biz de infaz ettik.’

     

    * * *

    ‘Cumhuriyet kadını’nı yok ettirmeyiz, amma ‘Cumhuriyet erkeği’ni yok ederiz.’

     

    Bu ne be, ‘Kurtlar Vadisi’nin ‘Baron’ları mı bu abiler?

     

    Pekii;

     

    Ya ‘Cumhuriyet kadını’ da Tan Oral gibi düşünürse?

     

    O zaman ne olacak?

     

    Onu da mı yok edeceksiniz?

     

    Nasıl bir kafa agacım bu, ben çözemedim?

     

    Çözen varsa buyursun.

     

    Tırsılır vallaha!

     

     

     

    http://www.haber7.com/haber.php?haber_id=305574


  4. mirasyedi evvela herhangi bir zihniyetin etkisi altında kalarak söylediğim sözler değil yazdıklarım.hoş insandır etki altında kalmasıda tabiidir.yalnız burda mühim olan mes'eleyi iyi bir şekilde incelemek ve ' böyle bir sorun yoktur!' gibi genellemelerden kaçınmak faidemize olacaktır kanaatindeyim...bunlar, benim şahsi müşahadelerim sonucunda edindiğim fikirlerdir.bunun adını koymak lazım, bir kürt realitesi var ve bu realitenin içinde bulunduğu kendine has şartlar var.kürt kardeşlerimle konuştuğumdada aynı fikirleri beyan ediyorum.müştereken bu sorunu çözmeliyiz.askeri harekatlar yalnız başına bir sonuç veremez, vermedi ve veremeyecek gibi.o zaman bize düşen dtp ve pkk gibi kan emici oluşumlardan bu kardeşlerimizn kurtulması.yoksa gitgide daha vahim noktalara varıyor mesele.


  5. Üzülrek ifade etmeliyim ki kürt sorunu malesef bu topraklarda vardır ve bu sorun daha çok başımızı ağrrıtacak, yüreğimizi yaralayacak hadiselere sebeb olabilir.Sorun aslında cumhuriyet tarihiyle yaşıttır kanaatimce.Yeni kuracakları devleti bir 'ulus devlet' projesi olarak tasarlayan kadro, kürtleri malesef bilinçli olarak görmezden gelmiştir.Çünkü nihayetinde bu malum kadronun yine nihayi amacı; etnik manada 'türk', dini manada 'müslüman' ama müslümanında 'Maturidi-Hanefi' ekolüne mensup olan bir cemiyeti oluşturmaktı.Bunun için uğraştılar, bunun için çabaladılar.Kürtler bu 'ötekileştirme' sonucu malesef Türkiye'ye karşı elinde her zaman bir koz olmasını isteyen o malum dış mihrakların eline düştü.Belkide biz kendimiz teslim ettik.Bu sorun gerçekten çok çetrefilli bir sorundur.Bugün ne pkk ne de dtp kürtleri temsilden uzaktır.Ama mevcut hal, şartları onların lehine çevirmiştir.Vücudda bir yara var ve o yara kanıyor.Biz: 'Böyle bi yara yoktur, benim vücudum dirayetlidir, kendini toparlar, yarayı kapatır.' deyipte yarayı görmezlikten gelirsek yine ceremesini bizler çekeriz.Aslında çok uzun uzadıya tartışılabilecek bir mevzu.Umarım akl-ı selimde karar kılan kürtler bu belanın def edilmesinde türklerle el ele verirler.


  6. http://www.youtube.com/watch?v=ppAn0LNU_V8

     

    10 dakika ne kadar uzundur? Neler yapılabilir? En güzel nasıl geçirilebilinir? Bir 10 dakikada insan ne yiyip, ne içebilir? Nereye kadar gidebilir? 10 dakika içinde kalbimiz kaç kere atar? Ne kadar soluk alıp veririz?

     

    Bu soruların hiçbirini bilmiyorum… Bildiğim tek bir şey var… O da 10 dakikanın asla 10 dakika sürmediği…

     

    2002 yılında Avrupa’nın en iyi kısa film ödülünü alan orijinal adı ‘‘10 Minuta’’ Türkçe karşılığı ‘‘10 Dakika’’ olan bir film!..Yönetmeni Ahmet İmamoviç, senaryosu Srdjan Vuletic’e ait olan bu film İngilizce alt yazılı ve seslendirmesi Boşnakça. Sadece 10 dakikanızı alacak olan bu filmin etkisini aradan uzun süre geçse de üzerinizden atamayacaksınız. Filmde aynı tarihlerde iki farklı yerde yaşanan hayata dikkat çekmek isteniyor.

     

    Filmin ilk sahnesinde Roma’yı ziyaret eden bir Japon turist çektiği fotoğrafların negatifini fotoğrafçıya götürüyor ve 10 dakika içinde geri almak istediğini söylüyor. Fotoğrafçı da birkaç defa ‘‘Merak etme tam 10 dakika sonra alabilirsin’’diyor. Japon turist 10 dakikayı geçirmek için dışarı çıkıyor, sigarasını yakıp saate bakıyor; saat o sırada tam on ikiye 10 dakika kaldığını gösteriyor.

     

    Filmin ikinci sahnesi ise 1994 yılı Sırp-Bosna savaşının en kanlı döneminin yaşandığı Bosna’da geçiyor. Bir anne kucağında ağlayan bebeğini; ‘‘Yok yok ağlama, tatlı yavrum,minik bebeğim, balım…’’diyerek susturmaya çalışıyor, bir yandan da sobanın üzerinde yemek pişiriyor.

     

    Elindeki kitabı okumaya çalışan on bir yaşlarındaki oğlu Memo’dan gidip su getirmesini istiyor. Tam Memo’nun çıkacağı sırada içeri giren babası, ona sarılıyor, havaya kaldırıyor; ‘‘Nereye gidiyorsun oğlum, dikkatli ol!’’diyor. Tüfeği merak eden Memo eline alıyor, kurcalamak istiyor.

     

    Babası; ‘‘Dönünce, şimdi olmaz.’’diyor. O da ‘‘Yine bana göstermeden gidersin, ben dönünceye kadar gidersin.’’diyor.

     

    Döndüğünde bir defalığına göstereceğini söylüyor babası…Memo bir an önce gidip dönebilmek, babasıyla daha çok vakit geçirebilmek için heyecanla evden çıkıyor. Babası da ağlayan bebeklerini kucağına alıp‘‘Gel yavrum, gel canım…’’diyerek seviyor, hasret gideriyor. Memo eline aldığı iki su bidonu ile apartmandan dışarı çıkıyor. Dışarıda top oynayan arkadaşının beraber oynayalım teklifine ‘‘Sonra, şimdi olmaz…’’ diye cevap veriyor.

     

    Bosnalı askerlerin kimi odun kırıyor, kimi siperde bekliyor. Silah sesleri eşliğinde yürüyen Memo’ya bu sesler artık çok olağan geliyor. Her şeye rağmen hayat yine de devam ediyor!.. İnsanlar tankerden su doldurmaya çalışırken ekmek arabası da geliyor, tam o sırada bulundukları bölgeye Sırplar tarafından bombardıman başlıyor. Bosnalı askerler ahaliye ‘‘Hemen yere yatın ve sığınaklarınıza gidin.’’diyor. Memo evde susuzluktan ağlayan kardeşi içsin diye, uzaklaşan su tankerinin arkasından bir iki damla doldurabilmek için koşuyor. Bombardıman hızlanıyor!

     

    Bosnalı askerler Memo’yu yanlarına çağırıyor; o yere düşen ekmeklerden bir tane alıyor, dur gitme diyen askerlere kulak asmıyor. Bombalara, kurşunlara aldırış etmeden anne ve babasına kavuşmak için eve doğru koşmağa başlıyor. Evlerinin bulunduğu kata nefes nefese varıyor.

     

    Bosnalı bir asker Memo’nun feci manzarayı görmemesi için içeri girmesini istemiyor, ama o giriyor: Annesi ve babası kanlar içinde öldürülmüş, kardeşi ise ağlıyor. Bu sırada duvardaki kana bulanmış saat tam onikiyi gösteriyor. Yine filmin Roma sahnesi, orada da saat tam oniki…Japon turist sigarasını söndürürken fotoğrafçı elindeki resimleri dediği gibi tam 10 dakikada sonra ona teslim ediyor ve film bitiyor. Bir film nasıl oluyor da bu kadar kısa sürede böylesine etkili senaryo ediliyor…

     

    Gözümüzden sakındığımız yavrularımızı bakkala bile gönderirken duyduğumuz endişeleri bu tür ortamlarda yaşamak zorunda olan insanların endişeleriyle kıyaslayacak olursak; savaşa rağmen günlük hayatlarını idame ettirmek zorunda olan insanların psikolojileri ne durumdadır daha iyi anlarız.

     

    Dünyaya bomba sesleriyle gelen, ninni yerine onları dinleyen, gözleri önünde ana babaları öldürülen bebelerin suçu ne? Bir tarafta beslenmesinden tutun eğitimine kadar elimizden gelenden fazlasını yaptığımız evlatlarımız; diğer tarafta gün yüzü görmeyen savaş çocukları…

     

    Nihan Işıker (Gazeteport)

×
×
  • Create New...